Reagan’cı Soğuk Savaş politikası Çin’e karşı işe yarar mı?

ABD’de şahinler, ‘Ronald Reagan’ı “Sovyetleri yıkan” politikasını Çin’e karşı da uygulanmasını istiyor. Oysa Reagan’ın Sovyetler Birliği'nin çökerttiği de, Çin’i yıkacağı da kuşkulu.

ABD’de Çin’e karşı daha fazla sert tavır alınması gerektiğini savunanlar giderek daha fazla taraftar buluyor. Özellikle Cumhuriyetçiler Reaganvari tedbirler alınması gerektiğini savunuyor.

Onlara göre 1980’li yıllarda “Sovyetlerin çöküşünü getiren” yaptırım ve kısıtlamalar Pekin yönetiminin de sonunu getirebilir.

Bu yıl “Reagan: His Life and Legend” başlıklı kitabı yayınlanan, Jeane J. Kirkpatrick Dış İlişkiler Konseyi Ulusal Güvenlik Çalışmaları Kıdemli Üyesi Max Boot, hem Reagan politikalarının Sovyetlerin sonunu getirdiğinden hem de o dönem yapılanların bugün Çin’i dize getireceğinden kuşkulu. Boot’un Foreign Affairs’te yayınlanan makalesinden öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Cumhuriyetçiler bugün Çin ile nasıl başa çıkacakları konusunda strateji geliştirirken, birçoğu Başkan Ronald Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne yönelik çatışmacı yaklaşımını örnek alıyor. Reagan’ın hayatını ve mirasını araştırmak için on yılımı harcamadan önce bu reçetelere daha sempatik yaklaşırdım.

Bu efsanelerin en büyüklerinden biri Reagan’ın “kötülük imparatorluğunu” yıkmak için bir planı olduğu ve ABD’nin Soğuk Savaş’tan zaferle çıkmasını bu baskının sağladığıdır. Gerçekte, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü esas olarak Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov’un eseriydi. Onun radikal reformist politikalarının birincisi kasıtlı, ikincisi kasıtsız iki sonucuydu. Reagan, Gorbaçov’un farklı türde bir komünist lider olduğunu, onunla iş yapabileceğini ve böylece 40 yıllık bir çatışmaya barışçıl bir son vermek için müzakere edebileceğini anladığı için büyük bir övgüyü hak ediyor. Ancak Reagan Gorbaçov’un reformlarını gerçekleştirmesini sağlamadığı gibi Sovyetler Birliği’ni çöküşe de götürmedi. Bunun aksini düşünmek, ABD’nin Çin’e yönelik politikasının bugün neleri başarabileceğine dair tehlikeli ve gerçekçi olmayan beklentiler yaratmak anlamına gelir.

Reagan aslında ne yaptı?

Reagan’ın Sovyetler Birliği’ni çökerttiği ve Soğuk Savaş’ı kazandığı tezinin görünüşte bir cazibesi var, çünkü Reagan bazen tam da bunu yapmaktan söz ediyordu.

Göreve geldikten sonra Reagan savunma harcamalarını artırdı. ABD tarihindeki en büyük barış zamanı askeri yığınağını gerçekleştirdi ve nükleer füzelere karşı bir “uzay kalkanı” oluşturmak için Stratejik Savunma Girişimi’ni başlattı. Ayrıca Afganistan, Angola ve Nikaragua’daki antikomünist isyancılara silah ve Polonya’daki dayanışma hareketine gizli, silah dışı yardım sağladı. Reagan sık sık Sovyetler Birliği hakkında sert konuştu ve korkunç insan hakları ihlallerini açık yüreklilikle dile getirdi. 1982’de “özgürlük ve demokrasi yürüyüşünün” Marksizm-Leninizmi “tarihin kül yığınında bırakacağı” kehanetinde bulundu. 1983 yılında yaptığı bir konuşmada Sovyetler Birliği’ni “modern dünyanın kötülük odağı” olarak nitelendirdi.

Çelişkilerle dolu politika

Ancak gerçek çok daha karmaşık. Reagan’ın Dışişleri Bakanı George Shultz bana, “Geriye dönüp ‘Biliyorsunuz, harika bir stratejimiz vardı ve her şeyi çözmüştük’ demek cazip geliyor, ama bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Doğru olan, genel bir ‘güç yoluyla barış’ tavrı olduğuydu.” dedi.

Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne yönelik politikası, hayranlarının çoğunun kabul ettiğinden çok daha az tutarlıydı. Sovyet muhaliflerle yaptığı görüşmeler onu çatışmaya itmiş olsa da nükleer bir savaşın nelere yol açacağını bilmesi onu işbirliğine yöneltti.

Sovyetler Birliği’ne karşı bir ekonomik savaş ilanı anlamına geldiğini öne sürse de Reagan, Moskova üzerindeki ekonomik baskıyı azaltmak için defalarca harekete geçti. Başkan Jimmy Carter’ın Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline tepki olarak bir önceki yıl uygulamaya koyduğu tahıl ambargosunu 1981’in başlarında kaldırdı. Aralık 1981’de Polonya’da Sovyet destekli bir rejim sıkıyönetim ilan edince, Reagan Batı Avrupa’ya Sibirya doğalgaz boru hattının inşasına sert yaptırımlar uyguladı ve Avrupalı müttefiklerinin muhalefeti üzerine bir sonraki Kasım ayında bu yaptırımları kaldırdı.

Muhafazakârlar, Reagan’ın o dönemde Kremlin’le gizlice temas kurduğunu bilselerdi daha da dehşete düşerlerdi. Nisan 1981’de Reagan, Sovyet lideri Leonid Brejnev’e el yazısıyla duygusal bir not göndererek “kalıcı barışı bulma konusundaki ortak yükümlülüğümüzü yerine getirmemize yardımcı olacak anlamlı ve yapıcı diyalog” arzusunu dile getirdi. Gerçekten de Reagan, başkanlığının başından itibaren bir Sovyet lideriyle görüşmeyi ummuştu.

Şimdi pek çok hayranı Reagan’ı, baskı ve uzlaşmayı birleştiren hesaplı bir strateji uyguladığı gerekçesiyle takdir ediyor. Ancak bu yaklaşım ilk döneminde çok az meyve verdiği gibi Sovyet liderlerini de şaşırttı.

1983 yılında, Sovyetlerin Koreli bir sivil uçağı düşürmesi, ABD’nin füze fırlatacağına dair yanlış bir Sovyet uyarısı dahil olmak üzere tırmanan bir dizi kriz, nükleer savaş korkularını 1962 Küba füze krizinden bu yana en yüksek seviyelerine çıkardı. Nükleer kıyamet riskinin çok gerçek olduğunu fark eden Reagan, şahin tutumunu bilinçli olarak yumuşattı. Ocak 1984’te “barışı güçlendirmek” ve “silah seviyesini düşürmek” için Kremlin ile birlikte çalışma sözü verdi.

Sorun şuydu ki Reagan’ın o dönemde barış için bir ortağı yoktu: ilk döneminde Sovyetler Birliği’ni sırasıyla yaşlı sertlik yanlısı Leonid Brejnev, Yuri Andropov ve Konstantin Çernenko yönetiyordu. Ancak Çernenko Mart 1985’te öldüğünde Reagan nihayet Gorbaçov’da birlikte çalışabileceği bir Sovyet lideri buldu; Gorbaçov totaliter bir sistemin tepesine kadar yükselmiş, ancak onu yerle bir etmiş gerçek bir “siyah kuğu” idi.

Beklenmeyen çöküş

Reagan’ın “şeytani imparatorluğu” çökerttiğini savunanlar genellikle dönüm noktası olarak Gorbaçov’un yükselişine odaklanıyorlar ve ABD başkanının savunma birikimini bir reformcunun Sovyet Komünist Partisi genel sekreterliğine seçilmesiyle ilişkilendiriyorlar. Bu teoriyle ilgili sorun, 1985 başlarında hiç kimsenin, hatta Gorbaçov’un kendisinin bile, onun ne kadar radikal bir reformcu olacağını bilmemesidir. Politbüro’daki meslektaşları bilseydi, muhtemelen onu seçmezlerdi. Sovyet imparatorluğunun ya da kendi güç ve ayrıcalıklarının sona ermesini istemiyorlardı.

Gorbaçov, nükleer savaş tehlikesinden gerçekten endişe duyuyordu ve Sovyetler Birliği’nin askeri-endüstriyel kompleksine harcadığı para (GSYİH’nin tahmini yüzde 20’si ve devlet bütçesinin yüzde 40’ı) onu dehşete düşürmüştü.

Bu, Sovyetler Birliği’nin iflasını tehdit eden Reagan kaynaklı bir krizin yansıması değil, Gorbaçov’un kendi insancıl içgüdülerinin bir ürünüydü. Tarihçi Chris Miller’ın da belirttiği gibi, “Gorbaçov 1985’te genel sekreter olduğunda Sovyet ekonomisi savurgan ve kötü yönetiliyordu, ama krizde değildi.” Stalin’in teröründen, kıtlıktan, İkinci Dünya Savaşı’ndan kurtulmayı başaran Sovyet rejimi, Çin, Küba, Kuzey Kore ve Vietnam gibi daha yoksul diğer komünist rejimler gibi 1980’lerin ortasındaki durgunluğu atlatabilirdi.

Sovyetlerin çöküşü kaçınılmaz değildi ve Reagan’ın orduya daha fazla harcama yaparken Sovyet yayılmacılığını yurtdışında engelleme çabalarının bir ürünü de değildi. Bu, Gorbaçov’un 1991’de kendisini devirmeye çalışan daha muhafazakâr yoldaşlarının itirazlarına rağmen uyguladığı glasnost ve perestroyka gibi giderek radikalleşen reformların beklenmedik ve istenmeyen bir sonucuydu. Sovyetler Birliği ekonomik olarak iflas ettiği için değil, Gorbaçov fark ettiği gibi, ahlaki olarak iflas ettiği için dağıldı. Politbüro’nun başka bir üyesi 1985’te iktidarı ele geçirmiş olsaydı, Sovyetler Birliği hâlâ var olabilir ve Berlin Duvarı hâlâ ayakta durabilirdi. Gorbaçov’un reformlarını teşvik etmemiş olsa da Reagan, çoğu muhafazakârın Başkan’ın kurnaz bir komünist tarafından kandırıldığı uyarısında bulunduğu bir dönemde Sovyet lideriyle birlikte çalıştığı için övgüyü hak ediyor.

Reagan ve Gorbaçov’un her konuda aynı fikirde oldukları söylenemez. Sovyetler Birliği’ndeki insan hakları ve Reagan’ın çok sevdiği Stratejik Savunma Girişimi konusunda çatıştılar. Ancak geçici aksaklıklara rağmen, iki lider 1987’de Washington’da nükleer silahların tüm bir sınıfını ortadan kaldıran ilk silah kontrol anlaşması olan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nı imzaladı ve 1988’de Reaganlar Moskova’ya gitti.

Baskı barış getirir mi?

Reagan’ın ilk döneminde Sovyetler Birliği’ne yapılan baskının Sovyetleri müzakereye daha istekli hale getirdiğine dair çok az kanıt varken, ikinci döneminde Gorbaçov ile işbirliğine yönelmesinin yeni Sovyet liderinin ülkesini dönüştürmesine ve Soğuk Savaşı sona erdirmesine olanak sağladığına dair çok sayıda kanıt mevcut. Yine de pek çok muhafazakâr, Reagan’ın ikinci dönemdeki başarısını birinci dönemdeki başarısızlıklarıyla bir tutarak bugün komünist Çin ile ilişkilere yanlış politika dersleri uyguluyor.

Pekin’le çatışmayı tırmandırmak, 1983’te dünyayı felaketin eşiğine getiren savaş korkusunun tekrarlanması riskini taşıyor ve böyle bir stratejinin bugün başarı şansı daha da az. İflasın eşiğinde olmasa bile Sovyetler Birliği’nin ekonomisi, komünist merkezi planlama ve dünya petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle 1980’lerde zayıftı. Çin ise serbest piyasa ekonomisi ile siyasi baskıyı başarılı bir şekilde birleştirerek dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline geldi. Gazeteci Fareed Zakaria’nın da belirttiği gibi, Sovyet ekonomisi zirvedeyken küresel GSYİH’nın yaklaşık yüzde 7,5’ini oluşturuyordu; Çin ise bugün küresel GSYİH’nın yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. ABD’nin Çin’i “yenmek” için makul bir şekilde uygulayabileceği hiçbir politika yoktur. “Çin’i yenmenin” ne anlama geldiğini bilmek bile zordur. Ancak hem ABD’nin hem de Çin’in ısrarcı ve sert politikalarının bir nükleer savaş riskini arttırabileceğini tahmin etmek kolaydır.

ABD, Çin’in saldırganlığını kontrol altına almaya ve caydırmaya devam etmeli, hassas teknoloji ihracatını sınırlandırmalı ve Çin’deki insan haklarını desteklerken, savaş riskini azaltmak için Çinli liderlerle diyalog kurmaya devam etmelidir. Bu, Soğuk Savaş sırasında her iki partiden ABD başkanlarının Sovyetler Birliği’ne karşı benimsediği ihtiyatlı yaklaşımdı. Ancak Washington Çin’i dönüştürebileceğini hayal etmemelidir. Bunu yalnızca Çin halkı yapabilir. Bugün Çin ile yaşanan çatışma ancak Çin lideri Xi Jinping’in yerine Gorbaçov tarzında gerçek bir reformcu geçerse sona erebilir. Bu uzak ihtimalli senaryo gerçekleşmediği sürece, Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne yönelik politikasının tek taraflı bir karikatürünü izlemek dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirecektir.”

Bu yazı ilk kez 11 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

Max Boot’un Foreign Affaires’te yayınlanan “Reagan Didn’t Win the Cold War” başlıklı makalesinden bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.foreignaffairs.com/united-states/reagan-didnt-win-cold-war

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Reagan’cı Soğuk Savaş politikası Çin’e karşı işe yarar mı?

ABD’de şahinler, ‘Ronald Reagan’ı “Sovyetleri yıkan” politikasını Çin’e karşı da uygulanmasını istiyor. Oysa Reagan’ın Sovyetler Birliği'nin çökerttiği de, Çin’i yıkacağı da kuşkulu.

ABD’de Çin’e karşı daha fazla sert tavır alınması gerektiğini savunanlar giderek daha fazla taraftar buluyor. Özellikle Cumhuriyetçiler Reaganvari tedbirler alınması gerektiğini savunuyor.

Onlara göre 1980’li yıllarda “Sovyetlerin çöküşünü getiren” yaptırım ve kısıtlamalar Pekin yönetiminin de sonunu getirebilir.

Bu yıl “Reagan: His Life and Legend” başlıklı kitabı yayınlanan, Jeane J. Kirkpatrick Dış İlişkiler Konseyi Ulusal Güvenlik Çalışmaları Kıdemli Üyesi Max Boot, hem Reagan politikalarının Sovyetlerin sonunu getirdiğinden hem de o dönem yapılanların bugün Çin’i dize getireceğinden kuşkulu. Boot’un Foreign Affairs’te yayınlanan makalesinden öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“Cumhuriyetçiler bugün Çin ile nasıl başa çıkacakları konusunda strateji geliştirirken, birçoğu Başkan Ronald Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne yönelik çatışmacı yaklaşımını örnek alıyor. Reagan’ın hayatını ve mirasını araştırmak için on yılımı harcamadan önce bu reçetelere daha sempatik yaklaşırdım.

Bu efsanelerin en büyüklerinden biri Reagan’ın “kötülük imparatorluğunu” yıkmak için bir planı olduğu ve ABD’nin Soğuk Savaş’tan zaferle çıkmasını bu baskının sağladığıdır. Gerçekte, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü esas olarak Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov’un eseriydi. Onun radikal reformist politikalarının birincisi kasıtlı, ikincisi kasıtsız iki sonucuydu. Reagan, Gorbaçov’un farklı türde bir komünist lider olduğunu, onunla iş yapabileceğini ve böylece 40 yıllık bir çatışmaya barışçıl bir son vermek için müzakere edebileceğini anladığı için büyük bir övgüyü hak ediyor. Ancak Reagan Gorbaçov’un reformlarını gerçekleştirmesini sağlamadığı gibi Sovyetler Birliği’ni çöküşe de götürmedi. Bunun aksini düşünmek, ABD’nin Çin’e yönelik politikasının bugün neleri başarabileceğine dair tehlikeli ve gerçekçi olmayan beklentiler yaratmak anlamına gelir.

Reagan aslında ne yaptı?

Reagan’ın Sovyetler Birliği’ni çökerttiği ve Soğuk Savaş’ı kazandığı tezinin görünüşte bir cazibesi var, çünkü Reagan bazen tam da bunu yapmaktan söz ediyordu.

Göreve geldikten sonra Reagan savunma harcamalarını artırdı. ABD tarihindeki en büyük barış zamanı askeri yığınağını gerçekleştirdi ve nükleer füzelere karşı bir “uzay kalkanı” oluşturmak için Stratejik Savunma Girişimi’ni başlattı. Ayrıca Afganistan, Angola ve Nikaragua’daki antikomünist isyancılara silah ve Polonya’daki dayanışma hareketine gizli, silah dışı yardım sağladı. Reagan sık sık Sovyetler Birliği hakkında sert konuştu ve korkunç insan hakları ihlallerini açık yüreklilikle dile getirdi. 1982’de “özgürlük ve demokrasi yürüyüşünün” Marksizm-Leninizmi “tarihin kül yığınında bırakacağı” kehanetinde bulundu. 1983 yılında yaptığı bir konuşmada Sovyetler Birliği’ni “modern dünyanın kötülük odağı” olarak nitelendirdi.

Çelişkilerle dolu politika

Ancak gerçek çok daha karmaşık. Reagan’ın Dışişleri Bakanı George Shultz bana, “Geriye dönüp ‘Biliyorsunuz, harika bir stratejimiz vardı ve her şeyi çözmüştük’ demek cazip geliyor, ama bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Doğru olan, genel bir ‘güç yoluyla barış’ tavrı olduğuydu.” dedi.

Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne yönelik politikası, hayranlarının çoğunun kabul ettiğinden çok daha az tutarlıydı. Sovyet muhaliflerle yaptığı görüşmeler onu çatışmaya itmiş olsa da nükleer bir savaşın nelere yol açacağını bilmesi onu işbirliğine yöneltti.

Sovyetler Birliği’ne karşı bir ekonomik savaş ilanı anlamına geldiğini öne sürse de Reagan, Moskova üzerindeki ekonomik baskıyı azaltmak için defalarca harekete geçti. Başkan Jimmy Carter’ın Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline tepki olarak bir önceki yıl uygulamaya koyduğu tahıl ambargosunu 1981’in başlarında kaldırdı. Aralık 1981’de Polonya’da Sovyet destekli bir rejim sıkıyönetim ilan edince, Reagan Batı Avrupa’ya Sibirya doğalgaz boru hattının inşasına sert yaptırımlar uyguladı ve Avrupalı müttefiklerinin muhalefeti üzerine bir sonraki Kasım ayında bu yaptırımları kaldırdı.

Muhafazakârlar, Reagan’ın o dönemde Kremlin’le gizlice temas kurduğunu bilselerdi daha da dehşete düşerlerdi. Nisan 1981’de Reagan, Sovyet lideri Leonid Brejnev’e el yazısıyla duygusal bir not göndererek “kalıcı barışı bulma konusundaki ortak yükümlülüğümüzü yerine getirmemize yardımcı olacak anlamlı ve yapıcı diyalog” arzusunu dile getirdi. Gerçekten de Reagan, başkanlığının başından itibaren bir Sovyet lideriyle görüşmeyi ummuştu.

Şimdi pek çok hayranı Reagan’ı, baskı ve uzlaşmayı birleştiren hesaplı bir strateji uyguladığı gerekçesiyle takdir ediyor. Ancak bu yaklaşım ilk döneminde çok az meyve verdiği gibi Sovyet liderlerini de şaşırttı.

1983 yılında, Sovyetlerin Koreli bir sivil uçağı düşürmesi, ABD’nin füze fırlatacağına dair yanlış bir Sovyet uyarısı dahil olmak üzere tırmanan bir dizi kriz, nükleer savaş korkularını 1962 Küba füze krizinden bu yana en yüksek seviyelerine çıkardı. Nükleer kıyamet riskinin çok gerçek olduğunu fark eden Reagan, şahin tutumunu bilinçli olarak yumuşattı. Ocak 1984’te “barışı güçlendirmek” ve “silah seviyesini düşürmek” için Kremlin ile birlikte çalışma sözü verdi.

Sorun şuydu ki Reagan’ın o dönemde barış için bir ortağı yoktu: ilk döneminde Sovyetler Birliği’ni sırasıyla yaşlı sertlik yanlısı Leonid Brejnev, Yuri Andropov ve Konstantin Çernenko yönetiyordu. Ancak Çernenko Mart 1985’te öldüğünde Reagan nihayet Gorbaçov’da birlikte çalışabileceği bir Sovyet lideri buldu; Gorbaçov totaliter bir sistemin tepesine kadar yükselmiş, ancak onu yerle bir etmiş gerçek bir “siyah kuğu” idi.

Beklenmeyen çöküş

Reagan’ın “şeytani imparatorluğu” çökerttiğini savunanlar genellikle dönüm noktası olarak Gorbaçov’un yükselişine odaklanıyorlar ve ABD başkanının savunma birikimini bir reformcunun Sovyet Komünist Partisi genel sekreterliğine seçilmesiyle ilişkilendiriyorlar. Bu teoriyle ilgili sorun, 1985 başlarında hiç kimsenin, hatta Gorbaçov’un kendisinin bile, onun ne kadar radikal bir reformcu olacağını bilmemesidir. Politbüro’daki meslektaşları bilseydi, muhtemelen onu seçmezlerdi. Sovyet imparatorluğunun ya da kendi güç ve ayrıcalıklarının sona ermesini istemiyorlardı.

Gorbaçov, nükleer savaş tehlikesinden gerçekten endişe duyuyordu ve Sovyetler Birliği’nin askeri-endüstriyel kompleksine harcadığı para (GSYİH’nin tahmini yüzde 20’si ve devlet bütçesinin yüzde 40’ı) onu dehşete düşürmüştü.

Bu, Sovyetler Birliği’nin iflasını tehdit eden Reagan kaynaklı bir krizin yansıması değil, Gorbaçov’un kendi insancıl içgüdülerinin bir ürünüydü. Tarihçi Chris Miller’ın da belirttiği gibi, “Gorbaçov 1985’te genel sekreter olduğunda Sovyet ekonomisi savurgan ve kötü yönetiliyordu, ama krizde değildi.” Stalin’in teröründen, kıtlıktan, İkinci Dünya Savaşı’ndan kurtulmayı başaran Sovyet rejimi, Çin, Küba, Kuzey Kore ve Vietnam gibi daha yoksul diğer komünist rejimler gibi 1980’lerin ortasındaki durgunluğu atlatabilirdi.

Sovyetlerin çöküşü kaçınılmaz değildi ve Reagan’ın orduya daha fazla harcama yaparken Sovyet yayılmacılığını yurtdışında engelleme çabalarının bir ürünü de değildi. Bu, Gorbaçov’un 1991’de kendisini devirmeye çalışan daha muhafazakâr yoldaşlarının itirazlarına rağmen uyguladığı glasnost ve perestroyka gibi giderek radikalleşen reformların beklenmedik ve istenmeyen bir sonucuydu. Sovyetler Birliği ekonomik olarak iflas ettiği için değil, Gorbaçov fark ettiği gibi, ahlaki olarak iflas ettiği için dağıldı. Politbüro’nun başka bir üyesi 1985’te iktidarı ele geçirmiş olsaydı, Sovyetler Birliği hâlâ var olabilir ve Berlin Duvarı hâlâ ayakta durabilirdi. Gorbaçov’un reformlarını teşvik etmemiş olsa da Reagan, çoğu muhafazakârın Başkan’ın kurnaz bir komünist tarafından kandırıldığı uyarısında bulunduğu bir dönemde Sovyet lideriyle birlikte çalıştığı için övgüyü hak ediyor.

Reagan ve Gorbaçov’un her konuda aynı fikirde oldukları söylenemez. Sovyetler Birliği’ndeki insan hakları ve Reagan’ın çok sevdiği Stratejik Savunma Girişimi konusunda çatıştılar. Ancak geçici aksaklıklara rağmen, iki lider 1987’de Washington’da nükleer silahların tüm bir sınıfını ortadan kaldıran ilk silah kontrol anlaşması olan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nı imzaladı ve 1988’de Reaganlar Moskova’ya gitti.

Baskı barış getirir mi?

Reagan’ın ilk döneminde Sovyetler Birliği’ne yapılan baskının Sovyetleri müzakereye daha istekli hale getirdiğine dair çok az kanıt varken, ikinci döneminde Gorbaçov ile işbirliğine yönelmesinin yeni Sovyet liderinin ülkesini dönüştürmesine ve Soğuk Savaşı sona erdirmesine olanak sağladığına dair çok sayıda kanıt mevcut. Yine de pek çok muhafazakâr, Reagan’ın ikinci dönemdeki başarısını birinci dönemdeki başarısızlıklarıyla bir tutarak bugün komünist Çin ile ilişkilere yanlış politika dersleri uyguluyor.

Pekin’le çatışmayı tırmandırmak, 1983’te dünyayı felaketin eşiğine getiren savaş korkusunun tekrarlanması riskini taşıyor ve böyle bir stratejinin bugün başarı şansı daha da az. İflasın eşiğinde olmasa bile Sovyetler Birliği’nin ekonomisi, komünist merkezi planlama ve dünya petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle 1980’lerde zayıftı. Çin ise serbest piyasa ekonomisi ile siyasi baskıyı başarılı bir şekilde birleştirerek dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline geldi. Gazeteci Fareed Zakaria’nın da belirttiği gibi, Sovyet ekonomisi zirvedeyken küresel GSYİH’nın yaklaşık yüzde 7,5’ini oluşturuyordu; Çin ise bugün küresel GSYİH’nın yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. ABD’nin Çin’i “yenmek” için makul bir şekilde uygulayabileceği hiçbir politika yoktur. “Çin’i yenmenin” ne anlama geldiğini bilmek bile zordur. Ancak hem ABD’nin hem de Çin’in ısrarcı ve sert politikalarının bir nükleer savaş riskini arttırabileceğini tahmin etmek kolaydır.

ABD, Çin’in saldırganlığını kontrol altına almaya ve caydırmaya devam etmeli, hassas teknoloji ihracatını sınırlandırmalı ve Çin’deki insan haklarını desteklerken, savaş riskini azaltmak için Çinli liderlerle diyalog kurmaya devam etmelidir. Bu, Soğuk Savaş sırasında her iki partiden ABD başkanlarının Sovyetler Birliği’ne karşı benimsediği ihtiyatlı yaklaşımdı. Ancak Washington Çin’i dönüştürebileceğini hayal etmemelidir. Bunu yalnızca Çin halkı yapabilir. Bugün Çin ile yaşanan çatışma ancak Çin lideri Xi Jinping’in yerine Gorbaçov tarzında gerçek bir reformcu geçerse sona erebilir. Bu uzak ihtimalli senaryo gerçekleşmediği sürece, Reagan’ın Sovyetler Birliği’ne yönelik politikasının tek taraflı bir karikatürünü izlemek dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirecektir.”

Bu yazı ilk kez 11 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

Max Boot’un Foreign Affaires’te yayınlanan “Reagan Didn’t Win the Cold War” başlıklı makalesinden bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.foreignaffairs.com/united-states/reagan-didnt-win-cold-war

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x