Çin’i bir ‘tehdit’ olarak algılayan ABD’nin içinde bulunduğu ittifaklara yönelik yaklaşımını yeniden gözden geçirmesi, Biden döneminin en belirgin özelliklerinden birisi olarak öne çıkıyor. Bu çerçevede ‘masaya geri döndüğünü’ deklare eden ABD, Soğuk Savaş döneminin kilit güvenlik unsurlarından birisi olan NATO üzerinden Asya-Pasifik’e doğru uzanmanın çabası içerisinde.
Daha önce yapılan zirvelerde Çin’i ‘stratejik bir zorluk’ olarak tanımlayan NATO’nun son zirvede Çin’i küresel bir güvenlik sorunu olarak resmetmesi tehdit algısının Asya’ya doğru kaymaya başladığını gösteriyor. Avrupa yeni bir Soğuk Savaş ihtimalini düşünmek bile istemezken ABD, Çin’in çevrelenmesi hususunda NATO’yu önemli bir stratejik enstrüman olarak değerlendiriyor.
“Yeni bir Soğuk Savaş Yok!”
ABD Başkanı Joe Biden, G7 zirvesi ile başlayan, NATO zirvesi ile devam eden ve Putin ile yaptığı önemli görüşme ile son bulan Avrupa seferinden kararlı ve tutarlı bir sonuç elde edemedi. NATO zirvesi öncesinde ABD’nin masaya geri döndüğünün altını özellikle çizen Biden, NATO’nun kutsal sorumlulukları olduğunu hatırlatarak söz konusu “ittifak yapısını” mistik bir zeminde tahkim etme çabası içerisinde idi.
1949 yılında Sovyet yayılmacılığına karşı kurulan NATO’nun son yıllarda aşınan stratejik ve ideolojik tutarlılığı giderek daha fazla sorgulanıyor. İttifakın Afganistan’dan Libya’ya uzanan misyonları odak sorunları ortaya çıkarırken ABD eski Başkanı Trump’ın “NATO üyeleri daha fazla ödeme yapmalı” şeklindeki serzenişi o tarihlerde NATO üyelerini finansal bir türbülansa doğru itmişti. Trump’ın sosyal medyadan yaptığı ani çıkışlar ve Avrupalı ortaklarına olan güvensizliği sorunu daha da karmaşık bir hale sokmuştu.
Biden’ın göreve gelmesi ile beraber ABD, ittifak yapısı içerisindeki imajını yeniden inşa etmek ve güçlü bir etki göstermek için “demokrasilerin safları sıklaştırmasına” yönelik bir projeksiyon ortaya koydu. Bu projeksiyonun asıl hedefi, Çin’in yükselişi ile bozulan küresel güç mimarisinin yeniden restorasyonu olarak okunabilir. Biden, Çin’e yönelik ortaya koyduğu stratejik yaklaşım içerisinde demokrasilerin ittifakına ve ortak yanıt verilmesine büyük bir önem veriyor.
Elbette ortak bir yanıt verilirken küresel düzeni gerginleştirecek ve bozacak bir yeni Soğuk Savaş ortamı oluşturmak kimsenin tercihi değil. Zaten NATO zirvesi öncesi ve sırasında İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “yeni bir soğuk savaş olmayacak” cümlesinin altını sık sık çizdi. Her ne kadar niyetler NATO’nun yeni stratejik konseptini belirlemek olarak açıklansa da ileriye dönük hazırlıklar bu konseptin içeriğinin Çin’in yükselişine göre düzenleneceğini gösteriyor.
NATO’nun genişleyen tehdit odağı ve Asya-Pasifik
NATO zirvesinin ardından yayınlanan (79) maddelik bildiride, öncelikli tehdidin Rusya’nın saldırgan davranışları olduğu ve Avrupa’nın Rusya’ya yönelik caydırıcılığını muhafaza etmesi gerektiği belirtiliyor. Bildirinin 55.maddesinde ise Çin sistemik bir sorun olarak tanımlanıyor:
“Çin’in belirtilen hırsları ve iddialı davranışları, kurallara dayalı uluslararası düzene ve ittifak güvenliğiyle ilgili alanlara yönelik sistemik zorluklar sunuyor.”
Bildirinin Çin ile ilgili altını çizdiği temel hususlar Çin’in askerî anlamda ortaya koyduğu zorluklar olarak resmediliyor. Çin’in nükleer cephanesi, askeri modernizasyonu ve bunu teknolojik sıçramalar ile tahkim edebileceği endişesi NATO’nun önemle üzerinde durduğu konular. Yine aynı maddede bir başka önemli konu olan Çin-Rusya ortaklığına değiniliyor. Özellikle Çin ve Rusya’nın askerî iş birliği büyük bir endişe kaynağı olarak görülüyor.
Çin ve Rusya’nın son dönemde geliştirdiği stratejik ortaklık her geçen gün büyürken iki ülke liderleri sık sık bu ortaklık modeline atıfta bulunuyor. Son olarak Rusya Devlet Başkanı Putin, “Çin’in bizim için bir tehdit olduğuna inanmıyoruz. Çin dost bir millettir.” diyerek ABD’nin Çin ve Rusya’nın arasını açma girişimlerinin önüne ciddi bir set çekti. Çin ve Rusya’nın ortaklığı, özellikle ABD’li stratejik elitlerin yoğun şekilde eleştirdiği bir konu. Biden’ın “Rusya ve Çin, transatlantik dayanışmamızı bozmaya ve ayırmaya çalışıyor.” çıkışı özellikle not edilmeli.
Geçmişe baktığımızda Çin ilk defa NATO belgelerinde geçmiyor. Çin ilk olarak 2019 yılındaki zirvenin sonuç bildirisinde yer almış ve “stratejik bir zorluk” olarak tanımlanmıştı. Ancak bu son zirve bildirisi ile Çin, sistemik bir meydan okuma olarak kendisine yer buldu. Bu önemli bir dönüşüm. Zirve öncesinde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, “Çin, şimdiye kadar gördüğümüzden çok daha kararlı bir şekilde bildiride yer alacak” demişti. Bu çerçevede NATO’nun kısa süre önce duyurduğu ve stratejik konsepte şekil vermesi beklenen NATO 2030 raporuna da değinmek gerekiyor.
NATO 2030: “Belirsiz zamanların stratejik çıpası”
“NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” isimli rapor, NATO’nun gelecekte ortaya çıkması beklenen belirsizliklere uyum sağlaması gerektiğini ve önümüzdeki dönemin çok farklı olacağını belirtiyor. Revizyonist devletlerin güçlerini ve etkilerini genişletmeye çalıştıkları bu yeni dönemin sistemik zorlukların çoğaldığı büyük bir güç rekabetine şahit olacağının altı çiziliyor.
2010 yılında stratejik konseptin yayınlanmasının ardından uluslararası güvenlik ortamının büyük oranda değiştiği vurgulanırken NATO’nun parçalanmasına dönük bir eğilimin stratejik bir sorun olacağı önemle belirtiliyor. Rapora göre NATO’nun hem devlet hem de devlet dışı aktörlerden gelen mevcut ve yeni tehditlere yanıt verme yeteneğini geliştirmesi, caydırıcılık ve savunma için siyasi araçlarını genişletmesi gerekiyor.
Özellikle Çin’in 2030’a doğru sistemik anlamda daha önemli hale geleceği ve bu bağlamda NATO’nun “siyasi yoğunluklu bir strateji” geliştirmesinin gerekliliği üzerinde duruluyor. Yüzden fazla öneri sunan raporda Rusya, Çin ve hibrit tehditler öne çıkarken NATO’nun stratejik ortama uyum sağlaması için yeni araçlar geliştirmesi gerektiği belirtiliyor. Burada asıl amacın NATO’ya güçlü bir farkındalık kazandırarak kapasitesini bu yönde geliştirmesini sağlamak olduğu görülüyor.
Fakat bu hususlar açısından Atlantik’in iki yakasında geniş bir konsensüs yok. Avrupa’da ABD ile birlikte hareket etme konusunda uyuşmayan pratikler var. İngiltere’nin Asya Altyapı Yatırımı Bankası ile olan ilişkileri ve her ne kadar ertelense de AB-Çin yatırım anlaşmasının varlığı, AB’nin Çin ile mücadelede bir yöntem sorunu olduğunu gösteriyor.
Örneğin Almanya Başbakanı Merkel’in, Çin’i potansiyel bir tehdit olarak tanımlarken, bunu mantıklı bir şekilde yapmaları gerektiğini belirtmesi önemli bir işaret. Yine aynı şekilde Macron’un “NATO Kuzey Atlantik’i ilgilendiren bir örgüt, Çin’in Kuzey Atlantik ile pek ilgisi yok” söylemi de dikkat çekiyor. Söylem üzerinden kendisini gösteren bu uyumsuzluk pratiklere de yansıyabilir. Aslında NATO’nun bu zirve ile yapmaya çalıştığı şey ABD ile Avrupa arasında giderek farklılaşan Çin algısını ‘Atlantik çıkarları’ temelinde konsolide etmek gibi duruyor.
Çin’i çevrelemenin bir parçası olarak NATO
NATO’nun 2022’de güncellenerek yayınlanması beklenen stratejik konseptinde Çin’e daha fazla yer vermesi ve öne çıkarması bekleniyor. NATO’nun şu anda tutarlı ve üzerinden anlaşılmış bir Çin stratejisi bulunmuyor. Avrupa, Çin’e yönelik bir odaklanmanın Avrupa’nın asıl tehdit olarak gördüğü Rusya’ya karşı bir zafiyet yaratabileceğinden dolayı sürece şüphe ile bakıyor. ABD ise Çin’e yönelik Trump döneminden kalan ve Biden’ın “değiştiremediği” çevreleme yaklaşımı gereği NATO’ya büyük bir ihtimam gösteriyor.
NATO için Çin bir “risk” mi “zorluk” mu “tehdit” mi ya da bütün bunların hiçbirisi değil mi? Adı konulmamış bir süreç üzerinden Çin’i tanımlamaya çalışan NATO belki de tarihinin en sıkıntılı dönemini geçiriyor. Bir yandan Almanya gibi ülkelerle toplam ticareti yıllık 257 milyar doları aşan ve Yunanistan’ın Pire limanı gibi stratejik unsurlara sahip olmaya çabalayan Çin, diğer tarafta ise uzun bir müttefiklik geçmişine sahip oldukları ve aşınan gücüne rağmen hâlâ önemli bir küresel güç olan ABD var.
Avrupa uzun süredir ABD ile Çin arasındaki stratejik ve jeopolitik boşlukta ilişkilerini optimize etmeye çabalıyor. Özellikle enerji ve ticaret alanında Çin ve Rusya’ya yönelik artan bağımlılık derinleşmeye devam ederken “yeni bir soğuk savaş bahsinin özellikle ötelenmesi” dikkat çekiyor. Bununla birlikte NATO’nun aynı anda hem Rusya hem de Çin’i nasıl bir öncelikle değerlendireceği ve iki ülkeyi aynı anda nasıl “caydıracağı” önemli bir soru işareti.
Sonuç olarak NATO’nun Çin problemi artan değişkenler üzerinden karmaşık bir hale dönüşürken Çin’in stratejik bir zorluk mu ya da sistemik bir meydan okuma mı olduğu sorusunun cevabı da giderek önem kazanıyor. Çin ve Rusya’nın son dönemde geliştirdiği ortaklık modeli, uluslararası sistemin yapısının restore edilmesine yönelik çağrılar ve Çin’in muazzam ekonomik yükselişi, söz konusu problemin artık “sistemik bir düzeyde” cereyan ettiğini gösteriyor.
Kısa süre önce İngiltere’de gerçekleşen G7 zirvesinin sonrasında Çin’in resmî haber ajansı Şinhua’da çıkan bir yorumda: “Az sayıda ülkenin dünyanın kaderini kontrol ettiği ve küresel gündemi dikte ettiği dönem artık tarih oldu.” cümlesi dikkat çekmişti. Tarihin özellikle büyük güç rekabeti açısından geçiş döneminde olduğu ve eskinin yerine yeninin belirgin bir şekilde ilerlediğini söylemek mümkün.
Ancak bu sürecin kolay bir şekilde ‘tarih’ olabileceği zannı yanıltıcı olabilir.
Dolayısı ile ABD’nin Çin’i çevrelemeye dönük stratejisi, yaşadığı kapasite sorunları ve müttefikler arasındaki çatlaklar nedeniyle çok abartılmamalı ama NATO’nun stratejik çerçevede Çin’e yönelimi de hafife alınmamalı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 28 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.