Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi bir buçuk ayı geride bırakırken, işler Kremlin’in umduğu gibi gitmiyor. Dünyada hemen hemen herkes Rus ordusunun birkaç günde Kiev’e gireceğini tahmin ederken, Ukrayna’nın müthiş direnci ve dünyanın büyük bölümünün katıldığı muazzam yaptırımlar Moskova’nın planlarını bozdu.
ABD’nin eski NATO Büyükelçisi Ivo H. Daalder ile ABD Dış İlişkiler Konseyi Kıdemli Başkan Yardımcısı James M. Lindsay’in Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı yazıda, Rusya’nın hesap hatasına Putin’in geçmiş deneyimlerden yola çıkarak Batı’nın Ukrayna işgaline de sınırlı tepki vereceğini sanmasının yol açtığı belirtiliyor. Daalder ve Lindsay, Batı’nın neden Putin’in karşısına dikilmek için bu kadar beklediği sorusuna yanıt verirken, demokratik ülkelerin bundan sonra yapmaları gerekenler hakkında da görüşlerini sıralıyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’yı işgal etme kararı tarihi nitelikte bir stratejik hesap hatasıydı. Moskova’ya hızlı bir zafer sağlamadığı gibi kışkırtma olmadan girişilen işgal Ukraynalıların cesur isyanı ile karşılaştı ve Rusya’nın şimdiden yaklaşık 15 bin asker kaybına yol açtı. Bu rakam, Rusya’nın 9 yıllık Afganistan harekâtında kaybettikleri ile aşağı yukarı aynı sayı. Rus ekonomisi olağanüstü uluslararası yaptırımlarla büyük darbe aldı. Putin’in savaş suçlusu olarak yargılanması çağrıları dünyanın dört bir yanında yankılandı. Putin’in saldırıya giriştiğinde bunların hiçbirini beklemediğini rahatlıkla söylemek mümkün.
Putin neden Batı’yı yanlış okudu?
Putin nasıl bu kadar yanılabildi? Putin’in Rusya’nın askeri gücünü abartması ve Ukrayna’nın direncini hafife alması sorunun yanıtının bir kısmını oluşturuyor. Ama asıl önemlisi Batı’yı yanlış okumasıydı. Rusya’nın Çeçenistan ve Gürcistan savaşları, Kırım’ı 2014’te ilhakı ve Suriye diktatörü Beşar Esad’a desteğine uluslararası toplumun gösterdiği zayıf tepkiden aldığı deneyim onu Batı’nın Ukrayna’yı kaderine terk edeceği fikrine ikna etti. Avrupa’nın hem Trump’ın başkanlık döneminin ardından hem de Biden yönetiminin Afganistan’dan beceriksizce çekilmesinin ardından Washington’ın Avrupa güvenliğine bağlılığı konusunda endişeleri göz önüne alındığında, işgalin ABD ve Avrupalı müttefiklerini böleceğini ve Kiev’de kukla bir hükümet kurarak büyük bir stratejik zafer elde edebileceğini düşünmüş olabilir.
Putin, Batılı demokrasilerin kendi güvenliklerine son derece önemli tehditlere karşı nasıl tepki verdiğini üzerinde daha iyi çalışsaydı, bu varsayımların ne kadar yanlış olduğunu anlardı. Batılı demokrasilerin geçen yüzyılda Kore Savaşı, 11 Eylül saldırıları gibi ortaya çıkan güvenlik tehditlerini sık sık gözden kaçırdığı doğru. Amerikalı diplomat ve tarihçi George Kennan’ın söylediği gibi demokrasiler tarih öncesi canavarlar gibi etraflarında olup bitenlere kayıtsız kalabiliyor ve “çıkarlarının tehlikede olduğunun farkına varması için kuyruğuna basılması” gerekiyor. Ancak geçen yüzyılın aynı derecede önemli derslerinden biri de Batılı demokrasilerin kuyruğuna basıldığında hızla, kararlılıkla ve kuvvetlice tepki verdiğidir. ABD ve onun Avrupalı müttefikleri için Avrupa kıtasında 1945’ten beri en büyük askerî güç kullanımı olan ve NATO’ya doğrudan bir tehdit oluşturan Rusya’nın Ukrayna işgali böyle bir vakaydı.
Batı’nın yanıtı şaşırtıcı şekilde güçlü olmasına rağmen zafer ilan etmek için henüz çok erken. Demokrasiler sıra dışı tehditlere karşı hızlı şekilde birleşik bir cephe oluşturabiliyor, ama acil kriz geçtikten sonra dikkatlerini kendi içlerine çeviriyorlar. Batılı liderler açısından Putin’in saldırganlığına karşı koyduktan sonra zorluk, sağladıkları birliği sürdürmek olacak. ABD Başkanı Joe Biden, Mart ayında bu noktayı vurgulamıştı. Bu kolay bir görev olmayacak. Uzun vadede bu amaca ulaşmak için ABD ve müttefikleri siyasi kutuplaşmanın üstesinden gelmeleri, ekonomik yükü dağıtmaları ve geçmişte Batı’yı sık sık bölen liderlik tarzını değiştirmeleri gerekiyor. Yoksa Ukrayna meselesinin sağladığı birlik kısa ömürlü olacak, Batı bir kez daha bölünecek ve zorba liderler güçlenecek.
Çeçenistan, Gürcistan, Kırım ve Suriye deneyimleri Putin’e cesaret verdi
Putin’in, Batı’nın Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline yanıtının sert bir söylemden öteye gitmeyeceğini sanması şaşırtıcı değil. Rusya 2008’de Gürcistan’ı bölmek için Rus güçlerini gönderdiğinde, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Rusya’nın kazanımlarını olduğu gibi bırakacak bir ateşkes sağlamak adına müzakereler için harekete geçmiş, ABD ve diğer Avrupa ülkeleri resmî kınamalarını destekleyecek sembolik yaptırımlardan bile kaçınmıştı. Altı yıl sonra Putin’in Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçılara destek vermesinde tepki biraz daha sertti. Ancak Rusya, G-8’den çıkarılsa da Almanya Başbakanı Angela Merkel ve ABD Başkanı Barack Obama kendisini savunması için Ukrayna’ya askerî yardımda bulunmayı reddetmişti.
Aynı şekilde Rusya, 2015’te Suriye iç savaşına müdahale edip sivilleri ayrım gözetmeksizin bombaladığında, hastaneleri hedef aldığında ve Halep’i yerle bir ettiğinde Washington ve onun Avrupalı ortakları Moskova’ya anlamlı cezalar uygulamayı reddetmişti. Son yıllarda Putin muhaliflerine yönelik yurtiçi ve yurtdışındaki suikast girişimleri sadece küçük çaplı yaptırımlara ve Rus diplomatların Batılı ülkelerden sınırdışı edilmesi neden olmuştu. Rusya 2016’da ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiğindeyse Batılı demokrasiler ve medya organları Kremlin’i eleştirmekten öteye gitmedi.
Avrupalı liderlerin Ukrayna’ya yönelik saldırıdan önceki aylardaki davranışları, Batı’nın muhtemelen bu kalıba bağlı kalacağını gösteriyordu. Pek çok Avrupalı lider, ABD ve İngiliz hükümetlerinin yakındaki bir istilaya ilişkin sunduğu kanıtları reddederek, Putin’in yeni güvenlik düzenlemelerini müzakere etmek için Ukrayna yakınlarında birlikler yığdığını varsaydılar. Birçoğu bir anlaşma yapmak için Moskova’ya gitti. Özellikle Alman hükümeti, Putin’in artan saldırganlığına güçlü bir şekilde yanıt verme olasılığı karşısında irkildi, NATO Mukabele Gücü’nü harekete geçirme girişimlerini engelledi ve NATO müttefiklerine Ukrayna’ya Alman menşeli askerî vurucu teçhizat gönderme izni vermedi. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Şubat ayı başında Beyaz Saray’da düzenlediği basın toplantısında, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi durumunda Kuzey Akımı 2 doğalgaz boru hattını sonlandırmayı taahhüt etmeyi açıkça reddetti. Batı’nın görünürdeki bölünmeleri öyle barizdi ki, Biden açıkça, “küçük bir saldırının” Batı’da “ne yapıp yapmamak konusunda bir savaşa” yol açabileceğinden endişeleniyordu.
Bu gelişmeler Putin’in Batı’nın tükenmiş bir güç olduğu kanaatini güçlendirdi. Rusya’nın “sınırsız” stratejik ortağı Çin’in Devlet Başkanı Şi Cinping’in de Putin’i böyle düşünmeye teşvik ettiğine kuşku yok. Çinli liderin sloganı uzun süredir, “Doğu yükseliyor, Batı geriliyor” şeklinde. Ancak bu tür hesaplar, Putin’in önceki saldırılarının ötesine geçtiğinde ve Rusya egemen bir Avrupa demokrasisine açık ve nedensiz bir şekilde saldırdığında ne olacağını açıklamakta başarısız oldu.
Rusya canavarın kuyruğuna bastı
Putin’in Ukrayna’ya yönelik saldırısı Batı’yı bölmek yerine Batı’yı birleştirdi. İşgalden birkaç gün sonra ABD ve müttefikleri, Rusya’ya kapsamlı bir yaptırım rejimi uygulamak için güçlerini birleştirdi ve Rusya’yı dünyanın en çok yaptırım uygulanan ülkesi haline getirdi. Batılı ülkeler de siyasi olarak Rusya’ya karşı seferber oldular. Soruna ilişkin BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kuruluna getirilen önerilerde etkin rol oynadılar.
Batı’nın askerî açıdan yanıtı da aynı şekilde etkileyiciydi. NATO, Putin’in talep ettiği gibi güçlerini Doğu Avrupa’dan çekmek yerine Acil Yanıt Gücü’nü harekete geçirerek bölgedeki askerî varlığını iki katına çıkardı. 35’ten fazla ülke Ukrayna’ya silah sevkiyatını artırdı. Ukrayna ordusuna ABD 1,7 milyar dolar, AB ise 500 milyon avro katkı sağladı. AB daha önce topluluk dışındaki bir ülkeye daha önce askerî yardımda bulunmamıştı.
Tarihsel olarak uluslararası çatışmalara girme konusunda en isteksiz ülkeler bile yaptırımlara katıldı. İsviçre ve Singapur, Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uyguladı. Katı göçmenlik politikalarıyla tanınan Japonya, kapılarını ülkelerinden kaçan Ukraynalılara açtı. En önemlisi, Almanya Başbakanı Scholz, ülkesinin Ukrayna’ya askerî yardımda bulunacağını, NATO taahhütleri uyarınca savunma harcamalarını artıracağını, köhnemiş ordusunu modernize etmek için 100 milyar avroluk bir savunma fonu oluşturduğunu duyurdu ve enerjide Rusya’ya bağımlılığını hızla sona erdirme sözü verdi.
Putin’in bu birleşik yanıtı öngörmekteki başarısızlığı demokrasilerin nasıl işlediğine dair bir yanlış anlamasını yansıtıyor. Bunun nedeni, kısmen demokrasilerin yurtdışında beliren tehditlerden çok iç sorunlara odaklı olmasıdır. Üstelik, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana birçok Avrupa hükümeti, ekonomik entegrasyon ve küreselleşmenin Avrupa kıtasında savaşı geçersiz kıldığını varsayıyordu. Ticaret bu kadar kârlıyken neden savaşılsın ki?
Ancak Kennan’ın belirttiği gibi, demokrasiler tepki göstermekte yavaş olsalar da, çıkarları doğrudan tehdit edildiğinde öfkeyle tepki verirler. Alman imparatoru 2.Wilhelm, Avusturya’nın Sırbistan’a verdiği ültimatoma verdiği desteğin Fransa ve İngiltere ile savaşı tetikleyeceğini asla tahmin etmemişti. Adolf Hitler 25 yıl sonra Polonya’yı işgal ettiğinde de bu tepkiyi beklemiyordu. Washington, her iki dünya savaşını da dışarıda kalmaya çalıştı, ama Almanya küstah denizaltı savaşını başlatıp Japonya Pearl Harbor’a saldırdıktan sonra Batı’nın saflarında savaşa katılmıştı.
Biden’ın yaklaşımı başarılı oldu
Demokrasilerin edilgenlikten eyleme geçme eğilimi tam da budur. Ama bu bir eğilimdir, bir kural değil. Bunu yapıp yapmayacakları genellikle Batılı liderlerin yaptığı seçimlerle belirlenir. Burada Biden’ın krizde yürüttüğü becerikli diplomasisi büyük önem taşıyordu. O ve ekibi, transatlantik ilişkileri yeniden pekiştirmek için Putin’in saldırganlığının yarattığı tehdidi iyi kullandı.
ABD istihbaratı 2021’in sonlarında Rus kuvvetlerinin Ukrayna’yı işgal etmeye hazırlandığı sonucuna vardığında Biden iki kritik karar verdi. Birincisi, ABD’nin Ukrayna’yı doğrudan savunamayacağıydı. İkincisi, Rusya’ya büyük ekonomik cezalar vermek, NATO’nun Doğu Avrupa’daki konumunu güçlendirmek, Ukrayna’nın kendisini savunmasına yardımcı olmak ve bu ülkeye daha fazla silah göndermek için NATO üyeleri ve diğer ortaklarla birlikte çalışacaktı.
Biden, Kasım 2021’in ortalarından itibaren Batı’nın, Rusya’nın olası işgaline karşı hep beraber yanıt vermesi için çalıştı. Üst düzey ABD istihbarat yetkilileri, müttefiklerine Putin’in planları hakkında bilgi verdi ve üst düzey ABD yetkililerinin bile normalde göremeyecekleri hassas bilgileri paylaştı. ABD’li diplomatlar, olası yaptırım paketlerini planlamak için meslektaşlarıyla görüştü. ABD’li komutanlar, hazırlığın nasıl geliştirileceğini ve Ukrayna için olası güvenlik yardımının nasıl tasarlanacağını görüşmek üzere NATO ve diğer müttefiklerle bir araya geldi. Bu özenli diplomasi, müttefiklerden talepte bulunmanın ters tepebileceği inancını yansıtıyordu. Bunun yerine Washington’un müttefiklerine kendi kararlarını vermeleri için zaman ve alan tanıması gerekiyordu. Biden, birleşik bir Batı tepkisi oluşturmaya çalışıyordu.
Bu ilk hedef, Putin’in girişiminin cüretkarlığı nedeniyle elde edildi. Kırım’ı aldığında olduğu gibi Ukrayna’nın bir dilimini daha ele geçirmiş olsaydı, Biden’ı kırmızı çizginin aşılıp aşılmadığı konusunda bölünmüş kalan bir NATO ittifakıyla karşı karşıya bırakabilirdi. Ancak Putin, topyekûn bir işgali seçerek, eylemlerinin aşırılığına ilişkin tüm şüpheleri ortadan kaldırdı.
Rusya karşıtı ittifak sürdürülebilir mi?
Ancak Biden’in yaklaşımının başarılı olması için, Rusya’nın işgaline karşı Batı’nın birleşik cephesinin savaş ilerledikçe zayıflamasına veya aşınmasına izin verilmemelidir.
Putin kuşkusuz ittifak içindeki bölünmeleri istismar etmeye çalışacaktır. Hangi adımların atılacağı veya hangi tavizlerin sunulacağı konusunda anlaşmazlıklar doğabilir. Rusya’yı cezalandırmanın yükü kaçınılmaz olarak ülkeler arasında eşitsiz bir şekilde düşecektir ve bu da anlaşmazlıkları körükleyecektir. Kennan’ın uyardığı gibi, demokrasiler sadece düşmana değil kendilerine de zarar verecek kadar öfkeyle tepki verirlerse, örneğin Ukrayna’nın egemenliğine ve bağımsızlığına yeniden kavuşması yerine Rusya’da bir rejim değişikliğinin hedef haline getirilmesi halinde, sorunlar katlanarak artabilir. Bu zorlukların çözülmesi için becerikli bir diplomasi gerekecek.
Washington, Brüksel, Tokyo ve diğer başkentlerdeki liderler bu tür sorunların üstesinden gelirken, birçoklarının uzun zamandır talep ettiği yeni bir demokrasiler ittifakının çekirdeğini oluşturarak Putin’in gaddarlığının yol açtığı işbirliğini resmileştirmeye çalışmalılar.
Önümüzdeki yıllarda, Rusya’nın olası intikam arayışı gibi daha fazla jeopolitik tehdit olacak ve büyük demokrasilerin bunlara kurumsallaşmış işbirliği ile karşı koyması gerekecek. Batılı ülkeler, ABD ve AB’yi Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve İlerici Anlaşma’ya dahil etmek ve bir transatlantik ticaret ve yatırım anlaşması müzakere etmek de dahil olmak üzere karşılıklı savunmalarını geliştirmeli ve ekonomik ilişkilerini derinleştirmelidir.
İlk adım olarak, G-7’yi Avustralya, Güney Kore ve Avrupa Birliği’ni içerecek şekilde genişletmeliler. Bu, Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya’nın önde gelen ileri demokrasilerini tek bir çatı altında toplayacak ve tüm demokratik ülkeleri sarsan baskılara karşı güçlü bir karşı ağırlık sağlayacaktır. Batı artık daha uzun bir mücadele için kolları sıvamalı: Putin’in Batı’nın çıkarlarına ve değerlerine meydan okuması hiçbir şekilde son olmayacak.”
Bu yazı ilk kez 14 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.