“PKK’nın bu kararı almaktan başka şansı yoktu”

Terörsüz Türkiye olarak adlandırılan süreçte yanıtını arayan pek çok soru var. Bu soruları konuyu en iyi bilen isimlerden biri olan Prof. Serhat Erkmen ile konuştuk. Bir dizi halinde planladığımız söyleşimizin ilk bölümünün sorusu, neden şimdi?

Hükümetin verdiği isimle ‘Terörsüz Türkiye’ süreci kamuoyunda farklı açılardan tartışılmaya devam ediyor.

Sürecin neden başladığı, hangi koşullarda devam ettiği ve edeceği, aktörleri ve bundan sonra ne olacağı bu tartışmaların odağındaki konulardan bazıları.

Türkiye uzun zamandan beri, gittikçe uluslararası boyutu ağırlık kazanan PKK sorunuyla meşgul. Bu nedenle, bu sorunun bitmeyeceği düşüncesi yerleşik bir kabul haline gelmişti.

Yıllardır devam eden, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan, Türkiye’yi milyarlarca dolar kayba uğratan PKK birkaç ay içinde silah bırakma noktasına gelince “neden şimdi” sorusu daha çok sorulmaya başlandı.

Biz de bu soruyu ve sürecin farklı yönlerini, konuyu en iyi bilen, sahada sık sık çalışmalar yapan Prof. Dr. Serhat Erkmen’le konuştuk.

Prof. Erkmen’in editörlüğünde Nisan 2025’de Cambridge Scholar Publishing tarafından yayınlanan basılan An Anatomy of Terrorist Organization: Partiye Karkeren Kurdistan (PKK)  yani bir Terörist Örgütünün Anatomisi, Kürdistan İşçi partisi PKK kitabında PKK’nın kuruluşundan itibaren geçirdiği aşamalar ve uluslararası bağlantıları detaylı bir biçimde ele alınıyor.

Biz de Prof. Erkmen ile süreçte gelinen aşamayı önce en sıcak konudan, yani PKK neden silah bırakmayı kabul etti ve bu kararın sonuçları neler olabilir başlığından yola çıkarak değerlendirmeye başlayacağız.

Böylece bir seri halinde birçok soruya yanıt aramayı hedefliyoruz.

Terörsüz Türkiye olarak adlandırılan süreç başladığında PKK’nın Türkiye’deki durumu neydi?

1980’li yıllarda PKK ilk eylemlerini yapmaya başladıktan itibaren aslında dalgalı bir seyir izledi. Örgütün sistematik terör eylemlerinin başladığı ilk yıllarında çok yoğun bir eylem potansiyeli olduğu söylenemez.

1990’lı yıllar PKK için yeni bir aşama anlamına geliyordu. Fakat bu dönemde de PKK ideolojik, örgütsel ve eylemsel açıdan pek çok değişiklik yaşadı. Öcalan’ın yakalanması ve sonrasında Irak’ın işgalinden sonra PKK yeni dalgalanmalar yaşadı. 1990’ların sonunda örgüt önemli ölçüde güç kaybetti. Ancak 2000’lerin ortalarında ve daha sonra 2010’ların ortalarında örgütün kendisi açısından zirve yaptığı dönemler oldu.

Bir de örgütün zaman zaman kendi iç dinamiklerinden bazen karşılaştığı bölgesel baskıdan, bazen de uluslararası sistemdeki dönüşümden kaynaklanan sözde ateşkes dönemleri vardı. Bu dönemlerde de genel olarak eylem sayısında azalma görülüyordu.

Ama bütün bu süre zarfında PKK’nın taktiği aynıydı: Kırsal alandan başlayarak şiddeti şehirlere yayma, bu sayede de şehirlerde politik bir kuvvet kazanıp sonuçta “iktidarı değiştirmeye” ya da “belli bir coğrafi alanda iktidarı ele geçirmeye” çalışıyordu.  Bu strateji PKK’nın kurulduğu dönemden itibaren temel yöntemiydi. Kırsal alanda başarısız olunca şehre, şehirde başarısız olunca kıra, her ikisinde de başarısız olunca kendisine ait bir stratejiymiş gibi lanse ettiği “kıra dayalı şehir savaşı”na vurgu yapması, örgütün dalgalı bir seyir sahibi olmasına neden olmuştu.

Fakat 2021-2022 yılından itibaren PKK kurulduğu dönemden bu yana ilk kez Türkiye içinde eylem yapamaz durumuna gelmişti. Bunun da ötesinde üstlenme bölgelerinde yani güvenli alan olarak gördüğü Irak’ın kuzeyindeki dağlık arazide de hareket serbestliğini yitirmişti.

2021-2022 itibariyle başlayan eylem yapamazlık durumunun sebepleri neler? Oraya nasıl gelindi?

Son 2-2,5 yıllık zaman dilimini PKK’nın terör eylemi üretme kapasitesi açısından değerlendirdiğiniz zaman şunları söylemek mümkün: PKK, istisnai birkaç eylem dışında Türkiye içerisinde kırsal alanda veya şehir merkezlerinde eylem yapamaz hale gelmişti yani büyük ölçekte bir askerî yenilgiye uğramıştı.

Örgüt yenilgisi tek bir faktörle açıklanabilecek bir şey değil. Birkaç nedenle bu kabiliyeti yitirmişti.

Öncelikle, güvenlik güçleri özellikle SİHA, İHA kullanmaya başladığı için teknolojik üstünlüğü ele almıştı.

İkincisi, TSK sınır ötesi harekatlarla kurduğu kalıcı üstlenme bölgeleri sayesinde, örgütü kendi geri üslenme bölgesinde neredeyse kilitlemişti.

Üçüncüsü, örgüt eleman temin edemez hale gelmişti. Özellikle Hendek operasyonları sırasında örgütün kendi hitap ettiği kitleyi kaybetmesi, eleman teminin büyük ölçüde azalmasına neden oldu.

Son olarak, temin ettiği az sayıda elemanı Türkiye’de ya da Irak’ta değil de Suriye’de kullanır hale gelmişti. Çok basit bir denklem kurayım size, herhangi bir örgütün bir yılda kaybettiği militan sayısı, o yıl içerisinde kazandığı militan sayısından fazlaysa nihayetinde o örgüt insan potansiyelini yitirir.

Birtakım eskiden gelen kadroları bulunuyor olmasına rağmen PKK, ideolojik olarak çok geçmişte kalmış bir yapıya dönüştü. Bütün bunlara ilave olarak güvenlik güçleri, örgütün finans kaynaklarını eğitim ve yaralı tedavisi imkanlarını, dinlenme alanlarını da baskı altında tutup, oradaki hareketlerini de ortadan kaldırınca, örgüt askerî olarak köşeye sıkıştı.

Bir de şunu unutmamak gerekiyor, PKK, 2010’lu yılların ortalarında almış olduğu kararla, bu tür terör örgütlerinde nadiren görülen bir şey yaptı; Daha iyi bildiği ve odaklandığı alanda çatışmak yerine, kendisini güçlü gördüğü ve fırsattan istifade etmeyi planladığı için, eylem alanını ve örgütlenme alanını genişletme yolunu seçti. Yıllarca Türkiye’de örgütlenen ve terör yapan, bunu yapabilmek için de Irak’ta geri üstlenmesini yapan örgüt elde ettiği birikimi Suriye’ye de yaymak istedi.

Aslında 2011 Ağustos’undan itibaren yoğunlaşan şey buydu. Fakat kurduğu bu düzeni kendisi de yönetemedi.

Suriye’de yayılma çabasına ve neden olmadığına biraz detaylı bakalım mı?

Belirli bir süre, özellikle başlangıçta Suriye’deki PYD’yi tek başına kontrol altında tutabilecek kadar etki sahibiydi. Fakat 2014 sonlarından itibaren ABD’nin , çok daha açık ve somut bir şekilde devreye girmesiyle birlikte, PYD’de PKK’nın merkezinde olduğu, ancak başkalaşım geçiren bir örgütlenme yapısı ortaya çıktı.

Zamanla Kandil ile PYD kontrolündeki bölgenin merkezi konumundaki Kamışlı arasında bir yol ayrımına gelindi.  Kandil’de örgütlenen merkezi liderliğin gücü Türkiye-İran-Irak sınırından başlayıp, Suriye içinde Fırat nehrinin batısına kadar uzanan geniş bir coğrafyada, sürekli ve fiziki bir alanı tutmaya yetmedi. Aslında ABD gibi büyük bir kaynak ayırabilecek bir devlet buraya girdiği için, PKK’nın Kandil’deki ekibi Suriye’deki üstünlüğünü de yavaş yavaş yitirmeye başladı. Dolayısıyla aşırı genişlemesi, daha sonra Kandil’in zayıflamasının nedenlerinden birisi oldu.

2017’e gelindiğinde PKK Irak ve Türkiye’de yıllardır sürdürdüğü politik söyleme destek olabilecek bir askerî etkinliği yürütebilir olmaktan zaten çıkmıştı. Fakat başkalaşım geçiren ancak özünü koruyan, yani bugünkü PKK ile aynı özelliklere sahip olmasa da belki de onun birtakım kongrelerinde, örgütsel dökümanlarında yazan metinleri uygulamaya geçirdiği yer olan Suriye’deyse, bundan farklı bir durum vardı. Çünkü orada militan sayısı olarak tarihte ulaşmadığı bir miktara ulaştı.

Özellikle 2011 ile 2015 arasındaki dönemde PKK’nın tamamıyla büyük ölçüde domine ettiği, Suriyelilerden militan devşirdiği, ancak örgütün kararlarının, yönetiminin, hareket tarzının, büyük ölçüde PKK’nın merkezi kadrosu tarafından, yani Kandil’deki liderlik tarafından belirlendiği bir örgüt vardı karşımızda. Fakat ABD’nin devreye girmesiyle PYD’den Suriye Demokratik Güçleri (SDG) dedikleri şeye dönüşüm gerçekleşti. Bu dönüşüm bazı yönleriyle gerçekti, bazı yerleriyle de illüzyondu.

Neydi illüzyon olan kısım?

İllüzyon olan tarafı, “Biz PKK değiliz” demesiydi. Kimse kusura bakmasın ama bu şey PKK’ydı. İçinde PKK’yı barındırıyordu. Lideri, ideolojisi, karar verme organlarındaki örgüt militanlarının büyük bir kısmı, hedefleri, saldırı biçimleri, kullandığı silah, araç, gereçler, bal gibi de PKK’ydı.

Fakat sonrasındaki süreçte, özellikle 2018-2019’dan itibaren, ABD ile olan ilişkileri öyle bir hale geldi ki, onun isteği ve desteğiyle normalde gidemeyeceği yerlere ulaşmaya başladı. Onun öncesindeki PKK, yani 2015-2016’daki PKK, Suriye’nin kuzeyinde Kürtleri birleştirmeye çalışıyordu. “Afrin’i, Ayn-el Arab’ı alalım, araya Minbiç’i koyalım, Türkiye-Suriye sınırı boyunca koridor oluşturalım” hedefi buydu. Sonra, o örgüt, bir baktınız hiçbir Kürt’ün yaşamadığı Deyrizor, Rakka gibi bölgelere gitti. Önceliği bu muydu? Değildi.

Peki, PYD neden Kürtlerin olmadığı bölgelere gitti?

İki nedeni vardı. Birincisi, petrol kaynakları, elbette. Petrol PYD’ye finansal bir destek sağlayacaktı. Ama daha da önemlisi, onu uluslararası alanda anlamlı ve meşhur kılan, hareket alanı sağlayan, IŞİD’le mücadele hikayesinin yaratıcısı, destekleyicisi, onu bu anlamda asıl olarak kullanan ABD öyle istediği için o bölgelere gitti. Böylece oralara giderken Afrin’i kaybetti, Fırat’ın batısındaki varlığını çok büyük ölçekle kaybetti veya Esad rejimin kanatları altına sığınmak zorunda kaldı.

Peki bu neye sebep oldu örgütün içinde?

İlk olarak bildiğimiz denklemi hatırlatayım. PYD eşittir PKK. Uzun süre ben dahil konu izleyenlerin çok büyük çoğunluğu aynı şeyi söyledi. Bence, bugün de PKK eşittir büyük ölçüde PYD.

Ama SDG dediğimiz şeyin içerisine isteyerek ya da istemeyerek, Arapları dahil etmek zorunda kalınca, genel anlamda kontrol ettiği silahlı grubun içerisindeki bileşenlerin sayısı ve oranları değişti.

İkincisi, örgütün içinde Kandil’in yeni kaynakların ne kadarına hâkim olacağı konusunda içeride bir güç mücadelesi başladı.

Üçüncüsü, PYD içindeki eski kuşak PKK kanadının ABD ile öyle aşırı yakın filan bir ilişkileri yoktu. Bunlar Rusya’yla, Eski Suriye Hükümeti ile yani Esad ile, İran’la kuvvetli ilişkilere sahipti. Dolayısıyla 2019’daki tartışmalarına baktığımız zaman, Cemil Bayık’tı  galiba, “nereden çıktı bu petrolün sizin tarafınızdan kullanılacağı, petrol bütün Suriye halkınındır, bizim de bundan haberimiz yok” gibilerinden bir şeyler söylediğinde, onun söylemi Şam-Moskova eksenini yansıtıyordu.

PYD-SDG’ye bu süreçte ne oldu?

SDG denilen şey, öncelikle, sayı olarak arttı. PKK’nın tarihinde görmediği rakamlara ulaştı. İç güvenlik, yani polis gibi kurduğu bir teşkilatı oldu. Silahlı militan kadrosu ve bir takım yerel sınır unsurları vs eklediğinizde, bir ara 80-90-100 bin kişilik bir güce çıktı. Bu PKK’nın örgüt ömrü boyunca görmediği miktarda insan demek.

Ama SDG’nin ne kadarı PYD’liydi? Belki %40’ı. Komutanları PYD’den gelmek kaydıyla pek çoğu Arap militanlardı. Haklı olarak insanların aklında soru şöyle bir ifade beliriyor: tamam onu anladık, zaten biliyoruz. Araplarla birleştiler, sayıları çoğaldı. SDG ile PKK ayrı şeyler mi?

Biz de soralım, SDG ve PKK ayrı şeyler mi?

2011-2012’de yani PKK Suriye’de yeniden örgütlenip YPG’yi kurarken, militanların çok büyük bir kısmı Irak’tan ve Türkiye’den gidenlerden oluşuyordu ama zaman içerisinde bunların sayısı diğerlerine göre azaldı. Çünkü Türkiye ve Irak’tan militan akışı sınırlı kaldı. Ancak Suriye toprakları içerisinden örgüte katılımlar artmaya başladı. Dolayısıyla bir süre sonra Suriyeli PYD’li ya da YPG’li sayısı, diğer ülkelerden gelenlerden daha fazla hale gelmeye başladı. Kafamız karışmasın diye bir başka şekilde söyleyeyim. Örgüte Türkiye ve Irak’tan pekçok orta ve üst düzey militan katıldı fakat toplam sayı içinde azınlığa düştüler. PYD içerisinde orta üst ve en üst kademe diyebileceğimiz militanların önemli bir kısmının daha önce Türkiye’ye ve Irak’a gittiğini veya Suriye vatandaşı bile olsa daha önce Kandile gidip geri dönenlerden oluştuğunu görürsünüz.

Başlangıçta durum böyle olsa da zaman içinde PYD ve YPG kendi yeni militanlarını üretti, özellikle de Afrin ve Ayn El Arap’tan. Böylece aslında SDG dediğimiz şey, ekseriyeti Suriyelilerden oluşmakla birlikte, içi çok katmanlı; bildiğimiz klasik PKK’nın başlangıçta çok büyük bir ağırlığı oluşturduğu, daha sonra birtakım kilit noktaları tutarak varlığını devam ettirdiği bir organizasyona dönüştü.

Yani 2015 öncesi PYD ile 2015 sonrası PYD arasında çok temel bir fark var. 2011-2012 yıllarında Suriye rejimi, Suriye’nin kuzeyinden çekilip de o bölgeleri PKK’ya bıraktığında kendisiyle anlaşabilecek bir yapıya bırakarak çekilmişti, akıllarındaki yaklaşım şuydu: “Zaten bu örgütün Rusya’yla, İran’la ilişkileri var, bir gün bir şey yapabiliriz.” Ama 2015’ten itibaren Amerikalılarla PYD yeni özel bir ilişki geliştirmeye başlayınca Suriye Hükümeti daha önce yaptığına pişman oldu. Sonrasında ne zaman Amerikalılarla PYD’nin arası açılsa, PYD kalkıp Suriye Hükümeti’ne yanaşmaya çalışmıştı. Hatırlayın, geçen sene tam da bu vakit, Türkiye’nin yapacağı bir askerî operasyondan kurtulmak için “Biz Şam’ı da kabul ederiz, onlarla anlaşma da yaparız” gibi açıklamalar geliyordu. Pragmatik, hatta fırsatçı davranmaya çalışıyordu. Çünkü o dönemde ABD’nin Irak’tan, Suriye’den çekilmesiyle ilişkin bir planlama vardı. Ama Suriye’de iktidar değişimi olup da, Suriye’deki yeni iktidar yüzünü tamamen Batı’ya, sırtını da tamamen Rusya ve İran’a dönünce, o zaman Suriye’deki yeni hükümet ile PYD arasında ortak bir nokta ortaya çıktı: Her ikisi de Batı ile iyi ilişkiler kurmaya hem meyilli, hem gönüllü, hem de zaten bu ilişkileri taşıyorlar.

İşte Trump ile Şara 14 Mayıs’ta bir araya geldi, şaşırdık mı? Hayır. Çünkü orada da bir değişim oldu.

Tabii PKK da tüm bu süreçten de etkilendi.

Bütün bu dönüşümlerin PKK üzerinde etki yaratmamış olması zaten düşünülemez. PKK, Türkiye’de eylem gücünü büyük ölçekte yitirmiş, militan devşirmede güçlük çeken, Irak’ın kuzeyinde belli bir alana tıkılıp kalmıştı. Suriye’deki etkinliğini, örgüt içinden çıkan ama yeni bir fikri olan, yeni bir ekibe kaptırmış durumda. Yani PYD’nin lideri Mazlum Abdi ve ekibi yeni bir liderlik iddiasında. PKK’nın dağdaki teröristlerinin ya da elebaşlarının hayal bile edemeyeceği insanlarla görüşüyor. Toplantılara katılıyor, Trump’ın yemin törenine davet edildi. Dolayısıyla PKK geldiği noktada, “Ben bunu kabul etmiyorum” dediği anda başına gelecek şey tamamen yok olmaktı. Bugün PKK örgütsel olarak yok olmuş olabilir ama fesih kararıyla PKK’lılara yaşam hakkı tanındı.

En üst düzey liderlerinin üçüncü ülkelere gidebilmesi, bir takım örgüt militanlarının etkin pişmanlıktan ya da benzeri şeylerden yararlanmak suretiyle cezalarını çektikten sonra, göreli olarak daha erken çıkması ilişkin düzenlemelerin yapılabilmesi gibi çok teknik konuları konuşuyor. Ben bunlara hiç girmek istemiyorum. Çünkü onlar bambaşka şeyler. Benim ilgilendiğim şey o kısmı değil. Benim ilgilendiğim, PKK neden evet dedi? Yanıtları basitleştireyim.

Birincisi, kült olarak gördüğü lider bu yönde bir karar aldı.

İkincisi, zaten köşeye sıkışmıştı. Bunun neticesinde eğer PKK, Öcalan’ın çağrısına direnmiş olsaydı, muhtemelen kısa bir süre sonra en son kongrede konuşan bazı isimlerin birtakım operasyonlarda öldürüldükleri haberi gelecekti.

Dolayısıyla bence bu fesih kararı demokratikleşmeye ve barışa katkı sunmak için bir istekle falan yapılmış değil. PKK, Öcalan’ın çağrısını kabul etmek durumunda kaldı.

Fesih kararının açıklandığı toplantıda bazı ifadeler, zafer havası, Lozan göndermeleri vs çok tepki topladı, eleştirildi. Burada kullanılan ifadeler birer mesaj mı? Mesajsa ne denmek isteniyor?

Dünyadaki bütün terör örgütleri böyle yapardı. “Ben kaybettim, yenildim, ah özür dilerim” demez hiçbir örgüt. Böyle bir özeleştiri yapmaz. “Ben politik iddiamda başarılı oldum, ondan da bu kararı alıyorum” der. Bir nevi, “Sen beni kovamazsın, ben istifa ettim.” durumu…

Peki, PKK’yı da bu sürece getiren genel konjonktüre de bakalım mı? Ne oldu? Ne değişti?

Uluslararası sistemde veya bölgesel alt sistemlerde bir değişiklik olduğunda, bu hem o bölgede bulunan devletleri hem devlet dışı aktörleri de etkiliyor. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali Ortadoğu’da bazı devletleri, terör örgütlerini ve diğer devlet dışı aktörleri etkiledi, yeni dinamikler yarattı. Arap Baharı da aynı şekilde… Şimdi de yine bir değişim sürecindeyiz. Bunun başlangıcı ise Suriye’deki iktidar değişikliği değil, 7 Ekim 2023.

Bu tarih, pek çok devlet dışı silahlı aktörü ve terör örgütünü kökten etkiledi. Bugün PKK silah bıraktı, yok oluyor, eskisi gibi değil. Hizbullah da eskisi gibi değil. Hamas da eskisi gibi değil. Muhtemelen Irak Devleti içerisinde kümelenmiş olan Haşdi Şabi de eskisi gibi olmayacak. Tüm bu silahlı unsurlar dönüştüler ve değişiyorlar. Dolayısıyla bütün bunlardan bağımsız sadece bir aktöre bakarak olayı anlamaya çalışırsak, bu bizi sadece yerel dinamiklerle sınırlı tutabilir. PKK’nın fesih kararı, iç politika tartışmalarının ötesinde daha geniş bir dönüşümün bir parçası.

Daha önce de yazdığım gibi Irak’taki PKK’yı tasfiye, Suriye’de 2.0. Yani bu dönemde ayakta kalabilecek olan diğer aktörler de birtakım dönüşümlerden geçmek durumunda kalıyorlar. Bu dönüşüme uyum sağlayamayanlar da gidiyorlar. Bu kadar basit. Bu ölçekte PKK’daki dönüşümü de bu şekilde anlamamız gerekiyor.

Türkiye “PKK’nın bütün uzantılarının silah bırakmasını istiyoruz” diyor. PYD ise hiç üstüne alınmıyor. PYD-YPG sürece nasıl bakıyor?

Onların şu anki yaklaşımları, “Biz bu işten nasıl kurtarırız” şeklinde… Onun yolunu arıyorlar. ABD şu anda Suriye’den tamamen çekilmiyor, gücünü azaltıyor, belli bölgelere odaklanıyor. Varlığını bir süre daha korumaya devam edecek. Bu durum PYD de dahil olmak üzere Suriye’deki bütün aktörlerin dengelerini değiştirdi. Yeni bir alan kapma yarışına girildi. Bu yeni alan kapma yarışı içerisinde PYD, sanki süreç onu hiç bağlamıyormuş gibi davranabilir. Onun kendi bileceği bir iş.

Ama Türkiye’nin bu süreç başladığı dönemden itibaren yani 2024’ün ekim ayından itibaren söylediği şey, PKK’nın bütün kolları ile birlikte silah bırakması. Bütün kollarının içerisine, elbette KCK yapılanması içerisinde bulunduğu için PYD’nin de dahil olması gerekiyor. Ama PYD diyor ki “Ben zaten SDG’yim ki KCK’nın içerisinde SDG diye bir şey de yok. Dolayısıyla bu beni bağlamıyor. Bu Türkiye’de yaşanan bir demokratikleşme sürecidir. Bizi ilgilendiren bir husus değildir.”

Kandil’dekiler bu konuda PYD’ye etki edebilir mi?

“Kandil’dekiler onlara söylesin” diyenler var. Öyle bir güçleri, etkileri, yetkileri ve böyle bir şeyi uygulatma becerileri yok. Zaten bir süredir bir şey söyleyebilecekleri bir durum yok.

Dolayısıyla bundan sonrası örgütün arkaikleşmiş kanadının bu kararı almasının neticesinde Terörsüz Türkiye sürecine, PKK’nın Suriye’deki kuzeninin ya da kardeş organizasyonunun dahil olmasını yönetmek, izlemek, bunu ona mecbur etmek öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin işi. Fakat bu sorumluluk tek başına Türkiye’ye yıkılamaz. PYD hangi ülke topraklarında bulunuyorsa ve ona kim doğrudan destek sağlıyorsa bu devletlerin de doğrudan sürece katkıda bulunması gerekiyor.

Avrupa Birliği’nin, ABD’nin de “Türkiye’deki süreci destekliyoruz” gibi boş laflar yerine Türkiye’nin hem güvenlik endişelerini gidermesi hem de gerçek anlamda PKK kaynaklı terörizmin sona erdirilebilmesi için, PYD’yi silah bırakmaya ikna etmesi lazım. Örgüt Suriye’de topraklarındaysa, Suriye’deki hükümetin de, PKK’nın Suriye’deki kanadının da benzer bir yolu izlemesi için en azından bir tutum geliştirmesi gerekiyor. Yıllarca Irak hükümetine PKK’yla mücadele konusunda bize destek olmalısın, git o örgütü ortadan kaldır; sen yapamazsan biz yaparız demedik mi? Konu Suriye olunca neden farklı olsun?

Aksi taktirde geldiğimiz noktada olacak şey şu: Irak’ta üstlenen ama Türkiye’de faaliyet gösterdiğini bildiğimiz PKK, kendini fesih etmiş olacak, silahları bırakma kararı alacak. Ama örgütün Suriye’deki yapısı bu süre zarfında ademi merkeziyetçilik kelimesinin ya da kavramının arkasına sığınarak Suriye’de federal bir bölge kurmuş olacak.

“Suriye bağımsız, egemen bir devlet, ne isterlerse onu yapabilirler” söylemine tamam deyip PYD’nin bu sürece dahil olmamasına ses çıkarmazsak, bu konuyla ilgili güçlü bir tutum geliştirmezsek, 5 sene sonra ya ikinci PKK’yı sınırımızda buluruz ya da başka yöntemlerle çözmek zorunda kalırız bu işi.

Yani Kuzey Irak’taki gibi bir yapı mı kurulacak Suriye’de?

Her ne kadar bölge ülkeleri, Suriye Devleti’nin kendisi, Suriye’yle ilgilenen herkes Suriye’de federalizme karşı olduğunu, Suriye’nin toprak bütünlüğünün, siyasal birliğinin korunması gerektiğini söylüyor olsa da, Suriye’de şu anda sahada işleyen süreç, birden çok merkez kaç gücün, yani ademi merkeziyetçi yapının belirginleşmeye başlaması.

Bunlardan bir tanesi Dürzi bölgesinde, diğeri de kuzeyde PYD’nin kontrol ettiği bölgede… “Suriye’de federal bir yapı kesinlikle kurulacaktır” cümlesini kuramam. Ama mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde, Suriye’deki yapı nihayetinde, adına özerklik mi derler, federal mi derler, başka bir isim mi uydururlar, bilemeyiz ama şu anda oraya doğru evriliyor.

Ve sadece Suriye’nin kuzeydoğusuyla sınırlı bir şeyden de bahsetmiyoruz burada. Suriye’de genelde bu merkezkaç eğilim kuvvetleniyor.

Bir yandan da mart ayında yeni Şam yönetimi ile SDG anlaştı, Suriye ordusuna katılacağı açıklandı. Nasıl olacağı muamma ama…

O anlaşma yapıldı ama, o anlaşmanın akabinde başka anlaşmalar da yapıldı. Bu anlaşmalardan sonra bu sözde Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi Birliği’nin dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmet, “Bu anlaşmalar Suriye’de ademi merkeziyetçiliği güçlendirmek ve ona uygun olarak yürütmek için yapılmıştır” diyor ısrarla. Bundan hiç vazgeçmediler. 26 Nisan’da Kamışlı’da toplanan konferansın sonuç metnine bakarsanız, orada da ademi merkeziyetçi, çoğulcu, federal bir Suriye’den bahsedildiğini görürsünüz. Buna ulaşabilir, ulaşamaz… O biraz aslında bölge ülkelerinin ve Suriye hükümetinin tutumlarıyla belirginleşecek. Irak’takine benzer federal bir bölge Suriye’de de olacak mı sorusunun yanıtı, basit bir tabirle, eğer mevcut eğilim devam edecek olursa birkaç sene sonra oraya varacağıdır.

Peki, PYD şu anki haliyle Türkiye’ye 1 ile 10 üzerinden ne kadar tehdit?

PKK’nın ideolojisini yaşatması ve bu yaşattığı ideolojiyi Türkiye topraklarına yönelik sürdürüyor olması nedeniyle 1 ile 10 üzerinden 10 tehdit.

Mevcut silahlı kapasitesi, kontrol ettiği bölgenin büyüklüğü ve bunun PYD’ye sağlamış olduğu güç açısından baktığınız zaman 10 üzerinden 1 ya da 2.

Suriye’de bir istikrarsızlığa neden olabilmesi ve Suriye’de merkezi yapının zayıflayabilmesi gibi faktörler açısından değerlendirdiğinizde 10 üzerinden 8-9 tehdit.

Birinci maddede belki biraz da abartılı bir şekilde 10 dememin arkasında şöyle bir düşünce yatıyor.

Irak’ta 1946’dan itibaren devam eden 2005’te federalizme dönüşmüş bir  yapı var. Yani oradaki yapı büyük ölçüde kendi içine dönük ve Irak’a dair bir vizyona sahipti. Ulaşabileceği azami hedef Irak’tan bağımsız olmaktı. Bunu denedi, ciddi başarısızlık yaşadı ve uzun bir süreliğine söndü. Irak’ın geri kalanında bir parçalanma yaşanmazsa Iraklı Kürtlerin Irak’ın toprak bütünlüğüne karşı bir faktör olabilme kapasitesi kısa ve orta vadede çöktü.

Suriye’de ise 2012’den, 2013’ten itibaren silah kullanma eğilimine girmiş, aldığı dış destekle birlikte kendi bölgesini oluşturmuş, kontrol eden bir yapı var. Henüz federalizme ya da en azından bizim kabul ettiğimiz adı konulmuş bir sisteme ya da Suriye Hükümeti’nin kabul ettiği bir adı konulmuş sisteme ulaşmadı. Ama kendilerine özerk yönetim vs diyorlar. Irak’ın tersine şu anda Suriye’de son derece canlı bir süreç yaşanıyor.

“PKK’nın silah bırakması bütün Orta Doğu’ya barış getirecek” deniyor. Eğer gerçekten vizyon buysa o zaman PYD de Suriye’nin kuzeydoğusunda kurduğu Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni de ilga etsin, Suriye’ye de barış gelsin. Fakat bu gündeme dahi gelmiyor.

PKK, Irak gibi sönmeye yüz tutmuş ve üzerinde duman tüten bir ateşin bulunduğu yerde silah bırakıyor; oysa Suriye’de ateş halen canlı. Bırakın küllenmeyi, halen yanıyor. Şimdi siz bununla yani Suriye’deki PYD devletçiği ile yan yana yaşarken Türkiye içindeki benzer talepleri ve siyasal dinamikleri tamamen kontrol edebileceğinize inanıyor musunuz? Bu sizi aslında dışarıdan etkiye daha açık hale getirebilecek bir hale getirir.

Elbette bunlar kısa sürede olacak şeyler değil. Yani bugünden yarına Suriye’de merkezi hükümet çöküp de PYD ayrı bir bölge kurabilecek durumda değil. fakat Suriye’de ademi merkeziyetçi eğilim halen çok güçlü. Suriye hükümeti bu eğilimin kontrol altında tutabilecek mi belli değil. Umarım tutabilir ve Suriye’nin birliği korunur. Ancak orta vadede bu konuyu birkaç kez daha tartışacağımız gelişmeler yaşanabilir. Kısa vadede sorun başka yerde patlak verecek.

Ortadoğu’da yakın geleceğin hızlı gündem maddesi İran’ın Irak’taki varlığı olacak. İran’ın Irak’taki varlığının gündeme gelmesiyle başlayacak karmaşanın şu anda tasfiye edildiği veya silah bıraktığı söylenilen kişilerin ve grupların en azından bir kısmına yeni bir kapı açacağına inanıyorum.

PYD olan bitene bakıp ne diyor sizce?

Artık bizi PKK ile eşleştirip uluslararası alanda terör bağlantılı gösterecek bir gerekçe kalmadı. Dolayısıyla biz dünyayla ilişkimizi çok daha rahat kurup, burada koyduğumuz politik hedeflere daha rahat ulaşacağız diye düşünüyorlar. Ve bu sürecin onları hiç bağlamadığını düşünüyorlar.

Hatta, bence Mazlum Abdi ve ekibi, Türkiye’den PYD’ye katılan ve suça karışması nedeniyle hakkında tutuklama, yakalama vesaire kararı olan militanların önemli bir kısmına “güle güle” demeye hazır. O denli pragmatik bir ekiple karşı karşıyayız. Yani mesaj şu: “Siz de bu süreçte gidin, o silah bırakanlara dahil olun. Bizi de denklemden çıkarın, özgürleştirin”

Yani dönüşüm geçirmiş YPG, içinden çıktığı ama sizin deyiminizle arkaik kalmış  PKK’ya “hadi oradan” mı diyor? Şahit olduğumuz süreç bu mu?

2020 yılının kasım ayında, 4,5 önce yazdığım yazının başlığı şuydu: ABD’nin planı: Irak’ta PKK’yı devre dışı bırakmak, Suriye’de PKK 2.0’ı yaratmak.

Örgüt dönüşmeye hazırdı çünkü kendi kaynağını kontrol ediyor. Kendi argümanını oluşturdu. Kendi örgütsel yapısını kurdu. Kendi dış dünya bağlantıları var. Washington’a gidiyorlar. Yani hayal edebilir miydi Kandil ekibinden herhangi biri bunu…

Peki, Türkiye’ye “Suriye’deki askerlerine de çek” baskısı başlar mı, ne zaman başlar?

Türkiye’nin Suriye’deki fiziki varlığı askerî varlığı ile sınırlı değil. Biliyorsunuz Türkiye 2017’den beri Suriye’nin kuzeyinde terörden arındırılan bölgelerde eğitim, sağlık, yerel güvenlik, altyapı hizmetleri başta pek çok alanda doğrudan ve fiziki katkı sunuyor. Bence yakın zamanda Türkiye’nin Suriye’deki fiziki varlığının kademeli olarak azalacağı ve nihayetinde sona ereceği, askeri varlığının ise bir süre daha devam edeceği bir süreçle karşı karşıya kalacağız.

Tam aksi beklenmiyor mu? Yeniden yapılanacak, inşa edilecek Suriye’de Türkiye çok etkin olmayacak mı?

Türkiye’nin orada eğitim ve sağlık kurumları, posta teşkilatı, yerel kolluk kuvvetlerine yönelik programları, daha bir sürü şeyi var. Bunlar belli bir dönemin gerektirdiği koşullarda ortaya çıkmıştı. Sanırım koşulların değiştiğini düşünenlerin sayısı çoğaldı. Bu nedenle o fiziki varlık biçim değiştirebilir. Bu durum Türkiye’nin etkin olmayacağı anlamına gelmiyor. Elektrik, sağlanması, alt yapı tamiratı ve karşılıklı ticaretin artacağı açık. Hatta savaşın neden olduğu yıkımın tamiratı için Türkiye Suriye’de daha fazla rol oynayacak. Ancak benim bahsettiğim bu değil.

Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığının devamı sadece PKK-PYD’ye yönelik bir tehdit algılamasından kaynaklanan bir varlık olmayabilir. Bunun dışında yeni tanımlamalarla, merkezi hükümetle ikili anlaşmalarla genişletilebilir.

Terörle mücadele nosyonunun içeriği değişecek, bir miktar değişecek, bir miktar genişleyecek şekilde devam edebilir. Bunun devam edeceğini düşünüyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

“PKK’nın bu kararı almaktan başka şansı yoktu”

Terörsüz Türkiye olarak adlandırılan süreçte yanıtını arayan pek çok soru var. Bu soruları konuyu en iyi bilen isimlerden biri olan Prof. Serhat Erkmen ile konuştuk. Bir dizi halinde planladığımız söyleşimizin ilk bölümünün sorusu, neden şimdi?

Hükümetin verdiği isimle ‘Terörsüz Türkiye’ süreci kamuoyunda farklı açılardan tartışılmaya devam ediyor.

Sürecin neden başladığı, hangi koşullarda devam ettiği ve edeceği, aktörleri ve bundan sonra ne olacağı bu tartışmaların odağındaki konulardan bazıları.

Türkiye uzun zamandan beri, gittikçe uluslararası boyutu ağırlık kazanan PKK sorunuyla meşgul. Bu nedenle, bu sorunun bitmeyeceği düşüncesi yerleşik bir kabul haline gelmişti.

Yıllardır devam eden, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan, Türkiye’yi milyarlarca dolar kayba uğratan PKK birkaç ay içinde silah bırakma noktasına gelince “neden şimdi” sorusu daha çok sorulmaya başlandı.

Biz de bu soruyu ve sürecin farklı yönlerini, konuyu en iyi bilen, sahada sık sık çalışmalar yapan Prof. Dr. Serhat Erkmen’le konuştuk.

Prof. Erkmen’in editörlüğünde Nisan 2025’de Cambridge Scholar Publishing tarafından yayınlanan basılan An Anatomy of Terrorist Organization: Partiye Karkeren Kurdistan (PKK)  yani bir Terörist Örgütünün Anatomisi, Kürdistan İşçi partisi PKK kitabında PKK’nın kuruluşundan itibaren geçirdiği aşamalar ve uluslararası bağlantıları detaylı bir biçimde ele alınıyor.

Biz de Prof. Erkmen ile süreçte gelinen aşamayı önce en sıcak konudan, yani PKK neden silah bırakmayı kabul etti ve bu kararın sonuçları neler olabilir başlığından yola çıkarak değerlendirmeye başlayacağız.

Böylece bir seri halinde birçok soruya yanıt aramayı hedefliyoruz.

Terörsüz Türkiye olarak adlandırılan süreç başladığında PKK’nın Türkiye’deki durumu neydi?

1980’li yıllarda PKK ilk eylemlerini yapmaya başladıktan itibaren aslında dalgalı bir seyir izledi. Örgütün sistematik terör eylemlerinin başladığı ilk yıllarında çok yoğun bir eylem potansiyeli olduğu söylenemez.

1990’lı yıllar PKK için yeni bir aşama anlamına geliyordu. Fakat bu dönemde de PKK ideolojik, örgütsel ve eylemsel açıdan pek çok değişiklik yaşadı. Öcalan’ın yakalanması ve sonrasında Irak’ın işgalinden sonra PKK yeni dalgalanmalar yaşadı. 1990’ların sonunda örgüt önemli ölçüde güç kaybetti. Ancak 2000’lerin ortalarında ve daha sonra 2010’ların ortalarında örgütün kendisi açısından zirve yaptığı dönemler oldu.

Bir de örgütün zaman zaman kendi iç dinamiklerinden bazen karşılaştığı bölgesel baskıdan, bazen de uluslararası sistemdeki dönüşümden kaynaklanan sözde ateşkes dönemleri vardı. Bu dönemlerde de genel olarak eylem sayısında azalma görülüyordu.

Ama bütün bu süre zarfında PKK’nın taktiği aynıydı: Kırsal alandan başlayarak şiddeti şehirlere yayma, bu sayede de şehirlerde politik bir kuvvet kazanıp sonuçta “iktidarı değiştirmeye” ya da “belli bir coğrafi alanda iktidarı ele geçirmeye” çalışıyordu.  Bu strateji PKK’nın kurulduğu dönemden itibaren temel yöntemiydi. Kırsal alanda başarısız olunca şehre, şehirde başarısız olunca kıra, her ikisinde de başarısız olunca kendisine ait bir stratejiymiş gibi lanse ettiği “kıra dayalı şehir savaşı”na vurgu yapması, örgütün dalgalı bir seyir sahibi olmasına neden olmuştu.

Fakat 2021-2022 yılından itibaren PKK kurulduğu dönemden bu yana ilk kez Türkiye içinde eylem yapamaz durumuna gelmişti. Bunun da ötesinde üstlenme bölgelerinde yani güvenli alan olarak gördüğü Irak’ın kuzeyindeki dağlık arazide de hareket serbestliğini yitirmişti.

2021-2022 itibariyle başlayan eylem yapamazlık durumunun sebepleri neler? Oraya nasıl gelindi?

Son 2-2,5 yıllık zaman dilimini PKK’nın terör eylemi üretme kapasitesi açısından değerlendirdiğiniz zaman şunları söylemek mümkün: PKK, istisnai birkaç eylem dışında Türkiye içerisinde kırsal alanda veya şehir merkezlerinde eylem yapamaz hale gelmişti yani büyük ölçekte bir askerî yenilgiye uğramıştı.

Örgüt yenilgisi tek bir faktörle açıklanabilecek bir şey değil. Birkaç nedenle bu kabiliyeti yitirmişti.

Öncelikle, güvenlik güçleri özellikle SİHA, İHA kullanmaya başladığı için teknolojik üstünlüğü ele almıştı.

İkincisi, TSK sınır ötesi harekatlarla kurduğu kalıcı üstlenme bölgeleri sayesinde, örgütü kendi geri üslenme bölgesinde neredeyse kilitlemişti.

Üçüncüsü, örgüt eleman temin edemez hale gelmişti. Özellikle Hendek operasyonları sırasında örgütün kendi hitap ettiği kitleyi kaybetmesi, eleman teminin büyük ölçüde azalmasına neden oldu.

Son olarak, temin ettiği az sayıda elemanı Türkiye’de ya da Irak’ta değil de Suriye’de kullanır hale gelmişti. Çok basit bir denklem kurayım size, herhangi bir örgütün bir yılda kaybettiği militan sayısı, o yıl içerisinde kazandığı militan sayısından fazlaysa nihayetinde o örgüt insan potansiyelini yitirir.

Birtakım eskiden gelen kadroları bulunuyor olmasına rağmen PKK, ideolojik olarak çok geçmişte kalmış bir yapıya dönüştü. Bütün bunlara ilave olarak güvenlik güçleri, örgütün finans kaynaklarını eğitim ve yaralı tedavisi imkanlarını, dinlenme alanlarını da baskı altında tutup, oradaki hareketlerini de ortadan kaldırınca, örgüt askerî olarak köşeye sıkıştı.

Bir de şunu unutmamak gerekiyor, PKK, 2010’lu yılların ortalarında almış olduğu kararla, bu tür terör örgütlerinde nadiren görülen bir şey yaptı; Daha iyi bildiği ve odaklandığı alanda çatışmak yerine, kendisini güçlü gördüğü ve fırsattan istifade etmeyi planladığı için, eylem alanını ve örgütlenme alanını genişletme yolunu seçti. Yıllarca Türkiye’de örgütlenen ve terör yapan, bunu yapabilmek için de Irak’ta geri üstlenmesini yapan örgüt elde ettiği birikimi Suriye’ye de yaymak istedi.

Aslında 2011 Ağustos’undan itibaren yoğunlaşan şey buydu. Fakat kurduğu bu düzeni kendisi de yönetemedi.

Suriye’de yayılma çabasına ve neden olmadığına biraz detaylı bakalım mı?

Belirli bir süre, özellikle başlangıçta Suriye’deki PYD’yi tek başına kontrol altında tutabilecek kadar etki sahibiydi. Fakat 2014 sonlarından itibaren ABD’nin , çok daha açık ve somut bir şekilde devreye girmesiyle birlikte, PYD’de PKK’nın merkezinde olduğu, ancak başkalaşım geçiren bir örgütlenme yapısı ortaya çıktı.

Zamanla Kandil ile PYD kontrolündeki bölgenin merkezi konumundaki Kamışlı arasında bir yol ayrımına gelindi.  Kandil’de örgütlenen merkezi liderliğin gücü Türkiye-İran-Irak sınırından başlayıp, Suriye içinde Fırat nehrinin batısına kadar uzanan geniş bir coğrafyada, sürekli ve fiziki bir alanı tutmaya yetmedi. Aslında ABD gibi büyük bir kaynak ayırabilecek bir devlet buraya girdiği için, PKK’nın Kandil’deki ekibi Suriye’deki üstünlüğünü de yavaş yavaş yitirmeye başladı. Dolayısıyla aşırı genişlemesi, daha sonra Kandil’in zayıflamasının nedenlerinden birisi oldu.

2017’e gelindiğinde PKK Irak ve Türkiye’de yıllardır sürdürdüğü politik söyleme destek olabilecek bir askerî etkinliği yürütebilir olmaktan zaten çıkmıştı. Fakat başkalaşım geçiren ancak özünü koruyan, yani bugünkü PKK ile aynı özelliklere sahip olmasa da belki de onun birtakım kongrelerinde, örgütsel dökümanlarında yazan metinleri uygulamaya geçirdiği yer olan Suriye’deyse, bundan farklı bir durum vardı. Çünkü orada militan sayısı olarak tarihte ulaşmadığı bir miktara ulaştı.

Özellikle 2011 ile 2015 arasındaki dönemde PKK’nın tamamıyla büyük ölçüde domine ettiği, Suriyelilerden militan devşirdiği, ancak örgütün kararlarının, yönetiminin, hareket tarzının, büyük ölçüde PKK’nın merkezi kadrosu tarafından, yani Kandil’deki liderlik tarafından belirlendiği bir örgüt vardı karşımızda. Fakat ABD’nin devreye girmesiyle PYD’den Suriye Demokratik Güçleri (SDG) dedikleri şeye dönüşüm gerçekleşti. Bu dönüşüm bazı yönleriyle gerçekti, bazı yerleriyle de illüzyondu.

Neydi illüzyon olan kısım?

İllüzyon olan tarafı, “Biz PKK değiliz” demesiydi. Kimse kusura bakmasın ama bu şey PKK’ydı. İçinde PKK’yı barındırıyordu. Lideri, ideolojisi, karar verme organlarındaki örgüt militanlarının büyük bir kısmı, hedefleri, saldırı biçimleri, kullandığı silah, araç, gereçler, bal gibi de PKK’ydı.

Fakat sonrasındaki süreçte, özellikle 2018-2019’dan itibaren, ABD ile olan ilişkileri öyle bir hale geldi ki, onun isteği ve desteğiyle normalde gidemeyeceği yerlere ulaşmaya başladı. Onun öncesindeki PKK, yani 2015-2016’daki PKK, Suriye’nin kuzeyinde Kürtleri birleştirmeye çalışıyordu. “Afrin’i, Ayn-el Arab’ı alalım, araya Minbiç’i koyalım, Türkiye-Suriye sınırı boyunca koridor oluşturalım” hedefi buydu. Sonra, o örgüt, bir baktınız hiçbir Kürt’ün yaşamadığı Deyrizor, Rakka gibi bölgelere gitti. Önceliği bu muydu? Değildi.

Peki, PYD neden Kürtlerin olmadığı bölgelere gitti?

İki nedeni vardı. Birincisi, petrol kaynakları, elbette. Petrol PYD’ye finansal bir destek sağlayacaktı. Ama daha da önemlisi, onu uluslararası alanda anlamlı ve meşhur kılan, hareket alanı sağlayan, IŞİD’le mücadele hikayesinin yaratıcısı, destekleyicisi, onu bu anlamda asıl olarak kullanan ABD öyle istediği için o bölgelere gitti. Böylece oralara giderken Afrin’i kaybetti, Fırat’ın batısındaki varlığını çok büyük ölçekle kaybetti veya Esad rejimin kanatları altına sığınmak zorunda kaldı.

Peki bu neye sebep oldu örgütün içinde?

İlk olarak bildiğimiz denklemi hatırlatayım. PYD eşittir PKK. Uzun süre ben dahil konu izleyenlerin çok büyük çoğunluğu aynı şeyi söyledi. Bence, bugün de PKK eşittir büyük ölçüde PYD.

Ama SDG dediğimiz şeyin içerisine isteyerek ya da istemeyerek, Arapları dahil etmek zorunda kalınca, genel anlamda kontrol ettiği silahlı grubun içerisindeki bileşenlerin sayısı ve oranları değişti.

İkincisi, örgütün içinde Kandil’in yeni kaynakların ne kadarına hâkim olacağı konusunda içeride bir güç mücadelesi başladı.

Üçüncüsü, PYD içindeki eski kuşak PKK kanadının ABD ile öyle aşırı yakın filan bir ilişkileri yoktu. Bunlar Rusya’yla, Eski Suriye Hükümeti ile yani Esad ile, İran’la kuvvetli ilişkilere sahipti. Dolayısıyla 2019’daki tartışmalarına baktığımız zaman, Cemil Bayık’tı  galiba, “nereden çıktı bu petrolün sizin tarafınızdan kullanılacağı, petrol bütün Suriye halkınındır, bizim de bundan haberimiz yok” gibilerinden bir şeyler söylediğinde, onun söylemi Şam-Moskova eksenini yansıtıyordu.

PYD-SDG’ye bu süreçte ne oldu?

SDG denilen şey, öncelikle, sayı olarak arttı. PKK’nın tarihinde görmediği rakamlara ulaştı. İç güvenlik, yani polis gibi kurduğu bir teşkilatı oldu. Silahlı militan kadrosu ve bir takım yerel sınır unsurları vs eklediğinizde, bir ara 80-90-100 bin kişilik bir güce çıktı. Bu PKK’nın örgüt ömrü boyunca görmediği miktarda insan demek.

Ama SDG’nin ne kadarı PYD’liydi? Belki %40’ı. Komutanları PYD’den gelmek kaydıyla pek çoğu Arap militanlardı. Haklı olarak insanların aklında soru şöyle bir ifade beliriyor: tamam onu anladık, zaten biliyoruz. Araplarla birleştiler, sayıları çoğaldı. SDG ile PKK ayrı şeyler mi?

Biz de soralım, SDG ve PKK ayrı şeyler mi?

2011-2012’de yani PKK Suriye’de yeniden örgütlenip YPG’yi kurarken, militanların çok büyük bir kısmı Irak’tan ve Türkiye’den gidenlerden oluşuyordu ama zaman içerisinde bunların sayısı diğerlerine göre azaldı. Çünkü Türkiye ve Irak’tan militan akışı sınırlı kaldı. Ancak Suriye toprakları içerisinden örgüte katılımlar artmaya başladı. Dolayısıyla bir süre sonra Suriyeli PYD’li ya da YPG’li sayısı, diğer ülkelerden gelenlerden daha fazla hale gelmeye başladı. Kafamız karışmasın diye bir başka şekilde söyleyeyim. Örgüte Türkiye ve Irak’tan pekçok orta ve üst düzey militan katıldı fakat toplam sayı içinde azınlığa düştüler. PYD içerisinde orta üst ve en üst kademe diyebileceğimiz militanların önemli bir kısmının daha önce Türkiye’ye ve Irak’a gittiğini veya Suriye vatandaşı bile olsa daha önce Kandile gidip geri dönenlerden oluştuğunu görürsünüz.

Başlangıçta durum böyle olsa da zaman içinde PYD ve YPG kendi yeni militanlarını üretti, özellikle de Afrin ve Ayn El Arap’tan. Böylece aslında SDG dediğimiz şey, ekseriyeti Suriyelilerden oluşmakla birlikte, içi çok katmanlı; bildiğimiz klasik PKK’nın başlangıçta çok büyük bir ağırlığı oluşturduğu, daha sonra birtakım kilit noktaları tutarak varlığını devam ettirdiği bir organizasyona dönüştü.

Yani 2015 öncesi PYD ile 2015 sonrası PYD arasında çok temel bir fark var. 2011-2012 yıllarında Suriye rejimi, Suriye’nin kuzeyinden çekilip de o bölgeleri PKK’ya bıraktığında kendisiyle anlaşabilecek bir yapıya bırakarak çekilmişti, akıllarındaki yaklaşım şuydu: “Zaten bu örgütün Rusya’yla, İran’la ilişkileri var, bir gün bir şey yapabiliriz.” Ama 2015’ten itibaren Amerikalılarla PYD yeni özel bir ilişki geliştirmeye başlayınca Suriye Hükümeti daha önce yaptığına pişman oldu. Sonrasında ne zaman Amerikalılarla PYD’nin arası açılsa, PYD kalkıp Suriye Hükümeti’ne yanaşmaya çalışmıştı. Hatırlayın, geçen sene tam da bu vakit, Türkiye’nin yapacağı bir askerî operasyondan kurtulmak için “Biz Şam’ı da kabul ederiz, onlarla anlaşma da yaparız” gibi açıklamalar geliyordu. Pragmatik, hatta fırsatçı davranmaya çalışıyordu. Çünkü o dönemde ABD’nin Irak’tan, Suriye’den çekilmesiyle ilişkin bir planlama vardı. Ama Suriye’de iktidar değişimi olup da, Suriye’deki yeni iktidar yüzünü tamamen Batı’ya, sırtını da tamamen Rusya ve İran’a dönünce, o zaman Suriye’deki yeni hükümet ile PYD arasında ortak bir nokta ortaya çıktı: Her ikisi de Batı ile iyi ilişkiler kurmaya hem meyilli, hem gönüllü, hem de zaten bu ilişkileri taşıyorlar.

İşte Trump ile Şara 14 Mayıs’ta bir araya geldi, şaşırdık mı? Hayır. Çünkü orada da bir değişim oldu.

Tabii PKK da tüm bu süreçten de etkilendi.

Bütün bu dönüşümlerin PKK üzerinde etki yaratmamış olması zaten düşünülemez. PKK, Türkiye’de eylem gücünü büyük ölçekte yitirmiş, militan devşirmede güçlük çeken, Irak’ın kuzeyinde belli bir alana tıkılıp kalmıştı. Suriye’deki etkinliğini, örgüt içinden çıkan ama yeni bir fikri olan, yeni bir ekibe kaptırmış durumda. Yani PYD’nin lideri Mazlum Abdi ve ekibi yeni bir liderlik iddiasında. PKK’nın dağdaki teröristlerinin ya da elebaşlarının hayal bile edemeyeceği insanlarla görüşüyor. Toplantılara katılıyor, Trump’ın yemin törenine davet edildi. Dolayısıyla PKK geldiği noktada, “Ben bunu kabul etmiyorum” dediği anda başına gelecek şey tamamen yok olmaktı. Bugün PKK örgütsel olarak yok olmuş olabilir ama fesih kararıyla PKK’lılara yaşam hakkı tanındı.

En üst düzey liderlerinin üçüncü ülkelere gidebilmesi, bir takım örgüt militanlarının etkin pişmanlıktan ya da benzeri şeylerden yararlanmak suretiyle cezalarını çektikten sonra, göreli olarak daha erken çıkması ilişkin düzenlemelerin yapılabilmesi gibi çok teknik konuları konuşuyor. Ben bunlara hiç girmek istemiyorum. Çünkü onlar bambaşka şeyler. Benim ilgilendiğim şey o kısmı değil. Benim ilgilendiğim, PKK neden evet dedi? Yanıtları basitleştireyim.

Birincisi, kült olarak gördüğü lider bu yönde bir karar aldı.

İkincisi, zaten köşeye sıkışmıştı. Bunun neticesinde eğer PKK, Öcalan’ın çağrısına direnmiş olsaydı, muhtemelen kısa bir süre sonra en son kongrede konuşan bazı isimlerin birtakım operasyonlarda öldürüldükleri haberi gelecekti.

Dolayısıyla bence bu fesih kararı demokratikleşmeye ve barışa katkı sunmak için bir istekle falan yapılmış değil. PKK, Öcalan’ın çağrısını kabul etmek durumunda kaldı.

Fesih kararının açıklandığı toplantıda bazı ifadeler, zafer havası, Lozan göndermeleri vs çok tepki topladı, eleştirildi. Burada kullanılan ifadeler birer mesaj mı? Mesajsa ne denmek isteniyor?

Dünyadaki bütün terör örgütleri böyle yapardı. “Ben kaybettim, yenildim, ah özür dilerim” demez hiçbir örgüt. Böyle bir özeleştiri yapmaz. “Ben politik iddiamda başarılı oldum, ondan da bu kararı alıyorum” der. Bir nevi, “Sen beni kovamazsın, ben istifa ettim.” durumu…

Peki, PKK’yı da bu sürece getiren genel konjonktüre de bakalım mı? Ne oldu? Ne değişti?

Uluslararası sistemde veya bölgesel alt sistemlerde bir değişiklik olduğunda, bu hem o bölgede bulunan devletleri hem devlet dışı aktörleri de etkiliyor. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali Ortadoğu’da bazı devletleri, terör örgütlerini ve diğer devlet dışı aktörleri etkiledi, yeni dinamikler yarattı. Arap Baharı da aynı şekilde… Şimdi de yine bir değişim sürecindeyiz. Bunun başlangıcı ise Suriye’deki iktidar değişikliği değil, 7 Ekim 2023.

Bu tarih, pek çok devlet dışı silahlı aktörü ve terör örgütünü kökten etkiledi. Bugün PKK silah bıraktı, yok oluyor, eskisi gibi değil. Hizbullah da eskisi gibi değil. Hamas da eskisi gibi değil. Muhtemelen Irak Devleti içerisinde kümelenmiş olan Haşdi Şabi de eskisi gibi olmayacak. Tüm bu silahlı unsurlar dönüştüler ve değişiyorlar. Dolayısıyla bütün bunlardan bağımsız sadece bir aktöre bakarak olayı anlamaya çalışırsak, bu bizi sadece yerel dinamiklerle sınırlı tutabilir. PKK’nın fesih kararı, iç politika tartışmalarının ötesinde daha geniş bir dönüşümün bir parçası.

Daha önce de yazdığım gibi Irak’taki PKK’yı tasfiye, Suriye’de 2.0. Yani bu dönemde ayakta kalabilecek olan diğer aktörler de birtakım dönüşümlerden geçmek durumunda kalıyorlar. Bu dönüşüme uyum sağlayamayanlar da gidiyorlar. Bu kadar basit. Bu ölçekte PKK’daki dönüşümü de bu şekilde anlamamız gerekiyor.

Türkiye “PKK’nın bütün uzantılarının silah bırakmasını istiyoruz” diyor. PYD ise hiç üstüne alınmıyor. PYD-YPG sürece nasıl bakıyor?

Onların şu anki yaklaşımları, “Biz bu işten nasıl kurtarırız” şeklinde… Onun yolunu arıyorlar. ABD şu anda Suriye’den tamamen çekilmiyor, gücünü azaltıyor, belli bölgelere odaklanıyor. Varlığını bir süre daha korumaya devam edecek. Bu durum PYD de dahil olmak üzere Suriye’deki bütün aktörlerin dengelerini değiştirdi. Yeni bir alan kapma yarışına girildi. Bu yeni alan kapma yarışı içerisinde PYD, sanki süreç onu hiç bağlamıyormuş gibi davranabilir. Onun kendi bileceği bir iş.

Ama Türkiye’nin bu süreç başladığı dönemden itibaren yani 2024’ün ekim ayından itibaren söylediği şey, PKK’nın bütün kolları ile birlikte silah bırakması. Bütün kollarının içerisine, elbette KCK yapılanması içerisinde bulunduğu için PYD’nin de dahil olması gerekiyor. Ama PYD diyor ki “Ben zaten SDG’yim ki KCK’nın içerisinde SDG diye bir şey de yok. Dolayısıyla bu beni bağlamıyor. Bu Türkiye’de yaşanan bir demokratikleşme sürecidir. Bizi ilgilendiren bir husus değildir.”

Kandil’dekiler bu konuda PYD’ye etki edebilir mi?

“Kandil’dekiler onlara söylesin” diyenler var. Öyle bir güçleri, etkileri, yetkileri ve böyle bir şeyi uygulatma becerileri yok. Zaten bir süredir bir şey söyleyebilecekleri bir durum yok.

Dolayısıyla bundan sonrası örgütün arkaikleşmiş kanadının bu kararı almasının neticesinde Terörsüz Türkiye sürecine, PKK’nın Suriye’deki kuzeninin ya da kardeş organizasyonunun dahil olmasını yönetmek, izlemek, bunu ona mecbur etmek öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin işi. Fakat bu sorumluluk tek başına Türkiye’ye yıkılamaz. PYD hangi ülke topraklarında bulunuyorsa ve ona kim doğrudan destek sağlıyorsa bu devletlerin de doğrudan sürece katkıda bulunması gerekiyor.

Avrupa Birliği’nin, ABD’nin de “Türkiye’deki süreci destekliyoruz” gibi boş laflar yerine Türkiye’nin hem güvenlik endişelerini gidermesi hem de gerçek anlamda PKK kaynaklı terörizmin sona erdirilebilmesi için, PYD’yi silah bırakmaya ikna etmesi lazım. Örgüt Suriye’de topraklarındaysa, Suriye’deki hükümetin de, PKK’nın Suriye’deki kanadının da benzer bir yolu izlemesi için en azından bir tutum geliştirmesi gerekiyor. Yıllarca Irak hükümetine PKK’yla mücadele konusunda bize destek olmalısın, git o örgütü ortadan kaldır; sen yapamazsan biz yaparız demedik mi? Konu Suriye olunca neden farklı olsun?

Aksi taktirde geldiğimiz noktada olacak şey şu: Irak’ta üstlenen ama Türkiye’de faaliyet gösterdiğini bildiğimiz PKK, kendini fesih etmiş olacak, silahları bırakma kararı alacak. Ama örgütün Suriye’deki yapısı bu süre zarfında ademi merkeziyetçilik kelimesinin ya da kavramının arkasına sığınarak Suriye’de federal bir bölge kurmuş olacak.

“Suriye bağımsız, egemen bir devlet, ne isterlerse onu yapabilirler” söylemine tamam deyip PYD’nin bu sürece dahil olmamasına ses çıkarmazsak, bu konuyla ilgili güçlü bir tutum geliştirmezsek, 5 sene sonra ya ikinci PKK’yı sınırımızda buluruz ya da başka yöntemlerle çözmek zorunda kalırız bu işi.

Yani Kuzey Irak’taki gibi bir yapı mı kurulacak Suriye’de?

Her ne kadar bölge ülkeleri, Suriye Devleti’nin kendisi, Suriye’yle ilgilenen herkes Suriye’de federalizme karşı olduğunu, Suriye’nin toprak bütünlüğünün, siyasal birliğinin korunması gerektiğini söylüyor olsa da, Suriye’de şu anda sahada işleyen süreç, birden çok merkez kaç gücün, yani ademi merkeziyetçi yapının belirginleşmeye başlaması.

Bunlardan bir tanesi Dürzi bölgesinde, diğeri de kuzeyde PYD’nin kontrol ettiği bölgede… “Suriye’de federal bir yapı kesinlikle kurulacaktır” cümlesini kuramam. Ama mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde, Suriye’deki yapı nihayetinde, adına özerklik mi derler, federal mi derler, başka bir isim mi uydururlar, bilemeyiz ama şu anda oraya doğru evriliyor.

Ve sadece Suriye’nin kuzeydoğusuyla sınırlı bir şeyden de bahsetmiyoruz burada. Suriye’de genelde bu merkezkaç eğilim kuvvetleniyor.

Bir yandan da mart ayında yeni Şam yönetimi ile SDG anlaştı, Suriye ordusuna katılacağı açıklandı. Nasıl olacağı muamma ama…

O anlaşma yapıldı ama, o anlaşmanın akabinde başka anlaşmalar da yapıldı. Bu anlaşmalardan sonra bu sözde Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi Birliği’nin dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmet, “Bu anlaşmalar Suriye’de ademi merkeziyetçiliği güçlendirmek ve ona uygun olarak yürütmek için yapılmıştır” diyor ısrarla. Bundan hiç vazgeçmediler. 26 Nisan’da Kamışlı’da toplanan konferansın sonuç metnine bakarsanız, orada da ademi merkeziyetçi, çoğulcu, federal bir Suriye’den bahsedildiğini görürsünüz. Buna ulaşabilir, ulaşamaz… O biraz aslında bölge ülkelerinin ve Suriye hükümetinin tutumlarıyla belirginleşecek. Irak’takine benzer federal bir bölge Suriye’de de olacak mı sorusunun yanıtı, basit bir tabirle, eğer mevcut eğilim devam edecek olursa birkaç sene sonra oraya varacağıdır.

Peki, PYD şu anki haliyle Türkiye’ye 1 ile 10 üzerinden ne kadar tehdit?

PKK’nın ideolojisini yaşatması ve bu yaşattığı ideolojiyi Türkiye topraklarına yönelik sürdürüyor olması nedeniyle 1 ile 10 üzerinden 10 tehdit.

Mevcut silahlı kapasitesi, kontrol ettiği bölgenin büyüklüğü ve bunun PYD’ye sağlamış olduğu güç açısından baktığınız zaman 10 üzerinden 1 ya da 2.

Suriye’de bir istikrarsızlığa neden olabilmesi ve Suriye’de merkezi yapının zayıflayabilmesi gibi faktörler açısından değerlendirdiğinizde 10 üzerinden 8-9 tehdit.

Birinci maddede belki biraz da abartılı bir şekilde 10 dememin arkasında şöyle bir düşünce yatıyor.

Irak’ta 1946’dan itibaren devam eden 2005’te federalizme dönüşmüş bir  yapı var. Yani oradaki yapı büyük ölçüde kendi içine dönük ve Irak’a dair bir vizyona sahipti. Ulaşabileceği azami hedef Irak’tan bağımsız olmaktı. Bunu denedi, ciddi başarısızlık yaşadı ve uzun bir süreliğine söndü. Irak’ın geri kalanında bir parçalanma yaşanmazsa Iraklı Kürtlerin Irak’ın toprak bütünlüğüne karşı bir faktör olabilme kapasitesi kısa ve orta vadede çöktü.

Suriye’de ise 2012’den, 2013’ten itibaren silah kullanma eğilimine girmiş, aldığı dış destekle birlikte kendi bölgesini oluşturmuş, kontrol eden bir yapı var. Henüz federalizme ya da en azından bizim kabul ettiğimiz adı konulmuş bir sisteme ya da Suriye Hükümeti’nin kabul ettiği bir adı konulmuş sisteme ulaşmadı. Ama kendilerine özerk yönetim vs diyorlar. Irak’ın tersine şu anda Suriye’de son derece canlı bir süreç yaşanıyor.

“PKK’nın silah bırakması bütün Orta Doğu’ya barış getirecek” deniyor. Eğer gerçekten vizyon buysa o zaman PYD de Suriye’nin kuzeydoğusunda kurduğu Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni de ilga etsin, Suriye’ye de barış gelsin. Fakat bu gündeme dahi gelmiyor.

PKK, Irak gibi sönmeye yüz tutmuş ve üzerinde duman tüten bir ateşin bulunduğu yerde silah bırakıyor; oysa Suriye’de ateş halen canlı. Bırakın küllenmeyi, halen yanıyor. Şimdi siz bununla yani Suriye’deki PYD devletçiği ile yan yana yaşarken Türkiye içindeki benzer talepleri ve siyasal dinamikleri tamamen kontrol edebileceğinize inanıyor musunuz? Bu sizi aslında dışarıdan etkiye daha açık hale getirebilecek bir hale getirir.

Elbette bunlar kısa sürede olacak şeyler değil. Yani bugünden yarına Suriye’de merkezi hükümet çöküp de PYD ayrı bir bölge kurabilecek durumda değil. fakat Suriye’de ademi merkeziyetçi eğilim halen çok güçlü. Suriye hükümeti bu eğilimin kontrol altında tutabilecek mi belli değil. Umarım tutabilir ve Suriye’nin birliği korunur. Ancak orta vadede bu konuyu birkaç kez daha tartışacağımız gelişmeler yaşanabilir. Kısa vadede sorun başka yerde patlak verecek.

Ortadoğu’da yakın geleceğin hızlı gündem maddesi İran’ın Irak’taki varlığı olacak. İran’ın Irak’taki varlığının gündeme gelmesiyle başlayacak karmaşanın şu anda tasfiye edildiği veya silah bıraktığı söylenilen kişilerin ve grupların en azından bir kısmına yeni bir kapı açacağına inanıyorum.

PYD olan bitene bakıp ne diyor sizce?

Artık bizi PKK ile eşleştirip uluslararası alanda terör bağlantılı gösterecek bir gerekçe kalmadı. Dolayısıyla biz dünyayla ilişkimizi çok daha rahat kurup, burada koyduğumuz politik hedeflere daha rahat ulaşacağız diye düşünüyorlar. Ve bu sürecin onları hiç bağlamadığını düşünüyorlar.

Hatta, bence Mazlum Abdi ve ekibi, Türkiye’den PYD’ye katılan ve suça karışması nedeniyle hakkında tutuklama, yakalama vesaire kararı olan militanların önemli bir kısmına “güle güle” demeye hazır. O denli pragmatik bir ekiple karşı karşıyayız. Yani mesaj şu: “Siz de bu süreçte gidin, o silah bırakanlara dahil olun. Bizi de denklemden çıkarın, özgürleştirin”

Yani dönüşüm geçirmiş YPG, içinden çıktığı ama sizin deyiminizle arkaik kalmış  PKK’ya “hadi oradan” mı diyor? Şahit olduğumuz süreç bu mu?

2020 yılının kasım ayında, 4,5 önce yazdığım yazının başlığı şuydu: ABD’nin planı: Irak’ta PKK’yı devre dışı bırakmak, Suriye’de PKK 2.0’ı yaratmak.

Örgüt dönüşmeye hazırdı çünkü kendi kaynağını kontrol ediyor. Kendi argümanını oluşturdu. Kendi örgütsel yapısını kurdu. Kendi dış dünya bağlantıları var. Washington’a gidiyorlar. Yani hayal edebilir miydi Kandil ekibinden herhangi biri bunu…

Peki, Türkiye’ye “Suriye’deki askerlerine de çek” baskısı başlar mı, ne zaman başlar?

Türkiye’nin Suriye’deki fiziki varlığı askerî varlığı ile sınırlı değil. Biliyorsunuz Türkiye 2017’den beri Suriye’nin kuzeyinde terörden arındırılan bölgelerde eğitim, sağlık, yerel güvenlik, altyapı hizmetleri başta pek çok alanda doğrudan ve fiziki katkı sunuyor. Bence yakın zamanda Türkiye’nin Suriye’deki fiziki varlığının kademeli olarak azalacağı ve nihayetinde sona ereceği, askeri varlığının ise bir süre daha devam edeceği bir süreçle karşı karşıya kalacağız.

Tam aksi beklenmiyor mu? Yeniden yapılanacak, inşa edilecek Suriye’de Türkiye çok etkin olmayacak mı?

Türkiye’nin orada eğitim ve sağlık kurumları, posta teşkilatı, yerel kolluk kuvvetlerine yönelik programları, daha bir sürü şeyi var. Bunlar belli bir dönemin gerektirdiği koşullarda ortaya çıkmıştı. Sanırım koşulların değiştiğini düşünenlerin sayısı çoğaldı. Bu nedenle o fiziki varlık biçim değiştirebilir. Bu durum Türkiye’nin etkin olmayacağı anlamına gelmiyor. Elektrik, sağlanması, alt yapı tamiratı ve karşılıklı ticaretin artacağı açık. Hatta savaşın neden olduğu yıkımın tamiratı için Türkiye Suriye’de daha fazla rol oynayacak. Ancak benim bahsettiğim bu değil.

Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığının devamı sadece PKK-PYD’ye yönelik bir tehdit algılamasından kaynaklanan bir varlık olmayabilir. Bunun dışında yeni tanımlamalarla, merkezi hükümetle ikili anlaşmalarla genişletilebilir.

Terörle mücadele nosyonunun içeriği değişecek, bir miktar değişecek, bir miktar genişleyecek şekilde devam edebilir. Bunun devam edeceğini düşünüyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x