Papa 14. Leo Türkiye’de: Ekümenik barış mı, yeni bir dinî jeopolitik mi?

Papa Leo’nun Türkiye ziyaretinin odağında sadece barış mesajları değil; Ortodoks Kilisesi ile birlik, Moskova–İstanbul rekabeti ve Vatikan’ın küresel diplomasi hamleleri de var. Papa’yı ve karşı karşıya olduğu sınamaları Prof. Dr. Hilmi demir yazdı.

Papa 14. Leo’nun 27 Kasım’da yapacağı ziyaret, Türkiye’ye yapılan ilk Papa ziyareti değil şüphesiz. Fakat daha önceki hiçbir Papa ziyareti, Papa 14. Leo’nun gelişi kadar gündem olmadı. Kuşkusuz bunun birçok nedeni var. Bu nedenlerin başında da 14. Leo’un kişiliği, Vatikan’ın içinden geçtiği çeşitli zorluklar, dünya konjonktürü, Doğu-Batı Kilislerinin birleşme arayışları var.

Bütün bunları irdelemek için önce Papa 14. Leo’ya yakından bakalım.

Yeni Papa 14. Leo’un hassasiyetleri

Yeni Papa 14. Leo, ABD doğumlu ilk Papa. Uzun yıllar Peru’da rahip ve piskopos olarak görev yaptığı için Peru vatandaşlığı da var. [1]

Kendisine isim olarak, 1878-1903 yılları arasında görev yapan ve Katolik sosyal öğretisinin kurucusu sayılan Papa 13. Leo’un ismini seçti. Bu isim tercihi, 13. Leo’un ünlü Rerum Novarum (1891) genelgesiyle başlattığı “işçi hakları, sosyal adalet ve modern dünya ile diyalog” çizgisine olan bağlılığını gösteriyor. Tıpkı ismini aldığı 13. Leo gibi, şimdiki Papa da işçi sömürüsüne ve aşırı kapitalizme karşı duruyor. İşçilerin adil ücret ve sendika haklarını savunuyor. Yoksullar ve göçmenler, öncelikli ilgi alanını oluşturuyor. Konuşmalarında sert milliyetçiliği ve kutuplaştırıcı siyaset dilini açıkça eleştiriyor, Ukrayna ve Gazze gibi çatışma bölgeleri için ateşkes ve adalet çağrıları yapıyor.

Augustinus Tarikatı ne anlam taşıyor?

Papa 14. Leo’un bu görüşlerinin temelinde, bağlı olduğu Augustinus Tarikatı’nın öğretileri var.

Aziz Augustinus Tarikatı bir dizi dinî topluluğun birleşmesinden oluşmuş bir tarikat. Ortak noktaları, 14. yüzyılda yazılmış ve günümüzde de Katolik tarikatları arasında büyük bir etkiye sahip olan Aziz Augustinus Kuralları’nı kullanıyor olmaları.

Aziz Augustinus, fikirleri ve yazılarıyla 1000 yıldan fazla bir süre boyunca Katolik doktrinini şekillendiren erken dönem Katolik piskoposu, ilahiyatçısı ve Kilise doktoruydu. Öğretisinin temelindeki kural ise, Tanrı’ya ve komşuya sevgi. Bu öğretide toplumsal yaşamın ve paylaşmanın önemi vurgulanıyor. Dünyevi statüden ziyade alçakgönüllülüğün önceliklendirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Augustinusçuluğun dikkat çeken diğer kuralları da şöyle:[2] Kimse hiçbir şeyi “benim” saymamalı; her şey ortak olmalı. Yiyecek ve giyecek eşit değil, ihtiyaç ve sağlık durumuna göre dağıtılmalı. Dünyada zengin olanlar sahip olduklarını ortak yaşama bırakmalı, dünyada yoksul olanlar ise manastırda buldukları imkânlarla kibirlenmemeli. Zengin-fakir ayrımı gurura dönüşmemeli. Giyim sade olmalı, dikkat çekmekten kaçınılmalı.

Bugün açısından baktığımızda mülkiyeti ortaklaştıran ve gururu törpüleyen bu Augustinusçu manastır etiği, günümüz Amerikan siyasetinde Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla cisimleşen güç ve ayrıcalık siyasetinin tam karşı ucunda konumlanıyor. Katolikliğin Amerika’da yeniden siyasallaştığı bir anda, Augustinusçu bir Papa’nın olması beklenmedik ama son derece ilginç ve önemli. Örneğin Elon Musk, Amerikan toplumunun kamusal yaşamdaki empati ve şefkat tarafından “zayıflatıldığına” inanıyor,[3] bunları, üstesinden gelinmesi gereken “medeniyet zaafları” olarak tanımlıyor. Yeni Augustinusçu Papa ise, San Pietro Katedrali’nin balkonundan yaptığı konuşmada, tam tersine, bunları Hristiyanlığın medenileştirici ve insanileştirici güçleri olarak gördüğünü açıkça belirtti.

Agustinusçu Papa’nın hem yozlaşmış kiliselere karşı hem de dünyadaki vahşi kapitalizme karşı manevi bir direniş hattı olarak öne çıkacağını unutmayalım. Trump’ın temsil ettiği güç istencinin tam karşısında duran bir Papa var aslında.

Vatikan’ın krizleri

Kimileri Vatikan’ı sadece dünyadaki 1,3 milyar Roma Katoliğinin yönetim merkezi olarak düşünür, kimileri de özel ayrıcalıklara sahip kapitalist bir holding şirketi olarak görür. Ancak Roma’nın merkezindeki bu küçük toprak parçası aynı zamanda egemen bir ulustur. 180’den fazla ülkede diplomatik elçilikleri vardır ve Birleşmiş Milletler’de daimî gözlemci statüsüne sahiptir.

Papa kim olursa olsun, tüm dinî ve dünyevi konularda tek karar alma yetkisine sahip, yüce, ruhani bir liderdir. Yasama, yargı veya herhangi bir denge ve denetleme sistemi yoktur. En kötü Papalar bile -ki gerçekten içlerinden korkunç olanları çıkmıştır- dokunulmazdır. Hiçbir zaman bir darbe, istifaya zorlanma veya doğrulanabilir bir Papa cinayeti de olmamıştır. Papalık kurulduğundan beri istifa eden tek Papa ise 2013 yılında görevi bırakan Papa Benedict’tir.

Papalık sadece dinî ruhani bir yapı değil teokratik siyasi bir kurum. Vatikan, dünya genelindeki elçilikleri aracılığıyla son derece güçlü ve yaygın bir bilgi ağına da hükmediyor.  Bu diplomatik ağ, Vatikan’ın dünyanın dört bir yanından yerel ve stratejik bilgilere anlık olarak ulaşmasını sağlıyor. Nitekim, Vatikan’ın Soğuk Savaş dönemindeki tutumu ve CIA ile olan ilişkisi her zaman dikkat çekici oldu.[4]

Vatikan’ın dikkat çeken başka bir özelliği de 1942’de kurulan Istituto per le Opere di Religione’nin (IOR) yani Vatikan Bankası.

Vatikan Bankası, JP Morgan gibi geleneksel bir banka ile Federal Rezerv gibi bir merkez bankasının karışımı. Dünya çapında her yerde faaliyet gösterebiliyor, vergi ödemiyor; kâr göstermek, yıllık raporlar hazırlamak, bilanço açıklamak veya hissedarlara hesap vermek zorunda değil. Gerald Posner’ın God’s Bankers: A History of Money and Power at the Vatican (Tanrı’nın Bankerleri: Vatikan’da Para ve Gücün Tarihi) adlı eserinde ortaya koyduğu gibi şeffaflık veya gözetimin, denge ve denetimin olmaması, uluslararası bankacılık kurallarına uyulmaması gibi özellikleri zamanla Vatikan’ın zayıf karnına dönüştü. Zira, kesin gizliliği, Vatikan Bankası’nı, gelir vergisinden kaçınmak isteyen zengin İtalyanlar için savaş sonrası popüler bir offshore vergi cenneti haline getirdi. Ayrıca 2005’de ortaya çıkan bazı belgelere göre de her yıl milyonlarca dolar, kardinallerin lüks yaşam tarzına harcanıyordu.[5]

Vatikan’ın başka büyük bir sorunu da özellikle son zamanlarda iyice ayyuka çıkan çocuk istismarları. Papa Francis, potansiyel cinsel istismar vakalarının Vatikan yetkililerine bildirilmesini zorunlu kılan ve küçük yaştakilere karşı cinsel istismarda bulunan herhangi bir çalışanın otomatik olarak işten çıkarılmasını öngören yeni yasa tasarısını bizzat imzalamak zorunda kaldı.[6] Vatikan’ın potansiyel çalışanları da artık çocuklarla çalışmaya uygun olduklarından emin olunmasını sağlayan özel bir tarama sürecinden geçecek. Fakat tüm bunlara rağmen Papa 14. Leo’nun önündeki rapora göre Vatikan çocuk istismarlarını önlemekte hâlâ çok yavaş davranıyor.[7]

Dolayısıyla Mayıs 2025’te göreve seçilen Yeni Papa’yı bekleyen en önemli zorlukların başında Kiliselerin gittikçe zedelenen imajı ve Vatikan’ın her türlü skandalı geliyor.

Ayrıca Papa Sudan, Nijerya, Batı Şeria ve Gazze, Suriye, Irak ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti gibi iç savaşların ve başarısız devletlerin ortasında sıkışmış kiliselerin diplomatik sorunlarıyla da ilgilenmek zorunda. Vatikan’ın uluslararası alanda küresel çatışmaların arabuluculuğunu yapmada ve Kilise’nin ahlaki rolünü sürdürmede kilit bir figür olmaya devam etmesi için Papa’nın Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaşlardan iklim krizine, göçten insan haklarına kadar takip etmesi gereken geniş bir gündemi var.

İşte tam böyle bir ortamda Papa 14. Leo ilk Urbi et Orbi duasında, yani tüm dünyaya seslendiği ilk önemli duasında, “herkesin diyalog ve karşılaşma yoluyla köprüler kurmasını, tek bir halk olarak birleşmesini, her zaman barış içinde olmasını” talep etti.[8] Papa Leo, Vatikan’a akredite diplomatik birlik üyelerine yaptığı konuşmada da Kilise’nin misyonerlik çalışmasının üç sütununu ve Vatikan’ın diplomasisinin amacını vurguladı: barış, adalet ve gerçek.[9]

Papalığının ana önceliklerinden biri de Ortodoks Kilisesi ile tam birlik yolunda ilerlemek. İşte böyle bir ortamda Papa hem dünya Katolikleri için hem de yüzyıllardır ayrı düştükleri Ortodoks Kiliseleri için bir çekim merkezi olma becerisinin sınanacağı bir yolcuğu önünde buldu: İznik Konsili’nin 1700. yılı anması.

İznik Konsili’nin önemi

Hristiyanlık tarihinin ilk “ekümenik” (evrensel) toplantısı olan Birinci İznik Konsili, M.S. 325 yılında Roma İmparatoru I. Konstantinos’un çağrısıyla bugünkü İznik’te toplanmıştı. Konsilin önemi, sadece tarihi bir olay olmasından değil, Hristiyan inancının “resmî” sınırlarını çizmesinden ve günümüzdeki mezhepler arası diyalog çabalarının merkezinde yer almasından kaynaklanıyor.

İznik Konsili’nin toplanma amacı, Hristiyan dünyasını ikiye bölen büyük bir tartışmayı sona erdirmekti: İsa Mesih Tanrı mıdır yoksa yaratılmış bir varlık mıdır?

Bu soruya o dönemde Arius isimli din adamı, İsa’nın “yaratılmış bir varlık” olduğunu ve Baba Tanrı ile aynı düzeyde olmadığını savunuyordu. Konsil, bu görüşü reddederek Ariusçuluğu mahkûm etti. Buna karşılık kabul edilen İznik Amentüsü (İman Bildirgesi), İsa’nın Baba ile “aynı özden” (homoousios) geldiğini, yani gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu ilan etti. Bu karar, bugün Katolik, Ortodoks ve Protestan kiliselerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği İznik İman Bildirgesi’nin (Nicene Creed) temelini oluşturuyor. Bu bildirge, Hristiyanlığın ana akım inancını belirleyen ve yüzyıllar sonra şekillenecek olan “Teslis” (Üçlübirlik) inancına zemin hazırlayan kurucu metin oldu.

İznik Konsili, Hristiyanlığın kurumsal yapısı ve devletle olan ilişkisi açısından devrim niteliğindeydi. Konsilin bir İmparator tarafından toplanması, Hristiyanlığın yeraltında saklanan bir inanç olmaktan çıkıp, devlet himayesine giren bir din haline geldiğini de gösterdi. Bu durum, Bizans dünyasında devletin “doğru imanı” belirlemede aktif rol oynadığı “imparatorluk kilisesi” modelinin başlangıcı kabul ediliyor. Bu toplantı kilise sorunlarını çözmek için tüm piskoposların bir araya geldiği “ekümenik konsil” geleneğinin ilki ve modeli de oldu. Sonraki yüzyıllarda toplanan İstanbul, Efes ve Kadıköy konsilleri hep İznik’i örnek aldı.

Konsil sadece inanç konularını değil, kilise disiplinini ve takvimini de düzenledi. Hristiyan dünyasında farklı zamanlarda kutlanan Paskalya Bayramı’nın, Yahudi takviminden bağımsız olarak, ilkbahar ekinoksundan sonraki dolunayı izleyen pazar günü kutlanması karara bağlandı. Dolayısıyla İznik konsili kurucu metin, ekümenik birlik, dinî otoritenin inşa edildiği bir milat oldu.

Fakat bu birlik 1054 yılında bir yaz öğleden sonrası dağıldı. Konstantinopolis’teki Tanrı’nın Kutsal Bilgeliği Kilisesi’nde (Ayasofya) bir ayin başlamak üzereyken, Kardinal Humbert ve Papa’nın iki elçisi binaya girip kutsal alana doğru yürüdüler. Dua etmeye gelmemişlerdi. Sunağın üzerine bir Aforoz Boğası koyup tekrar dışarı çıktılar. Batı kapısından geçerken, Kardinal ayaklarındaki tozu silkeleyerek “Tanrı görsün ve yargılasın” dedi. Büyük bir üzüntü içinde peşinden koşan bir diyakoz, Boğa’yı geri almasını rica etti. Humbert reddetti ve Boğa sokağa bırakıldı. Bunun anlamı aforozdu, bu olay günümüze kadar süren Ortodoks Doğu ile Latin Batı arasındaki büyük ayrışmanın başlangıcı olarak kabul edilir.  Bölünme kültürel, politik ve ekonomik faktörlerden etkilenmişti; ancak temel nedeni seküler değil, teolojikti. Ortada Kutsal Ruh konusunda bir anlaşmazlık vardı.  Batı’daki Hristiyanlar, Kutsal Ruh’un hem Baba Tanrı’dan hem de Oğul İsa’dan geldiğine inanıyordu. Doğu’daki Hristiyanlar ise Kutsal Ruh’un yalnızca Baba’dan geldiğine inanıyordu. Bu anlaşmazlığa Filioque tartışması adı verildi.

Bir diğer önemli sorun da ikona adı verilen dinî imgelerin kullanımıydı. Doğu’da bazı liderler, İsa, Meryem veya azizlerin resimlerini veya heykellerini kullanmanın yanlış olduğunu düşünüyordu. İnsanların Tanrı’ya odaklanmak yerine bu imgelere tapmaya başlayabileceğinden korkuyorlardı. Dinî imgelere karşı bu harekete ikonoklazm adı verildi. Batı’da ise kilise liderleri, ikonların insanların inançlarıyla bağlantı kurmasına yardımcı olduğuna inanıyor ve onları korumak istiyorlardı.

Ayrıca bir güç mücadelesi de vardı. Roma Kilisesi’nin lideri olan Papa, tüm Hristiyanlardan sorumlu olduğunu söylüyordu. Ancak Doğu’daki liderler, özellikle de Konstantinopolis Patriği, eşit olmaları ve dünyanın kendi bölgeleri için kararlar almaları gerektiğine inanıyordu. Bu argümanlar, iki tarafın birlikte çalışmasını zorlaştırıyordu.

1054’te Papa ve Patrik bağlarını resmen kopardı. İkisi de karşı tarafın artık gerçek Kilise’nin bir parçası olmadığını söyledi. Bu olay, bugün hâlâ Hristiyanlığı etkileyen Büyük Bölünme’yi yarattı.

İznik köklere dönüş mü?

İznik Konsili’nin 1700. yıl dönümüne Hristiyan dünyada kiliselerin üçüncü bin yıla girişi olarak büyük önem veriliyor ve büyük bölünmeyi onarmak için bir fırsat olarak görülüyor.[10] Çünkü Hristiyan dünyası için İznik, bölünmüş kiliselerin yeniden birleşebileceği “ortak kök”ü temsil ediyor.

14. Leo’nun ziyaretin kalbinde, Hristiyanlık tarihinin en büyük kırılmalarını tamir etme arzusu yatıyor ve Vatikan kaynaklarınca “tam birlik yolunda ilerleme” ve “büyük bir ekümenik fırsat” olarak tanımlanıyor. Ziyaret sadece romantik bir kardeşlik mesajı vermeyi amaçlamıyor, iki kilise arasındaki en görünür ayrışmalardan biri olan “Paskalya tarihinin ortak belirlenmesi” gibi çok somut bir ajandaya da sahip. 1700 yıl önceki İznik Konsili’nde alınan kararlar, bu takvim birliği için tarihsel bir referans noktası.

13. Leo, kiliseyi modern dünya ile diyaloga sokan ve “Hristiyan Medeniyeti” kavramını yeniden kurmaya çalışan bir stratejistti. 14. Leo’nun da bu mirası devralarak, ziyareti üzerinden küresel yoksulluk, göç ve barış konularında Batı dünyasına ahlaki bir liderlik mesajı vermesi bekleniyor. Krize giren kapitalizm, yoksullaşan ve gelir adaletsizliği ile boğuşan bir dünyaya karşı eşitlik ve adaletin sözcüsü olarak yeniden doğacak Vatikan, kaybolan güveni yeniden kazanmak istiyor olabilir.

Bunlara ek olarak, ziyaretin jeo-politik ayağı da var.

Jeopolitik ayak

Vatikan, özellikle Sovyetler Birliği döneminde Doğu’yu bir tehdit olarak kodlamış ve Batı Hristiyanlığını bir kale olarak görmüştü. Bu ziyaret, Ortodoks dünyasını (özellikle Fener Rum Patrikhanesi üzerinden) Batı eksenine daha sıkı bağlama ve Moskova gibi rakip ruhani merkezlere karşı bir “Kutsal İttifak” oluşturma hamlesi olarak da okunabilir. Zira Papa 14.Leo İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’ni de ziyaret edecek ve Patrik ile anlaşmazlıkları gidermek konusunda bir toplantı yapacak.

Eğer bu ziyaret, Rusya (Moskova Patrikhanesi) karşıtı bir “Batı Hristiyan Birliği” konsolidasyonuna dönüşürse, Türkiye kendini Ortodoks dünyasındaki (Moskova-İstanbul) güç savaşının tam ortasında bulabilir. Ukrayna-Rusya savaşı ile birlikte Patrikhane üzerinden bir dinî soğuk savaşın başladığına dair işaretleri daha önce kaleme almıştık.[11] Vatikan’ın tarihsel olarak siyasi hedefleri uğruna “ideolojik haçlı seferleri” yürüttüğü unutulmamalıdır. Bu sefer Rusya’ya ya da ateist Çin’e karşı bir teolojik savaşın fitili ateşlenebilir.

Özetle, Vatikan’ın 1965’teki II. Vatikan Konsili’nden sonra hem kendi arasındaki ihtilafları çözmek hem Yahudilerle ve diğer dinlerle diyaloğa geçme vaadi hâlâ sürdürülebilir bir proje olarak masada duruyor. Papa 14. Leo’un 1700. yılında İznik ruhunu diriltmek üzere gerçekleştireceği bu ziyaret bu diyalog sürecinin somut adımlarının atılması için bir fırsat olacaktır.

Papa 14.Leo’un ziyareti, 325 İznik Konsili’nin ruhunu çağırarak Hristiyan dünyasını yeniden birleştirme projesidir. Türkiye için bu bir yandan muazzam bir tanıtım ve turizm geliri demekken, diğer yandan Vatikan’ın güçlü istihbarat ve diplomasi ağıyla kendi topraklarında bir “oyun kurmasına” zemin hazırlama riskini taşımaktadır. Bu sefer dinî soğuk savaşın büyük oyunu yine Anadolu topraklarına taşınıyor olabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.

[1] https://www.vaticannews.va/en/pope/news/2025-05/biography-of-robert-francis-prevost-pope-leo-xiv.html.

[2]https://4a020198-a67a-4b44a7350b636b58eecf.filesusr.com/ugd/46dbdf_fb846a1ae7424a15941643874dc2013f.pdf

[3] https://edition.cnn.com/2025/03/05/politics/elon-musk-rogan-interview-empathy-doge/index.html.

[4] Yvonnick Donoël’in, Vatican Spies: From the Secord World War to Pope Francis adlı çalışması bu açıdan oldukça zengin malzeme içerir.

[5] https://www.newyorker.com/news/daily-comment/why-the-new-vatican-leaks-scandal-is-different.

[6] https://edition.cnn.com/2019/03/29/europe/vatican-sexual-abuse-minors-new-laws-intl.

[7] https://www.nytimes.com/2025/10/16/world/europe/vatican-sexual-abuse-report.html.

[8] https://www.vatican.va/content/leo-xiv/en/messages/urbi/documents/20250508-prima-benedizione-urbietorbi.html.

[9] https://www.vatican.va/content/leo-xiv/en/speeches/2025/may/documents/20250516-corpo-diplomatico.html.

[10]   https://www.youtube.com/watch?v=0bCBN2_EwEU&list=PLNEaoRy0GFQtcRiO6FmWlFOUuzVUc2hR1.

[11] https://fikirturu.com/jeo-politika/patrikhane-uzerinden-dini-soguk-savas/.

Hilmi Demir
Hilmi Demir
Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Papa 14. Leo Türkiye’de: Ekümenik barış mı, yeni bir dinî jeopolitik mi?

Papa Leo’nun Türkiye ziyaretinin odağında sadece barış mesajları değil; Ortodoks Kilisesi ile birlik, Moskova–İstanbul rekabeti ve Vatikan’ın küresel diplomasi hamleleri de var. Papa’yı ve karşı karşıya olduğu sınamaları Prof. Dr. Hilmi demir yazdı.

Papa 14. Leo’nun 27 Kasım’da yapacağı ziyaret, Türkiye’ye yapılan ilk Papa ziyareti değil şüphesiz. Fakat daha önceki hiçbir Papa ziyareti, Papa 14. Leo’nun gelişi kadar gündem olmadı. Kuşkusuz bunun birçok nedeni var. Bu nedenlerin başında da 14. Leo’un kişiliği, Vatikan’ın içinden geçtiği çeşitli zorluklar, dünya konjonktürü, Doğu-Batı Kilislerinin birleşme arayışları var.

Bütün bunları irdelemek için önce Papa 14. Leo’ya yakından bakalım.

Yeni Papa 14. Leo’un hassasiyetleri

Yeni Papa 14. Leo, ABD doğumlu ilk Papa. Uzun yıllar Peru’da rahip ve piskopos olarak görev yaptığı için Peru vatandaşlığı da var. [1]

Kendisine isim olarak, 1878-1903 yılları arasında görev yapan ve Katolik sosyal öğretisinin kurucusu sayılan Papa 13. Leo’un ismini seçti. Bu isim tercihi, 13. Leo’un ünlü Rerum Novarum (1891) genelgesiyle başlattığı “işçi hakları, sosyal adalet ve modern dünya ile diyalog” çizgisine olan bağlılığını gösteriyor. Tıpkı ismini aldığı 13. Leo gibi, şimdiki Papa da işçi sömürüsüne ve aşırı kapitalizme karşı duruyor. İşçilerin adil ücret ve sendika haklarını savunuyor. Yoksullar ve göçmenler, öncelikli ilgi alanını oluşturuyor. Konuşmalarında sert milliyetçiliği ve kutuplaştırıcı siyaset dilini açıkça eleştiriyor, Ukrayna ve Gazze gibi çatışma bölgeleri için ateşkes ve adalet çağrıları yapıyor.

Augustinus Tarikatı ne anlam taşıyor?

Papa 14. Leo’un bu görüşlerinin temelinde, bağlı olduğu Augustinus Tarikatı’nın öğretileri var.

Aziz Augustinus Tarikatı bir dizi dinî topluluğun birleşmesinden oluşmuş bir tarikat. Ortak noktaları, 14. yüzyılda yazılmış ve günümüzde de Katolik tarikatları arasında büyük bir etkiye sahip olan Aziz Augustinus Kuralları’nı kullanıyor olmaları.

Aziz Augustinus, fikirleri ve yazılarıyla 1000 yıldan fazla bir süre boyunca Katolik doktrinini şekillendiren erken dönem Katolik piskoposu, ilahiyatçısı ve Kilise doktoruydu. Öğretisinin temelindeki kural ise, Tanrı’ya ve komşuya sevgi. Bu öğretide toplumsal yaşamın ve paylaşmanın önemi vurgulanıyor. Dünyevi statüden ziyade alçakgönüllülüğün önceliklendirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Augustinusçuluğun dikkat çeken diğer kuralları da şöyle:[2] Kimse hiçbir şeyi “benim” saymamalı; her şey ortak olmalı. Yiyecek ve giyecek eşit değil, ihtiyaç ve sağlık durumuna göre dağıtılmalı. Dünyada zengin olanlar sahip olduklarını ortak yaşama bırakmalı, dünyada yoksul olanlar ise manastırda buldukları imkânlarla kibirlenmemeli. Zengin-fakir ayrımı gurura dönüşmemeli. Giyim sade olmalı, dikkat çekmekten kaçınılmalı.

Bugün açısından baktığımızda mülkiyeti ortaklaştıran ve gururu törpüleyen bu Augustinusçu manastır etiği, günümüz Amerikan siyasetinde Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla cisimleşen güç ve ayrıcalık siyasetinin tam karşı ucunda konumlanıyor. Katolikliğin Amerika’da yeniden siyasallaştığı bir anda, Augustinusçu bir Papa’nın olması beklenmedik ama son derece ilginç ve önemli. Örneğin Elon Musk, Amerikan toplumunun kamusal yaşamdaki empati ve şefkat tarafından “zayıflatıldığına” inanıyor,[3] bunları, üstesinden gelinmesi gereken “medeniyet zaafları” olarak tanımlıyor. Yeni Augustinusçu Papa ise, San Pietro Katedrali’nin balkonundan yaptığı konuşmada, tam tersine, bunları Hristiyanlığın medenileştirici ve insanileştirici güçleri olarak gördüğünü açıkça belirtti.

Agustinusçu Papa’nın hem yozlaşmış kiliselere karşı hem de dünyadaki vahşi kapitalizme karşı manevi bir direniş hattı olarak öne çıkacağını unutmayalım. Trump’ın temsil ettiği güç istencinin tam karşısında duran bir Papa var aslında.

Vatikan’ın krizleri

Kimileri Vatikan’ı sadece dünyadaki 1,3 milyar Roma Katoliğinin yönetim merkezi olarak düşünür, kimileri de özel ayrıcalıklara sahip kapitalist bir holding şirketi olarak görür. Ancak Roma’nın merkezindeki bu küçük toprak parçası aynı zamanda egemen bir ulustur. 180’den fazla ülkede diplomatik elçilikleri vardır ve Birleşmiş Milletler’de daimî gözlemci statüsüne sahiptir.

Papa kim olursa olsun, tüm dinî ve dünyevi konularda tek karar alma yetkisine sahip, yüce, ruhani bir liderdir. Yasama, yargı veya herhangi bir denge ve denetleme sistemi yoktur. En kötü Papalar bile -ki gerçekten içlerinden korkunç olanları çıkmıştır- dokunulmazdır. Hiçbir zaman bir darbe, istifaya zorlanma veya doğrulanabilir bir Papa cinayeti de olmamıştır. Papalık kurulduğundan beri istifa eden tek Papa ise 2013 yılında görevi bırakan Papa Benedict’tir.

Papalık sadece dinî ruhani bir yapı değil teokratik siyasi bir kurum. Vatikan, dünya genelindeki elçilikleri aracılığıyla son derece güçlü ve yaygın bir bilgi ağına da hükmediyor.  Bu diplomatik ağ, Vatikan’ın dünyanın dört bir yanından yerel ve stratejik bilgilere anlık olarak ulaşmasını sağlıyor. Nitekim, Vatikan’ın Soğuk Savaş dönemindeki tutumu ve CIA ile olan ilişkisi her zaman dikkat çekici oldu.[4]

Vatikan’ın dikkat çeken başka bir özelliği de 1942’de kurulan Istituto per le Opere di Religione’nin (IOR) yani Vatikan Bankası.

Vatikan Bankası, JP Morgan gibi geleneksel bir banka ile Federal Rezerv gibi bir merkez bankasının karışımı. Dünya çapında her yerde faaliyet gösterebiliyor, vergi ödemiyor; kâr göstermek, yıllık raporlar hazırlamak, bilanço açıklamak veya hissedarlara hesap vermek zorunda değil. Gerald Posner’ın God’s Bankers: A History of Money and Power at the Vatican (Tanrı’nın Bankerleri: Vatikan’da Para ve Gücün Tarihi) adlı eserinde ortaya koyduğu gibi şeffaflık veya gözetimin, denge ve denetimin olmaması, uluslararası bankacılık kurallarına uyulmaması gibi özellikleri zamanla Vatikan’ın zayıf karnına dönüştü. Zira, kesin gizliliği, Vatikan Bankası’nı, gelir vergisinden kaçınmak isteyen zengin İtalyanlar için savaş sonrası popüler bir offshore vergi cenneti haline getirdi. Ayrıca 2005’de ortaya çıkan bazı belgelere göre de her yıl milyonlarca dolar, kardinallerin lüks yaşam tarzına harcanıyordu.[5]

Vatikan’ın başka büyük bir sorunu da özellikle son zamanlarda iyice ayyuka çıkan çocuk istismarları. Papa Francis, potansiyel cinsel istismar vakalarının Vatikan yetkililerine bildirilmesini zorunlu kılan ve küçük yaştakilere karşı cinsel istismarda bulunan herhangi bir çalışanın otomatik olarak işten çıkarılmasını öngören yeni yasa tasarısını bizzat imzalamak zorunda kaldı.[6] Vatikan’ın potansiyel çalışanları da artık çocuklarla çalışmaya uygun olduklarından emin olunmasını sağlayan özel bir tarama sürecinden geçecek. Fakat tüm bunlara rağmen Papa 14. Leo’nun önündeki rapora göre Vatikan çocuk istismarlarını önlemekte hâlâ çok yavaş davranıyor.[7]

Dolayısıyla Mayıs 2025’te göreve seçilen Yeni Papa’yı bekleyen en önemli zorlukların başında Kiliselerin gittikçe zedelenen imajı ve Vatikan’ın her türlü skandalı geliyor.

Ayrıca Papa Sudan, Nijerya, Batı Şeria ve Gazze, Suriye, Irak ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti gibi iç savaşların ve başarısız devletlerin ortasında sıkışmış kiliselerin diplomatik sorunlarıyla da ilgilenmek zorunda. Vatikan’ın uluslararası alanda küresel çatışmaların arabuluculuğunu yapmada ve Kilise’nin ahlaki rolünü sürdürmede kilit bir figür olmaya devam etmesi için Papa’nın Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaşlardan iklim krizine, göçten insan haklarına kadar takip etmesi gereken geniş bir gündemi var.

İşte tam böyle bir ortamda Papa 14. Leo ilk Urbi et Orbi duasında, yani tüm dünyaya seslendiği ilk önemli duasında, “herkesin diyalog ve karşılaşma yoluyla köprüler kurmasını, tek bir halk olarak birleşmesini, her zaman barış içinde olmasını” talep etti.[8] Papa Leo, Vatikan’a akredite diplomatik birlik üyelerine yaptığı konuşmada da Kilise’nin misyonerlik çalışmasının üç sütununu ve Vatikan’ın diplomasisinin amacını vurguladı: barış, adalet ve gerçek.[9]

Papalığının ana önceliklerinden biri de Ortodoks Kilisesi ile tam birlik yolunda ilerlemek. İşte böyle bir ortamda Papa hem dünya Katolikleri için hem de yüzyıllardır ayrı düştükleri Ortodoks Kiliseleri için bir çekim merkezi olma becerisinin sınanacağı bir yolcuğu önünde buldu: İznik Konsili’nin 1700. yılı anması.

İznik Konsili’nin önemi

Hristiyanlık tarihinin ilk “ekümenik” (evrensel) toplantısı olan Birinci İznik Konsili, M.S. 325 yılında Roma İmparatoru I. Konstantinos’un çağrısıyla bugünkü İznik’te toplanmıştı. Konsilin önemi, sadece tarihi bir olay olmasından değil, Hristiyan inancının “resmî” sınırlarını çizmesinden ve günümüzdeki mezhepler arası diyalog çabalarının merkezinde yer almasından kaynaklanıyor.

İznik Konsili’nin toplanma amacı, Hristiyan dünyasını ikiye bölen büyük bir tartışmayı sona erdirmekti: İsa Mesih Tanrı mıdır yoksa yaratılmış bir varlık mıdır?

Bu soruya o dönemde Arius isimli din adamı, İsa’nın “yaratılmış bir varlık” olduğunu ve Baba Tanrı ile aynı düzeyde olmadığını savunuyordu. Konsil, bu görüşü reddederek Ariusçuluğu mahkûm etti. Buna karşılık kabul edilen İznik Amentüsü (İman Bildirgesi), İsa’nın Baba ile “aynı özden” (homoousios) geldiğini, yani gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu ilan etti. Bu karar, bugün Katolik, Ortodoks ve Protestan kiliselerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği İznik İman Bildirgesi’nin (Nicene Creed) temelini oluşturuyor. Bu bildirge, Hristiyanlığın ana akım inancını belirleyen ve yüzyıllar sonra şekillenecek olan “Teslis” (Üçlübirlik) inancına zemin hazırlayan kurucu metin oldu.

İznik Konsili, Hristiyanlığın kurumsal yapısı ve devletle olan ilişkisi açısından devrim niteliğindeydi. Konsilin bir İmparator tarafından toplanması, Hristiyanlığın yeraltında saklanan bir inanç olmaktan çıkıp, devlet himayesine giren bir din haline geldiğini de gösterdi. Bu durum, Bizans dünyasında devletin “doğru imanı” belirlemede aktif rol oynadığı “imparatorluk kilisesi” modelinin başlangıcı kabul ediliyor. Bu toplantı kilise sorunlarını çözmek için tüm piskoposların bir araya geldiği “ekümenik konsil” geleneğinin ilki ve modeli de oldu. Sonraki yüzyıllarda toplanan İstanbul, Efes ve Kadıköy konsilleri hep İznik’i örnek aldı.

Konsil sadece inanç konularını değil, kilise disiplinini ve takvimini de düzenledi. Hristiyan dünyasında farklı zamanlarda kutlanan Paskalya Bayramı’nın, Yahudi takviminden bağımsız olarak, ilkbahar ekinoksundan sonraki dolunayı izleyen pazar günü kutlanması karara bağlandı. Dolayısıyla İznik konsili kurucu metin, ekümenik birlik, dinî otoritenin inşa edildiği bir milat oldu.

Fakat bu birlik 1054 yılında bir yaz öğleden sonrası dağıldı. Konstantinopolis’teki Tanrı’nın Kutsal Bilgeliği Kilisesi’nde (Ayasofya) bir ayin başlamak üzereyken, Kardinal Humbert ve Papa’nın iki elçisi binaya girip kutsal alana doğru yürüdüler. Dua etmeye gelmemişlerdi. Sunağın üzerine bir Aforoz Boğası koyup tekrar dışarı çıktılar. Batı kapısından geçerken, Kardinal ayaklarındaki tozu silkeleyerek “Tanrı görsün ve yargılasın” dedi. Büyük bir üzüntü içinde peşinden koşan bir diyakoz, Boğa’yı geri almasını rica etti. Humbert reddetti ve Boğa sokağa bırakıldı. Bunun anlamı aforozdu, bu olay günümüze kadar süren Ortodoks Doğu ile Latin Batı arasındaki büyük ayrışmanın başlangıcı olarak kabul edilir.  Bölünme kültürel, politik ve ekonomik faktörlerden etkilenmişti; ancak temel nedeni seküler değil, teolojikti. Ortada Kutsal Ruh konusunda bir anlaşmazlık vardı.  Batı’daki Hristiyanlar, Kutsal Ruh’un hem Baba Tanrı’dan hem de Oğul İsa’dan geldiğine inanıyordu. Doğu’daki Hristiyanlar ise Kutsal Ruh’un yalnızca Baba’dan geldiğine inanıyordu. Bu anlaşmazlığa Filioque tartışması adı verildi.

Bir diğer önemli sorun da ikona adı verilen dinî imgelerin kullanımıydı. Doğu’da bazı liderler, İsa, Meryem veya azizlerin resimlerini veya heykellerini kullanmanın yanlış olduğunu düşünüyordu. İnsanların Tanrı’ya odaklanmak yerine bu imgelere tapmaya başlayabileceğinden korkuyorlardı. Dinî imgelere karşı bu harekete ikonoklazm adı verildi. Batı’da ise kilise liderleri, ikonların insanların inançlarıyla bağlantı kurmasına yardımcı olduğuna inanıyor ve onları korumak istiyorlardı.

Ayrıca bir güç mücadelesi de vardı. Roma Kilisesi’nin lideri olan Papa, tüm Hristiyanlardan sorumlu olduğunu söylüyordu. Ancak Doğu’daki liderler, özellikle de Konstantinopolis Patriği, eşit olmaları ve dünyanın kendi bölgeleri için kararlar almaları gerektiğine inanıyordu. Bu argümanlar, iki tarafın birlikte çalışmasını zorlaştırıyordu.

1054’te Papa ve Patrik bağlarını resmen kopardı. İkisi de karşı tarafın artık gerçek Kilise’nin bir parçası olmadığını söyledi. Bu olay, bugün hâlâ Hristiyanlığı etkileyen Büyük Bölünme’yi yarattı.

İznik köklere dönüş mü?

İznik Konsili’nin 1700. yıl dönümüne Hristiyan dünyada kiliselerin üçüncü bin yıla girişi olarak büyük önem veriliyor ve büyük bölünmeyi onarmak için bir fırsat olarak görülüyor.[10] Çünkü Hristiyan dünyası için İznik, bölünmüş kiliselerin yeniden birleşebileceği “ortak kök”ü temsil ediyor.

14. Leo’nun ziyaretin kalbinde, Hristiyanlık tarihinin en büyük kırılmalarını tamir etme arzusu yatıyor ve Vatikan kaynaklarınca “tam birlik yolunda ilerleme” ve “büyük bir ekümenik fırsat” olarak tanımlanıyor. Ziyaret sadece romantik bir kardeşlik mesajı vermeyi amaçlamıyor, iki kilise arasındaki en görünür ayrışmalardan biri olan “Paskalya tarihinin ortak belirlenmesi” gibi çok somut bir ajandaya da sahip. 1700 yıl önceki İznik Konsili’nde alınan kararlar, bu takvim birliği için tarihsel bir referans noktası.

13. Leo, kiliseyi modern dünya ile diyaloga sokan ve “Hristiyan Medeniyeti” kavramını yeniden kurmaya çalışan bir stratejistti. 14. Leo’nun da bu mirası devralarak, ziyareti üzerinden küresel yoksulluk, göç ve barış konularında Batı dünyasına ahlaki bir liderlik mesajı vermesi bekleniyor. Krize giren kapitalizm, yoksullaşan ve gelir adaletsizliği ile boğuşan bir dünyaya karşı eşitlik ve adaletin sözcüsü olarak yeniden doğacak Vatikan, kaybolan güveni yeniden kazanmak istiyor olabilir.

Bunlara ek olarak, ziyaretin jeo-politik ayağı da var.

Jeopolitik ayak

Vatikan, özellikle Sovyetler Birliği döneminde Doğu’yu bir tehdit olarak kodlamış ve Batı Hristiyanlığını bir kale olarak görmüştü. Bu ziyaret, Ortodoks dünyasını (özellikle Fener Rum Patrikhanesi üzerinden) Batı eksenine daha sıkı bağlama ve Moskova gibi rakip ruhani merkezlere karşı bir “Kutsal İttifak” oluşturma hamlesi olarak da okunabilir. Zira Papa 14.Leo İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’ni de ziyaret edecek ve Patrik ile anlaşmazlıkları gidermek konusunda bir toplantı yapacak.

Eğer bu ziyaret, Rusya (Moskova Patrikhanesi) karşıtı bir “Batı Hristiyan Birliği” konsolidasyonuna dönüşürse, Türkiye kendini Ortodoks dünyasındaki (Moskova-İstanbul) güç savaşının tam ortasında bulabilir. Ukrayna-Rusya savaşı ile birlikte Patrikhane üzerinden bir dinî soğuk savaşın başladığına dair işaretleri daha önce kaleme almıştık.[11] Vatikan’ın tarihsel olarak siyasi hedefleri uğruna “ideolojik haçlı seferleri” yürüttüğü unutulmamalıdır. Bu sefer Rusya’ya ya da ateist Çin’e karşı bir teolojik savaşın fitili ateşlenebilir.

Özetle, Vatikan’ın 1965’teki II. Vatikan Konsili’nden sonra hem kendi arasındaki ihtilafları çözmek hem Yahudilerle ve diğer dinlerle diyaloğa geçme vaadi hâlâ sürdürülebilir bir proje olarak masada duruyor. Papa 14. Leo’un 1700. yılında İznik ruhunu diriltmek üzere gerçekleştireceği bu ziyaret bu diyalog sürecinin somut adımlarının atılması için bir fırsat olacaktır.

Papa 14.Leo’un ziyareti, 325 İznik Konsili’nin ruhunu çağırarak Hristiyan dünyasını yeniden birleştirme projesidir. Türkiye için bu bir yandan muazzam bir tanıtım ve turizm geliri demekken, diğer yandan Vatikan’ın güçlü istihbarat ve diplomasi ağıyla kendi topraklarında bir “oyun kurmasına” zemin hazırlama riskini taşımaktadır. Bu sefer dinî soğuk savaşın büyük oyunu yine Anadolu topraklarına taşınıyor olabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.

[1] https://www.vaticannews.va/en/pope/news/2025-05/biography-of-robert-francis-prevost-pope-leo-xiv.html.

[2]https://4a020198-a67a-4b44a7350b636b58eecf.filesusr.com/ugd/46dbdf_fb846a1ae7424a15941643874dc2013f.pdf

[3] https://edition.cnn.com/2025/03/05/politics/elon-musk-rogan-interview-empathy-doge/index.html.

[4] Yvonnick Donoël’in, Vatican Spies: From the Secord World War to Pope Francis adlı çalışması bu açıdan oldukça zengin malzeme içerir.

[5] https://www.newyorker.com/news/daily-comment/why-the-new-vatican-leaks-scandal-is-different.

[6] https://edition.cnn.com/2019/03/29/europe/vatican-sexual-abuse-minors-new-laws-intl.

[7] https://www.nytimes.com/2025/10/16/world/europe/vatican-sexual-abuse-report.html.

[8] https://www.vatican.va/content/leo-xiv/en/messages/urbi/documents/20250508-prima-benedizione-urbietorbi.html.

[9] https://www.vatican.va/content/leo-xiv/en/speeches/2025/may/documents/20250516-corpo-diplomatico.html.

[10]   https://www.youtube.com/watch?v=0bCBN2_EwEU&list=PLNEaoRy0GFQtcRiO6FmWlFOUuzVUc2hR1.

[11] https://fikirturu.com/jeo-politika/patrikhane-uzerinden-dini-soguk-savas/.

Hilmi Demir
Hilmi Demir
Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x