12 Haziran’ı 13 Haziran’a bağlayan gece, İsrail uzun yıllardır tek başına ya da ideal senaryoda ABD ile birlikte düzenlemeyi düşlediği saldırıyı gerçekleştirdi ve İran nükleer tesislerini vurdu. Yükselen Aslan isimli operasyonuyla hedefe İran’ın nükleer tesislerini koysa da İsrail İran’ın üst düzey komuta kademesini, nükleer bilim insanlarını, enerji ve sivil altyapısını, savunma doktrininin başat unsuru balistik füzelerin üretim fabrikalarını, depolarını ve fırlatma rampalarını da hedef aldı.
Operasyonun görünür amacı, İran’ın nükleer programını yok etmekti ancak seçilen operasyon kod adının İran’ın devrim öncesi bayrağındaki aslan figürüne yaptığı atıf, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun İran halkına yönelik ‘harekete geçin ve rejimi devirin’ çağrısı, İsrail saldırılarından feyz alan devrik İran şahının oğlu Rıza Pehlevi’nin yönetime talip olduğuna dair açıklamaları İsrail’in saldırılarla İran’da rejim değişikliğini tetikleyecek bir sürecin fitilini ateşlemek istediği de gösterdi.
Netanyahu hem iktidara tutunmak hem de Trump yönetimini içine çekeceği bir savaşla yeni bir Ortadoğu yaratmak için İran’a saldırdı.
İsrail’in zamanlaması
İran tam da Trump yönetimi ile nükleer meselenin çözümü için 2025’in Nisan ayından bu yana dolaylı ancak ciddi müzakereleri sürdürürken bu saldırıya uğradı.
İsrail’in ABD’yi saldırı için baskıladığı, Trump yönetiminin de Obama ve Biden hükümetlerinin Tel Aviv’i daha önce defalarca kez caydırdığı bu hamleye yeşil ışık yakabileceği biliniyordu fakat saldırı nükleer müzakerelerin sürdüğü bir döneme denk düşmesi nedeniyle İran için yanıltıcıydı.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi’nin İstanbul’da söylediği üzere, İran diplomasi kisvesi altında kandırıldığını düşünüyordu. Bu savaş Tahran açısından günün sonunda ABD’nin izin verdiği “empoze edilmiş” bir savaştı. Nitekim 21 Haziran’ın 22 Haziran’a bağlayan gece ABD de bu çatışmanın bilfiil parçası olarak İsrail jetlerinin penetre edemediği Kum kentinde dağa gömülü Fordo nükleer tesisini yalnızca Amerikan ordusunun envanterinde olan B-2 bombardıman uçakları ile hedef aldı, aynı saldırıda Natanz ve İsfahan’da İsrail’in zaten daha önce saldırdığı tesisler Amerikan denizaltısından ateşlenen Tomahawk füzeleri ile vuruldu.
İran bu savaşa hazırlıklı mıydı?
İran, İsrail saldırısının ardından ilk bocalamayı saatler içinde aşıp komuta kademesine yeni isimler atadı ve balistik füze cephaneliğinin farklı menzil ve güçteki füzeleriyle İsrail’i hedef almaya başladı.
İsrail’in çok katmanlı hava savunma sistemini aşan füzelerin özellikle Tel Aviv ve Hayfa’da yarattığı hasar İran’ın da bu savaş için hazırlıklı olduğunu ve Tel Aviv’in planladığının aksine yıkıcı ve etkili bir biçimde cevap verebileceğini gösterdi.
İsrail’in özellikle rejim değişikliğine dair beklentileri de en azından “12 Gün Savaşı” boyunca gerçekleşmedi. Topraklarına düşen bombalar, İran halkını vatanlarını koruma ve savunma güdüsüyle “bir bayrak altında topladı.” İran’ın muhalif sesleri, mevcut yönetimi desteklememekle birlikte günün “birlik günü” olduğunu söyledi. İran’a özgürlüğün İsrail’in bombaları ile gelmeyeceğini ifade etti.
İran, ABD’nin operasyonuna da aynı Kasım Süleymani suikastındaki gibi sembolik ve gerilimi tırmandırmamak için iyi kalibre edilmiş bir misilleme ile karşılık verdi ve İsrail’in İran’a saldırılarının ardından tedbir maksatlı büyük ölçüde boşaltılmış olan ABD’nin Katar’daki el- Udeid Üssü’ne balistik füze saldırısı düzenledi. Can kaybı olmayan bu saldırının ardından tüm tarafların “zafer” ilan ettikleri kırılgan bir ateşkes devreye girdi.
Kırılgan ateşkes sonrası dış politika
13 Haziran sabahında yaşananlar, İran ve İsrail arasında 2024 Nisan’ından bu yana artık gölgede kalamayacak denli açık bir askerî karşılaşma şekilde seyreden gerilimin korkulan ancak beklenen bir parçasıydı.
Nisan ve Ekim aylarında saldırı, misilleme ve karşı misilleme döngüsü ile birbirini test eden iki hasım arasındaki caydırıcılık tesis edilemediği gibi İsrail, bölgedeki vekillerinin gücü büyük ölçüde tükenmiş İran’ı bu sefer doğrudan hedef almayı seçti. Saldırıların İran’ın nükleer programını ne ölçüde “yok ettiği” meçhul. İran nükleer tesislerinin tümüyle yok edilemediği ve Tahran’ın özellikle yüzde 60 oranında zenginleştirdiği uranyum stoklarını koruduğu tahmin ediliyor. Bu durum İran ile nükleer müzakerelerin devam etmesinin zaruriliğini ortaya koyuyor.
Dahası, 2000’li yıllardan itibaren Amerika’da yeni muhafazakâr siyasetin hayallerinden olan “İran’ı bombala” kampanyasına karşı dile getirilen nükleer program ve nükleer bilimciler bombalansa bile İran’ın on yıllardır elde ettiği bilgi ve birikimin bombalanamayacağı karşı tezi şimdi eskisinden daha çarpıcı bir şekilde karşımızda duruyor.
İran nükleer konusunda ne yapar?
Tüm bu gelişmelerin belki de en kritik kısmı, savaşın İran’ı İsrail ve elbette ABD saldırılarını caydırmak için nükleer programında bir silahlanma kararına sevk edip etmeyeceği.
İronik bir şekilde, İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın (NPT) imzacısı ve sivil bir nükleer program sürdüren İran’ı hedef alarak müesses nizamın silahlanma kararını tetikleyecek bir adım atmış olabilir. Şimdi uluslararası toplum İran’ı böyle bir karardan caydırmanın diplomatik mücadelesini verecek gibi görünüyor. Bu yolda İran henüz NPT anlaşmasından çekilmek gibi bir hamle yapmasa da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile yaşadığı güven bunalımı İran’ı Ajans ile iş birliğini azaltarak nükleer programı üzerindeki şeffaf denetimi engelleyecek ilk adıma sevk etti bile. Bu bakımdan nükleer meselede yeni krizlerin kapıda olduğunu ve İran’ın daha fazla güvenlik için daha çetin müzakere edeceğini öngörebiliriz. Tahran’ın uranyum zenginleştirme konusundaki ısrarı eskisinden daha güçlü sürecektir. Varılacak bir uzlaşmanın ise İran’a sadece ekonomik kalkınma için değil bölgesel güvenlik için de bazı garantiler sunması gerekecektir.
Nükleer meseledeki muğlaklık sürerken, İran’ın askeri gücünü tahkimat için yüzünü hayal kırıklığı yaşadığı Rusya’dan Çin’e çevirdiğini eklemek gerekiyor. Elbette yeni dönemde hem Rusya hem de Çin’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki desteği İran için önemli olacaktır.
İç siyasetin kavşağı
12 Gün Savaşı’nın ardından, en önemli meselelerden biri de, İran’da devlet-toplum ilişkilerinin geleceği, daha açık bir ifadeyle İran’da müesses nizamın bu badireden güçlenerek mi yoksa yıkılarak mı çıkacağı.
Savaş günlerinde İran’da halkın vatanperver dayanışması rejimin ani çöküşünü öngören Netanyahu yönetimini yanılttı. Bu bakımdan İran’da 1980-1988 İran-Irak Savaşı’na benzer bir toplumsal refleksi gördük. Elbette 1980’lerden bu yana İran’da ve bölgede pek çok şey değişti, fakat İranlılarının topraklarına ve ülkelerinin bütünlüğüne dair güçlü bağları sürüyor. Yaptırımlardan ve despotizmden yılgın İranlılar savaş ve parçalanmayı reddediyor. Bu durum İranlıların mevcut yönetimden hoşnutsuzluğuna engel olmamakla birlikte savaş ile gelecek bir dönüşümü reddettiklerini gösteriyor.
İran’da müesses nizam güçlenir mi, yıkılır mı?
Savaş ve yıkım rejimi değiştirmese de farklı yönlere doğru dönüştürebilir. Savaşın hemen akabinde başta Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan olmak üzere özellikle reformcu ve pragmatik cenah devlet-toplum ilişkilerinin onarılması, halkın talep ve ihtiyaçlarına cevap verilmesi önerilerini yeniden dile getirdi. Bu durum demokrasi ve özgürlükler meselesi kadar İran’ın istihbarat açıkları açısından da elzem görünmekle birlikte ateşkesin ardından daha da güvenlikçi ve otoriter bir hattın takip edildiği ve İsrail’e ajanlık suçlaması ile pek çok kişinin göz altına alındığı, idamların arttığı gözlemleniyor.
İran’da müesses nizam şu an bir yumuşamanın rejimin çözülmesine neden olacağına hükmediyor ve böylelikle kendisini toplum ile bağlarını daha da zedeleyecek bir otoriterleşme çemberine kilitliyor olabilir. Bu süreç ise orta ve yakın vadede devlet ile toplum ilişkilerinin yeniden gerilmesine neden olacaktır. Bu ihtimale karşı yönetimin milliyetçi mesajlarla düşmana karşı birlik vurgusuna daha çok yaslanacağı düşünülebilir. Bu söylemin kalkınma, güvenlik ve özgürlük talep eden İran halkını ne ölçüde teskin edeceğini kestirmek zor.
Öte yandan, İran’da rejim değişikliğinin otomatik bir biçimde seküler ve demokratik bir yönetim anlamına gelmeyebileceğini, iktidarda bir boşluk ve parçalanma riskinin ülkede silahlı kuvvetlerin etkin olacağı askerî bir rejime de neden olabileceğini yadsımamak gerekir.
Haziran ayındaki sıcak çatışmalı günlerin ardından İran-İsrail gerilimi şimdilik durulmuş olsa da kırılgan ateşkes, ekonomik sorunlar, savaşın getirdiği yıkımın maliyeti ile yeniden inşanın zorunluluğu İran’da iç siyaset ve dış politikayı sınamaya devam edecek. İran’da yönetim sistemin bekası için pragmatizmi mi seçecek yoksa tavize yanaşmayan katı bir ideolojik tutum mu takınacak zaman gösterecek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.