PYD nereye koşuyor: Silah bırakma mı, özerklik mi, de facto devlet mi?

PYD’nin önündeki üç seçenek ne? PYD bugünkü stratejisini adım adım nasıl geliştirdi? Esad sonrası nasıl bir yol izledi? Suriye hükümeti PYD ile ne kadar anlaşabiliyor? PYD, Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin aklından ne geçiriyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Suriye’deki hızlı dönüşüm ve Türkiye’deki Terörsüz Türkiye Süreci kesişince pek çoğumuzun aklına aynı soru geldi: PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’ye ne olacak?

Son günlerde Türkiye’de yetkili makamlardan üst üste benzer tonda açıklamalar geliyor: “…PYD, PKK’nın parçası olarak silah bırakmalı veya uygun bir biçimde Suriye’nin yeniden yapılanan ordusuna katılmalı; kontrol ettiği bölgeler Suriye hükümetinin denetimine geçmeli; Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine zarar gelmemeli…”, “…Suriye’de Baasçı rejimler döneminde Kürtler haksızlığa ve adaletsizliğe uğramıştır. Kürtlerin hakları korunmalı, tekrar haksızlığa uğraması engellenmelidir. Fakat bunu yapacak olan PYD değildir…”

Türkiye’de hâkim beklenti böyle olmasına rağmen Suriye’de farklı bir hava görülüyor. PYD özetle şöyle bir tavır takınmış durumda: “…Sizin bahsettiğiniz PYD ve YPG olabilir. Onlar KCK’nın parçasıydı. Biz Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (KDSÖY), Suriye Demokratik Konseyi (SDK) ve onu sivil toplum örgütleriyiz (örneğin TEV-DEM). Öcalan’ın yolundayız, onu lider kabul ediyoruz ve çağrısını destekliyoruz. Fakat silah bırakma çağrısı bize değil, PKK’ya yapıldı. Biz PKK değiliz. PKK’nın silah bırakmasının Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya barış getireceğine inanıyoruz, bu yüzden destekliyoruz. Ancak bu karar bizi bağlamaz, Suriye’de güvenliğin sağlanmadığı bir ortamda kendimizi korumak için siyasi mücadele veriyoruz. Bu nedenle bizi PKK ile aynı çerçevede düşünmeyin. Biz Suriye’deki yeni yönetime dahil olmak, Türkiye’yle iyi ilişki kurmak istiyoruz. Bu hedefimize Suriye’de ademi merkeziyetçi bir idare kurulmasıyla ulaşacağız…”

Yukarıda birbiriyle çelişen iki vizyon görüyoruz. Bu vizyonların her ikisi de son derece güçlü uluslararası ve yerel dinamiklere sahip. Türkiye, Terörsüz Türkiye Süreci’nin başarıya ulaşabilmesi için Suriye ayağının eksik kalmaması gerektiğine inanıyor. Suriye’de rejimin değişmesiyle birlikte bu ülkedeki güvenlik kaygılarını gerek Suriye hükümeti üzerinden gerekse tek başına çözebilecek kadar büyük bir güce ulaştı.

PYD’nin yaptıkları ve yapmadıkları

PYD ise Suriye’deki iç zayıflıktan ve daha önemlisi Batı ülkelerinin desteğini açıkça arkasına almaktan medet umuyor.

PYD’nin destek beklediği ABD’yi, “…Suriye’den çıkıyor, ne yapsın artık PYD’yi…” diye küçümsemeyin. Irak’ta İran’a karşı büyük bir dalga bizi bekliyor ve PYD dahil olmak üzere Suriye’deki aktörlerin bu süreçte Batı lehine oynayabileceği önemli roller olabilir.

Ayrıca Suriye’deki gelişmelerden gayet mutlu olan Körfez devletleri ve Batı ülkelerinin, kırılgan Suriye’yi bir arada tutabilmesinde PYD’nin oynadığı rol göz ardı edilemez. Düşünsenize Sahil Bölgesi’ndekine benzeyen bir isyan veya Dürzi bölgesindekine benzer bir çatışma PYD bölgesinde yaşansaydı ne olurdu? Üstelik bu silahlı karşı koyuş, İsrail’in de desteğiyle diğer çatışmalarla eş zamanlı gerçekleşseydi, Şara Yönetimi bunun altından nasıl kalkardı? Sadece bu faktöre bakarak bile PYD’nin batı ülkeleri ve Körfez devletleri için yaptıkları ve yapmadıklarıyla oynadığı rolün önemini anlayabilirsiniz.

Yani PYD’ye ABD ve diğerlerinden gelen destek, sandığınız gibi çekilen bir devletin azalan desteği değil; tersine artan bir öneme sahip stratejik bir desteğe dönüşüyor.

Yıl sonuna kadar bizi bekleyen üç olasılık

Sadece yukarıdaki genel denkleme bakıldığında bile PYD konusunda yakın dönemde önemli bir dönemece gireceğimiz görülüyor. Sanırım yılsonuna kadar 3 olasılıktan birisiyle (ana ekseni aynı olmakla detayda farklılaşabilir) karşılaşacağız:

Birinci olasılık, Suriye’de Şara yönetiminin iç karışıklıklardan kurtulup, PYD’yi Suriye’nin doğusundaki Rakka ve Deyrizor’dan çıkararak göreli dar bir alana sıkıştırması. Bu durumda PYD, kamuoyunda Kobani olarak da bilinen Ayn El Arap ile Irak sınırı arasında dar bir alanda hüküm sürmeye devam edecek, ancak sahip olduğu doğal kaynakları, militanları ve çevresini etkileme kapasitesini kaybedecek olsa da adı konulmamış bir özerklikle yaşamaya devam edecek.

İkinci olasılık Türkiye, “PYD hepimizi kandırıyor buna daha fazla tahammül edilemez deyip, PYD’yi silah bırakmaya zorlayıcı askerî ve güvenlik adımları atabilir. Bu durumda Şam ne kadar destek verir, Suriye Milli Ordusu dağıldığına göre Türkiye sürecin ne kadarını üstlenir, Batı’dan ve Körfezden nasıl tepki gelir sorularının yanıtını ararız. İşler bu noktaya gelirse, tekrar konuşuruz.

Üçüncü olasılık ise diğer ikisinden daha farklı. Bir bakmışız ki; günün birinde PYD barış güvercinine dönüşüvermiş. 6 ayda bir 3 günlüğüne Suriye’ye gidip, “Bana sahadan gelen bilgilerle diye…” başlayan sosyal medya paylaşımları yapan yabancı uzmanların öncülüğünde yürütülen, yerli uzmanların da “PYD’nin diz çökmesi olarak” tanımlayacağı bir medya kampanyası çerçevesinde PYD’den gelen mesajları dinleyebiliriz. Bu mesajlarda PYD’nin Suriye’ye diğer ülkelerden gelen PKK’lıları göndereceğini/gönderdiğini ve Suriye ordusuna katıldığını duyabiliriz. Böylece artık PYD’nin silah bırakmasına gerek olmadığına inanmamız beklenebilir. Çünkü onlar artık Suriye ordusunun parçası olmuş ve içindeki PKK’lıları başka yerlere göndermiş olacaklardır. Hatta, 2013’te olduğu gibi PYD’nin “ılımlı yüzleri” ile bazı yetkililer arasında Şam, Erbil, herhangi bir Batı başkenti ya da Türkiye’de görüşme yapıldığını öğrenebiliriz; bunun sonucunda varacağımız aşama, Şam ile Kamışlı arasında bir anlaşma yapılarak ademi merkeziyetçi bir yapı (federalizm, kültürel özerklik veya yumuşatılmış başka bir tanım çerçevesinde) ilan edilmesi olur. Ancak anlayacağınız bir uçtan diğer uca savrulabilecek hareketli ve hararetli bir sürece giriyoruz.

Bırak olasılıkları ne olacak, onu söyle diyenleri duyuyor gibiyim. Ben kendi penceremden görebildiğimi söyleyeyim: Suriye’de ve Orta Doğu’da mevcut şartlar devam ettiği sürece PYD ademi merkeziyetçi bir yönetim kurmak için yoluna devam edecek. Silah bırakmayacak. Suriye ordusuna, düşündüğünüz gibi kendisinden vazgeçip onun içinde eriyecek şekilde dahil olmayacak. Kendi bölgesini “yasal ve meşru” olarak kurma yolunda devam edecek.

Neden mi böyle düşünüyorum. Çünkü 8 Aralık 2024’ten itibaren bunu yapıyor. Nasıl mı? Anlatayım…

Esad sonrası Suriye’de PYD’nin izlediği yol

Suriye’deki gelişmeler izlemeyi son derece zorlaştıracak kadar çeşitli ve dinamik. O nedenle ülkeyi analiz edebilmek için günlük haber takibi yetmiyor. Bu nedenle bir grup arkadaşımla birlikte bir veri tabanı oluşturduk. Bu veri tabanına bakarak olanı biteni arşivleyip, kodlayıp analiz etmeye çalışıyorum. Şimdi ”Bunu neden söylüyorsun?” diyebilirsiniz. Nedeni basit; az sonra yazacağım şeylerin hepsini açık kaynaktan topladık. Bazılarının gerçekleştiğini duymamış olabilirsiniz. Bazıları ise baştan farklı yansıtılıp sonradan aslı anlaşılan olaylardan ibaret. Sizi gün gün kronolojiye boğmayacağım. Ancak tarihsel sıralamayı izleyerek ne olup bittiğini anlatacağım. İnanmayan girer internete bakar. Fakat olayları daha rahat izleyebilmeniz için öncelikle PYD’nin izlediği yolu 8 maddede topladım. Olay dizimini başlıklara ayırmayacağım çünkü birçok olay birbiriyle bağlantılı gelişiyor. Bu yüzden 8 maddenin süreci anlamlandırmanıza yardımcı olacağına inanıyorum.

  1. ABD’yle ilişkileri kalıcı zemine oturtma
  2. Merkezi hükümet ile sürekli temas/görüşme
  3. Suriye’deki iç gelişmeler karşısında sürekli aktif tutum
  4. Suriye Milli Ordusu (SMO) ile savaş
  5. Uluslararası alanda destek arayışını sürdürme
  6. Kontrol ettiği bölgelerde güç konsolidasyonu
  7. Silahlı güçlerini yeniden yapılandırma
  8. Kürtler arası diyalog sürecini canlı tutma

Şimdi sıra geldi yukarıda saydığım 8 maddenin nasıl uygulandığına. Bundan sonrasında sizi bir hayli bilgi ve olay dolu bir kısım bekliyor.

Kasım 2024’ün son günlerinden Esad’ın düşüşüne

Olan biteni anlatmaya Kasım 2024’ün son günlerinden başlamak gerekiyor. Çatışmalar başladığında HTŞ liderliğindeki silahlı muhalifler ile SMO’nun önderliğindeki askerî ittifak eski rejimin kontrol ettiği şehirlerde hızla ilerlerken, YPG, Esad Yönetimi’nin çekildiği yerleri doldurmaya girişmişti. Hatta YPG birkaç saatliğine de olsa hatları birleştirmiş ve Halep’in doğusundan Deyrizor’a kadar büyük bir alanı ele geçirmişti. Fakat bu denklem SMO’nun karşı saldırısıyla çabucak değişti. YPG, SMO’yla girdiği çatışmaların sonucunda Tel Rifat’ı ve Halep’in dış mahallerinin bir kısmını kaybetti. Deyrizor’da ele geçirdiği bazı yerleri ise çatışmadan HTŞ’ye bıraktı. Buna karşılık Menbiç, Tışrin Barajı, Deyr Hafr ve Halep’teki 2 mahallede kalmaya devam etti.

Suriye’de herkesin birbiriyle savaştığı dönemde YPG-HTŞ ile neredeyse hiç çatışmadı. Kaybettiği ya da çekilmeye zorlandığı tüm yerlerde onu çekilmeye zorlayan eski adıyla SMO oldu.

Esad’ın düşmesinden sonra PYD’nin ilk adımları

Bizim aslen YPG olarak bildiğimiz fakat isim ve kısmen de yapı değişikliğiyle Suriye Demokratik Güçleri adını alan militan grubun (SDG) komutanı Mazlum Abdi, Suriye’deki hükümetin değişmesinin ertesi günü yani 9 Aralık’ta, yeni hükümetle doğrudan işbirliği yapacaklarını ve bu işbirliğinin diyalog temelinde gideceğini söyleyerek işe başladı. Hatta “…eski rejimle en çok çatışan güçlerden birisi biziz…” diyerek sanki birkaç ay öncesinde Türkiye’nin askerî operasyonundan kaçınmak için her tarafa rejim bayrağı çeken başkasıymış gibi davranıyordu. Fakat temel mesajı çok açıktı; Suriye’de yeni bir düzen kuruluyor ve biz de bu yeni düzende yerimizi alacağız.

Aynı gün İsrail basınında Kürtlerin İsrail’den destek istediği ve İsrail’in de onları yalnız bırakmayacağı mesajını içeren konuşmalar yayıldı. Ancak Abdi, İsrail ile ilişkileri gündemde tutmaktan kaçındı. (Rejimin değiştiği günden itibaren İsrail, PYD konusunu birkaç defa gündeme getirdi. Her iki taraf uzun süredir ilişki olduğu biliniyor. Ancak Esad’ın devrilmesinden bu yana İsrail’in PYD’ye desteği belli bir seviyenin ötesine geçirmedi Çünkü İsrail PYD kartını baştan açıp Şam’ı bir anda köşeye sıkıştırmak istemedi. Bu kartı zamana bırakıp, Suriye’de istediklerini alamaması halinde kullanacak gibi duruyor) Hatta Suriye bayrağını kullanmaya devam edip yeni hükümetin parçası olacaklarının işaretlerini verdi.  Üç gün sonra yani ayın 12’sinde Abdi, HTŞ’nin kendilerine operasyon başladığında mesaj gönderdiğini, kendilerinin hedefte olmadığını ve Halep ile Deyrizor konularında aralarında anlaşma olduğunu söyledi. Aynı günlerde PYD kontrolündeki bölgelerde bulunan bazı Arap silahlı gruplar SDG’den ayrıldıklarını ilan etti. Hatırlarsanız, 2015’ten itibaren ABD’nin desteğiyle YPG adını değiştirip, içine bazı Arap silahlı grupları da alarak SDG olduğunu ilan etmişti. Bu yapı IŞİD yenilmesi sonrasında PYD’nin kontrol ettiği alan genişleyince daha çok Arap militanın katıldığı bir silahlı gruba dönüştü. Yani aslında SDG dediğimiz şey YPG’nin belkemiğini oluşturduğu ancak Arapların sayıca çoğunlukta olduğu bir silahlı grup oldu. Ancak bana sorarsanız hâlâ PKK’nın Suriye’deki kolunun adı kibarlaştırılmış halinden başka bir şey değil. Neyse, biz SDG’deki Araplara geri dönelim. Bu gelişmeler devam ederken Rakka, Deyrizor ve Kamışlı’da yeni yönetim yanlısı gösteriler yapıldı. Bu ve benzeri gösteriler sertlikle bastırıldı. Bazı göstericiler açılan ateşte öldü ve yaralandı. Hatta YPG, sosyal medya paylaşımlarında yeni yönetime destek verip kendisini eleştirenleri tutukladı. Bu günlerde özellikle Fırat Nehri civarında SMO ile YPG arasında yoğun çatışmalar yaşanıyordu. Deyrizor’da ise SDG’nin içindeki Araplardan oluşan birimlerin ayrıldığı ve yeni hükümete katıldığı haberleri çıksa da bu girişimler kısa sürede YPG tarafından durduruldu. Yani HTŞ ile YPG arasında uzlaşı süreci başlamasına karşın, SMO’yla çatışmalar sürüyordu.

PYD ile Yeni Suriye Yönetimi’nin ilk görüşmesi: 13 Aralık 2024

Türk kamuoyu Abdi ile Şara 10 Mart’ta kameralar karşısında buluşuncaya kadar HTŞ ile PYD’nin görüştüğünden haberdar değildi. Hatta bugün dahi sorsanız ne zaman görüşme başladı diye, yine 10 Mart yanıtını alabilirsiniz. Fakat bu doğru değil.

PYD ile yeni Suriye yönetimi arasındaki ilk görüşme Esad’ın devrilmesinden 5 gün sonra 13 Aralık’ta gerçekleşti. Bu toplantıya PYD adına Bedran Çiya katılırken, yeni yönetimi o zaman henüz dışişleri bakanı olarak atanmamış olan Esad Şeybani temsil etti. Bu toplantı daha sonra gerçekleşecek birçok toplantının ilkiydi. Yeni yönetim, PYD’nin Rakka, Deyrizor, Halep kırsalı gibi yerlerden çekilmesini, buraların yeni yönetime devredilmesini, petrolün kendisi tarafından kontrolünü, Suriye’ye dışarıdan gelen YPG militanlarının gönderilmesini, IŞİD mahkumlarının yeni yönetime devrini, sınır kapılarının kontrolünü ve YPG’nin yeni kurulacak orduya katılmasını istedi. Aslında bundan sonra tüm görüşmeler aşağı yukarı aynı konular üzerinde döndü. Hatta bugün bile devam ediyor.

“Kürtler tek ses olsun” çabası

PYD bir yandan sessizce yeni yönetimle görüşürken Mazlum Abdi, Kürtlerin Şam karşısında ortak bir duruşa sahip olması için Kürtler arası diyalog çağrısında bulundu. Bu, aslında Yeni Suriye Yönetimi’nin de istediği bir şeydi. Çünkü tek bir muhatapla karşı karşıya olmak ve o günlerde hâlâ varlığını koruyan Suriye Ulusal Koalisyonu’nu zayıflatmak istiyordu. PYD dışındaki Kürtler o muhalefetin bir parçasıydı. Kürtler arası ortak tutumun geliştirilebilmesi için Suriye’deki farklı görüşlerden tüm Kürt siyasi partilerin bir araya gelerek oluşturduğu ENKS’nin Suriye Ulusal Koalisyon’dan ayrılması gerekiyordu.

Elbette bu durum Şara’nın da işine geliyordu. Abdi’nin dolaylı Şam müzakereleri ve Suriye muhalefetinde çatlağa neden olan girişimi karşısında Şara Kürtlerin Suriye milletinin bir parçası olduğunu ve büyük adaletsizliklere uğradıklarını, bu adaletsizliklerin sona ermesi gerektiğini söyleyen bir mesaj yayınlayarak uzatılan zeytin dalını kabul ettiğini gösterdi.

Abdi’nin çağrı yaptığı gün, Kürtler arası diyalog görüşmeleri başladı. Irak’taki KDP ve KYB’ye yakın partilerden oluşan siyasi ittifak ENKS ile PYD arasındaki görüşmelerin ilk günlerdeki arabulucusu Fransa’ydı.  Ancak belirgin bir ilerleme kayedilemedi. Ortak bir komite oluşturulması için karşılıklı geliş gidişler oldu. Fakat bunlar sonuçsuz kaldı.

Bugünlerde ABD’nin pek sahada görülmediğini düşünebilirsiniz. Ancak bu doğru değil. Trump Yönetimi yeni seçilmişti ve Suriye’nin kendi savaşı olmadığını söylemişti. Bu sözler ABD’nin Suriye’den hızlıca çıkabileceği beklentisini artırdı. Ancak tüm bu gelişmelerin yaşandığı 13-14 Aralık 2024’te ABD askerleri 2019’dan beri ilk kez Ayn el Arab’a gitti. Amerikan askerlerinin PYD’ye destek gösterisinde bulunduğu gün Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye’nin önceliğinin YPG’nin tasfiyesi olduğunu, ABD’nin Suriye’deki tutumunun değiştiğini ve herkesin yeni ortamı kabullenmek zorunda olduğunu söyleyerek genişletilmiş bir operasyon sinyalini veriyordu. Bu nedenle gözler tamamen Türkiye’nin ne yapacağına dönmüştü. Yaklaşık 2 hafta bu biçimde geçti.

Şam – PYD arasında uzlaşma beklentisi

Aralık’ın sonlarına gelindiğinde ilk günlerindeki PYD ile Şam arasındaki uzlaşma beklentisi yerini SMO-YPG çatışmasına bırakmıştı. SMO, YPG’yi savaşarak Menbiç’ten çıkarken, çatışma Tışrin Barajı etrafında odaklanmıştı. Şara’nın Şam’daki kargaşayla boğuşması ve buna karşılık SMO’nun daha fazla yüklenmesiyle köşeye sıkışmış olacak ki; Abdi bir gazeteye mülakat vererek sınır güvenliğini hükümete teslim etmeye ve yeni orduya katılmaya hazır olduğunu; arabulucular aracılığıyla Türkiye’ye silahtan arındırılmış bölge önerisi teklif ettiklerini fakat Türkiye’nin diyaloğu reddettiğini söylüyordu. Yıl sonunda Ayn el Arab’a yönelik bir operasyon beklentisi artmıştı. Yeni Suriye’deki konumunu elde etme sürecinde asıl muhatabının Türkiye ve SMO olmaya başlaması PYD’yi ciddi olarak endişelendiriyordu.

Bu gelişmelerin sonucunda Aralık’ın son günlerinde (29 Aralık) bir PYD heyetinin Şam’daki Dumayr Havaalanı’na giderek Şara ile görüştüğü haberi yayıldı. Başta bu heyetin içinde kim olduğu söylenmedi. Fakat bir süre sonra heyetin başında Mazlum Abdi’nin olduğu ve Şara ile doğrudan görüştüğü ortaya çıktı. Gördüğünüz gibi ilk kez 10 Mart’ta görüştüler hikayesi yine yalan oldu.

Bu görüşmenin ana gündemi öncekilerden farklı değildi. Yani yönetime katılma, orduya entegre olma ve petrol gelirlerini paylaşma… Fakat PYD ve Şam görüşmeleri gizli saklı yerinde sayarken, SMO Tışrin civarında ilerlemeye başlayınca, bölgeyi terk ediyor denen ABD 6 yıl sonra Ayn El Arab’a yeniden askerî üs inşa etmeye başladı.

PYD’ye dış destek ve federal Suriye talebi

Ardından Almanya, Fransa ve İsrail’den üst üste Kürtlerin yeni yönetimden dışlanmaması mesajları gelmeye başladı. ABD’nin askerî hazırlığına rağmen gidişattan emin olmayan Abdi ise yeniden haber ajanslarına “ABD’nin çekilmesi kaosa yol açar ve yeni ordunun parçası olacağız” açıklamalarını yapmaya başladı. Bu çağrıyı takiben PYD’ye dış destek olağan seviyenin üstüne çıktı.

Böylece PYD’nin federalizm talepleri canlanmaya başladı. KDSÖY Dış İlişkiler Sorumlusu sıfatıyla dünyada PYD’nin dış ilişkilerini yürüten İlham Ahmed, Londra turu sırasında katıldığı bir toplantıda açıkça federal bir Suriye talep etti. Diplomasi trafiği Batı ile sınırlı kalmadı.

O zamana kadar Kürtler arası diyalog daha çok ENKS ve PYD arasında sınırlı kalırken, görüşme trafiğine KDP de eklendi. Uzun bir süre PYD, KYB ve ENKS ile görüşürken sürece KDP’nin dahil olması, Irak ve Suriye Kürtleri arasındaki diyaloğu yeni bir aşamaya taşıdı. Bu ziyaretin hemen ertesinde Abdi, Erbil’e gitti ve Mesut Barzani’yle buluştu. Ertesi gün ilginç bir biçimde Reuters adı verilmeyen bir PKK’lıya dayanarak “… Suriye dışından gelen PKK militanlarının Suriye’nin kuzeydoğusunun SDG tarafından yönetilmesi veya SDG’nin Suriye hükümetine dahil olması halinde bölgeden çekilebileceklerini” yazdı. Yine aynı günlerde Trump Yönetimi’nin Dışişleri Bakanı Marc Rubio’dan Suriye’de Kürtlere destek vereceğiz sözleri duyuldu. Bir de bunların üzerine Türkiye’deki süreçteki tıkanıklığın aşılması eklenince PYD’nin üzerindeki baskı azaldı.

Bir yandan KDP’yle buzları soğutup, Suriye’deki tüm Kürtleri temsil edebileceği iddiasını güçlendiren, diğer yandan Türkiye’deki gelişmeler nedeniyle Türkiye’nin bir askerî operasyon ihtimalinin azaldığını düşünen PYD, Şam karşısındaki tutumunu sertleştirdi. Doğrusu Şara Yönetimi o günlerde içerideki sorunlara odaklanmış ve geçiş yönetimini nasıl idare edeceğinin yollarını aramaya çalışıyordu. Dış dünyaya tüm açılımlarında da aynı sözlerle karşılaşıyordu: Tüm unsurların temsil edileceği, kapsayıcı bir hükümet kur.

Doğrusu PYD’nin tutumu sertleşse de aslında 1 yıl öncekinden çok da farklı değildi. PYD Esad’dan kabaca ne istiyorsa Şara’dan da benzerlerini istedi. 2024’ün başlarında Türkiye’nin tutumu sertleşip operasyon yapma ihtimali artınca Esad’a yanaşan, ABD’den destek alınca tekrar Şam’a kendi şartlarını dayatan PYD; bu sefer benzerini Şara’ya karşı yapıyordu. Bu sert duruş, Batı’nın Şam’a yaklaşımındaki şüphe devam ettiği sürece işe yaramaya devam etti. Çünkü Aralık ve Ocak ayı boyunca Batı ülkeleri yeni yönetime sözlü destek veriyor olsa da pratikte çok az adım atılmıştı.

PYD neden söylem değiştirdi?

PYD Suriye’deki konumunu IŞİD’le mücadele, Türkiye’nin Suriye’deki etkisini durdurma, Batının tek müttefiki olma gibi maddeler üzerine oturtmayı bir süre devam ettirebildi. Bu süreci dışarıda desteği artırarak ve Kürtler arası diyalogu canlandırarak idare edebilecekti. Özellikle Türkiye’deki süreç yavaşlamışken ve İran’dan destek alan Kandil kökenli militanlar hâlâ YPG içinde etkiliyken bu pozisyonu sürdürmek daha kolaydı.

Abdi, denge oyununu sadece dışarıya karşı yürütmedi. PYD ve YPG içinde de hassas dengeler vardı. Öcalan henüz çağrı yapmamıştı. PKK’nın bu çağrıya ne yanıt vereceği belli değildi. ABD’nin bölgeden çekilmesi endişesi tamamen sona ermemişti. Bu nedenle örgüt içinde İran’a yakın kanatların yapabileceklerinden çekindiği için dışarıda sert bir tutum izlemeye ve Şam’a karşı şartlarını dayatır konumunu sürdürmeyi tercih etti. Fakat Ocak sonundaki gelişmeler PYD’nin yaklaşımının da değişmesine neden oldu.

Ocak sonunda ne oldu? Öncelikle Şara devlet başkanı ilan edildi. Şara’nın başkanlığı demokratik ve geniş tabanlı bir platformda belirlenmedi. Tersine Şara gayet askerî bir ortamda bir oldu-bitti toplantısıyla tartışmasız yeni Suriye’nin lideri haline geldi. Şara’nın seçilmesine yönelik tepkilerin tamamı olumlu olunca PYD önemli bir gerçeği anladı. Artık Şam’daki idare geçici bir yönetim değildi. İktidarı uzun bir süre devam edecekti. Suriye’de geçiş dönemi diye bir şey olmayacaktı ve buna ne bölge ülkeleri ne de Batı itiraz ediyordu.

Şam’daki iktidarın güçlenmeye başlaması ve buna PYD’ye destek verenlerin de katılması Abdi’nin pozisyonunu yumuşatmak zorunda kalmasına neden oldu. Bunun üzerine söylemde bir değişim görüldü: Abdi, Suriye’nin Irak’tan farklı olduğunu; Irak’ın tersine federalizm arayışında olmadıklarını, ancak ademi merkeziyetçilikte ısrar ettiklerini söylemeye başladı. Şara’nın merkeziyetçi bir yapı kurmak istediğini tahmin etmek zor değildi. Bununla birlikte PYD Batı’nın geçiş döneminde Şam’a bu kadar destek olacağını muhtemelen beklemiyordu. Nitekim Şara’nın başkan seçildiği toplantı Kürtler arasında epey tepki çekti. KSDÖY katılımcılarından bazılarının terörist olduğunu iddia ettiği bu toplantıyı reddettiğini açıkladı. İlham Ahmet, Jerusalem Post’ta İsrail’in Suriye’ye müdahalesinin gerekli olduğu çağrısıyla tartışmaya katıldı. Şara’nın başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra ENKS, Suriye muhalefetinden çekildi. Böylece tamamen Kürtler arası diyaloğa odaklandı.

Birkaç gün sonra şubat ortasında yeni Suriye Yönetimi Ulusal Diyalog Konferansı’nın hazırlık komitesini oluşturunca bu sefer hem PYD hem de ENKS dışlandıklarını ileri sürdü. Şubat sonunda Ulusal Konferans toplantısına katılanların çoğu PYD’yi ve “Özerk Yönetimi” yönetimini tamamen reddeden bir pozisyon takındı. Sonradan anlaşılan o sıralarda PYD ile Şam arasında arka kapı diplomasisinin devam ettiğiydi. Ancak o günlerde kamuoyu önünde karşılıklı suçlamalar havada uçuşuyordu.

6-8 Mart tarihlerindeki ağırlıklı olarak Arap Alevilerinin yaşadığı ve Esad rejimine destek vermiş bölgedeki Sahil İsyanı’na kadar PYD ile Şam ilişkileri düşük viteste gitti. Hatta isyan sırasında yaşanan katliamlara en yüksek dozda eleştiriyi PYD yaptı. Ayın 8’inde İlham Ahmet, açıkça hükümeti kınarken, 9’unda Mazlum Abdi sahilde yaşanan suçların bir an önce ortaya çıkarılmasıyla ilgi hayli sert bir açıklama yaptı. Hatta Şara’ya ordu yapılanmasını gözden geçirmesini önerdi. Ancak ertesi günü, bir gün önce sert sözlerle Suriye hükümetini suçlayan kendisi değilmiş gibi, Mazlum Abdi sürpriz bir şekilde Şam’ı ziyaret etti. Şara-Abdi görüşmesiyle PYD ve Suriye hükümeti arasında anlaşma imzalandı. Suriye’deki yerel basın ile uluslararası basın organlarına Suriye hükümetinin başarısı olarak servis edilen bu anlaşmadan saatler önce tarafların birbirine ağır sözlerle yüklendiğini kimse hatırlamadı. Fakat anlaşılıyor ki; ortada göz boyamaya yönelik sert demeçlerden farklı bir durum vardı.

PYD ile Şam hangi zeminde anlaştı?

PYD’nin Şam temsilcisi Ali Rahmun bir röportajında, anlaşmanın aslında 9 Mart’ta hazırlandığını, fakat Sahil İsyanı nedeniyle ertesi gün açıklandığını söyledi. Yani Abdi ve İlham Ahmet, Şara’yı Sahil’de yaşanan olaylar nedeniyle kıyasıya eleştirirken, PYD ile Suriye hükümeti anlaşmayı çoktan hazırlamış, imzalanmasını bekliyordu.

8 maddelik anlaşmayı kimin neden imzaladığına geleceğim. Ancak önemli bir husus var. Anlaşmayla önemli dosyalar çözülmedi. Kürtlerin talepleri olan anadilde eğitim, yeni orduya katılım ve petrol/doğal gaz gelirleri ve sahalarının kontrolünde bir ilerleme olmadı. PYD, 10 Mart Anlaşması’yla çekileceğini söylediği yerlerden hiçbirini şu ana kadar boşaltmadı. Hatta kontrolü altındaki alandan hâlâ vazgeçmedi. Tersine, PYD kontrolündeki bölgelerde iç güvenliği PYD’ya bağlı emniyet birimleri sağlıyor. Kamışlı’dan çıkanlar Suriye’nin diğer bölgelerine giderken diğer bölgelerden insanlar rahatlıkla PYD kontrolündeki bölgelere giremiyor. Girse bile başına bir şey gelmeyeceğinin garantisi yok.

Anlaşmanın kim tarafından neden imzalandığına gelelim. Öncelikle bize anlatılan hikâye, ABD Suriye’den çekilecek, bu nedenle PYD’ye baskı yaptı. PYD ise ABD’nin çekilmesi sonrasında başına gelebileceklerden endişe duyduğu için Şam ile uzlaşmayı kabul etti. Bence bu anlaşma, ABD Suriye’den çekileceği için değil, tam tersine Suriye’de kalıcı olduğu için imzalandı. Ocak ayının başlarında Trump Yönetimi, Suriye’yle ilgili şüphelere sahip olabilir. Fakat şubat başından itibaren ABD’nin Suriye’deki politikası belirginleşti. ABD, Suriye’de kalacak. Ancak bu kalıcılığı büyük bir askerî varlıkla değil siyasi varlığıyla ve düşük görünürlüğüyle devam ettirecek. Bu nedenle sahadaki iki ortağını birlikte ve birbirine zarar vermemesi için işbirliğine soktu. Yani Şara ile Abdi, ABD çekileceği için değil kalacağı için anlaştılar.

Aslında anlaşmanın en önemli hedeflerinden birisi, Türkiye’nin YPG’ye karşı sahadaki müttefikleriyle birlikte yürüttüğü operasyonun durdurulmasıydı. Böylece sadece YPG korunmakla kalmayacaktı, aynı zamanda SMO bileşenlerinin uzun bir süre aktif kalabilmesinin de önü kapanacaktı. Böylece Suriye’nin yeni ordusuna zorunlu olarak katılan SMO güçlerinin artık yeni durumu kabullenmekten başka çaresi kalmıyordu. Nitekim Şara-Abdi anlaşmasından birkaç gün sonra İlham Ahmet, anlaşmanın en önemli amaçlarından birisinin tüm askerî operasyonları durdurmak olduğunu söyledi.

Şara’nın PYD ile anlaşmasının 4 sebebi

Peki, anlaşmayı taraflar neden imzaladı? Öncelikle tekrar edeyim, her ikisi de ABD’nin güçlü bir tepkisinden son derece çekiniyor. ABD’nin Suriye hükümetine karşı olması, yaptırımların devam etmesine neden olurdu. Bu olasılık Şara’yı yıl sonuna kadar dayanamayacak bir hale sokabilirdi. Ancak ABD’den tek çekinen Şara değil. Abdi, ABD’nin isteklerine uymaması halinde Türkiye karşısında yalnız kalacağını ve Avrupa’dan alacağı desteğin hiçbir anlamı olmayacağını biliyordu. Dolayısıyla bu anlaşmanın ana mimarı ABD’ydi.

Fakat elbette Şara’nın da Abdi’nin de anlaşmak için kendilerine özgü farklı nedenleri vardı. Şara, Abdi’ye göre daha fazla sorunla karşılaşıyordu. Şara’nın öncelikli sorunu, Suriye’de devam eden ciddi ekonomik krizdi. PYD, Suriye’deki petrolün ve tahıl üretiminin çok büyük bir kısmına sahip olduğundan Suriye hükümetinin bu kaynakları acilen yeniden kontrol etmesi gerekiyordu. Yani bir şekilde ekonomiyi toparlayabilmesi için PYD ile anlaşmaya mecburdu.

İkinci ve zamanlama açısından en önemli neden, Şara’nın doğuda bir ayaklanmayla başa çıkamayacak kadar zayıf olmasıydı. Bir süredir Dürzileri kontrol altına almakta zorlanan Şara Yönetimi Sahil’deki ayaklanmayla ciddi olarak sarsılmıştı. Lazkiye’den Tartus’a kadar geniş bir alanda neredeyse 2 gün boyunca denetimi yitirdi. 3 ayrı ayaklanmayla yüzleşmesi halinde kontrolü tamamen yitirmekten korktu. PYD’yle yapılacak bir anlaşma onu kâbus senaryosundan kurtaracaktı.

Üçüncü neden ise ayaklanmanın neden olduğu meşruiyet kriziydi. Ayaklanma sırasında yaşanan kitlesel ölümler pek çok Batı ülkesinde büyük tepkiye neden oldu. Radikal geçmişi konusunda dünyayı değiştiğine ikna güçlüğü çeken yeni Suriye hükümetini kurtarabilecek en önemli şey, Batı’nın meşru kabul ettiği PYD’yle anlaşmaktı. Yani imaj tazelemek için PYD’ye ihtiyaç duyuyordu.

Son olarak YPG ile SMO arasındaki çatışmaların durması SMO’nun kazanımlarının önlenmesi anlamına geliyordu. SMO’nun ile YPG arasında uzun süreli bir çatışma olması durumunda, SMO’nun YPG’yi yenmesi ve kuzeydoğunun önemli kısmında kontrol sağlaması olasılığı bulunuyordu. Böyle bir sonuç, SMO’nun hayatta kalmasına ve tamamen yok olmaktan kurtulmasına neden olabilirdi. Özetle, Şara, ekonomik krizi hafifletmeyi, meşruiyet krizine çözüm bulmayı, eş zamanlı bir çatışmaya sürüklenmekten kurtulmayı başardı ve SMO’nun ivme kazanmasını da engelledi.

PYD’nin Şara ile anlaşmasının nedenleri

PYD ise kısa vadeli toprak kazanımları peşinde koşmak yerine, anlaşma yoluyla zaman, meşruiyet ve genişleme fırsatları elde etti. Böylece silahlarını teslim edip dağılmak yerine, YPG’nin Suriye Ordusu’na entegre olacağı resmî bir statü elde etti.

Uzun vadede, merkezi hükümet tekrar zayıflarsa, PYD kalıcı bir özerk bölge kurabilecek ve onu savunabilecek bir askerî gücü sürdürebilecek. Ayrıca anlaşma Terörsüz Türkiye sürecinde de rahatlamaya neden oldu. Sorunun Şam tarafından çözüleceği argümanı çerçevesinde Türkiye’nin büyük çaplı operasyon yapması ihtimalini azaldı.

En önemlisi, PYD sorunları çözmeden yıl sonuna kadar bölgesel gelişmeleri takip edebilme fırsatını elde etti. Çünkü kısa bir süre önce Öcalan’ın ilan ettiği ateşkes kararıyla PKK’nın buna ne tepki vereceği arasında gidip geliyordu. Böylece zaman kazanmış oldu.

PYD’nin “anayasa” rahatsızlığı

Abdi-Şara anlaşmasıyla başlayan ılımlı hava birkaç gün içinde en azından görünüşte yeniden kayboldu. Anlaşmadan 3 gün sonra 13 Mart’ta Suriye’de ilan edilen yeni anayasa PYD’nin taleplerinden hiçbirisini karşılamıyordu. PYD’ye bağlı kuruluşlar yeni Suriye anayasasını çok ağır sözlerle eleştirdi. Görünüşte anayasada aradığını bulamayan PYD, Kürtler arası birlik toplantısına geri döndü. Kamışlı’da bir toplantı yapabilmek için ortak bir komite açıklandı. Kürtler arası ortak tutumun belirleneceği bir toplantı yapılmasına ilişkin hazırlıklar sürerken bu sefer Şam’da yeni hükümet ilan edildi. 29 Mart’ta ilan edilen hükümette kendisine yer bulamayan PYD hükümetin kararlarını da reddettiğini açıkladı. Fakat bunun da gerçekçi olmadığı üç gün sonra anlaşıldı. PYD, kabul etmediğini söylediği hükümetle 1 Nisan’da Halep’te bir başka anlaşma imzaladı.

Birçok basın kuruluşunda anlaşmanın 10 Mart’ın devamı olduğu ve Halep’teki PYD kontrolünü sona erdirdiği ilan edildi. Önceki çatışmalarda SMO ve YPG arasında karşılıklı olarak esir alınan kişilerin takası barışın önünü açan bir gelişme olarak yansıtıldı. Fakat işin garip tarafı, anlaşma sadece PYD’nin işine yaradı. Nitekim 600 kişinin serbest bırakılması üzerinde anlaşılırken sadece 250’si salıverildi. YPG’nin Halep’te Kürtlerin çoğunlukta olduğu Şeyh Maksut ve Eşrefiye Mahallelerinden çıkış görüntüleri servis edilse de bu mahalleler PYD’nin asayiş dediği polis biriminin kontrolüne geçti. Bugüne değin Halep’te bu iki mahallede Suriye hükümetinin emniyet birimleri değil “PYD’ye bağlı sözde polisler” güvenliği sağlıyor. Hatta daha da garip bir şey oldu. 10 Mart anlaşmasına göre evlerinden uzaklaştırılan kişilerin evlerine dönmesine izin verilmesi kapsamında YPG ve PKK militanları Afrin’e dönmeye başladılar. Siz, YPG Halep’ten çıktı diye düşünürken, tersine Türk Silahlı Kuvvetleri ve SMO’nun birlikte yaptığı operasyonlarla terör örgütünden kurtarılan Afrin’e örgüt militanları sivil kıyafet giyerek dönmeye başladı.

Düşündürücü sessizlik

Bu sessizlik ortamında daha ilginç bir şey gerçekleşti. Nisan’ın ilk gününden itibaren Tışrin Barajı civarına sessizlik çöktü. 4 ayı aşkın süren SMO-YPG çatışması durdu. Fakat kimse bir açıklama yapmadı. Ateşkes koşulu duyurulmadı. SMO operasyonları durdurdu, YPG baraj çevresinden çekildi. Birkaç gün sonra Suriye Ordusu’na bağlı birimler barajı kontrol etti. Ne olup bittiği birkaç gün sonra açığa çıktı. Önce 2 Nisan’da YPG’nin kadınlardan oluşan biriminden bir üst düzey militan ve ertesi gün İlham Ahmed “uluslararası koalisyon ve bazı ülkelerin desteğiyle Kobani’ye yönelik operasyonlar durduruldu” açıklamasını yaptılar.

Sanırım bunun anlamı, ABD’nin gözetiminde bir anlaşmayla Suriye’de YPG’ye yönelik operasyonların durduğuydu. Anlaşmanın nerede, ne zaman kimler arasında yapıldığı belli değil. Fakat önce SMO durdu, sonra YPG çekildi ve en sonunda Türkiye’nin Suriye’deki nokta operasyonlarında önceki dönemlere göre büyük bir azalma yaşandı.

Yani karşılıklı bir sessizlik hakim ancak neyin nereye kadar süreceğini kestirmek güç.

Ortak tutum konferansı

PYD, Şara ile anlaşmaya vardıktan sonra iç cepheyi kuvvetlendirebilmek için Kürtler arası diyaloğa daha çok odaklandı. Bunun sonucunda Abdi tekrar Erbil’e gitti. Sonra Fransa Dışişleri Bakanı’yla görüştü. Nihayetinde yıllardır yapılması planlanan toplantı 26 Nisan’da Kamışlı’da gerçekleştirildi.

Katılımcıları açısından bakıldığında PKK’nın on yıllardır hayalini kurduğu ortak konferansı PYD yaptı. Toplantıya PYD liderlik etse de KDP, KYB ve DEM Parti ve diğer Suriye Kürt partilerinin temsilcileri katıldı. Mazlum Abdi konuşmasında sadece Barzani’ye değil, KCK’ya da teşekkür etti. İlham Ahmet federalizm konusunu bir adım ileri taşıyarak kendi kaderlerini tayin edecek noktaya geldiğini açıkladı.

Konferansın sonuç bildirgesinde en dikkat çekici konu ise Kürt sorununa demokratik ve ademi merkeziyetçi bir çözüm bulmak sözleri oldu. Toplantıdan sonra Suriyeli Kürt partilerden oluşan ortak bir heyet kuruldu ve Şam’la görüşmeye başlandı.

Nereye gidiyoruz?

Başlangıçta söylediklerime geri döneyim; Suriye’de PYD’nin amacı uzun süreden beri aynı. Bence YPG’nin silah bıraktığı ve PYD’nin gönül rızasıyla Suriye hükümetine dahil olacağı bir sürece doğru evrilmiyoruz.

ABD’nin Suriye’ye yaptırımları kaldırması aslında yukarıda yazdığım ABD bir yere gitmiyor, tersine daha büyük bir ağırlıkla Suriye’de gücünü artırıyor iddiasının en önemli göstergelerinden birisi. Şara Yönetimi’nin büyük bir ekonomik yükle karşı karşıya olduğu ve dört yanından siyasi ve askerî baskı altında olduğuna bir şüphe yok. Ancak Şara Yönetimi de hayatta kalmanın ve kalıcı olmanın yolunun Batı sistemine entegre olmaktan geçtiğini düşünüyor. Bu nedenle İbrahim Anlaşmaları’na taraf olması bile sürpriz olmayacaktır.

ABD’nin etkisinin Suriye’de bu denli arttığı bir dönemde Şara’nın onun uzun süreden beri müttefiki olan PYD’ye karşı sert bir tavır almasını beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Büyük bir olasılıkla Şara da en azından Türkiye kadar PYD’nin petrol bölgelerinden çekilmesini, silahları bırakmasını isterken ve kontrol edemeyeceği bir güç olarak varlığını sürdürmesini istemiyordur. Suriye hükümetini her fırsatta radikal, cihatçı çete olarak tanımlayan PYD’yle siyasi ortaklık kurmak akla yatkın bir seçenek değil. Ancak 6 aydır görülen o ki; Şara Yönetimi iktidarının devamı için öncelik verdiği orta Suriye’deki gücünü konsolide edinceye ve dış dünyaya rüştünü ispat edinceye kadar PYD gibi bir önceliği olmayacak.

PYD’nin hedefi ise bence son derece net. Suriye hükümetinin zaaflarından yararlanarak asıl hedefi olan “ademi merkeziyetçi” bölgeyi kurmak için zamana oynamak. Bunun için bir yandan Şara’yı ve Suriye hükümetini dışarıya karşı eleştirirken diğer yandan anlaşma yapmaktan çekinmiyor. Üstelik varlığının devamının üç şeye bağlı olduğunu görüyor: Batı’nın desteği, Şara’nın güçlenmemesi ve Türkiye’nin sabrı. Üçünden birisini kaybetmesi, PYD’nin projesinin çökmesine neden olabilir. Fakat en azından şimdilik hedefine ulaşmak için şartların ve zamanın yanında olduğunu düşünüyor. Bu nedenle görünüşte her türlü tavizi vermeye hazırken gerçekte varlığını zayıflatacak hiçbir adım atmıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

PYD nereye koşuyor: Silah bırakma mı, özerklik mi, de facto devlet mi?

PYD’nin önündeki üç seçenek ne? PYD bugünkü stratejisini adım adım nasıl geliştirdi? Esad sonrası nasıl bir yol izledi? Suriye hükümeti PYD ile ne kadar anlaşabiliyor? PYD, Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin aklından ne geçiriyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Suriye’deki hızlı dönüşüm ve Türkiye’deki Terörsüz Türkiye Süreci kesişince pek çoğumuzun aklına aynı soru geldi: PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’ye ne olacak?

Son günlerde Türkiye’de yetkili makamlardan üst üste benzer tonda açıklamalar geliyor: “…PYD, PKK’nın parçası olarak silah bırakmalı veya uygun bir biçimde Suriye’nin yeniden yapılanan ordusuna katılmalı; kontrol ettiği bölgeler Suriye hükümetinin denetimine geçmeli; Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine zarar gelmemeli…”, “…Suriye’de Baasçı rejimler döneminde Kürtler haksızlığa ve adaletsizliğe uğramıştır. Kürtlerin hakları korunmalı, tekrar haksızlığa uğraması engellenmelidir. Fakat bunu yapacak olan PYD değildir…”

Türkiye’de hâkim beklenti böyle olmasına rağmen Suriye’de farklı bir hava görülüyor. PYD özetle şöyle bir tavır takınmış durumda: “…Sizin bahsettiğiniz PYD ve YPG olabilir. Onlar KCK’nın parçasıydı. Biz Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (KDSÖY), Suriye Demokratik Konseyi (SDK) ve onu sivil toplum örgütleriyiz (örneğin TEV-DEM). Öcalan’ın yolundayız, onu lider kabul ediyoruz ve çağrısını destekliyoruz. Fakat silah bırakma çağrısı bize değil, PKK’ya yapıldı. Biz PKK değiliz. PKK’nın silah bırakmasının Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya barış getireceğine inanıyoruz, bu yüzden destekliyoruz. Ancak bu karar bizi bağlamaz, Suriye’de güvenliğin sağlanmadığı bir ortamda kendimizi korumak için siyasi mücadele veriyoruz. Bu nedenle bizi PKK ile aynı çerçevede düşünmeyin. Biz Suriye’deki yeni yönetime dahil olmak, Türkiye’yle iyi ilişki kurmak istiyoruz. Bu hedefimize Suriye’de ademi merkeziyetçi bir idare kurulmasıyla ulaşacağız…”

Yukarıda birbiriyle çelişen iki vizyon görüyoruz. Bu vizyonların her ikisi de son derece güçlü uluslararası ve yerel dinamiklere sahip. Türkiye, Terörsüz Türkiye Süreci’nin başarıya ulaşabilmesi için Suriye ayağının eksik kalmaması gerektiğine inanıyor. Suriye’de rejimin değişmesiyle birlikte bu ülkedeki güvenlik kaygılarını gerek Suriye hükümeti üzerinden gerekse tek başına çözebilecek kadar büyük bir güce ulaştı.

PYD’nin yaptıkları ve yapmadıkları

PYD ise Suriye’deki iç zayıflıktan ve daha önemlisi Batı ülkelerinin desteğini açıkça arkasına almaktan medet umuyor.

PYD’nin destek beklediği ABD’yi, “…Suriye’den çıkıyor, ne yapsın artık PYD’yi…” diye küçümsemeyin. Irak’ta İran’a karşı büyük bir dalga bizi bekliyor ve PYD dahil olmak üzere Suriye’deki aktörlerin bu süreçte Batı lehine oynayabileceği önemli roller olabilir.

Ayrıca Suriye’deki gelişmelerden gayet mutlu olan Körfez devletleri ve Batı ülkelerinin, kırılgan Suriye’yi bir arada tutabilmesinde PYD’nin oynadığı rol göz ardı edilemez. Düşünsenize Sahil Bölgesi’ndekine benzeyen bir isyan veya Dürzi bölgesindekine benzer bir çatışma PYD bölgesinde yaşansaydı ne olurdu? Üstelik bu silahlı karşı koyuş, İsrail’in de desteğiyle diğer çatışmalarla eş zamanlı gerçekleşseydi, Şara Yönetimi bunun altından nasıl kalkardı? Sadece bu faktöre bakarak bile PYD’nin batı ülkeleri ve Körfez devletleri için yaptıkları ve yapmadıklarıyla oynadığı rolün önemini anlayabilirsiniz.

Yani PYD’ye ABD ve diğerlerinden gelen destek, sandığınız gibi çekilen bir devletin azalan desteği değil; tersine artan bir öneme sahip stratejik bir desteğe dönüşüyor.

Yıl sonuna kadar bizi bekleyen üç olasılık

Sadece yukarıdaki genel denkleme bakıldığında bile PYD konusunda yakın dönemde önemli bir dönemece gireceğimiz görülüyor. Sanırım yılsonuna kadar 3 olasılıktan birisiyle (ana ekseni aynı olmakla detayda farklılaşabilir) karşılaşacağız:

Birinci olasılık, Suriye’de Şara yönetiminin iç karışıklıklardan kurtulup, PYD’yi Suriye’nin doğusundaki Rakka ve Deyrizor’dan çıkararak göreli dar bir alana sıkıştırması. Bu durumda PYD, kamuoyunda Kobani olarak da bilinen Ayn El Arap ile Irak sınırı arasında dar bir alanda hüküm sürmeye devam edecek, ancak sahip olduğu doğal kaynakları, militanları ve çevresini etkileme kapasitesini kaybedecek olsa da adı konulmamış bir özerklikle yaşamaya devam edecek.

İkinci olasılık Türkiye, “PYD hepimizi kandırıyor buna daha fazla tahammül edilemez deyip, PYD’yi silah bırakmaya zorlayıcı askerî ve güvenlik adımları atabilir. Bu durumda Şam ne kadar destek verir, Suriye Milli Ordusu dağıldığına göre Türkiye sürecin ne kadarını üstlenir, Batı’dan ve Körfezden nasıl tepki gelir sorularının yanıtını ararız. İşler bu noktaya gelirse, tekrar konuşuruz.

Üçüncü olasılık ise diğer ikisinden daha farklı. Bir bakmışız ki; günün birinde PYD barış güvercinine dönüşüvermiş. 6 ayda bir 3 günlüğüne Suriye’ye gidip, “Bana sahadan gelen bilgilerle diye…” başlayan sosyal medya paylaşımları yapan yabancı uzmanların öncülüğünde yürütülen, yerli uzmanların da “PYD’nin diz çökmesi olarak” tanımlayacağı bir medya kampanyası çerçevesinde PYD’den gelen mesajları dinleyebiliriz. Bu mesajlarda PYD’nin Suriye’ye diğer ülkelerden gelen PKK’lıları göndereceğini/gönderdiğini ve Suriye ordusuna katıldığını duyabiliriz. Böylece artık PYD’nin silah bırakmasına gerek olmadığına inanmamız beklenebilir. Çünkü onlar artık Suriye ordusunun parçası olmuş ve içindeki PKK’lıları başka yerlere göndermiş olacaklardır. Hatta, 2013’te olduğu gibi PYD’nin “ılımlı yüzleri” ile bazı yetkililer arasında Şam, Erbil, herhangi bir Batı başkenti ya da Türkiye’de görüşme yapıldığını öğrenebiliriz; bunun sonucunda varacağımız aşama, Şam ile Kamışlı arasında bir anlaşma yapılarak ademi merkeziyetçi bir yapı (federalizm, kültürel özerklik veya yumuşatılmış başka bir tanım çerçevesinde) ilan edilmesi olur. Ancak anlayacağınız bir uçtan diğer uca savrulabilecek hareketli ve hararetli bir sürece giriyoruz.

Bırak olasılıkları ne olacak, onu söyle diyenleri duyuyor gibiyim. Ben kendi penceremden görebildiğimi söyleyeyim: Suriye’de ve Orta Doğu’da mevcut şartlar devam ettiği sürece PYD ademi merkeziyetçi bir yönetim kurmak için yoluna devam edecek. Silah bırakmayacak. Suriye ordusuna, düşündüğünüz gibi kendisinden vazgeçip onun içinde eriyecek şekilde dahil olmayacak. Kendi bölgesini “yasal ve meşru” olarak kurma yolunda devam edecek.

Neden mi böyle düşünüyorum. Çünkü 8 Aralık 2024’ten itibaren bunu yapıyor. Nasıl mı? Anlatayım…

Esad sonrası Suriye’de PYD’nin izlediği yol

Suriye’deki gelişmeler izlemeyi son derece zorlaştıracak kadar çeşitli ve dinamik. O nedenle ülkeyi analiz edebilmek için günlük haber takibi yetmiyor. Bu nedenle bir grup arkadaşımla birlikte bir veri tabanı oluşturduk. Bu veri tabanına bakarak olanı biteni arşivleyip, kodlayıp analiz etmeye çalışıyorum. Şimdi ”Bunu neden söylüyorsun?” diyebilirsiniz. Nedeni basit; az sonra yazacağım şeylerin hepsini açık kaynaktan topladık. Bazılarının gerçekleştiğini duymamış olabilirsiniz. Bazıları ise baştan farklı yansıtılıp sonradan aslı anlaşılan olaylardan ibaret. Sizi gün gün kronolojiye boğmayacağım. Ancak tarihsel sıralamayı izleyerek ne olup bittiğini anlatacağım. İnanmayan girer internete bakar. Fakat olayları daha rahat izleyebilmeniz için öncelikle PYD’nin izlediği yolu 8 maddede topladım. Olay dizimini başlıklara ayırmayacağım çünkü birçok olay birbiriyle bağlantılı gelişiyor. Bu yüzden 8 maddenin süreci anlamlandırmanıza yardımcı olacağına inanıyorum.

  1. ABD’yle ilişkileri kalıcı zemine oturtma
  2. Merkezi hükümet ile sürekli temas/görüşme
  3. Suriye’deki iç gelişmeler karşısında sürekli aktif tutum
  4. Suriye Milli Ordusu (SMO) ile savaş
  5. Uluslararası alanda destek arayışını sürdürme
  6. Kontrol ettiği bölgelerde güç konsolidasyonu
  7. Silahlı güçlerini yeniden yapılandırma
  8. Kürtler arası diyalog sürecini canlı tutma

Şimdi sıra geldi yukarıda saydığım 8 maddenin nasıl uygulandığına. Bundan sonrasında sizi bir hayli bilgi ve olay dolu bir kısım bekliyor.

Kasım 2024’ün son günlerinden Esad’ın düşüşüne

Olan biteni anlatmaya Kasım 2024’ün son günlerinden başlamak gerekiyor. Çatışmalar başladığında HTŞ liderliğindeki silahlı muhalifler ile SMO’nun önderliğindeki askerî ittifak eski rejimin kontrol ettiği şehirlerde hızla ilerlerken, YPG, Esad Yönetimi’nin çekildiği yerleri doldurmaya girişmişti. Hatta YPG birkaç saatliğine de olsa hatları birleştirmiş ve Halep’in doğusundan Deyrizor’a kadar büyük bir alanı ele geçirmişti. Fakat bu denklem SMO’nun karşı saldırısıyla çabucak değişti. YPG, SMO’yla girdiği çatışmaların sonucunda Tel Rifat’ı ve Halep’in dış mahallerinin bir kısmını kaybetti. Deyrizor’da ele geçirdiği bazı yerleri ise çatışmadan HTŞ’ye bıraktı. Buna karşılık Menbiç, Tışrin Barajı, Deyr Hafr ve Halep’teki 2 mahallede kalmaya devam etti.

Suriye’de herkesin birbiriyle savaştığı dönemde YPG-HTŞ ile neredeyse hiç çatışmadı. Kaybettiği ya da çekilmeye zorlandığı tüm yerlerde onu çekilmeye zorlayan eski adıyla SMO oldu.

Esad’ın düşmesinden sonra PYD’nin ilk adımları

Bizim aslen YPG olarak bildiğimiz fakat isim ve kısmen de yapı değişikliğiyle Suriye Demokratik Güçleri adını alan militan grubun (SDG) komutanı Mazlum Abdi, Suriye’deki hükümetin değişmesinin ertesi günü yani 9 Aralık’ta, yeni hükümetle doğrudan işbirliği yapacaklarını ve bu işbirliğinin diyalog temelinde gideceğini söyleyerek işe başladı. Hatta “…eski rejimle en çok çatışan güçlerden birisi biziz…” diyerek sanki birkaç ay öncesinde Türkiye’nin askerî operasyonundan kaçınmak için her tarafa rejim bayrağı çeken başkasıymış gibi davranıyordu. Fakat temel mesajı çok açıktı; Suriye’de yeni bir düzen kuruluyor ve biz de bu yeni düzende yerimizi alacağız.

Aynı gün İsrail basınında Kürtlerin İsrail’den destek istediği ve İsrail’in de onları yalnız bırakmayacağı mesajını içeren konuşmalar yayıldı. Ancak Abdi, İsrail ile ilişkileri gündemde tutmaktan kaçındı. (Rejimin değiştiği günden itibaren İsrail, PYD konusunu birkaç defa gündeme getirdi. Her iki taraf uzun süredir ilişki olduğu biliniyor. Ancak Esad’ın devrilmesinden bu yana İsrail’in PYD’ye desteği belli bir seviyenin ötesine geçirmedi Çünkü İsrail PYD kartını baştan açıp Şam’ı bir anda köşeye sıkıştırmak istemedi. Bu kartı zamana bırakıp, Suriye’de istediklerini alamaması halinde kullanacak gibi duruyor) Hatta Suriye bayrağını kullanmaya devam edip yeni hükümetin parçası olacaklarının işaretlerini verdi.  Üç gün sonra yani ayın 12’sinde Abdi, HTŞ’nin kendilerine operasyon başladığında mesaj gönderdiğini, kendilerinin hedefte olmadığını ve Halep ile Deyrizor konularında aralarında anlaşma olduğunu söyledi. Aynı günlerde PYD kontrolündeki bölgelerde bulunan bazı Arap silahlı gruplar SDG’den ayrıldıklarını ilan etti. Hatırlarsanız, 2015’ten itibaren ABD’nin desteğiyle YPG adını değiştirip, içine bazı Arap silahlı grupları da alarak SDG olduğunu ilan etmişti. Bu yapı IŞİD yenilmesi sonrasında PYD’nin kontrol ettiği alan genişleyince daha çok Arap militanın katıldığı bir silahlı gruba dönüştü. Yani aslında SDG dediğimiz şey YPG’nin belkemiğini oluşturduğu ancak Arapların sayıca çoğunlukta olduğu bir silahlı grup oldu. Ancak bana sorarsanız hâlâ PKK’nın Suriye’deki kolunun adı kibarlaştırılmış halinden başka bir şey değil. Neyse, biz SDG’deki Araplara geri dönelim. Bu gelişmeler devam ederken Rakka, Deyrizor ve Kamışlı’da yeni yönetim yanlısı gösteriler yapıldı. Bu ve benzeri gösteriler sertlikle bastırıldı. Bazı göstericiler açılan ateşte öldü ve yaralandı. Hatta YPG, sosyal medya paylaşımlarında yeni yönetime destek verip kendisini eleştirenleri tutukladı. Bu günlerde özellikle Fırat Nehri civarında SMO ile YPG arasında yoğun çatışmalar yaşanıyordu. Deyrizor’da ise SDG’nin içindeki Araplardan oluşan birimlerin ayrıldığı ve yeni hükümete katıldığı haberleri çıksa da bu girişimler kısa sürede YPG tarafından durduruldu. Yani HTŞ ile YPG arasında uzlaşı süreci başlamasına karşın, SMO’yla çatışmalar sürüyordu.

PYD ile Yeni Suriye Yönetimi’nin ilk görüşmesi: 13 Aralık 2024

Türk kamuoyu Abdi ile Şara 10 Mart’ta kameralar karşısında buluşuncaya kadar HTŞ ile PYD’nin görüştüğünden haberdar değildi. Hatta bugün dahi sorsanız ne zaman görüşme başladı diye, yine 10 Mart yanıtını alabilirsiniz. Fakat bu doğru değil.

PYD ile yeni Suriye yönetimi arasındaki ilk görüşme Esad’ın devrilmesinden 5 gün sonra 13 Aralık’ta gerçekleşti. Bu toplantıya PYD adına Bedran Çiya katılırken, yeni yönetimi o zaman henüz dışişleri bakanı olarak atanmamış olan Esad Şeybani temsil etti. Bu toplantı daha sonra gerçekleşecek birçok toplantının ilkiydi. Yeni yönetim, PYD’nin Rakka, Deyrizor, Halep kırsalı gibi yerlerden çekilmesini, buraların yeni yönetime devredilmesini, petrolün kendisi tarafından kontrolünü, Suriye’ye dışarıdan gelen YPG militanlarının gönderilmesini, IŞİD mahkumlarının yeni yönetime devrini, sınır kapılarının kontrolünü ve YPG’nin yeni kurulacak orduya katılmasını istedi. Aslında bundan sonra tüm görüşmeler aşağı yukarı aynı konular üzerinde döndü. Hatta bugün bile devam ediyor.

“Kürtler tek ses olsun” çabası

PYD bir yandan sessizce yeni yönetimle görüşürken Mazlum Abdi, Kürtlerin Şam karşısında ortak bir duruşa sahip olması için Kürtler arası diyalog çağrısında bulundu. Bu, aslında Yeni Suriye Yönetimi’nin de istediği bir şeydi. Çünkü tek bir muhatapla karşı karşıya olmak ve o günlerde hâlâ varlığını koruyan Suriye Ulusal Koalisyonu’nu zayıflatmak istiyordu. PYD dışındaki Kürtler o muhalefetin bir parçasıydı. Kürtler arası ortak tutumun geliştirilebilmesi için Suriye’deki farklı görüşlerden tüm Kürt siyasi partilerin bir araya gelerek oluşturduğu ENKS’nin Suriye Ulusal Koalisyon’dan ayrılması gerekiyordu.

Elbette bu durum Şara’nın da işine geliyordu. Abdi’nin dolaylı Şam müzakereleri ve Suriye muhalefetinde çatlağa neden olan girişimi karşısında Şara Kürtlerin Suriye milletinin bir parçası olduğunu ve büyük adaletsizliklere uğradıklarını, bu adaletsizliklerin sona ermesi gerektiğini söyleyen bir mesaj yayınlayarak uzatılan zeytin dalını kabul ettiğini gösterdi.

Abdi’nin çağrı yaptığı gün, Kürtler arası diyalog görüşmeleri başladı. Irak’taki KDP ve KYB’ye yakın partilerden oluşan siyasi ittifak ENKS ile PYD arasındaki görüşmelerin ilk günlerdeki arabulucusu Fransa’ydı.  Ancak belirgin bir ilerleme kayedilemedi. Ortak bir komite oluşturulması için karşılıklı geliş gidişler oldu. Fakat bunlar sonuçsuz kaldı.

Bugünlerde ABD’nin pek sahada görülmediğini düşünebilirsiniz. Ancak bu doğru değil. Trump Yönetimi yeni seçilmişti ve Suriye’nin kendi savaşı olmadığını söylemişti. Bu sözler ABD’nin Suriye’den hızlıca çıkabileceği beklentisini artırdı. Ancak tüm bu gelişmelerin yaşandığı 13-14 Aralık 2024’te ABD askerleri 2019’dan beri ilk kez Ayn el Arab’a gitti. Amerikan askerlerinin PYD’ye destek gösterisinde bulunduğu gün Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye’nin önceliğinin YPG’nin tasfiyesi olduğunu, ABD’nin Suriye’deki tutumunun değiştiğini ve herkesin yeni ortamı kabullenmek zorunda olduğunu söyleyerek genişletilmiş bir operasyon sinyalini veriyordu. Bu nedenle gözler tamamen Türkiye’nin ne yapacağına dönmüştü. Yaklaşık 2 hafta bu biçimde geçti.

Şam – PYD arasında uzlaşma beklentisi

Aralık’ın sonlarına gelindiğinde ilk günlerindeki PYD ile Şam arasındaki uzlaşma beklentisi yerini SMO-YPG çatışmasına bırakmıştı. SMO, YPG’yi savaşarak Menbiç’ten çıkarken, çatışma Tışrin Barajı etrafında odaklanmıştı. Şara’nın Şam’daki kargaşayla boğuşması ve buna karşılık SMO’nun daha fazla yüklenmesiyle köşeye sıkışmış olacak ki; Abdi bir gazeteye mülakat vererek sınır güvenliğini hükümete teslim etmeye ve yeni orduya katılmaya hazır olduğunu; arabulucular aracılığıyla Türkiye’ye silahtan arındırılmış bölge önerisi teklif ettiklerini fakat Türkiye’nin diyaloğu reddettiğini söylüyordu. Yıl sonunda Ayn el Arab’a yönelik bir operasyon beklentisi artmıştı. Yeni Suriye’deki konumunu elde etme sürecinde asıl muhatabının Türkiye ve SMO olmaya başlaması PYD’yi ciddi olarak endişelendiriyordu.

Bu gelişmelerin sonucunda Aralık’ın son günlerinde (29 Aralık) bir PYD heyetinin Şam’daki Dumayr Havaalanı’na giderek Şara ile görüştüğü haberi yayıldı. Başta bu heyetin içinde kim olduğu söylenmedi. Fakat bir süre sonra heyetin başında Mazlum Abdi’nin olduğu ve Şara ile doğrudan görüştüğü ortaya çıktı. Gördüğünüz gibi ilk kez 10 Mart’ta görüştüler hikayesi yine yalan oldu.

Bu görüşmenin ana gündemi öncekilerden farklı değildi. Yani yönetime katılma, orduya entegre olma ve petrol gelirlerini paylaşma… Fakat PYD ve Şam görüşmeleri gizli saklı yerinde sayarken, SMO Tışrin civarında ilerlemeye başlayınca, bölgeyi terk ediyor denen ABD 6 yıl sonra Ayn El Arab’a yeniden askerî üs inşa etmeye başladı.

PYD’ye dış destek ve federal Suriye talebi

Ardından Almanya, Fransa ve İsrail’den üst üste Kürtlerin yeni yönetimden dışlanmaması mesajları gelmeye başladı. ABD’nin askerî hazırlığına rağmen gidişattan emin olmayan Abdi ise yeniden haber ajanslarına “ABD’nin çekilmesi kaosa yol açar ve yeni ordunun parçası olacağız” açıklamalarını yapmaya başladı. Bu çağrıyı takiben PYD’ye dış destek olağan seviyenin üstüne çıktı.

Böylece PYD’nin federalizm talepleri canlanmaya başladı. KDSÖY Dış İlişkiler Sorumlusu sıfatıyla dünyada PYD’nin dış ilişkilerini yürüten İlham Ahmed, Londra turu sırasında katıldığı bir toplantıda açıkça federal bir Suriye talep etti. Diplomasi trafiği Batı ile sınırlı kalmadı.

O zamana kadar Kürtler arası diyalog daha çok ENKS ve PYD arasında sınırlı kalırken, görüşme trafiğine KDP de eklendi. Uzun bir süre PYD, KYB ve ENKS ile görüşürken sürece KDP’nin dahil olması, Irak ve Suriye Kürtleri arasındaki diyaloğu yeni bir aşamaya taşıdı. Bu ziyaretin hemen ertesinde Abdi, Erbil’e gitti ve Mesut Barzani’yle buluştu. Ertesi gün ilginç bir biçimde Reuters adı verilmeyen bir PKK’lıya dayanarak “… Suriye dışından gelen PKK militanlarının Suriye’nin kuzeydoğusunun SDG tarafından yönetilmesi veya SDG’nin Suriye hükümetine dahil olması halinde bölgeden çekilebileceklerini” yazdı. Yine aynı günlerde Trump Yönetimi’nin Dışişleri Bakanı Marc Rubio’dan Suriye’de Kürtlere destek vereceğiz sözleri duyuldu. Bir de bunların üzerine Türkiye’deki süreçteki tıkanıklığın aşılması eklenince PYD’nin üzerindeki baskı azaldı.

Bir yandan KDP’yle buzları soğutup, Suriye’deki tüm Kürtleri temsil edebileceği iddiasını güçlendiren, diğer yandan Türkiye’deki gelişmeler nedeniyle Türkiye’nin bir askerî operasyon ihtimalinin azaldığını düşünen PYD, Şam karşısındaki tutumunu sertleştirdi. Doğrusu Şara Yönetimi o günlerde içerideki sorunlara odaklanmış ve geçiş yönetimini nasıl idare edeceğinin yollarını aramaya çalışıyordu. Dış dünyaya tüm açılımlarında da aynı sözlerle karşılaşıyordu: Tüm unsurların temsil edileceği, kapsayıcı bir hükümet kur.

Doğrusu PYD’nin tutumu sertleşse de aslında 1 yıl öncekinden çok da farklı değildi. PYD Esad’dan kabaca ne istiyorsa Şara’dan da benzerlerini istedi. 2024’ün başlarında Türkiye’nin tutumu sertleşip operasyon yapma ihtimali artınca Esad’a yanaşan, ABD’den destek alınca tekrar Şam’a kendi şartlarını dayatan PYD; bu sefer benzerini Şara’ya karşı yapıyordu. Bu sert duruş, Batı’nın Şam’a yaklaşımındaki şüphe devam ettiği sürece işe yaramaya devam etti. Çünkü Aralık ve Ocak ayı boyunca Batı ülkeleri yeni yönetime sözlü destek veriyor olsa da pratikte çok az adım atılmıştı.

PYD neden söylem değiştirdi?

PYD Suriye’deki konumunu IŞİD’le mücadele, Türkiye’nin Suriye’deki etkisini durdurma, Batının tek müttefiki olma gibi maddeler üzerine oturtmayı bir süre devam ettirebildi. Bu süreci dışarıda desteği artırarak ve Kürtler arası diyalogu canlandırarak idare edebilecekti. Özellikle Türkiye’deki süreç yavaşlamışken ve İran’dan destek alan Kandil kökenli militanlar hâlâ YPG içinde etkiliyken bu pozisyonu sürdürmek daha kolaydı.

Abdi, denge oyununu sadece dışarıya karşı yürütmedi. PYD ve YPG içinde de hassas dengeler vardı. Öcalan henüz çağrı yapmamıştı. PKK’nın bu çağrıya ne yanıt vereceği belli değildi. ABD’nin bölgeden çekilmesi endişesi tamamen sona ermemişti. Bu nedenle örgüt içinde İran’a yakın kanatların yapabileceklerinden çekindiği için dışarıda sert bir tutum izlemeye ve Şam’a karşı şartlarını dayatır konumunu sürdürmeyi tercih etti. Fakat Ocak sonundaki gelişmeler PYD’nin yaklaşımının da değişmesine neden oldu.

Ocak sonunda ne oldu? Öncelikle Şara devlet başkanı ilan edildi. Şara’nın başkanlığı demokratik ve geniş tabanlı bir platformda belirlenmedi. Tersine Şara gayet askerî bir ortamda bir oldu-bitti toplantısıyla tartışmasız yeni Suriye’nin lideri haline geldi. Şara’nın seçilmesine yönelik tepkilerin tamamı olumlu olunca PYD önemli bir gerçeği anladı. Artık Şam’daki idare geçici bir yönetim değildi. İktidarı uzun bir süre devam edecekti. Suriye’de geçiş dönemi diye bir şey olmayacaktı ve buna ne bölge ülkeleri ne de Batı itiraz ediyordu.

Şam’daki iktidarın güçlenmeye başlaması ve buna PYD’ye destek verenlerin de katılması Abdi’nin pozisyonunu yumuşatmak zorunda kalmasına neden oldu. Bunun üzerine söylemde bir değişim görüldü: Abdi, Suriye’nin Irak’tan farklı olduğunu; Irak’ın tersine federalizm arayışında olmadıklarını, ancak ademi merkeziyetçilikte ısrar ettiklerini söylemeye başladı. Şara’nın merkeziyetçi bir yapı kurmak istediğini tahmin etmek zor değildi. Bununla birlikte PYD Batı’nın geçiş döneminde Şam’a bu kadar destek olacağını muhtemelen beklemiyordu. Nitekim Şara’nın başkan seçildiği toplantı Kürtler arasında epey tepki çekti. KSDÖY katılımcılarından bazılarının terörist olduğunu iddia ettiği bu toplantıyı reddettiğini açıkladı. İlham Ahmet, Jerusalem Post’ta İsrail’in Suriye’ye müdahalesinin gerekli olduğu çağrısıyla tartışmaya katıldı. Şara’nın başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra ENKS, Suriye muhalefetinden çekildi. Böylece tamamen Kürtler arası diyaloğa odaklandı.

Birkaç gün sonra şubat ortasında yeni Suriye Yönetimi Ulusal Diyalog Konferansı’nın hazırlık komitesini oluşturunca bu sefer hem PYD hem de ENKS dışlandıklarını ileri sürdü. Şubat sonunda Ulusal Konferans toplantısına katılanların çoğu PYD’yi ve “Özerk Yönetimi” yönetimini tamamen reddeden bir pozisyon takındı. Sonradan anlaşılan o sıralarda PYD ile Şam arasında arka kapı diplomasisinin devam ettiğiydi. Ancak o günlerde kamuoyu önünde karşılıklı suçlamalar havada uçuşuyordu.

6-8 Mart tarihlerindeki ağırlıklı olarak Arap Alevilerinin yaşadığı ve Esad rejimine destek vermiş bölgedeki Sahil İsyanı’na kadar PYD ile Şam ilişkileri düşük viteste gitti. Hatta isyan sırasında yaşanan katliamlara en yüksek dozda eleştiriyi PYD yaptı. Ayın 8’inde İlham Ahmet, açıkça hükümeti kınarken, 9’unda Mazlum Abdi sahilde yaşanan suçların bir an önce ortaya çıkarılmasıyla ilgi hayli sert bir açıklama yaptı. Hatta Şara’ya ordu yapılanmasını gözden geçirmesini önerdi. Ancak ertesi günü, bir gün önce sert sözlerle Suriye hükümetini suçlayan kendisi değilmiş gibi, Mazlum Abdi sürpriz bir şekilde Şam’ı ziyaret etti. Şara-Abdi görüşmesiyle PYD ve Suriye hükümeti arasında anlaşma imzalandı. Suriye’deki yerel basın ile uluslararası basın organlarına Suriye hükümetinin başarısı olarak servis edilen bu anlaşmadan saatler önce tarafların birbirine ağır sözlerle yüklendiğini kimse hatırlamadı. Fakat anlaşılıyor ki; ortada göz boyamaya yönelik sert demeçlerden farklı bir durum vardı.

PYD ile Şam hangi zeminde anlaştı?

PYD’nin Şam temsilcisi Ali Rahmun bir röportajında, anlaşmanın aslında 9 Mart’ta hazırlandığını, fakat Sahil İsyanı nedeniyle ertesi gün açıklandığını söyledi. Yani Abdi ve İlham Ahmet, Şara’yı Sahil’de yaşanan olaylar nedeniyle kıyasıya eleştirirken, PYD ile Suriye hükümeti anlaşmayı çoktan hazırlamış, imzalanmasını bekliyordu.

8 maddelik anlaşmayı kimin neden imzaladığına geleceğim. Ancak önemli bir husus var. Anlaşmayla önemli dosyalar çözülmedi. Kürtlerin talepleri olan anadilde eğitim, yeni orduya katılım ve petrol/doğal gaz gelirleri ve sahalarının kontrolünde bir ilerleme olmadı. PYD, 10 Mart Anlaşması’yla çekileceğini söylediği yerlerden hiçbirini şu ana kadar boşaltmadı. Hatta kontrolü altındaki alandan hâlâ vazgeçmedi. Tersine, PYD kontrolündeki bölgelerde iç güvenliği PYD’ya bağlı emniyet birimleri sağlıyor. Kamışlı’dan çıkanlar Suriye’nin diğer bölgelerine giderken diğer bölgelerden insanlar rahatlıkla PYD kontrolündeki bölgelere giremiyor. Girse bile başına bir şey gelmeyeceğinin garantisi yok.

Anlaşmanın kim tarafından neden imzalandığına gelelim. Öncelikle bize anlatılan hikâye, ABD Suriye’den çekilecek, bu nedenle PYD’ye baskı yaptı. PYD ise ABD’nin çekilmesi sonrasında başına gelebileceklerden endişe duyduğu için Şam ile uzlaşmayı kabul etti. Bence bu anlaşma, ABD Suriye’den çekileceği için değil, tam tersine Suriye’de kalıcı olduğu için imzalandı. Ocak ayının başlarında Trump Yönetimi, Suriye’yle ilgili şüphelere sahip olabilir. Fakat şubat başından itibaren ABD’nin Suriye’deki politikası belirginleşti. ABD, Suriye’de kalacak. Ancak bu kalıcılığı büyük bir askerî varlıkla değil siyasi varlığıyla ve düşük görünürlüğüyle devam ettirecek. Bu nedenle sahadaki iki ortağını birlikte ve birbirine zarar vermemesi için işbirliğine soktu. Yani Şara ile Abdi, ABD çekileceği için değil kalacağı için anlaştılar.

Aslında anlaşmanın en önemli hedeflerinden birisi, Türkiye’nin YPG’ye karşı sahadaki müttefikleriyle birlikte yürüttüğü operasyonun durdurulmasıydı. Böylece sadece YPG korunmakla kalmayacaktı, aynı zamanda SMO bileşenlerinin uzun bir süre aktif kalabilmesinin de önü kapanacaktı. Böylece Suriye’nin yeni ordusuna zorunlu olarak katılan SMO güçlerinin artık yeni durumu kabullenmekten başka çaresi kalmıyordu. Nitekim Şara-Abdi anlaşmasından birkaç gün sonra İlham Ahmet, anlaşmanın en önemli amaçlarından birisinin tüm askerî operasyonları durdurmak olduğunu söyledi.

Şara’nın PYD ile anlaşmasının 4 sebebi

Peki, anlaşmayı taraflar neden imzaladı? Öncelikle tekrar edeyim, her ikisi de ABD’nin güçlü bir tepkisinden son derece çekiniyor. ABD’nin Suriye hükümetine karşı olması, yaptırımların devam etmesine neden olurdu. Bu olasılık Şara’yı yıl sonuna kadar dayanamayacak bir hale sokabilirdi. Ancak ABD’den tek çekinen Şara değil. Abdi, ABD’nin isteklerine uymaması halinde Türkiye karşısında yalnız kalacağını ve Avrupa’dan alacağı desteğin hiçbir anlamı olmayacağını biliyordu. Dolayısıyla bu anlaşmanın ana mimarı ABD’ydi.

Fakat elbette Şara’nın da Abdi’nin de anlaşmak için kendilerine özgü farklı nedenleri vardı. Şara, Abdi’ye göre daha fazla sorunla karşılaşıyordu. Şara’nın öncelikli sorunu, Suriye’de devam eden ciddi ekonomik krizdi. PYD, Suriye’deki petrolün ve tahıl üretiminin çok büyük bir kısmına sahip olduğundan Suriye hükümetinin bu kaynakları acilen yeniden kontrol etmesi gerekiyordu. Yani bir şekilde ekonomiyi toparlayabilmesi için PYD ile anlaşmaya mecburdu.

İkinci ve zamanlama açısından en önemli neden, Şara’nın doğuda bir ayaklanmayla başa çıkamayacak kadar zayıf olmasıydı. Bir süredir Dürzileri kontrol altına almakta zorlanan Şara Yönetimi Sahil’deki ayaklanmayla ciddi olarak sarsılmıştı. Lazkiye’den Tartus’a kadar geniş bir alanda neredeyse 2 gün boyunca denetimi yitirdi. 3 ayrı ayaklanmayla yüzleşmesi halinde kontrolü tamamen yitirmekten korktu. PYD’yle yapılacak bir anlaşma onu kâbus senaryosundan kurtaracaktı.

Üçüncü neden ise ayaklanmanın neden olduğu meşruiyet kriziydi. Ayaklanma sırasında yaşanan kitlesel ölümler pek çok Batı ülkesinde büyük tepkiye neden oldu. Radikal geçmişi konusunda dünyayı değiştiğine ikna güçlüğü çeken yeni Suriye hükümetini kurtarabilecek en önemli şey, Batı’nın meşru kabul ettiği PYD’yle anlaşmaktı. Yani imaj tazelemek için PYD’ye ihtiyaç duyuyordu.

Son olarak YPG ile SMO arasındaki çatışmaların durması SMO’nun kazanımlarının önlenmesi anlamına geliyordu. SMO’nun ile YPG arasında uzun süreli bir çatışma olması durumunda, SMO’nun YPG’yi yenmesi ve kuzeydoğunun önemli kısmında kontrol sağlaması olasılığı bulunuyordu. Böyle bir sonuç, SMO’nun hayatta kalmasına ve tamamen yok olmaktan kurtulmasına neden olabilirdi. Özetle, Şara, ekonomik krizi hafifletmeyi, meşruiyet krizine çözüm bulmayı, eş zamanlı bir çatışmaya sürüklenmekten kurtulmayı başardı ve SMO’nun ivme kazanmasını da engelledi.

PYD’nin Şara ile anlaşmasının nedenleri

PYD ise kısa vadeli toprak kazanımları peşinde koşmak yerine, anlaşma yoluyla zaman, meşruiyet ve genişleme fırsatları elde etti. Böylece silahlarını teslim edip dağılmak yerine, YPG’nin Suriye Ordusu’na entegre olacağı resmî bir statü elde etti.

Uzun vadede, merkezi hükümet tekrar zayıflarsa, PYD kalıcı bir özerk bölge kurabilecek ve onu savunabilecek bir askerî gücü sürdürebilecek. Ayrıca anlaşma Terörsüz Türkiye sürecinde de rahatlamaya neden oldu. Sorunun Şam tarafından çözüleceği argümanı çerçevesinde Türkiye’nin büyük çaplı operasyon yapması ihtimalini azaldı.

En önemlisi, PYD sorunları çözmeden yıl sonuna kadar bölgesel gelişmeleri takip edebilme fırsatını elde etti. Çünkü kısa bir süre önce Öcalan’ın ilan ettiği ateşkes kararıyla PKK’nın buna ne tepki vereceği arasında gidip geliyordu. Böylece zaman kazanmış oldu.

PYD’nin “anayasa” rahatsızlığı

Abdi-Şara anlaşmasıyla başlayan ılımlı hava birkaç gün içinde en azından görünüşte yeniden kayboldu. Anlaşmadan 3 gün sonra 13 Mart’ta Suriye’de ilan edilen yeni anayasa PYD’nin taleplerinden hiçbirisini karşılamıyordu. PYD’ye bağlı kuruluşlar yeni Suriye anayasasını çok ağır sözlerle eleştirdi. Görünüşte anayasada aradığını bulamayan PYD, Kürtler arası birlik toplantısına geri döndü. Kamışlı’da bir toplantı yapabilmek için ortak bir komite açıklandı. Kürtler arası ortak tutumun belirleneceği bir toplantı yapılmasına ilişkin hazırlıklar sürerken bu sefer Şam’da yeni hükümet ilan edildi. 29 Mart’ta ilan edilen hükümette kendisine yer bulamayan PYD hükümetin kararlarını da reddettiğini açıkladı. Fakat bunun da gerçekçi olmadığı üç gün sonra anlaşıldı. PYD, kabul etmediğini söylediği hükümetle 1 Nisan’da Halep’te bir başka anlaşma imzaladı.

Birçok basın kuruluşunda anlaşmanın 10 Mart’ın devamı olduğu ve Halep’teki PYD kontrolünü sona erdirdiği ilan edildi. Önceki çatışmalarda SMO ve YPG arasında karşılıklı olarak esir alınan kişilerin takası barışın önünü açan bir gelişme olarak yansıtıldı. Fakat işin garip tarafı, anlaşma sadece PYD’nin işine yaradı. Nitekim 600 kişinin serbest bırakılması üzerinde anlaşılırken sadece 250’si salıverildi. YPG’nin Halep’te Kürtlerin çoğunlukta olduğu Şeyh Maksut ve Eşrefiye Mahallelerinden çıkış görüntüleri servis edilse de bu mahalleler PYD’nin asayiş dediği polis biriminin kontrolüne geçti. Bugüne değin Halep’te bu iki mahallede Suriye hükümetinin emniyet birimleri değil “PYD’ye bağlı sözde polisler” güvenliği sağlıyor. Hatta daha da garip bir şey oldu. 10 Mart anlaşmasına göre evlerinden uzaklaştırılan kişilerin evlerine dönmesine izin verilmesi kapsamında YPG ve PKK militanları Afrin’e dönmeye başladılar. Siz, YPG Halep’ten çıktı diye düşünürken, tersine Türk Silahlı Kuvvetleri ve SMO’nun birlikte yaptığı operasyonlarla terör örgütünden kurtarılan Afrin’e örgüt militanları sivil kıyafet giyerek dönmeye başladı.

Düşündürücü sessizlik

Bu sessizlik ortamında daha ilginç bir şey gerçekleşti. Nisan’ın ilk gününden itibaren Tışrin Barajı civarına sessizlik çöktü. 4 ayı aşkın süren SMO-YPG çatışması durdu. Fakat kimse bir açıklama yapmadı. Ateşkes koşulu duyurulmadı. SMO operasyonları durdurdu, YPG baraj çevresinden çekildi. Birkaç gün sonra Suriye Ordusu’na bağlı birimler barajı kontrol etti. Ne olup bittiği birkaç gün sonra açığa çıktı. Önce 2 Nisan’da YPG’nin kadınlardan oluşan biriminden bir üst düzey militan ve ertesi gün İlham Ahmed “uluslararası koalisyon ve bazı ülkelerin desteğiyle Kobani’ye yönelik operasyonlar durduruldu” açıklamasını yaptılar.

Sanırım bunun anlamı, ABD’nin gözetiminde bir anlaşmayla Suriye’de YPG’ye yönelik operasyonların durduğuydu. Anlaşmanın nerede, ne zaman kimler arasında yapıldığı belli değil. Fakat önce SMO durdu, sonra YPG çekildi ve en sonunda Türkiye’nin Suriye’deki nokta operasyonlarında önceki dönemlere göre büyük bir azalma yaşandı.

Yani karşılıklı bir sessizlik hakim ancak neyin nereye kadar süreceğini kestirmek güç.

Ortak tutum konferansı

PYD, Şara ile anlaşmaya vardıktan sonra iç cepheyi kuvvetlendirebilmek için Kürtler arası diyaloğa daha çok odaklandı. Bunun sonucunda Abdi tekrar Erbil’e gitti. Sonra Fransa Dışişleri Bakanı’yla görüştü. Nihayetinde yıllardır yapılması planlanan toplantı 26 Nisan’da Kamışlı’da gerçekleştirildi.

Katılımcıları açısından bakıldığında PKK’nın on yıllardır hayalini kurduğu ortak konferansı PYD yaptı. Toplantıya PYD liderlik etse de KDP, KYB ve DEM Parti ve diğer Suriye Kürt partilerinin temsilcileri katıldı. Mazlum Abdi konuşmasında sadece Barzani’ye değil, KCK’ya da teşekkür etti. İlham Ahmet federalizm konusunu bir adım ileri taşıyarak kendi kaderlerini tayin edecek noktaya geldiğini açıkladı.

Konferansın sonuç bildirgesinde en dikkat çekici konu ise Kürt sorununa demokratik ve ademi merkeziyetçi bir çözüm bulmak sözleri oldu. Toplantıdan sonra Suriyeli Kürt partilerden oluşan ortak bir heyet kuruldu ve Şam’la görüşmeye başlandı.

Nereye gidiyoruz?

Başlangıçta söylediklerime geri döneyim; Suriye’de PYD’nin amacı uzun süreden beri aynı. Bence YPG’nin silah bıraktığı ve PYD’nin gönül rızasıyla Suriye hükümetine dahil olacağı bir sürece doğru evrilmiyoruz.

ABD’nin Suriye’ye yaptırımları kaldırması aslında yukarıda yazdığım ABD bir yere gitmiyor, tersine daha büyük bir ağırlıkla Suriye’de gücünü artırıyor iddiasının en önemli göstergelerinden birisi. Şara Yönetimi’nin büyük bir ekonomik yükle karşı karşıya olduğu ve dört yanından siyasi ve askerî baskı altında olduğuna bir şüphe yok. Ancak Şara Yönetimi de hayatta kalmanın ve kalıcı olmanın yolunun Batı sistemine entegre olmaktan geçtiğini düşünüyor. Bu nedenle İbrahim Anlaşmaları’na taraf olması bile sürpriz olmayacaktır.

ABD’nin etkisinin Suriye’de bu denli arttığı bir dönemde Şara’nın onun uzun süreden beri müttefiki olan PYD’ye karşı sert bir tavır almasını beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Büyük bir olasılıkla Şara da en azından Türkiye kadar PYD’nin petrol bölgelerinden çekilmesini, silahları bırakmasını isterken ve kontrol edemeyeceği bir güç olarak varlığını sürdürmesini istemiyordur. Suriye hükümetini her fırsatta radikal, cihatçı çete olarak tanımlayan PYD’yle siyasi ortaklık kurmak akla yatkın bir seçenek değil. Ancak 6 aydır görülen o ki; Şara Yönetimi iktidarının devamı için öncelik verdiği orta Suriye’deki gücünü konsolide edinceye ve dış dünyaya rüştünü ispat edinceye kadar PYD gibi bir önceliği olmayacak.

PYD’nin hedefi ise bence son derece net. Suriye hükümetinin zaaflarından yararlanarak asıl hedefi olan “ademi merkeziyetçi” bölgeyi kurmak için zamana oynamak. Bunun için bir yandan Şara’yı ve Suriye hükümetini dışarıya karşı eleştirirken diğer yandan anlaşma yapmaktan çekinmiyor. Üstelik varlığının devamının üç şeye bağlı olduğunu görüyor: Batı’nın desteği, Şara’nın güçlenmemesi ve Türkiye’nin sabrı. Üçünden birisini kaybetmesi, PYD’nin projesinin çökmesine neden olabilir. Fakat en azından şimdilik hedefine ulaşmak için şartların ve zamanın yanında olduğunu düşünüyor. Bu nedenle görünüşte her türlü tavizi vermeye hazırken gerçekte varlığını zayıflatacak hiçbir adım atmıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x