Son savaşlardan ne ders çıkarmalıyız?

2011 sonrası Suriye, Libya, Azerbaycan-Karabağ, Rusya-Ukrayna, İsrail ile Gazze, Lübnan ve İran hattındaki savaş ve çatışmalar savunma ve güvenlik teknolojileri açısından önemli kırılma noktaları yarattı. Peki, onlar neler? Doç. Dr. Merve Seren yazdı.

Savaş ve çatışmalar tarihi, “tespit edilen dersler” (lessons identified) ile “alınan dersler” (lessons learned) için son derece zengin bir vaka yelpazesi sunar.  Bu anlamda, 2000’li yılların hemen başında gerçekleşen 11 Eylül, İstanbul, Londra ve Madrid’deki terör eylemlerinden Renkli Devrimler, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, Libya İç Savaşı, Azerbaycan-Karabağ Savaşı, Rusya-Ukrayna Savaşı, İsrail’in Gazze, Lübnan ve İran’a yönelttiği saldırılara uzanan çok sayıdaki hadise kendisine özgü dersler ihtiva etmiştir.

Kuşkusuz Türkiye’nin savaşlar, çatışmalar, terör eylemleri, darbeler, ayaklanmalar, göç dalgaları, sınıraşan organize suç hareketleri ve kaçakçılık faaliyetlerinin yoğun yaşandığı istikrarsızlıkla özdeşleşmiş bir coğrafyada konumlanması çok sayıda dersin doğrudan/dolaylı muhatabı olmasına yol açmıştır.

Mevzubahis dersleri; devlet ve devlet-dışı aktör, amaç, hedef, zaman, mekân, yöntem, teknik, eylem, enstrüman, tepki, çıktı, geri bildirim gibi onlarca konu başlığı altında sınıflandırmak ve incelemek mümkündür. Ancak özellikle 2011 yılını müteakip Suriye, Libya, Azerbaycan-Karabağ, Rusya-Ukrayna, İsrail ile Gazze, Lübnan ve İran hattında cereyan eden saldırı ve çatışma paterni, savunma ve güvenlik teknolojileri açısından önemli kırılma noktaları yaratmıştır. Bu kırılmaları, üç ana başlık altında sınıflandırabiliriz.

“Harp oyunu”nu iyi oynamak

Birincisi; eskiden her yüzyıla damga vuran teknolojik devrimlerin, günümüzde yıllar, aylar ve hatta haftalarla saydığımız çok dar bir zaman skalası içerisinde gerçekleşmeye başlamasıdır. Dolayısıyla sadece bölgesel/küresel bir güç olmak amacıyla değil; toprak bütünlüğünüzü ve bekanızı koruyabilmek için dahi yüksek ve yaygın etkin yaratan, proaktif stratejiyi benimseyen bir caydırıcılığa sahip olmak zorundasınız.

Bunun için ileri teknolojiyi yakalamaya çalışan değil, teknolojiyi yönetebilen ve dahası yönlendirebilen bir anlayışla hareket edilmelidir. Bu anlayışa dair farkındalığı ve hazırlılığı edinimde olmazsa olmaz diyebileceğimiz yeteneklerden birisi, “harp oyunu” (wargaming) sanatı ve bilimidir.

Bilgisayar destekli harp oyunu araçlarıyla uygulanan modelleme ve senaryolar, özellikle modern savaş ortamını niteleyen “çok alanlı” (multidomain) ve “çok boyutlu” (multidimensional) muharebe sahasına entegre olmak için elzemdir. Zira bu sayede, savaşan tarafların saldırı ve savunma imkân ve kabiliyet haritasını çıkarmak, hibrit konsepte uygun taktik ve stratejileri geliştirmek, geleceğin muharip profili, kuvvet yapısı ve teknoloji ihtiyaç analizini yapmak ve karar destek sistemlerini güçlendirmek mümkündür.

Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı, Ukrayna’nın Örümcek Ağı İsrail’in Pager, İsrail’in Pager ve Walkie-Talkie (Lübnan) ile Yükselen Aslan Operasyonu (İran) dikkate alındığında; yazılım tabanlı harp oyunu ve tatbikat uygulamalarının, muhtemel senaryo ve harekât tarzlarına karşı farkındalık, adaptasyon ve direnç kazanılmasındaki önemleri çok daha iyi anlaşılır.

Milli yazılımların önemi

İkincisi; güvenlik ve savunma teknolojilerine dair her şeyin temelinde veri toplama, sınıflandırma, işleme, kıymetlendirme, analiz ve dağıtımı ihtiva eden yazılım sistemi asli unsurdur. Bu anlamda, enformasyon füzyonu ve analitiği için geliştirilen algoritma mimarisi; kara, deniz, hava, siber ve uzay kuvvetlerinin kullandığı platformların kalbini oluşturan yazılım sistemleri için hayatiyet arz eder.

Size gelen bir tehdidi tespit etmeniz, tanımlamanız, ayrıştırmanız, önleme ve angajman yaklaşımınız arkasında aslında sanıldığından çok daha sofistike bir yazılım vardır ve bu komuta kontrol haberleşme sistemleri açısından en kıymetli ve zorlu görevi icra eder.

Bu anlamda, Türkiye’nin geliştirdiği uçtan uca entegre ve katmanlı hava savunma sistemi olan Çelik Kubbe’nin mimarisindeki en güçlü bileşen, yapay zekâ tabanlı yazılıma sahip komuta kontrol sistemidir. Bu bağlamda, Türk Deniz Kuvvetleri’nin hava radar sistemleri ve fırkateynlerin 50 km’lik hava savunma şemsiyesinden önce esas zikredilmesi gereken husus; Deniz Kuvvetleri için geliştirilen Milli Gemilerin hepsinin milli yazılıma sahip olmasıdır. Tıpkı Baykar’ın yazılımı ve Milli Gemilerimizin yazılımları gibi, Türkiye’nin yurt dışından alacağı gemi ve uçakların savaş kontrol sistemlerinin milli yazılım olması çok mühimdir.

Paradigma değişimi

Üçüncüsü; son 15 yıldır muharebe sahasında tanıklık edilen gelişmeler, güvenlik ve savunma paradigmasında bir değişimin yaşandığını ortaya koymuştur. Bu değişimin parametreleri kapsamında; “insansız”, “sürü”, “görünmez”, “otonom”, “robotik”, “yapay zekâ”, “asimetrik”, “elektromanyetik spektrum üstünlüğü”, “yönlendirilmiş enerji silahları” gibi çalışma alanları ön plana çıkmaya başlamıştır.

Örneğin karada, havada, denizde ve sualtında taktik, operatif ve stratejik seviyede çok farklı yeteneği haiz olan insansız platformların tercih edilmesi, çoğu devlet için bir kabusa dönüşmüştür. Öyle ki, dünyanın başat askerî güçleri olarak zikredilen ülkeler dahi oldukça basit bir teknolojiyi barındıran İHA’ların sürü konsepti ve satürasyon atakları (çok sayıda, koordineli ve eş zamanlı saldırıları) karşısında zafiyet sergilemişlerdir. Örneğin arkalarında misina misali fiber optik kablolar taşıyan FPV’lerin (First Person View, Birinci Şahıs Görüşü) sürü halde gerçekleştirdikleri satürasyon atakları; radar teknolojileri, komuta kontrol haberleşme sistemleri, algılayıcılar, sensör ağı gibi birçok ana ve alt sistem/bileşende yeni çalışmaları teşvik etmiştir.

Günümüzde, tehdit kütüphanesi, bir kuşu mimik eden İHA’dan insansız otonom su altı aracına, hipersonik füzeden yönlendirilmiş enerji silahına uzanan geniş yelpazedeki silah sistemlerinin artık daha hızlı, daha otonom, daha yapay zekâ bileşenlerinin entregre olduğu, daha nokta hedeften vurucu, daha yüksek infilak gücünde ve yıkıcı olduğunu göstermektedir.

Tehdit kütüphanesindeki bu çeşitlilik, Türkiye’de son günlerde çokça tartışılan Çelik Kubbe hava savunma sisteminin sadece balistik füzeler gibi hava tehditlerine karşı sergileyeceği performans üzerinden değerlendirilmemesi gerektiğini de ortaya koyar. Zira Çelik Kubbe tarzı hava savunma sistemleri için en önemli zafiyet, satıha yakın gelen (alçak irtifadan) güdümlü mermileri görememeleridir ki, bu da bize hava savunmasında en az orta ve yüksek irtifa kadar çok iyi alçak irtifa hava radarlarının geliştirilmesinin de zaruri olduğunu gösterir.

Tüm kuvvetler aynı oranda geliştirilmeli

Son bir husus olarak, Türkiye özelinde zamansal ve mekânsal bir analiz yaptığımızda, savunma ve güvenlik teknolojilerine ilişkin derslerin tüm kuvvetlere aynı oranda uyarlanması gerektiğinin altı çizilmelidir. Zira İsrail-İran’ı referans alıp hava ve füze savunma sistemini, Doğu Akdeniz’e ve Rusya-Ukrayna’ya bakıp deniz ve denizaltı sistemlerini, Suriye hattından sızan YTS’leri (Yabancı Terörist Savaşçı) görüp sınır yönetimini yahut PKK ile yaşanan meskûn mahal çatışmalarına bakıp kara sistemleri ve insan/toplum güvenliğine yönelik teknolojileri odak seçmek hatalıdır.

Her ne kadar çatışma grafiği; aktör, zaman, mekân, araç ve eylemin niteliği açısından bazı kuvvetlerin imkân ve kabiliyetlerini ön plana çıkarsa da “topyekûn bir caydırıcılık” ancak bütünleşik güvenlik mimarisi ve müşterek doktriner yaklaşım içerisinde birlikte çalışabilirlikle mümkündür. Bu minvalde, Kara, Deniz, Hava, Siber ve Uzay alanları birbirini besleyen, harmoni içerisinde hareket eden, müşterek bir doktrinin ve bütünleşik bir mimarinin unsurları olarak fonksiyon görmelidirler.

Örneğin nükleer silah geliştirip, balistik füze ve uzay teknolojilerinde başka ülkelere bağımlı olmak eyleme geçirilebilir bir caydırıcılık yöntemi değildir. Benzer şekilde, küresel İHA/SİHA pazarında başat üretici konumuna gelmek isteyen bir ülkenin radar, yazılım, yapay zekâ gibi teknolojilere yatırım yapmama lüksü yoktur.

Keza, savunma harcamalarının ekseriyetini hava ve deniz kuvvetlerinin modernizasyon programına ayırıp, insan gücüne ve niteliğine yapılan yatırımı es geçmek varsayılandan çok daha fazla bir bedele neden olabilir. Bu bağlamda, Rusya-Ukrayna Savaşı “ateş gücü mü, insan gücü mü” üzerinde yaşanan tartışmaları yeniden alevlendirirken; muharebe sahasındaki insan gücü mevcudu, bilgi, deneyim, profesyonellik ve motivasyon, teknolojik üstünlüğünü insan kaynağına önceleyen argümanı çürütmüştür.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.

Merve Seren
Merve Seren
Dr. Merve Seren - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Milli Savunma Üniversitesi’nde de misafir öğretim üyesi olarak savaş, strateji ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veriyor. Seren, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universität Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra; tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2011’de National Democratic Institute ve Freedom House tarafından yürütülen “Legislative Fellows” programına kabul edildi. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek; GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te, Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Körber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders”, 2018’de Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Taiwan International Elite Leadership” ve 2019’da IISS tarafından “Southeast Asian Young Leaders” seçildi. 2005–2015 yılları arasında TBMM’de Parlamenter Danışmanı, 2015–2017 yılları arasında SETA’da Güvenlik Araştırmacısı, 2017–2018 döneminde ise STM’de Kıdemli Danışman olarak görev yaptı. Seren güvenlik, savunma ve istihbarat konularında çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Son savaşlardan ne ders çıkarmalıyız?

2011 sonrası Suriye, Libya, Azerbaycan-Karabağ, Rusya-Ukrayna, İsrail ile Gazze, Lübnan ve İran hattındaki savaş ve çatışmalar savunma ve güvenlik teknolojileri açısından önemli kırılma noktaları yarattı. Peki, onlar neler? Doç. Dr. Merve Seren yazdı.

Savaş ve çatışmalar tarihi, “tespit edilen dersler” (lessons identified) ile “alınan dersler” (lessons learned) için son derece zengin bir vaka yelpazesi sunar.  Bu anlamda, 2000’li yılların hemen başında gerçekleşen 11 Eylül, İstanbul, Londra ve Madrid’deki terör eylemlerinden Renkli Devrimler, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, Libya İç Savaşı, Azerbaycan-Karabağ Savaşı, Rusya-Ukrayna Savaşı, İsrail’in Gazze, Lübnan ve İran’a yönelttiği saldırılara uzanan çok sayıdaki hadise kendisine özgü dersler ihtiva etmiştir.

Kuşkusuz Türkiye’nin savaşlar, çatışmalar, terör eylemleri, darbeler, ayaklanmalar, göç dalgaları, sınıraşan organize suç hareketleri ve kaçakçılık faaliyetlerinin yoğun yaşandığı istikrarsızlıkla özdeşleşmiş bir coğrafyada konumlanması çok sayıda dersin doğrudan/dolaylı muhatabı olmasına yol açmıştır.

Mevzubahis dersleri; devlet ve devlet-dışı aktör, amaç, hedef, zaman, mekân, yöntem, teknik, eylem, enstrüman, tepki, çıktı, geri bildirim gibi onlarca konu başlığı altında sınıflandırmak ve incelemek mümkündür. Ancak özellikle 2011 yılını müteakip Suriye, Libya, Azerbaycan-Karabağ, Rusya-Ukrayna, İsrail ile Gazze, Lübnan ve İran hattında cereyan eden saldırı ve çatışma paterni, savunma ve güvenlik teknolojileri açısından önemli kırılma noktaları yaratmıştır. Bu kırılmaları, üç ana başlık altında sınıflandırabiliriz.

“Harp oyunu”nu iyi oynamak

Birincisi; eskiden her yüzyıla damga vuran teknolojik devrimlerin, günümüzde yıllar, aylar ve hatta haftalarla saydığımız çok dar bir zaman skalası içerisinde gerçekleşmeye başlamasıdır. Dolayısıyla sadece bölgesel/küresel bir güç olmak amacıyla değil; toprak bütünlüğünüzü ve bekanızı koruyabilmek için dahi yüksek ve yaygın etkin yaratan, proaktif stratejiyi benimseyen bir caydırıcılığa sahip olmak zorundasınız.

Bunun için ileri teknolojiyi yakalamaya çalışan değil, teknolojiyi yönetebilen ve dahası yönlendirebilen bir anlayışla hareket edilmelidir. Bu anlayışa dair farkındalığı ve hazırlılığı edinimde olmazsa olmaz diyebileceğimiz yeteneklerden birisi, “harp oyunu” (wargaming) sanatı ve bilimidir.

Bilgisayar destekli harp oyunu araçlarıyla uygulanan modelleme ve senaryolar, özellikle modern savaş ortamını niteleyen “çok alanlı” (multidomain) ve “çok boyutlu” (multidimensional) muharebe sahasına entegre olmak için elzemdir. Zira bu sayede, savaşan tarafların saldırı ve savunma imkân ve kabiliyet haritasını çıkarmak, hibrit konsepte uygun taktik ve stratejileri geliştirmek, geleceğin muharip profili, kuvvet yapısı ve teknoloji ihtiyaç analizini yapmak ve karar destek sistemlerini güçlendirmek mümkündür.

Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı, Ukrayna’nın Örümcek Ağı İsrail’in Pager, İsrail’in Pager ve Walkie-Talkie (Lübnan) ile Yükselen Aslan Operasyonu (İran) dikkate alındığında; yazılım tabanlı harp oyunu ve tatbikat uygulamalarının, muhtemel senaryo ve harekât tarzlarına karşı farkındalık, adaptasyon ve direnç kazanılmasındaki önemleri çok daha iyi anlaşılır.

Milli yazılımların önemi

İkincisi; güvenlik ve savunma teknolojilerine dair her şeyin temelinde veri toplama, sınıflandırma, işleme, kıymetlendirme, analiz ve dağıtımı ihtiva eden yazılım sistemi asli unsurdur. Bu anlamda, enformasyon füzyonu ve analitiği için geliştirilen algoritma mimarisi; kara, deniz, hava, siber ve uzay kuvvetlerinin kullandığı platformların kalbini oluşturan yazılım sistemleri için hayatiyet arz eder.

Size gelen bir tehdidi tespit etmeniz, tanımlamanız, ayrıştırmanız, önleme ve angajman yaklaşımınız arkasında aslında sanıldığından çok daha sofistike bir yazılım vardır ve bu komuta kontrol haberleşme sistemleri açısından en kıymetli ve zorlu görevi icra eder.

Bu anlamda, Türkiye’nin geliştirdiği uçtan uca entegre ve katmanlı hava savunma sistemi olan Çelik Kubbe’nin mimarisindeki en güçlü bileşen, yapay zekâ tabanlı yazılıma sahip komuta kontrol sistemidir. Bu bağlamda, Türk Deniz Kuvvetleri’nin hava radar sistemleri ve fırkateynlerin 50 km’lik hava savunma şemsiyesinden önce esas zikredilmesi gereken husus; Deniz Kuvvetleri için geliştirilen Milli Gemilerin hepsinin milli yazılıma sahip olmasıdır. Tıpkı Baykar’ın yazılımı ve Milli Gemilerimizin yazılımları gibi, Türkiye’nin yurt dışından alacağı gemi ve uçakların savaş kontrol sistemlerinin milli yazılım olması çok mühimdir.

Paradigma değişimi

Üçüncüsü; son 15 yıldır muharebe sahasında tanıklık edilen gelişmeler, güvenlik ve savunma paradigmasında bir değişimin yaşandığını ortaya koymuştur. Bu değişimin parametreleri kapsamında; “insansız”, “sürü”, “görünmez”, “otonom”, “robotik”, “yapay zekâ”, “asimetrik”, “elektromanyetik spektrum üstünlüğü”, “yönlendirilmiş enerji silahları” gibi çalışma alanları ön plana çıkmaya başlamıştır.

Örneğin karada, havada, denizde ve sualtında taktik, operatif ve stratejik seviyede çok farklı yeteneği haiz olan insansız platformların tercih edilmesi, çoğu devlet için bir kabusa dönüşmüştür. Öyle ki, dünyanın başat askerî güçleri olarak zikredilen ülkeler dahi oldukça basit bir teknolojiyi barındıran İHA’ların sürü konsepti ve satürasyon atakları (çok sayıda, koordineli ve eş zamanlı saldırıları) karşısında zafiyet sergilemişlerdir. Örneğin arkalarında misina misali fiber optik kablolar taşıyan FPV’lerin (First Person View, Birinci Şahıs Görüşü) sürü halde gerçekleştirdikleri satürasyon atakları; radar teknolojileri, komuta kontrol haberleşme sistemleri, algılayıcılar, sensör ağı gibi birçok ana ve alt sistem/bileşende yeni çalışmaları teşvik etmiştir.

Günümüzde, tehdit kütüphanesi, bir kuşu mimik eden İHA’dan insansız otonom su altı aracına, hipersonik füzeden yönlendirilmiş enerji silahına uzanan geniş yelpazedeki silah sistemlerinin artık daha hızlı, daha otonom, daha yapay zekâ bileşenlerinin entregre olduğu, daha nokta hedeften vurucu, daha yüksek infilak gücünde ve yıkıcı olduğunu göstermektedir.

Tehdit kütüphanesindeki bu çeşitlilik, Türkiye’de son günlerde çokça tartışılan Çelik Kubbe hava savunma sisteminin sadece balistik füzeler gibi hava tehditlerine karşı sergileyeceği performans üzerinden değerlendirilmemesi gerektiğini de ortaya koyar. Zira Çelik Kubbe tarzı hava savunma sistemleri için en önemli zafiyet, satıha yakın gelen (alçak irtifadan) güdümlü mermileri görememeleridir ki, bu da bize hava savunmasında en az orta ve yüksek irtifa kadar çok iyi alçak irtifa hava radarlarının geliştirilmesinin de zaruri olduğunu gösterir.

Tüm kuvvetler aynı oranda geliştirilmeli

Son bir husus olarak, Türkiye özelinde zamansal ve mekânsal bir analiz yaptığımızda, savunma ve güvenlik teknolojilerine ilişkin derslerin tüm kuvvetlere aynı oranda uyarlanması gerektiğinin altı çizilmelidir. Zira İsrail-İran’ı referans alıp hava ve füze savunma sistemini, Doğu Akdeniz’e ve Rusya-Ukrayna’ya bakıp deniz ve denizaltı sistemlerini, Suriye hattından sızan YTS’leri (Yabancı Terörist Savaşçı) görüp sınır yönetimini yahut PKK ile yaşanan meskûn mahal çatışmalarına bakıp kara sistemleri ve insan/toplum güvenliğine yönelik teknolojileri odak seçmek hatalıdır.

Her ne kadar çatışma grafiği; aktör, zaman, mekân, araç ve eylemin niteliği açısından bazı kuvvetlerin imkân ve kabiliyetlerini ön plana çıkarsa da “topyekûn bir caydırıcılık” ancak bütünleşik güvenlik mimarisi ve müşterek doktriner yaklaşım içerisinde birlikte çalışabilirlikle mümkündür. Bu minvalde, Kara, Deniz, Hava, Siber ve Uzay alanları birbirini besleyen, harmoni içerisinde hareket eden, müşterek bir doktrinin ve bütünleşik bir mimarinin unsurları olarak fonksiyon görmelidirler.

Örneğin nükleer silah geliştirip, balistik füze ve uzay teknolojilerinde başka ülkelere bağımlı olmak eyleme geçirilebilir bir caydırıcılık yöntemi değildir. Benzer şekilde, küresel İHA/SİHA pazarında başat üretici konumuna gelmek isteyen bir ülkenin radar, yazılım, yapay zekâ gibi teknolojilere yatırım yapmama lüksü yoktur.

Keza, savunma harcamalarının ekseriyetini hava ve deniz kuvvetlerinin modernizasyon programına ayırıp, insan gücüne ve niteliğine yapılan yatırımı es geçmek varsayılandan çok daha fazla bir bedele neden olabilir. Bu bağlamda, Rusya-Ukrayna Savaşı “ateş gücü mü, insan gücü mü” üzerinde yaşanan tartışmaları yeniden alevlendirirken; muharebe sahasındaki insan gücü mevcudu, bilgi, deneyim, profesyonellik ve motivasyon, teknolojik üstünlüğünü insan kaynağına önceleyen argümanı çürütmüştür.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.

Merve Seren
Merve Seren
Dr. Merve Seren - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Milli Savunma Üniversitesi’nde de misafir öğretim üyesi olarak savaş, strateji ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veriyor. Seren, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universität Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra; tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2011’de National Democratic Institute ve Freedom House tarafından yürütülen “Legislative Fellows” programına kabul edildi. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek; GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te, Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Körber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders”, 2018’de Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Taiwan International Elite Leadership” ve 2019’da IISS tarafından “Southeast Asian Young Leaders” seçildi. 2005–2015 yılları arasında TBMM’de Parlamenter Danışmanı, 2015–2017 yılları arasında SETA’da Güvenlik Araştırmacısı, 2017–2018 döneminde ise STM’de Kıdemli Danışman olarak görev yaptı. Seren güvenlik, savunma ve istihbarat konularında çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x