Kasım ayının son günlerinde Türkiye kamuoyunda Suriye’nin kuzeyine yönelik bir operasyon beklentisi hâkimdi. Fakat bu sürecin üzerinden bir aydan fazla geçmesine rağmen sınır ötesi operasyon gerçekleşmedi. Tersine 11 yıldan sonra ilk kez iki ülke savunma bakanları Rusya’da bir araya geldi. Görünüşte, askerî seçenek yerini diplomatik seçeneğe bıraktı.
Gereksiz ısrarda fayda yok biliyorum ama ben hâlâ aynı görüşteyim. Yakın bir gelecekte sınır ötesi bir operasyon gerçekleşeceğini düşünmeye devam ediyorum. Ancak son bir ayda yaşananlar Suriye’nin kuzeyinde gerçekleşmesi muhtemel operasyonun çok daha geniş kapsamlı bir dizi adımın parçası olacağını düşündürüyor. Bu adımların neler olacağını anlamanın yolu ise son bir ayda Suriye’de neler olduğunu bilmekten geçiyor.
Son 40 günün özeti
Son 40 gündeki gelişmeleri tek bir kelimeyle ifade etmem istenseydi, “hareketlilik” derdim.
19 Kasım 2022’de, Irak ve Suriye’de, Pençe-Kılıç Harekatı başladı. Operasyonun ilk günü PKK/YPG hedefleri vurulurken bunların yakınlarında yer alan Suriye Ordusu’na bağlı birimlerden ölüler ve yaralılar olması dikkat çekiyordu. İlk iki günün ardından Suriye Ordusu’nun vurulan hedefleri takviye ettiği, Türkiye’nin de Suriye Ordusu’nun bulunduğu hedefleri vurmayı durdurduğu görüldü.
22-25 Kasım arası Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) PKK’nın ekonomik ve idari tesisleri ile orta düzey kadrolarına yöneldi. Bu günlerde Suriye Ordusu’nda yeni bir askerî hareketlilik görülmeye başladı. Ayın 26’sında TSK büyük ölçüde PKK’nın Türkiye’ye saldırı gerçekleştirdiği noktalara odaklanırken Suriye Ordusu’na bağlı taarruz birimleri de harekete geçti, ağırlıklı olarak YPG kontrolünde olan ama rejimin de askerî üslerinin olduğu Ayn El Arap’a takviye gönderdi. Suriye Ordusu’nun takviye yaptığı başka bir alan da Rusya’nın, İran’ın, Suriye Ordusu’nun ve YPG’nin varlık gösterdiği ancak tam olarak kimsenin hakimiyetinde olmayan Tel Rifat’taki Minnigh Havaalanı civarı oldu.
Bu takviyelerden sonra sahada bir değişim hissedilir hale gelmişti. Suriye Ordusu’nun bu yeniden konuşlanması ilk bakışta TSK’nın operasyonuna karşı Şam’ın savunma hazırlıkları olarak değerlendiriliyordu. Ancak, 27 Kasım’dan sonra yaşananlar sürecin başka bir yere gittiğini gösterdi.
Bir dönüm noktası: 27 Kasım
27 Kasım neden önemliydi? Çünkü, Rusya’nın Suriye’deki en üst düzey askerî yetkilileri Kamışlı’ya YPG’nin sözde liderlik ekibiyle görüşmeye gitti. Görüşmeden yansıyan haberlere göre Ruslar, YPG’nin Türkiye-Suriye sınır bölgeleri başta olmak üzere kontrol ettiği pek çok alandan çekilmesini ve bu alanların Suriye Ordusu’na bırakılmasını istiyordu. Ne tesadüf ki; aynı gün ABD, Kuzey Irak’tan Haseke’deki iki askerî üs bölgesine ciddi miktarda takviye getirdi.
ABD’nin bölgeye yaptığı takviye Rusların elleri boş döndüğünün tek göstergesi olabilirdi. Ancak ertesi gün, Suriye Ordusu, 5. Kolordusu’na bağlı 25. Tümen’in en gözde taarruz birliklerini Ayn El Arap’a ve Tel Tamr hattına yönlendirdi.
Bu 5. Kolordu ya da 25. Tümen neden önemli diyeceksiniz. Önemli çünkü; Suriye Ordusu’nun 5. Kolordusu, özellikle de 25. Tümen’i, Rusya demek. Suriye Ordusu’nun iç savaşla perişan olup dağıldığı bir ortamda 2017’den itibaren yeni baştan örgütlenen; eğitim, doktrin, teçhizat ve hatta komuta kadrosu açısından tamamına yakını Rusya tedrisatından geçen bir birimden bahsediyoruz.
25. Tümen, Suriye Ordusu’nun 2011 öncesi formasyonundan farklılaşmış, içinde İran’a yakın bir grup bulundurmayan, Rus subaylarının her türlü eğitimiyle doğrudan ilgilendiği birimlerinin başını çekiyor. 27 Kasım’dan sonra işte bu birliğe bağlı tugaylar, alaylar ve onlarla birlikte çalışan milis gruplarının bazı birimleri Tel Rifat’ta merkez ve Fafeen’e, ayrıca Rakka’ya ve Menbiç’e konuşlandırıldı.
Aynı günlerde Türkiye ise çoğunlukla Fırat’ın doğusunda YPG’nin Suriye Ordusu’ndan uzak yerlerini vurmaya yöneldi. Oysa, Suriye Ordusu’nun en güçlü birliklerinden bir kısmı bir haftadan kısa süre içinde ağırlıklı olarak YPG’nin elindeki Rakka, Menbiç, Tel Rifat ve Tel Tamr gibi yerlerde görülmeye başladı. Açık kaynaklarda bu birliklerin komutanlarının, zırhlılarının, tanklarının, topçularının ve personel taşıyıcılarının hatta diğer araçlarla getirilen askerlerinin görüntüleri boy gösterir hale geldi.
Hikayeye devam edeyim. Takvimler 2 Aralık 2022’yi gösterirken 25. Tümen’in PYD’ye karşı Menbiç’e ve Rakka’ya takviyesi artmaya devam ediyordu. Bu artış ABD’yi iyice endişelendirmeye başlamış olacak ki ertesi gün ayın 3’ünde ABD’nin bölgedeki askerleri Haseke’deki petrol sahalarında canlı mühimmat kullanarak tatbikat yaptı. Fakat bu tatbikat Rus generalleri pek korkutmamış görünüyor.
Ayın 5’inde Rus heyeti tekrar Kamışlı’ya gitti ve PYD’lilerle ikinci üstü düzey görüşmeyi gerçekleştirdi. Rusların yine aynı mesajı verdiği ileri sürüldü: “…PYD, ABD’den uzaklaşmalı, Şam ile Moskova’nın rehberliğinde ilişkiler kurmalı ve YPG Ayn El Arap, Menbiç, Tel Rifat ve Rakka’nın bazı bölgelerinden çekilmeli…” Fakat anlaşılan PYD ikna olmadı. Çünkü aynı gün Şam’a sert bir mesaj göndererek Suriye Ordusu’nun Halep’te PYD kontrolündeki mahallelere yönelik kuşatmayı kaldırmasını talep etti. Aksi taktirde Kamışlı’daki Suriye Ordusu’na bağlı birimleri ablukaya alacağı tehdidini savurdu.
Bu görüşmelerden sonuç çıkmayınca Suriye Ordusu Menbiç’e yığınağını daha da artırmakla kalmadı, üstüne YPG ile olası temas hattına mevzi oluşturmaya başladı. Böylece bir yandan Suriye Ordusu’nun diğer yandan ABD’nin karşılıklı alanlara askerî takviye yaptığı, YPG’nin farklı yerlerden militanlarını getirerek hareketliliğini artırdığı 10 günlük yeni bir döneme girildi.
İran’ın sahneye çıkması
Buraya iki not düşmek gerekiyor.
Birincisi, Rusya ile PYD arasındaki son başarısız görüşmenin ertesi günü İdlib’den sinyal geldi. Bunu ileride anlatacağım, ancak lütfen burayı aklınızda tutun.
İkinci not ise İran’ın devreye girmesi. İlginç bir biçimde bir süredir suskun olan Suriye’nin doğusundaki İran yanlısı milis gruplar Rusya-PYD görüşmeleri sürecinde tekrar aktif hale geldi. Önce Aralık başlarında ABD’nin Suriye’nin doğusunda “muhafızlığı”nı yaptığı petrol bölgelerine “kimliği belirsiz” kişilerce küçük saldırılar yapıldı. 17 Aralık’ta El Ömer petrol bölgesi civarındaki ABD askerlerine İran yanlısı milisler roket saldırısı düzenlerken ABD de bu saldırılara misilleme yaptı.
Deir ez Zor’daki karşılıklı fakat çok düşük düzeyde çatışma sürerken Irak’taki İran yanlısı Şii milis gruplar harekete geçti. Ocak ayının ilk günleri, ABD’nin Irak’taki varlığı açıkça İran ve ona yakın milis grupları tarafından tekrar tehdit edilmeye başladı.
Yani, ABD ve PYD’nin meşgul olacağı alan Suriye’nin kuzeyi ile sınırlı görünmüyor. Ülkenin doğusunda da taşlar yerinden oynamaya başladı.
Bundan sonrasını gün gün anlatmayacağım. Fakat 11-14 Aralık arasında Suriye Ordusu, eski adıyla Kaplan Güçleri’nin Tarmah Alayı’ndan Hava Kuvvetleri İstihbarat’a bağlı saldırı birliklerine (elit birlikler) kadar elde ne kadar savaşabilir nitelikte gücü varsa Tel Rifat’tan Menbiç’e (çoğunluğu Menbiç’e) uzanan alandaki kritik noktalara getirdi. Rusya’nın PYD’yi ikna çabaları ise Aralık başındaki görüşmelerden sonra durdu. Yani, Suriye Ordusu, bu hat üzerinde olası bir çatışma ihtimaline veya YPG’nin çekilme olasılığına karşı ordusunu söz konusu hatta yerleştirdi.
Süreç hızlanıyor
Ne tesadüf ki; 15 Aralık 2022’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “…Suriye-Türkiye-Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz. Önce istihbarat örgütlerimiz, ardından savunma bakanlarımız, daha sonra dışişleri bakanlarımız bir araya gelsin. Sonra da biz liderler olarak bir araya gelelim…” diyerek sonraki günlerde yaşanacakların sinyalini verdi.
Takip eden günlerde süreç hızlandı. 24 Aralık’ta Savunma Bakanı Hulusi Akar, Suriye’deki olası bir kara harekatına karşı “sahadaki ve masadaki çalışmalar aralıksız sürüyor” dedikten dört gün sonra 28 Aralık’ta beraberinde MİT Başkanı Hakan Fidan ile birlikte Moskova’da muhataplarıyla buluştu. Ondan üç gün sonra yılın son günündeyse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ocak ayının ikinci haftasında dışişleri bakanları arasında görüşme olabileceğini söyledi.
40 günlük sürecin özeti
Yine, beş cümle yazabilmek için sizi bir sayfa detayla meşgul ettim. Fakat argümanların havada kalmaması için olup biteni hatırlatmak şart. Şimdi detaylardan sıyrılıp işin özüne gelelim. 40 günlük süreç beş maddede özetlenebilir:
Türkiye, 20 Kasım 2022’den itibaren aralıklarla PKK/YPG hedeflerine taktik müdahaleler yapmayı sürdürdü.
Rusya, PKK/YPG’yi ABD’yle ilişkisinden vazgeçerek Şam’la gerçek bir entegrasyon süreci başlatmaya ikna etmeye çalışmasına rağmen başarı elde edemedi.
ABD, 2019 yılı sonunda çekildiği bölgelere geri dönmeye başladı.
Suriye Ordusu, yeni bir askerî harekata hazırlanırcasına silahlı kuvvetlerini ve milis teşkilatlarını, yıllardır ülkenin kuzeyinde varlığına göz yumduğu ya da gücünün yetmediği PKK/YPG kontrolündeki bölgelerin yakınında toplamaya başladı.
Türkiye-Suriye-Rusya hattında açık bir görüşme trafiği başladı.
Peki, tüm bunlar tek bir paragrafta nasıl özetlenebilir?
Türkiye, Suriye’de PKK/YPG’ye karşı bir askerî operasyon yapmaktan vazgeçmiş değil. Fakat, bu operasyon Türkiye’nin Suriye’de terörden temizlediği ve muhaliflerin kontrol ettiği bölgeleri genişletmeyecek. Aksine, Türkiye bazı bölgelerden YPG’yi temizlerken, olası operasyon sırasında Suriye Ordusu’nun YPG’nin çekildiği bölgeleri doldurması, Suriye Hükümeti’nin kontrol ettiği sahaların genişlemesine ve PYD’nin kontrol ettiği bölgenin daralmasına neden olacak. Böylece olası operasyon Ankara-Şam diyaloğunun PKK’ya karşı ortak mücadele ekseninde her iki ülke için ortak çıkar üretebileceği bir modelin ilk adımı olabilecek. Belki de yakın gelecekte Türkiye ve Suriye ordularının Rusya gözetiminde karşılıklı ya da koordineli devriyeye çıktığı bir modeli tartışıyor oluruz.
Hepimiz TSK’nın sınıra daha fazla takviye yapmasını beklerken asıl büyük askerî konuşlanmayı Suriye Ordusu’nun yapmasının nedeni de bu model. Türkiye askerî olarak zaten hazırdı. Suriye Ordusu değildi. Ortak çıkar üretecek bir model oluşturmak zahmetli bir iş. Hele ki, 11 yıldan uzun bir süredir birbirine karşı her tür hamleyi yapmış iki hükümeti bir hedef çerçevesinde toplamak daha zor bir süreç. İşte bu nedenle, Moskova-Ankara-Şam üçgeninde istihbarat-savunma-diplomasi hattında bir dizi gelişme yaşanıyor.
Sürecin başarılı olması halinde kısa vadede kaybeden olur. Elbette ilk kaybeden, PYD ve 5 yıldan uzun bir süredir ona Suriye’de yatırım yapan ABD gibi ülkeler olacaktır. Bu nedenle, ABD’nin Ankara-Şam-Moskova hattındaki gelişmeleri memnuniyetle karşılamadığı görülüyor. Hatta açıkça bu sürecin karşısında olduğu dahi söylenebilir. Nitekim, diplomatik kaynaklardan gelen açıklamalarda bu tepki açıkça gözlemlenebiliyor. Fakat ABD’nin tepkisi basın açıklamalarıyla sınırlı değil. 2019 sonlarında Suriye’nin kuzeydoğusunda Rakka dahil kritik bölgelerin bir kısmından çekilmeye başlayan Amerikan birliklerinin üç yıl sonra geri dönmeye başlamasının başka açıklaması olabilir mi?
Bu sürecin ikinci kaybedeniyse İdlib’in hâkimi konumunda olan Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) olur. İşte tam da bu noktada İdlib hikayesinin yukarıda başlayan kısmına geri götüreceğim sizi.
İdlib’de yükselen tansiyon
İki ay kadar önce HTŞ’nin neden Afrin ve Azez’e saldırdığını anlatan bir yazı kaleme almıştım. Uzun sözün kısası, HTŞ’nin İdlib’de uzun süre kalamayacağını bildiği için oradan çıkmak zorunda olduğunu anlatıyordum. Nitekim 2022 Aralık ayında yaşananlar bu düşüncemi daha da güçlendirdi.
Bir yılı aşkın süredir İdlib’de HTŞ ile Suriye Ordusu arasında ufak tefek karşılıklı saldırılar yaşansa da büyük bir hareketlilik görülmüyordu. Fakat, 1 Aralık’tan itibaren HTŞ, İdlib yakınındaki Suriye Ordusu mevzilerine saldırılar düzenlemeye başladı. Tesadüf bu ya, Rusya ile PYD’nin anlaşamayacağının ortaya çıktığının ertesi günü 6 Aralık’ta Rusya, HTŞ’nin kendisine İHA’larla saldırı düzenleyeceğini ilan etti. 11 Aralık’ta ise HTŞ Lazkiye’de uzun bir aradan sonra çok sayıda Suriye Ordusu mensubunu öldürdüğü bir baskın yaptı ve hatta bunu yayımladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’yle adımlar atılacağı mesajını verdiği 15 Aralık 2022’de ise HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Culani yanına örgütün Şura Konseyi Başkanı ve Suriye Geçici Hükümeti’ni devirerek İdlib’in yönetimini devralan Kurtarma Hükümeti yetkililerini de alarak bir konferans düzenledi. Bu konferansta “…Şam ile anlaşma olmayacağını ve yakında Suriye Ordusu’na saldırıp Şam halkına hak ettiği geleceği inşa etmeye başlayacağını…” ilan etti.
17-30 Aralık 2022 tarihleri arasında HTŞ, birliklerinin çoğunu diğer bölgelere kaydıran Suriye Ordusu’na üst üste saldırılar gerçekleştirdi. Türk heyetinin Moskova ziyareti sonrası olası bir uzlaşmayı protesto eden büyük gösteriler İdlib’den başladı ve diğer bölgelere yayıldı. Nihayetinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Ocak ayında Türkiye ve Suriye yetkilileri arasında görüşmeler yapılacağını açıklamasının ardından “anlaşmayı kesinlikle reddettiğini en güçlü biçimde ilan eden ise bir video kaydıyla yine Culani oldu.
HTŞ neye karşı?
Akıllardan geçen soruyu duyuyorum. HTŞ neden karşı çıkıyor?
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki değişim sadece Fırat’ın kıyısında yeni bir dönem açmakla sınırlı kalmayacak. Rusya ve Suriye baştan beri İdlib’de El Kaide’den koptuğunu söylese de buna kimseyi inandıramayan HTŞ’nin varlığını stratejik bir tehdit olarak görüyor. Son üç yılda yaşananlar gösteriyor ki; Suriye Ordusu, PYD’yi Rakka ve Halep’te kilit yerlerden çıkarınca namlunun ilk döneceği yer İdlib olacak. Ancak bu sefer Ankara ve Şam PKK/YPG ile mücadele üzerine inşa edilen yeni bir sürece odaklanırken İdlib’de karşı karşıya gelmeyeceklerdir.
Neden mi? Rusya, Suriye’deki çatışmayı sona erdirme sürecinde üstünlüğü ele almışken, İran’ın Irak’taki en güçlü müttefiklerinden eski başbakan Nuri el-Maliki’nin güdümündeki bir hükümetle Irak’ta ABD’yi köşeye sıkıştıracak bir formülü hayata geçirmeye odaklanmışken bütün oklar ABD-PYD ortaklığına dönecektir. Bu süreçte İdlib’de yaşanacaklar geri planda kalır.
Kısacası, 2023 Ortadoğu’da ve Türk dış politikasında Suriye yılı olabilir. Fakat sürecin işleyişi için ayrı bir analize ihtiyaç var.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 5 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.