Türkiye ile Yunanistan’ın zaman zaman çeşitli konularda yaşadığı siyasi gerginliklere şimdi de Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları uyuşmazlığı da eklendi.
Atina’nın Türkiye’ye yalnızca iki kilometre, Yunanistan’a ise 570 kilometre uzaklıktaki Kastellorizo/Meis Adası’nın deniz yetki alanını uluslararası hukuka ve hakkaniyet ilkesine aykırı bir biçimde genişleterek Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanının Antalya Körfezi’ne doğru çekilmesini ve 41 bin kilometre ile sınırlanmasın istemesi, sorunun temelini teşkil ediyor.
Bu sorun üzerinden iki ülke arasında son zamanlarda tırmanan gerginlikte NATO araya girmeye ve iki üyesi arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı ancak Atina, NATO’nun bu çabasına olumlu yanıt vermedi.
Bu gelişmeler de uzunca bir süredir yapısı, gerekliliği ve geleceği tartışılan NATO’nun kapasitesini tekrar gündeme getirdi. Carnegie Europe yazarı Judy Dempsey dünyanın en güçlü askeri ittifakının iki üyesi arasında tırmanan krizin önüne geçmek için yapacağı bir şey olup olmadığı sorusunu farklı ülkelerden uluslararası ilişiler uzmanlarına yöneltti. Aldığı yanıtlardan bölümler aktarıyoruz.
“Dayanışma iki yönlüdür”
Elisabeth Braw (İngiltere merkezli ve dünyanın en eski düşünce kuruluşu olarak bilinen The Royal United Services Savunma ve Güvenlik çalışmaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı):
NATO üyelerinin, iki ülkenin ittifaka üyeliğinin birbirlerine karşı tavrını barışçıl hale getireceği yönündeki varsayımına uygun olarak Yunanistan ve Türkiye 1952’de NATO’ya üye oldular.
Çin de 2001 yılında aynı gerekçeyle Dünya Ticaret Örgütü’ne katılmaya davet edilmişti.
Ancak her ilişki danışmanının kavga eden çiftlere söylediği gibi, birinin kişiliğini değiştiremezsiniz. Böylelikle NATO kendisini, resmî olarak müttefik olan ancak birbirlerine karşı kuşkuları su üstüne çıkması ihtimali uzak olmayan iki üye devletle karşı karşıya buldu. Taraf tutmadan iki üye arasında nasıl arabulucu olunur? NATO felç olmuş gibi görünüyor.
Ama gerçekte öyle değil. Elbette, iki üye devlet arasındaki ihtilaf ittifakı etkileyecektir. Ancak NATO’nun ana misyonu hâlâ ayakları üzerine basıyor: Üye devletlerinin toprak bütünlüğünü diğer ülkeler ve devlet dışı aktörlerden gelen her türlü tehdide karşı savunmak.
Burada aslında Yunanistan ve Türkiye’den daha fazla katılım istenebilir. Örneğin, NATO’nun en son Gelişmiş İleri Varlık rakamlarına göre, iki ülke de Baltık devletlerinin ve Polonya’nın korunmasına katkıda bulunmuyor. Dayanışma iki yönlüdür.
“Mesele, ABD’nin yokluğu”
François Heisbourg, (İngiltere merkezli, Washington, Singapur ve Bahreyn’de ofisleri olan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Kıdemli Danışmanı)
NATO’nun bir örgüt olarak kuruluş amacı, Washington Antlaşması’na göre üyelerinin toplu savunmasını sağlamaktır. Asla üyeleri arasındaki anlaşmazlıklarını gidermek için tasarlanmadı. Bu nedenle NATO’nun mevcut Yunanistan-Türkiye ihtilafı nedeniyle felç olması sürpriz olmamalıdır.
Benzer şekilde, 1974’te, Yunanistan ve Türkiye Kıbrıs nedeniyle savaşın eşiğindeyken, çatışmalarını önleyen NATO değil, en güçlü üyesi Amerika Birleşik Devletleri’nin araya girmesiydi. O sıralarda ABD, doğrudan çatışmaları önlemek için taraflara ağır baskı uyguladı ve esasında Kıbrıs’ta harekât yürüten Türk silahlı Kuvvetleri’ne ateşkesi dayattı.
ABD 2020’de, çok daha düşük bir profil benimsemiş durumda ve net bir yön duygusu olmadan hareket ediyor. Bu tavır, hem Yunan-Türk ilişkileri hem de Doğu Akdeniz’de çok sayıda yerel ve dış aktörün dâhil olduğu, çok yönlü kriz için geçerlidir.
Tanık olduğumuz şey, ABD’nin kararlı liderliğinin yokluğunda çok kutuplu bir dünyada neler olabileceğine dair bölgesel bir örnektir. Bu sadece ABD Başkanı Donald Trump’ın kaprisiyle bağlantılı geçici bir durum değildir. Eski ABD başkanı Barack Obama’nın Ağustos 2013’te Suriye’de kendi kırmızı çizgilere uymayı reddetmesi muhtemelen kırılma noktasıydı.
“Fransa taraf oldu”
Ben Hodges, (Washington merkezli, Transatlantik konular üzerine çalışan fakat Orta Asya ve Rusya’ya özel önem veren Avrupa Politika Analizi Merkezi uzmanı)
Bu krizin çözülmesi zorunludur. İki NATO müttefikinin bu şekilde karşı karşıya gelmesi sadece Kremlin’in yararınadır.
Elbette, her iki tarafta da ele alınması gereken meşru savları ve iddialar var. Ne yazık ki Fransa taraf seçti. Almanya, AB ve NATO’nun önde gelen ülkelerinden olarak, açık ve tarafsız Amerikan desteğiyle bu diplomatik çabaya liderlik etmelidir.
Sorunun bir kısmı, NATO ve Batı’nın Karadeniz’in stratejik önemini ve dolayısıyla bir müttefik ve ekonomik ortak olarak Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmenin ve sürdürmenin hayati önemini kavramada başarısız olmasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin birçok kötü kararını (Örneğin Rus S-400 füze sistemlerinin satın alınması) ya da Kremlin’e Kırım’ın yasadışı ilhakı ya da Montrö Sözleşmesi’nin denizaltılarıyla ihlal edilmesi konusunda baskı yapmaktaki isteksizliğini mazur görmüyorum. Ancak Türkiye ile ilişkimizi yeniden bir çerçeveye oturtmalı (Buna TUR-USA 2.0 denebilir) Recep Tayyip Erdoğan’ın mevcut başkanlığının ötesinde düşünmemiz ve Türk müttefiklerimizle yeniden güven inşa etmemiz gerekiyor.
NATO ve ABD’nin Avrupa’nın bu kısmına daha fazla dikkat etmesi ve göçmenlerin ve Rusya’nın kötücül nüfuzunu Türkiye ve Yunanistan’a getirdiği zorlukların daha iyi anlaşılması kilit önemli olacaktır. Bunun için Alman liderliği şarttır.
“Türkiye’nin Yunanistan ile iyi ilişki arama nedeni ortadan kalktı”
Julian Lindley-French (Avrupa Güvenliği ve Transatlantik ilişkiler üzerine çalışan strateji uzmanların bir araya gelerek oluşturduğu resmi olmayan ağ Alphen grubunun kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı)
(NATO) Hemen hemen (felç olmuştur)! İki faktör önemlidir: Tarih ve uyum.
Yunanistan ve Türkiye’nin 1952’de NATO’ya katılmalarında amaç, ikisinin de Sovyet etkisi altına girmesini önlemek ve birbirleriyle savaşmalarını engellemekti. Topyekün savaşın yaklaşmakta olduğu anlarda bile bu strateji işe yaradı. Ayrıca Türkiye, bir gün Avrupa Birliği (AB) üyeliği teklif edileceğine inandığı için Atina ile arasını iyi tutmaya çalıştı. Artık durum böyle değil.
Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki hidrokarbon aramaları yalnızca Yunanistan’ı değil, Fransa’yı da kışkırtma tehlikesi taşıyor. Bu da ittifakın, stratejik ulusal çıkarların arabulucusu olarak sınırlarını gösteriyor.
“Uyum” mu? NATO’nun siyasi bürokrasisi buna kafayı takmış durumda. Sonuçta ittifak, gerekenin yapılması pahasına, en düşük ortak paydanın tuzağına hızla düşüyor. Bir devlet herhangi bir şeye (yenilik, uyum veya diğer) karşı çıkarsa, NATO ona dokunamaz. Bu, Türkiye gibi yarı kopmuş müttefiklerin veya Yunanistan gibi kendine takıntılı müttefiklerin uyum için NATO’dan bir tür “kira bedeli” aramasını nispeten kolaylaştırır.
Gelecekteki şöyle bir NATO bildirisi düşünülebilir: “Baltık devletlerinin kaybı üzücüdür. Ancak ittifakın uyumu korundu. NATO nereye gidiyor?
“NATO çatışma önleyici mekanizm geliştirmeli”
Sinan Ülgen, Carnegie Europe misafir öğretim üyesi
Doğu Akdeniz ile ilgili çatışmaların önüne geçilmesinde NATO gerçekten bir rol oynayabilir.
Birincisi, NATO, ihtilafın taraflarının üyesi olduğu siyasi platform olmasının verdiği benzersiz konumunu kullanabilir. Ayrıca, ihtilafın askerî olarak tırmanması olasılığı, ittifakın bütünlüğü açısından potansiyel olarak felaket sonuçlar doğurabileceği düşünüldüğünde, NATO aslında bu imkânına öncelik vermelidir.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg güvenilir bir arabulucu olarak rol oynayabilir. Ancak konu, Türkiye, Yunanistan ve Fransa arasında daha olgun bir görüş alışverişine imkân tanımak için NATO’nun ana karar alma organı olan Kuzey Atlantik Konseyi’nin gündemine de getirilebilir.
İkincisi, NATO, Doğu Akdeniz’de teknik çatışmayı önleme tedbirlerinin hayata geçirilmesi ve denetlenmesinde daha aktif olabilir. Türk ve Yunan firkateynleri arasında meydana gelen son deniz olayı buna iyi bir örnek. NATO, tehlikeli ve istenmeyen bir tırmanmaya yol açabilecek bu tür kazaların tekrarlanmasını önleyecek mekanizmaların kurulmasında ön ayak olabilir.
“Türkiye yalnız bırakılmayacak kadar önemli”
Jamie Shea, (İngiltere Exeter Üniversitesi Strateji ve Güvenlik Profesörü)
Hayır, NATO felç olmadı. NATO’nun günlük işleri, örneğin istişareler, tatbikatlar ve operasyonlar – normal bir şekilde ilerliyor.
Dahası, NATO’nun Ege’deki Yunan-Türk ihtilaflarını toprak iddiaları, hava sahası ihlalleri, deniz tatbikatları ve son zamanlarda Türkiye’den Yunanistan’a yasadışı göçün izlenmesi gibi meseleleri ele alma konusunda uzun bir geçmişi var.
NATO genel sekreterleri uzun zamandır bu ihtilaflarda arabuluculuk yapıyor ve işlerinin bir parçası olarak, (…) yaratıcı NATO çözümleri geliştiriyorlar. Bu nedenle kapalı kapılar ardında bol miktarda hareketli diplomasi olmasını bekleyebilirsiniz.
Yunan-Türk ihtilaflarının yönetilmesi için bir çerçeve sağlayan tam da Türkiye’nin NATO üyeliğidir. Türkiye NATO’dan ayrılırsa, özellikle pek çok bölgesel güvenlik sorunu için destek almaya geldiğinde Batı üzerindeki gücünü kaybedecek.
Yine de Türkiye yalnız bırakılmayacak kadar önemli. Bu nedenle geçmişte sık sık olduğu gibi, büyük müttefiklerin, özellikle ABD ve Almanya’nın Stoltenberg’in arkasında durması ve Türkiye’nin önerdiği gibi Atina ve Ankara’yı müzakere masasına oturtması gerekiyor.
Nihayetinde, kışkırtıcı askeri faaliyetlerden vazgeçme karşılığında tüm taraflara Doğu Akdeniz’in petrol ve gaz rezervlerine eşit erişim sağlayan bir çözüm bulunması gerekecek. Ama NATO’yu talihsiz kurban olarak değil, çözümün anahtarı olarak görelim.
“NATO’da liderlik yok”
Eleni Panagiotarea, (Atina merkezli Avrupa ve Dış Politika için Hellenic Vakfı Araştırmacısı)
NATO, liderlik eksikliğinden dolayı felç oldu, deniz sınırlarını ve sondaj izinlerini tartışarak kargaşaya yol açan gitgide daha yıkıcı ve düşmanca bir Türkiye tarafından icat edilen “Yunanistan-Türkiye çatışması” ile değil.
Stratejik açıdan önemli bir NATO üyesi olarak selamlanan Türkiye, sistematik olarak yeni kurallar oluşturmaya çalışıyor ve uyması gereken kuralları açıkça ihlal ediyor.
Birincisi, Rus S-400 füze savunma sistemlerinin satın alınması, NATO hava savunma kurallarının büyük bir ihlaliydi ama sahada beklendiği gibi müsamaha edildi. Açıkça görülüyor ki daha fazla hoşgörü tek taraflılığı besliyor ve saldırganlığa davet çıkarıyor.
Diyelim ki NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in zor bir görevi var. NATO, otuz ulustan oluşan ittifak arasında açık güç farkına rağmen oy birliği esasına göre işliyor.
Ancak Erdoğan yönetiminde Türkiye, otoriter yönetimlerini ve hukukun üstünlüğüne aykırı davranışlarını uluslararası arenaya ihraç ediyor. Bu süreçte NATO’nun müşterek savunmasının ve liberal değerlerin altını oyuyor.
Stoltenberg görünüşteki tarafsızlığını ne kadar çok sürdürürse ve NATO’nun kararlı bir duruşa aracılık etmede ve Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis tarafından kınanan “elini sürme yaklaşımının” ötesine geçme konusundaki yetersizliğini gizlerse veya daha da kötüsü, yönetimi bu güçlere tamamen bırakırsa, hizmet vermesi gereken kuruluşa o kadar kötü hizmet ediyor.
Olası bir “kazadan” kaçınmak için, Türkiye’nin kötüleşen ekonomik durumundan faydalanarak söz konusu felç durumu yerini artık pragmatik ve güvenilir bir gerilimi azaltma çerçevesi oluşturulmasına bırakmalıdır.
“Sorun değil tavır şok ediyor”
Marc Pierini, (Carnegie Europe misafir öğretim görevlisi)
Karşı yöndeki resmî iddialara ve Türk ordusunun yoğun olumlu iletişim kampanyasına rağmen, NATO politikaları, Ankara’nın 2019 yılında Avrupa’nın füze savunma mimarisi üzerinde doğrudan olumsuz etkisi olan Rus yapımı S-400 füzelerini konuşlandırma kararıyla sekteye uğramıştı.
Deniz sınırlarıyla ilgili olarak Yunanistan ile yaşanan çatışma yeni değil. Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mevcut döneminden öncesine dayanıyor. NATO ve AB çevreleri asıl mesele hakkında kullanılan dil ve yöntemler nedeniyle şok oldu: Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile tuhaf bir yasal düzenleme yoluyla yeni sınırlar oluşturması; geniş alanların artık Türkiye’ye ait olduğunu tek taraflı ilan edilmesi; gaz arama ve sondaj gemilerine eşlik edilmesi veya diğer donanmaları ve hava kuvvetlerini geri püskürtmek için çok sayıda donanma gemisi gönderilmesi ve son derece milliyetçi bir anlatı kullanılması…
Bu agresif politika, esaslı iddialara dayansa da, NATO içinde belirgin bir rahatsızlık yarattı. Aynı zamanda Türkiye, sürdürülemez iki kutupluluk pahasına diğer NATO filoları ile ortak tatbikat ve operasyonları sürdürmeye istekli. Bu yazı yazılırken, Ankara’nın tercihi gerginliği tırmandırmak gibi görünüyor ve bu durum açık denizlerde olayların (biri şimdiden gerçekleşti) vuku bulması riskini taşıyor.
Şimdilik mesele müzakere değil, Türkiye’nin yıkıcı hamlelerini durdurmak ve tek taraflı güç gösterilerinin doğru yol olmadığını göstermektir.
“Almanya’nın işi zor”
Anna Wieslander, (Stockholm merkezli Atlantik Konseyi Kuzey Avrupa direktörü)
NATO felç olmadı. Hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin üye olması, krizde gerginliği azaltılmasına yardımcı olma fırsatları yaratıyor. Şu an ittifak içindeki süreçler herhangi bir tarafın engellemesi olmadan devam ediyor.
NATO, uzun süredir, uçaklar ve gemiler arasındaki asgari mesafeler ve çeşitli seviyelerdeki ‘kırmızı telefonlar’ gibi sorunları çözmek için yeniden etkinleştirilen ve daha önce birkaç kez kullanılan – devam eden çatışmayı önleyici düzenlemelerine sahiptir.
İttifak ayrıca Yunanistan ve Türkiye’nin diyalog kurmaları, görüşlerini açıklamaları ve bilgi alışverişinde bulunmaları için bir platform işlevi görüyor. AB’nin Türkiye’ye karşı tedbirlerini artırmasının ardından NATO, bu meselede daha büyük bir rol oynuyor.
NATO, askeri alanda Yunanistan ile Türkiye arasında sorumlu davranışı teşvik ederek, diplomatik çabaların başarıya ulaşması için alan yaratmayı amaçlıyor. Hiçbir müttefikin süreçleri tıkamaması, çatışmayı diplomatik yollarla çözmek için umut verici bir irade işaretidir.
Yine de, diplomatik çabalara liderlik etmekle görevlendirilen Almanya, Fransa’nın gerilimin bir parçası olduğu ve ABD’nin dünya meseleleriyle artık o kadar ilgilenmediği bir ortamda yolunu bulmak zorunda kalacak. Çatışmanın altında yatan siyasi ve ekonomik sorunların birçoğu NATO’nun yetkisi dışında.
Özetle, NATO’nun sağladığı şeyler gereklidir ancak bu krizi çözmek için yeterli değildir.
Bu yazı ilk kez 9 Eylül 2020’de yayımlanmıştır.