7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırılardan bu yana bir seneden fazla bir süre geçti. Bu zaman zarfında Ortadoğu coğrafyasında çok önemli gelişmeler oldu/oluyor. İsrail’in önce Hamas, sonra Hizbullah sonra da İran’ı göreceli olarak etkisiz kılmasından ötürü Direniş Ekseni/Şii Hilali olarak adlandırılan güç bloğunun Ortadoğu’daki nüfuzu ciddi oranda azaldı.
Bütün bu olaylar yaşanırken belki de hiç kimsenin öngöremediği bir gelişme son bir aydır dünya gündemini oldukça meşgul ediyor. Yıkılmaz denilen altmış yıllık Baas ve bunun son yirmi dört senesine damgasını vuran Beşar Esad rejiminin sona ermesi sadece Suriye içinde değil Ortadoğu ve küresel ölçekteki güç dengelerini değiştirmeye başladı bile.
Suriye’de Esad rejiminin yıkılması ve etkileri
Esad’ın devreden çıkmasıyla İran’ın Hizbullah gibi vekilleri üzerinden İsrail’i stratejik manada rahatsız etme kapasitesi ciddi oranda erozyona uğradı.
Buna mukabil merkezinde HTŞ’nin olacağı yeni Suriye rejiminin Türkiye’nin bölgesel nüfuzunu ciddi oranda arttıracağı Amerika’nın seçilmiş Başkanı Trump dahil neredeyse herkesin üzerinde birleştiği bir kanaate dönüşmüş durumda.
Suriye’deki rejim değişikliğiyle birlikte Türkiye ve İsrail’in bölgedeki ağırlıkları artarken, yaşananlar İran ve Esad’ın iktidarda kalmasını Ortadoğu siyasetinin merkezine koyan Rusya içinse büyük bir jeopolitik mağlubiyet anlamına geliyor.
Buna mukabil Avrupa Birliği, Çin, Hindistan ve ABD gibi uluslararası aktörlerle bölgedeki Sünni Arap devletleri kazanmışlık ve kaybetmişlik açmazına girmeden tam bir bekle-gör modundalar.
Suriye’nin yol haritası ne olmalı?
Suriye’nin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına zarar vermeyecek bir kıvama gelmesi ancak orta ve uzun vadede söz konusu olabilecek bir gelişme. Şayet Şam’ın yeni hakimleri ülkenin genelinde kapsayıcı ve seküler vatandaşlık temelinde bir iktidar tesis edemezse Suriye’nin etnik ve mezhep ayrılıkları temelinde yeni bir iç savaş girdabına girme olasılığı hayli yüksek.
Türkiye’nin arzu ettiği gelişmeleri yaşayabilmesi HTŞ’nin bir daha asla El-Nusra gömleğini giymemesi ve başta Nusayri, Dürzi ve Kürt gruplar olmak üzere Suriye’deki bütün unsurların ortak Suriye vatandaşlığı zemininde yeni yönetime meşru aktör olarak dahil olmalarına bağlı.
Suriye’nin devlet kapasitesinin yeniden inşa edilerek merkezin kontrolünün ülkenin geneline yayılması ve ülkenin refah ve güvenlik üretir hale gelmesi Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin güvenli ve gönüllü olarak geri dönmesini mümkün kılabilecek ve Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’nin topraksal güvenliğine yönelebilecek tehditleri ortadan kaldırabilecek tek gerçekçi yok haritası.
Bölünmüş ve istikrarsız bir Suriye olursa
Esad sonrası Suriye’nin bölünmüş ve istikrarsız durumunun sürmesi, içinde PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD’yi de barındıran Suriye Demokratik Güçleri’nin zemin kazanması ve Türkiye’nin yaşadığı güvenlik endişelerinin devam etmesi anlamına gelecek.
Zayıf ve istikrarsız bir Suriye sadece İsrail’in bölgedeki Arap Devletlerini parçalama yönündeki stratejisine hizmet etmeyecek, aynı zamanda yaşadıkları yenilgiyi tersine çevirmek için fırsat kollamaktan geri durmayacak İran ve Rusya’ya ilave fırsat pencereleri de sunacak.
Türk-Amerikan ilişkilerinin, sürdürülebilir işbirliği temelinde yeniden kurgulanması şöyle dursun, güvensizlik sarmalında yeni zorlamalarla karşı karşıya gelmesi bir diğer rahatsız edici durum olacak. Dolayısıyla Suriye’nin devlet kapasitesinin yeniden inşa edilmesi ve ülkenin refah ve güvenlik üretir konuma gelmesi Türkiye’nin en önemli stratejik amacı olmalı.
Rusya ve ABD gizlice anlaştı mı?
Bütün bunların yanında Esad rejiminin sona ermesi, liderliğini Amerika Birleşik Devletleri’nin yaptığı Küresel Batı bloğunun içinde Rusya ve İran gibi ülkelerin de yer aldığı Küresel Doğu bloğu karşısında ciddi bir stratejik başarısı olarak da okunabilir.
2015’ten bu yana Esad rejimine verdiği destek üzerinden Küresel Batı’nın Ortadoğu’daki planlarını bozmayı hedefleyen Rusya bu manada ciddi bir yenilgi almışa benziyor. Suriye’de kaybeden Rusya’nın Ukrayna’da kaybetmemek için daha fazla direnç göstereceği pek ala tahmin edilebilir. Bundan sonraki süreçte Rusya’nın maddi imkan ve stratejik ilgisini ağırlıklı olarak Ortadoğu’dan Doğu Avrupa’ya kaydırması oldukça yüksek bir ihtimal.
Bu çerçevede yapılan bir değerlendirme akıllara şunu da getirmiyor değil: Birçok gözlemciye göre Rusya’nın Esad’ın iktidardan uzaklaşma sürecini görece tepkisiz seyretmesi Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri arasında Ukrayna Savaşı’nın geleceği noktasında detaylarını bizlerin de şu an için bilemeyeceği gizli bir pazarlık yapılmış olabileceğini düşündürtüyor.
Rusya için Ukrayna’da kazanmak Esad’ın Suriye’de iktidarda kalıp kalmamasından çok daha önemli bir durum. 20 Ocak 2025’te Beyaz Saray’da başkanlık koltuğuna oturacak olan Donald Trump’ın Ukrayna’daki savaşın bir an önce sona ermesini istediğini ve ideal çözümün detayları noktasında Putin rejiminin hassasiyetlerini anlar göründüğünü Rusya da pekala biliyordur. Suriye’de ABD ve İsrail’in hoşuna gidebilecek bir oluşuma dolaylı yollardan destek vermesi karşılığında ABD’nin de Ukrayna cephesinde Rusya’yı tatmin edecek bir çözümü kabul edebileceği beklentisi Moskova’da satın alınmışa benziyor.
Türkiye ne yapmalı?
Merkezinde HTŞ’nin olduğu yeni iktidarın ne şekilde bir yönetim sergileyeceği daha belli olmamış ve Suriye’de taşlar yerine oturmamışken İsrail’in mevcut belirsizlik ortamını fırsat bilip İsrail-Suriye sınırında bazı stratejik oldu bittiler yaratması dışında neredeyse bölgedeki ülkelerin tamamı ve uluslararası toplumun ana aktörleri yeni Şam yönetimine bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyor. Bölge, Avrupa ve Amerika’dan Şam’a yapılan resmî ziyaretler her geçen gün artıyor. Bu durum açıkçası Türkiye’nin çıkarlarıyla da örtüşüyor.
Türkiye’nin bu süreçte yapması gereken sadece HTŞ yönetimine daha laik ve kapsayıcı olması yönünde telkinlerde bulunmak ve Şam’ın devlet kapasitesinin arttırılmasına destek vermekten ibaret olmamalı. Sünni Arap ülkelerinin yeni sürece Türkiye’nin yanında katılmalarını sağlamak ve Suriye’deki Kürt grupların teröre verdikleri destekten vazgeçmeleri karşılığında yeni Suriye’nin meşru kurucu aktörleri arasında olmalarını sağlamak da çok önemli.
Bu süreçte yeni-Osmanlıcı bir eda takınıp yeni Suriye’nin Türkiye’nin nüfus bölgesinde olduğu anlamına gelebilecek yaklaşımlardan uzak durmak gerekiyor. Suriye’nin yüzde yetmiş beş oranında Araplardan oluşan bir devlet olduğunu unutmaması ve emperyal ihtiraslar peşinde koşmanın geçmişte Türkiye’ye bir şey kazandırmak şöyle dursun daha da kaybettirdiğini hatırlaması Ankara için önemli.
Geçmişten ders almak
Arap Baharı’nın başlangıcında Türkiye’nin benimsediği “Müslüman Kardeşler referanslı siyasi İslamcı aktörlerin bölgedeki en önemli hamisi benim” rolü geride kalan zaman zarfında Türkiye’nin bölge ülkeleri tarafından yalnızlaştırılması ve kuşatılmışlığını beraberinde getirmişti. Bunu fırsat bilen Yunanistan gibi komşuları da Türkiye’den stratejik tavizler koparma arayışına girmişti. Her ne kadar bir zamanlar “değerli” görünse de, yaşadığı “yalnızlık” durumundan kurtulmak adına Türkiye’nin son yıllarda bölgedeki komşularıyla arasını iyileştirmeye çalıştığını görüyorduk. Hatta Esad rejimiyle görüşmeyi ve 7 Ekim 2023 saldırıları olmamış olsaydı Ankara’da İsrail Başbakanı Netanyahu’yu bile ağırlamayı düşünen bir Türkiye çıkmıştı ortaya. İsrail’le bile diplomatik ilişkilerini ciddi oranda iyileştiren Türkiye bölgedeki ülkelerin tamamıyla konuşur konuma gelmişti.
7 Ekim ve sonrasında yaşananların Türkiye-İsrail ilişkilerinde ortaya çıkardığı sıkıntılar hariç tutulacak olursa Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan stratejik barışması aynen devam ediyor. Bu barışmanın Türkiye’nin ABD, AB ve Yunanistan gibi Batılı aktörlerle olan ilişkilerindeki olumlu sonuçlarını da çoktandır görüyoruz. “Mavi Vatan”, Doğu Akdeniz’in yeni enerji jeopolitiği ve Kıbrıs sorununun Türk-Yunan ilişkilerinde ortaya çıkardığı krizleri taraflar kalıcı olarak çözemeseler bile yönetmeyi ya da buzdolabında tutmayı öğrenmişe benziyorlar. Yeni Suriye gerçekliğinin Türkiye’nin bu kazanımlarını riske atmasını önlemek çok önemli. Bunun olabilmesi için de Suriye’nin mümkün olan en kısa sürede istikrar, refah ve güvenlik üretir duruma gelmesi gerekiyor.
Türkiye’nin Küresel Batı bloğuyla ilişkileri yeni bir düzeye gelir mi?
Türkiye’nin beklentileri doğrultusunda şekillenecek yeni Suriye’nin sadece Suriye halkına değil Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerine de olumlu yansımaları olacaktır.
Yeni Trump yönetiminin Ortadoğu’daki Amerikan varlığını – tamamen çekmese bile – ciddi oranda azaltması Ortadoğu’nun İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturmaması, IŞİD temelli radikal terörist hareketlerin sona ermesi ve İsrail’le Sünni Arap devletleri arasında İran’ın bölgesel nüfuzunu dengelemeye yönelik stratejik bir birlikteliğin ortaya çıkmasına bağlıdır.
Suriye’de güvenlik ve refah üreten bir yönetimin oluşması sadece bu sonuçları değil Türkiye’nin Küresel Batı bloğuyla olan ilişkilerini daha ileri bir düzeye taşıyabilmesini de mümkün kılabilir.
Türkiye’nin önündeki tarihi fırsat
Türkiye’nin önünde gerçekten tarihi bir fırsat var: Ya ülke içinde ve Ortadoğu’da kendi topraksal güvenliğini tehdit eden PKK kaynaklı terör belasından kalıcı olarak kurtulacak ya da Suriye’de barış ve istikrarın kurulamamasıyla birlikte Ortadoğu’nun daha da kaotik bir düzleme geçmesini kaygıyla yaşamaya devam edecek.
Ülke içinde ve sınırların dışında eş zamanlı ve eşgüdümlü olarak yürütülen politikalar – PKK’nın silahtan arındırılıp etkisizleştirilmesi ve Suriyeli Kürtlerin geleceklerini yeni Suriye’nin içinde aramaları – ortaya çıkabilecek olası risklerin görüldüğünü ve bunların engellenmeye çalışıldığını gösteriyor. Umalım ki Türkiye kırk yılda bir ortaya çıkabilecek böyle bir fırsatı kaçırmasın.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 6 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.