Rusya’nın Ukrayna’yı işgal hamlesi ve beraberinde yaşananlar, geleceğe dair sayısız soruyu getiriyor. Stratejistler, dış politika uzmanları, askerler, halk herkes olayları anlamlandırmaya ve gelecekte olabilecekleri öngörmeye çalışıyor. Düşünce kuruluşu Carnegie Europe da bünyesindeki uzmanların bu konudaki değerlendirmelerini alarak geleceğe bir miktar ışık tutmaya çabalamış. Carnegie Europe uzmanlarının Ukrayna krizine dair öngörülerinden öne çıkanlar…
Batı başkentlerinde Türkiye’nin jeostratejik önemi yeniden değerlendirilir mi?
Sinan Ülgen: Carnegie Europe’ta misafir araştırmacı. Araştırmaları Türk dış politikası, nükleer politika, siber politika ve transatlantik ilişkilere odaklanıyor.
“Türkiye, Rusya’nın Ukrayna saldırısının ardından başa çıkması zor bir durumla karşı karşıya. NATO üyesi Türkiye, Rusya ile sadece bir enerji ortağı olarak değil, aynı zamanda Suriye’de diplomatik ve güvenlik ortağı olarak da artan dereceli bir bağımlılık geliştirdi. Bu özellikle, Moskova’nın etkisinin, insani krizi ve mülteci dalgasını tetikleyebilecek bir rejim saldırısını önleme yönünde vazgeçilmez olduğu İdlib’de geçerli.
Ankara ayrıca savunma sanayii dahil olmak üzere Ukrayna ile de ilişkilerini geliştiriyor. Bazı NATO üyelerinden farklı olarak Türkiye, Rusya’nın tepkisine rağmen Ukrayna’ya silahlı insansız hava aracı satmaya devam edeceğini açıkça belirtti.
Dolayısıyla Türkiye, yeniden ayarlanmış bir dengeleme politikası uygulamaya çabalayacaktır. Ankara, Rusya’nın davranışını ağır bir şekilde eleştirecek ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün önemini vurgulamaya devam edecektir. Ancak Türkiye, Moskova’yı gücendirmenin İdlib’de bir fiyaskoya yol açabileceği korkusuyla ABD ve AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırım politikalarına uymak istemeyecektir.
Ankara’nın Baltık ve Doğu Avrupa’daki müttefikler için güvenceyi artırmaya yönelik herhangi bir ortak NATO çabasına katılması da muhtemeldir. Öte yandan çatışma, uzun vadede dünyanın yeniden tanıklık edebileceği Soğuk Savaş benzeri dönemde olduğu gibi Batı başkentlerinde Türkiye’nin jeostratejik öneminin yeniden değerlendirilmesine yol açabilir. Ankara’da yürütülecek akıllı diplomasi ile birlikte böyle bir değişim, Türkiye’nin kilit Batılı müttefikleriyle ilişkisini kayda değer ölçüde iyileştirebilir.”
NATO’nun karşısındaki zorluk
Marc Pierini: Carnegie Europe’ta misafir araştırmacı. Araştırmaları, Avrupa perspektifinden Ortadoğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklanıyor.
“Batılı istihbarat teşkilatlarından gelen çok sayıda uyarıya, Avrupa medyasının ve hatta bazı hükümetlerin şüphelerine rağmen Rusya, Ukrayna’ya geniş kapsamlı bir saldırı gerçekleştirdi. NATO güçleri kara harekâtı düzenlemeyeceğini beyan ettiğinden, Moskova bu askerî harekatı tam bir askerî dokunulmazlıkla yürütüyor. Siyasi dokunulmazlığa da sahip, zira Moskova BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisi olan bir üyesi.
Kremlin’in hedefleri konusunda gerçekçi olalım. Birinci hedef, Ukrayna ordusunun etkisiz hale getirilmesidir. Bu nedenle Rusya saldırılarını kuzeyde Çernihiv’den güneyde Odessa’ya, doğuda Harkov’dan batıda Lviv’e kadar yaklaşık altmış noktada başlattı. İkinci hedef, kaçınılmaz olarak, Ukrayna lider kadrosunun değişmesidir, ancak bunun nasıl başarılacağı henüz net değil. Üçüncü hedef ise Ukrayna’nın asla NATO’nun bir parçası olmayacağının kesinleşmesidir.
NATO’nun güvenlik mimarisinin devreye girdiği yer burası. Şimdiye kadar ittifak, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik düşmanca tutumunu kınamakta birleşti. NATO’nun birliği, Baltık devletlerini korumak veya Karadeniz’deki Rus operasyonlarını izlemek için müttefik operasyonlarını artırma konusunda da devam edecek mi? Bu, şu ana kadar NATO ve Rusya arasında dengeli bir politika yürüten Türkiye için özellikle hassas bir mesele. Ankara’nın dengeleyici tutumu hızla çok riskli bir duruma dönüşebilir.
Daha geniş kapsamda Atlantik İttifakı şimdi Moskova’nın, batı Rusya ve Kaliningrad bölgesi sınırındaki dört Doğu Avrupalı üyesine (Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya) meydan okuyabileceği bir senaryoyla karşı karşıya ki bu çok önemli bir gelişme olacaktır.”
“Savaş, Putin için yüksek riskli bir kumar”
Gwendolyn Sasse: Carnegie Europe’ta kıdemli araştırmacı. Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği, Avrupa Birliği genişlemesi ve karşılaştırmalı demokratikleşme konularında araştırmalar yürütüyor.
“Bugün askerî saldırı altındayken Ukrayna’nın geleceğinin nasıl olacağını hayal etmek pek de mümkün görünmüyor. En kötü durum senaryosu gözlerimizin önünde vuku buluyor ve acı gerçek şu ki Batı, tek bir adamın, yani Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in başlattığı bir savaşın sadece gözlemcisi konumunda.
Savaş henüz ilk aşamalarında. Çok sayıda can kaybı, ülke içinde ve dışında yerinden edilme ve ciddi bir sosyoekonomik kriz olacağı kesin. Ukrayna, bu savaşın insani ve ekonomik sonuçlarıyla başa çıkmak için özellikle AB’nin desteğine ihtiyaç duyacaktır.
Savaş sona erdiğinde Ukrayna, topraklarının ne kadarını kontrol ediyor olacak belli değil. Ukrayna topraklarının bazı bölümlerinin fiili kontrolü farklı biçimlerde olabilir. Ukraynalıların silahlı ve sivil direnişe ne ölçüde dahil olacağı Putin’in hesaplarını etkileyen belki de tek faktör. Rus ordusu büyük şehirleri, hatta başkent Kiev’i işgal ederse, kısa ve uzun vadeli direniş daha olası bir senaryo haline geliyor. Açık direnişe katılmayan Ukrayna vatandaşlarının çoğunluğunda da artık Rusya’ya sadakat olmayacak.
Sonuç olarak savaş, Putin adına yüksek riskli bir kumar. Ukrayna hükümeti ve vatandaşları yüzlerini Batı’ya döndürme konusunda her zamankinden daha kararlı olacaklardır. Ukrayna’nın topraklarının tam kontrolünü yeniden kazanması için bir fırsat, ancak Putin sonrası dönemde ortaya çıkabilir ve bu dönemin ne zaman başlayacağı belli değil.”
“AB’nin yaptırım paketi, tırmanışın son değil, ilk aşaması olacak”
Rosa Balfour: Carnegie Europe direktörü. Uzmanlık alanları arasında Avrupa siyaseti, kurumları, dış ve güvenlik politikası bulunuyor.
“Avrupa’nın ağır çekim tutumu ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’yı hızlı ve tam işgali arasındaki karşıtlık bundan daha keskin olamazdı. Birkaç gün öncesine kadar Avrupalılar, Rus ordusunun Ukrayna’yı kuşatması sırasında, Rusya’nın hangi hamlesine hangi yaptırımların uygulanabileceğini tartışıyorlardı. Ağır çekimde davranmış olsa da Avrupalılar bu krize hazırlıklı ve birlik olacaktır.
Geçtiğimiz haftalarda gösterilen büyük çabalar, güçlü bir yaptırım paketinin Ukrayna’nın işgalinin başlamasından 24 saatten kısa bir süre sonra onaylanmasını sağladı. Bir yandan krizin şiddetini azaltmak için diplomatik yollar aranırken, diğer taraftan verilecek bu karşılığın hazırlığı sürüyordu. Ancak Avrupalılar daha fazlasını yapmalı, çünkü Putin’in Soğuk Savaş sonrası düzendeki revizyonizmi, Ukrayna’nın işgalinin askerî sonucu ne olursa olsun devam edecek. Bu kriz, uzun bir oyunda sadece bir adım.
AB’nin yaptırım paketi, tırmanışın son değil, ilk aşaması olacak. Askerî angajman reddedilmiş olsa bile, Avrupa halkları ne savaşın enerji tedariki veya ekonomi üzerindeki sonuçlarına hazırlıklı ne de mültecileri kabul etmeye hazır. Öte yandan yanlış ve çarpıtılmış bilgi akışları Avrupa’nın geleneksel ve sosyal medyasını alt üst etti. Avrupalılar kanıt temelli açıklamalar yoluyla harekete geçirilmeli ve Ruslara ulaşmak farklı bir iletişim stratejisinin bir başka ayağı olmalıdır.
AB’nin 21 Şubat’ta Ukrayna’yı desteklemek üzere kabul ettiği 1,2 milyar Euro’luk paketin ötesinde, Rusya tarafından halihazırda istikrarsızlaştırılmış bölgedeki diğer ülkeler daha fazla siyasi enerji ve finansal kaynağa ihtiyaç duyacak. NATO ise çatışmanın büyümesi durumunda Doğu kanadını güçlendirecek.
Son olarak, Avrupalıların, eski Sovyetler Birliği genelinde insan hakları, özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı adına olumlu değişimin itici güçleri olan bu ağları harekete geçirmek üzere Doğu Avrupa ve Rusya’nın sivil toplumuna ulaşması gerekiyor.”
“Rusya, Batı Balkanlarda kutuplaşma ve yanlış bilgilendirmeyi körükleyecek”
Dimitar Bechev: Carnegie Europe’ta araştırmacı. Çalışmaları Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa’ya odaklanıyor.
“Ukrayna’daki savaşın yansımaları şüphesiz Batı Balkanlar’da hissedilecektir. Çatışma bir yanıyla oradaki görüşleri kutuplaştırıyor. Sırbistan ve ötesindeki Batı karşıtı milliyetçiler için Putin’in eylemleri, ABD ve Avrupa’daki müttefiklerinin kendi silahlarıyla vurulmasıyla eşdeğer. Olan bitenin, 1999’daki Kosova müdahalesine işaret ettiğini söylüyorlar.
AB ve NATO’ya entegrasyonu destekleyenler, Ukrayna’daki savaşı, Sırbistan eski Cumhurbaşkanı Slobodan Milošević’in Yugoslavya’nın dağılmasının önceki aşamada Hırvatistan ve Bosna-Hersek’e yönelik saldırısının tekrarı olarak görüyorlar.
Elbette her iki benzetme de gerçeği tam karşılamıyor, ancak savaşa dair anlatılar gerçek, yıllardır sürüyor ve önümüzdeki aylarda zirveye çıkacak. Bölgedeki medya sözcüleri, vekilleri ve diğer gezginlerin yardımıyla Rusya’nın bunu daha da körükleyeceği belli.
Rusya daha da büyük bir risk alıp, örneğin Sırpların çoğunlukta olduğu Sırp Cumhuriyeti’nin isim dışında ortak devletten tamamen çıktığı Bosna’da ikinci bir cephe mi açacak? Bu pek olası değil. AB ve NATO ile bir hesaplaşma hiçbir fayda sağlamamakla beraber Putin’in sorunlarına katkıda bulunacaktır. Ortalığı karıştırmanın, tüm siyasi risklerle birlikte paraşütçüleri göndermekten daha uygun maliyetli yolları var. Rusya da aynısını yapacak: Sırp Cumhuriyeti’nden Milorad Dodik’i desteklemek, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić ile bağları güçlendirmek ve bölgenin başka yerlerinde Batı karşıtı politikacılara ve partilere destek vermek. Kısacası Moskova siyasi savaşını eskisi gibi sürdürecek.
Ancak bu, AB ve NATO’nun kayıtsız kalması gerektiği anlamına gelmiyor. Batı Balkanlar’daki askerî varlığın artması gerekiyor. Haberlere göre, Bosna’daki Avrupa Birliği Gücü’ne (EUFOR) 500 kişilik takviye yapılıyor. NATO, Kosova’daki barış koruma misyonu KFOR’u da güçlendirmeli. Batı’nın sınavdan geçtiği bu dönemde gücünü göstermesi ve Moskova’ya net bir mesaj göndermesi gerekiyor.”
Rusya’nın Ukrayna’daki askerî saldırısı AB güvenliği ve savunmasında dönüm noktası mı?
Raluca Csernatoni: Carnegie Europe’ta misafir araştırmacı. Özellikle yıkıcı teknolojiler odağında Avrupa güvenliği ve savunması üzerine çalışıyor.
“Rusya’nın Ukrayna’daki askerî saldırısı yüzlerce kaybın verildiğine dair haberlerle devam ederken işgal, AB güvenliği ve savunması için bir dönüm noktasına mı işaret ediyor?
Halihazırda Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’ndan ve 1990’lardaki korkunç şiddet içeren ve çok sayıda can kaybına yol açan Yugoslav Savaşlarından bu yana en karanlık saatlerini yaşıyor. Avrupalılar artık kıtada savaşın yeniden mümkün olduğunu biliyorlar, ancak bu tür bir savaşı tecrübe etmeye ve bunun ekonomik ve insani sonuçlarının bedelini ödemeye hazırlar mı?
Kriz şimdiden AB’nin Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik düzenini savunmaya hazır olup olmadığını sınavdan geçiriyor. Krizle ilgili kamuoyu tartışmalarının çoğunda Avrupa hükümetlerini bölünmüş, zayıf ve muğlak olarak tasvir ediliyor. Çatışma, AB’nin güvenlik ve savunma konusundaki tartışmayı yeniden canlandıracak ve Avrupalıları yumuşak gücün şekillendirdiği bir güvenlik düzeninden sert gücün reel politikasının dayattığı bir güvenlik düzenine geçmeye zorlayacak bir katalizör işlevi görecek.
Avrupa’nın Ukrayna konusunda ortak tutuma ulaşmasının anahtarı, AB üye ülkeleri arasındaki eşgüdüm ve tüm liderlerin daha sert yaptırımlar konusunda mutabakata varmasıdır. Savaş, yalnızca hükümetler üzerinde savunma bütçelerini yeniden düşünme konusundaki baskıları değil, aynı zamanda Avrupalılar üzerinde, 30 yıldan fazla süren barış ile birlikte savaşın artık bir Avrupa gerçeği olmadığına dair uzun zamandır devam eden inançlarını yeniden değerlendirme konusundaki baskıları da artıracak.
Bu, muhtemelen Avrupa Savunma Fonu gibi AB’nin son dönemlerde savunma kabiliyeti geliştirme girişimlerini daha çekici hale getirecektir. Ekonomik kemer sıkma zamanlarında bu zihniyet değişikliği, AB’de işbirliğine dayalı projeler ve programları ivmelendirmelidir.
Ancak en önemlisi, krizin, kolektif savunmadan sorumlu ana siyasi-askerî ittifak olarak NATO etrafında yeniden gruplaşmaya işaret etmesi. Bu hızlı gelişmeler olurken, NATO’nun en büyük sorumluluğu bir kez daha teyit edildi: Bölgeleri ve halkları saldırılara ve ortaya çıkan tehditlere karşı korumak ve savunmak ve Avrupa-Atlantik güvenliğini etkileyen tüm zorluklarla başa çıkmak.”
Alman hezeyanının sonu
Judy Dempsey: Carnegie Europe’ta misafir kıdemli araştırmacı ve Strategic Europe’un yazı işler müdürü.
“Almanya’nın Rusya’ya yönelik özel politikası sona erdi. Moskova ile onlarca yıldır süren ekonomik, ticari ve siyasi ilişkisinin ülkeyi modernleşmeye götüreceği inancı çürümüş oldu. Soğuk Savaş sırasında şekillendirilen Ostpolitik’in (Doğu politikasının), Almanya’nın siyasi elitleri, özellikle de iktidardaki Sosyal Demokrat Parti tarafından yeniden değerlendirilmeden devam edebileceği inancı itibarını yitirdi. Birkaç gün önceye kadar bazı siyasi elitler ve lobiler, Rusya’nın değil, NATO’nun ve ABD’nin askerî güç gösterisi yaptığını iddia ediyordu.
Almanya için diğer acı gerçek, şu anda Doğu Avrupa’nın karşı karşıya olduğu istikrarsızlıktır. Berlin’deki siyaset kurumu için sinir bozucu olan, toprak bütünlüğünün korunmasını bu denli merkezi hale getiren 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi’nde yer alan Avrupa ve Batı düzeninin sona ermesidir.
Bu, Berlin için büyük bir darbe. Oysa AB’nin en büyük ekonomisi olarak Almanya, diplomasinin ve çok taraflı kurumların mimarisinin Soğuk Savaş sonrası dönemin statüsünü korumak için yeterli olacağını ummuştu.
Alman hükümetleri defalarca Rusya’ya, özellikle de Putin’e, 2008’de Gürcistan’ın işgali, 2014’te Kırım’ın ilhakı veya ardından Doğu Ukrayna’nın işgalinde takdir hakkı vermişti. Evet, Almanya eski Şansölyesi Angela Merkel, tüm AB üye devletlerini Rusya’ya yaptırım uygulamaya zorladı, ancak bunu sert güç ve caydırıcılığa dayalı güçlü bir strateji uygulamadan yapmıştı.
Rusya ile ilgili hezeyanları sona erdiği takdirde Almanya, artık Doğu Avrupa’ya yönelik, Rusya’nın prizmasından görülmeyen yeni bir AB politikasını şekillendirmeye başlama şansına sahip. Ancak bu, bugünden yarına olacak bir iş değil.”
Gürcistan ve Moldova neden endişelenmeli?
Thomas De Waal: Carnegie Europe’ta kıdemli araştırmacı. Uzmanlık alanları Doğru Avrupa ve Kafkasya bölgesi.
“Bir gecede tamamen değişen bir Avrupa sabahına uyandık.
Rusya ve Sovyet sonrasına dair yorumcuların büyük çoğunluğu, Putin’in komşu bir ülkeye tamamen sebepsiz bir işgal başlatacak kadar acımasız olmayacağına; bunun bir delilik olacağına inanıyordu. En kötü kâbus senaryosu gerçekleşti, bu yüzden diğer komşulara yönelik niyetleri hakkında tahmin yürütmek aptalca olacaktır.
Tam da bu nedenle Batı yanlısı Gürcistan ve Moldova kesinlikle endişelenmelidir. Objektif olarak bakınca daha az tehdit altında olduklarını söylemek için nedenler de var.
Moldova, Ukrayna’dan çok daha küçük ve Moskova için çok daha az önemli. Rusya ile kara sınırı yok ve Rusya yanlısı Transdinyester bölgesi bile Kişinev ve AB ile normal barışçıl ilişkiler kurmak istiyor. Gürcistan, Rusya’yı reddetme konusunda Ukrayna’dan bile fazla birleşmiş durumda. Moskova’nın, halihazırda kontrol ettiği Abhazya ve Güney Osetya toprakları dışında savaştığını iddia edebileceği hiçbir siyasi veya etnik grup mevcut değil.
Rusya’nın odağında uzun süredir Ukrayna var. Ama şimdi tüm bahisler kapalı. Günümüzün dizginsiz militarist Putin’i, bu iki ülkede ille de savaş peşinde olmasa da (ya da henüz olmasa da), rejim değişikliği hakkında korkutucu fikirleri olabilir ki bu fikirler Avrupalı dostlarının tam da şu anda engellemek için çaba göstermesi gereken fikirlerdir.”
Britanya’nın Rus oligarkları
Peter Kellner: Carnegie Europe’ta misafir araştırmacı. Araştırmaları, Brexit, popülizm ve seçim demokrasisine odaklanıyor.
“Kısa vadede, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından duyduğu korku, kişisel olarak ve iç politikada fayda getirecektir. İngiltere’nin haber medyasına artık, Johnson’ın yasadışı partilere katılarak koronavirüs tedbirlerini ihlal ettiği “Partygate” skandalı hâkim değil. İngiltere’nin önde gelen siyasi partileri şu anda Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımları desteklemek için bir arada duruyor.
Johnson, İngiltere ve Avrupa karşısındaki uzun vadeli tablo ise o kadar net değil. Partygate’in yaratacağı sonuçlar ortadan kalkmadı, sadece ertelenmiş oldu. Başbakan bu yıl görevden alınabilir. Öte yandan, İngiltere’nin önündeki gerçek sınav, Rus oligarklarına karşı eylemlerinin etkili olup olmadığıdır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü, bu oligarkların Birleşik Krallık emlak piyasasındaki paylarının yaklaşık 2 milyar dolar olduğunu tahmin ediyor. Johnson’ın söylemi kulağa ne kadar etkileyici gelse ve yaptırımları ne kadar sert görünse de asıl sınav, Britanya’nın 2 milyar doların gerçekte ne kadarına el koymayı başarabileceği olacaktır.
Önümüzdeki birkaç ayda Avrupa’nın yaşadığı kriz Brexit’in stresini artıracak. İngiltere’nin AB üyeliğine ilişkin 2016 referandumunda, Ayrılma taraftarları ekonomik bolluk sözü vermişti. Ancak İngiltere ağır bir bedel ödüyor. Ticaret sıkıntılı ve kısa vadeli ekonomik büyümenin resmî olarak yılda yüzde 2’nin altına düşeceği tahmin ediliyor.
Bazı Brexit yanlıları ekonomik maliyeti dengelemek için stratejik bir “küresel İngiltere” bonusu peşinde koştularsa da, Ukrayna krizi bu fikrin saçmalığını gözler önüne seriyor. Birleşik Krallık, bir AB üyesi olarak sadece Putin’e ortak bir yanıt vermede değil, aynı zamanda önümüzdeki yıllarda Avrupa’nın güvenliğini korumak ve değerlerini savunmak için ihtiyaç duyulacak yeni mimariyi tasarlamada da önemli bir rol oynayabilirdi. NATO üyeliği önemli, ancak ekonomik gücün askeri güç kadar önemli olduğu bir çağda, yeterli değil.”
Barış harcamaları devri sona erdi
Stefan Lehne: Carnegie Europe’ta misafir araştırmacı. Araştırmaları, Lizbon Antlaşması sonrası Avrupa Birliği dış politikasının gelişimi ve özellikle AB ile üye ülkeler arasındaki ilişkilere odaklanıyor.
“Uyarı ışıkları 10 yılı aşkın bir süredir yanıp sönüyordu. Rusya’nın şu anda Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı, Gürcistan ile 2008 savaşıyla başlayan sürecin aşırı bir aşamasıdır. Mesele sadece Putin’in Soğuk Savaş sonrası Avrupa düzenini alaşağı etmesiyle ilgili de değil. 4 Şubat’ta Rusya ve Çin’in yaptığı ortak açıklama, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası düzenin temelini oluşturan değerlere radikal bir meydan okuma anlamına geliyor.
AB’nin ilk yaptırım paketi üzerinde hızlıca mutabakata varması, Birlik’in bu gelişmelerden doğru sonuçlar çıkardığını gösteriyor. AB, en azından şimdilik, Rusya’ya yaklaşımında uzun süredir devam eden ayrışmaların üstesinden gelmiş durumda. ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin Avrupalılarla uyumlu çalışmasına yardımcı oluyor. Ancak ABD’nin siyasi geleceği konusunda 2024 sonrası belirsizlik göz önüne alındığında, eskiden olduğu gibi ABD liderliğine olan bağımlılığa geri dönmek bir hata olacaktır.
Bugün AB bir hakikat anıyla karşı karşıya. Barış harcamaları dönemi kesinlikle sona erdi. Ukrayna’yı desteklemek, Rusya’ya yaptırım uygulamak ve insani krizle başa çıkmak, büyük bir kitlesel seferberlik gerektirecek. Uzun vadede, NATO aracılığıyla caydırıcılığın güçlendirilmesi ve AB içinde ciddi bir güvenlik ve savunma politikasının oluşturulması için muazzam miktarda yatırıma ihtiyaç duyulacak. Asimetrik bağımlılıkların azaltılması, tedarik hatlarının çeşitlendirilmesi ve AB’nin dış baskılardan korunması da sürdürülebilir bir çaba gerektirecek.
AB bu zorlukların üstesinden gelebilir. Ancak bunun için daha fazla birlik, dayanışma ve kararlılık yönünde önemli bir atılım yapması gerekecektir.”
Fransa’dan görünüm: Soğuk Savaş’a Dönüş
Pierre Vimont: Carnegie Europe’ta kıdemli araştırmacı. Araştırmaları, Avrupa Komşuluk Politikası, transatlantik ilişkiler ve Fransız dış politikası odaklanıyor.
“Fransızlara göre, Putin’in 21 Şubat’taki benzeri görülmemiş konuşmasında tüm diplomatik kanalları kesin olarak kapatmasından itibaren alarm zilleri çalıyordu.
Kısa vadede tüm siyasi ve diplomatik çabalar, müzakere edilmiş bir ateşkes üzerinden savaşı durdurmanın yollarını bulmaya odaklanacak. Ancak Ukrayna’nın tamamını işgal etme kararı aldığına göre Kremlin’in geri adım atmasını beklemek pek mümkün değil. Ukrayna ordusu ve aynı derecede önemli olan sivil milislerle ilgili gelişmelerin izlenmesi gerekiyor.
Yabancı gözlemcilerin beklediğinden daha güçlü bir ulusal direniş, Rus liderliğini şaşırtabilir ve askeri ilerleyişini karmaşık hale getirebilir. Hedef ve olası sonucun, Ukrayna’nın askerî ve siyasi olarak ele geçirilmesi olduğu şüphesiz: 2008’de Gürcistan’da değil, 1968’de Çekoslovakya’da olduğu gibi.
Uzun vadede ne olur? Şimdilik, diplomatik yollar kapalı. Şayet varsa, Soğuk Savaş sonrası düzen artık sona erdi. Yeni bir güvenlik düzeni şekillenecek. Batılı ortaklar için bu şu anda Rusya’nın NATO ülkelerine yaklaşmasını engellemek anlamına geliyor.
Rusya Devlet Başkanı’nın 21 Şubat’ta yaptığı konuşmadaki Ukrayna ısrarı, daha fazla işgal peşinde olmadığını gösteriyor olabilir. Ancak ister tam işgale götürsün ister direnişle karşılaşsın, Ukrayna’daki bu askerî müdahalenin sonunda Avrupa, Soğuk Savaş dönemine geri dönecek ve her türlü bölgesel düzenlemeyi yeniden oluşturmak uzun bir zaman alacak.
1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi ile başlayan siyasi sistem ortadan kalktı. Şimdilik, üzerinde mutabık kalınan ve tüm Avrupa uluslarının saygı duyduğu kurallara dayalı bir düzene dönüş, çok uzak bir ihtimal gibi görünüyor.”
Bu yazı ilk kez 1 Mart 2022’de yayımlanmıştır.