27 Kasım’dan bu yana Suriye, Türkiye gündeminin en üst sırasına yükseldi. El Kaide’den türemesine rağmen bu örgütten ayrılan, halen Birleşmiş Milletler tarafından halen terör örgütleri listesinde yer alan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve müttefiklerinin muhaliflerin elindeki İdlib’den başlattığı operasyon, iki gün içinde Suriye merkezi hükümet ordusunu Halep’ten çıkmaya zorladı.
Ardından Türkiye destekli muhaliflerin yani Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) Halep’in doğusu ile YPG’nin elindeki Tel Rifat’a operasyonu başladı. 2 Aralık’tan beri de Deyrizor’dan çatışma haberleri geliyor.
Özetle birden fazla bölgede farklı karakterleri olan karmaşık bir atmosfer ortaya çıktı. Olan biteni anlatmak için bir seferde bütün olanları ele almak işi çok zorlaştıracak. Bu nedenle bu yazıda iki temel konuya odaklanacağım. Kimler çatışıyor ve bu çatışma neden patladı?
Suriye’de kimler çatışıyor?
Arap Baharı sırasında Suriye’deki protesto gösterilerinin iç savaşa dönüştüğü 2011 yılı sonlarından bu yana, çatışma birden çok aktörün farklı hedeflerle yürüttüğü bir karaktere sahipti.
Bazı devlet içi savaşlar, o devletin içindeki etnik, dinsel, ideolojik olarak ayrışmış çıkar grupları arasında gerçekleşebilir. Bazılarında ise bu farklı gruplar sadece merkezi hükümete karşı değil birbirine karşı da savaşabilirler. Suriye baştan itibaren tüm grupların hem birbirine hem de hükümete karşı savaştığı bir iç savaşa sahne oldu. 27 Kasım’dan beri izlediğiniz çatışma da bu nitelikte. Bu yüzden çatışan tarafların aktarılması hiç kolay değil. Mümkün olduğu kadar anlaşılır hale getirmeye çalışacağım.
Üç cephe hattının ilki: Saldırganlığı caydırma operasyonu
Şimdilik üç cephe hattı var. Bunlardan en bilineni ve en dikkat çekici olanıyla başlayalım.
27 Kasım günü sabahın erken saatlerinde İdlib’de HTŞ’nin başını çektiği bir ittifak, Suriye merkezi hükümet ordusunun İdlib’in doğusundaki tahkimatlarına saldırı başlattı. Merkezi hükümet ordusuna karşı saldırıya geçenler tarafından “Askerî Operasyonlar Komutanlığı” (AOK) adı verilen bir komuta merkezi kuruldu ve operasyonun adı “Saldırganlığı Caydırma” oldu.
Bu ittifakın içinde iki ana bileşen bulunuyor. HTŞ ve ona bağlı gruplar ile muhaliflerin ordusu SMO’nun içinde yer almasına rağmen HTŞ’yle uzun süredir ittifak içinde olan gruplar. Bu ittifakın içinde yer alan grupları da sıralayayım.
HTŞ ve ona bağlı gruplar dediğimde anlamanız gerekenler şunlar: HTŞ’nin kendi bünyesinde eğittiği Talha, Ali, Zubeyir Tugayları gibi kendi birimleri bu ekibin bel kemiği. Ayrıca İdlib’de bulunan Ceyş Muhacirun ve Ensar El İslam, Ensar El Tevhid ve Türkistan İslam Partisi gibi gruplar HTŞ’den ayrı fakat ona bağlı oluşumlar olarak nitelenebilir. Bunların dışında bir süredir İdlib’deki yabancı unsurlardan kurulan profesyonel militanlardan ibaret küçük birimler var. En önemlileri Xhemati Alban, Muhojir Tactical ve Yurtugh Tactical gibi yapılar. Bunların militan sayıları çok az olsa da en eğitimli birimler oldukları söylenebilir. Birkaç irili ufaklı grup daha var. Ancak sanırım bu kadarı yeter. Buraya kadar söylediklerim “Askeri Operasyonlar Komutanlığı” içinde HTŞ ve ona bağlı olan gruplardı.
Şimdi gelelim SMO ve İdlib’de bulunan diğer muhalif gruplara. İdlib’de uzun süreden beri var olan ancak zayıflayan gruplar bu operasyonda AOK’ye dahil oldu. En bilinenleri Feylak eş Şam, Ceyş el-Nasr, Ceyş el-Ahrar ve Ceyş el-İzzeh. AOK’nin içinde SMO’ya bağlı grupların çoğu ise Azez ve Afrin’den geldi. Bunlar arasında en kalabalıkları Şam Cephesi, Müşterek Kuvvetler, 50.Tümen, Ahrar Şarkiye, Ahrar Şam’ın Doğu Kanadı ve Şukur Eş Şam. Bu saydıklarımın tamamı İdlib’de Suriye Ordusu ile çatışmaya giren AOK’yi oluşturuyor. Böylece İdlib-Halep cephesindeki HTŞ ile müttefiklerini tanımlamasının altını doldurmuş olduk.
İkinci cephe hattı Tel Rıfat: Özgürlük şafağı operasyonu
İkinci cephe hattı Halep’in doğusunda ve Tel Rifat’ta açıldı. Bu operasyonun adı Özgürlük Şafağı. Diğerinden farklı olarak burada ana aktör SMO. SMO’nun kurduğu ortak bir komuta merkezi operasyonu yönetiyor.
SMO’nun içindeki tüm gruplar güçleri ve öncelikleri çerçevesinde operasyonlara katılıyorlar. Çatışmalara katılan grupların sayısı 20’den fazla olsa da en önemli rolü Müşterek Kuvvetler, Sultan Murat Tümeni, Ceyş ül İslam, Ahrar Şam ve Şam Cephesi gibi gruplar oynuyor.
Üçüncü cephe: Suriye’nin doğu hattı
Üçüncü cephe hattı diğer ikisinden çok farklı. Ülkenin doğusunda farklı bir çatışma biçiminden söz ediyorum. Deyrizor’da YPG’nin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin içindeki Arap unsurlar burada çatışmanın ana aktörü olarak ön plana çıkıyor.
Suriye’de merkezi hükümet cephesinde olan bitenler
Şu ana kadar saydıklarım çatışmanın hükümet karşıtı tarafıydı. Bir de hükümet tarafına bakalım.
Halep’te uzun süredir İran yanlısı milis gruplar en azından Suriye Ordusu kadar güçlüydü. Fakat İsrail’in ısrarlı hava saldırıları birçoğunun çekilmesine neden oldu. Hatta Kasım başlarında İsrail, Halep’in batısında, Türkiye sınırına paralel ülkeyi doğudan batıya doğru geçen M4 ve ve kuzeyden güneye doğru inen M5 yollarının kesişiminde yer alan Serakıb’ı vurduğunda, hedefi buradaki İran varlığıydı. Fakat İran yanlısı milislerin çekilmesi sonucunda Ağustos ayından itibaren bölgeye Suriye ordusu takviye getirmişti. İran yanlısı milisler eskiye kıyasla az olsa da dağınık bir biçimde Halep’te vardı. Ancak Halep’te PKK/YPG’nin bulunduğu iki mahalleyi dışarıda tutacak olursak Halep’in büyük çoğunluğunda Suriye Ordusu bulunuyordu.
Tel Rifat’ta ve Halep’in doğusunda ise Suriye ordusu ve YPG’den oluşan bir birliktelik ortaya çıktı. Tel Rifat’ta uzun bir süreden beri YPG’nin bulunduğu biliniyor. Bunun detayına girmiyorum. Fakat Halep’in doğusunda Suriye Ordusu vardı. Ancak ordu, HTŞ karşısında yenilip, Halep’in merkezi kuzeyinden ve doğusundan çekilince bölge boşaldı. Bunun üzerine YPG, Rakka’dan hızlı bir biçimde bu bölgelere militan getirmeye başladı. YPGliler Halep’in doğusuna ve kuzeyinde Şii Suriyelilerin yaşadığı Nubl ve Zehra’ya geldi. Özgürlük Şafağı Operasyonu başlayınca bazı istisnalar dışında SMO ile çatışan Suriye ordusu değil YPG oldu. Çünkü Suriye ordusu, SMO gelinceye kadar çoktan bölgenin önemli bir kısmından çıkıp gitmişti.
Üçüncü cephe yeni oluştuğundan bir adı yok. Fakat burada Suriye ordusu da bulunmuyor. Onun yerine İran yanlısı milis gruplar var. Bir kısmı Suriyeli Araplardan oluşsa da bölgedeki İran yanlısı grupların çoğu Afganistan, Pakistan ve Irak gibi ülkelerden gelen Şii milis unsurlarından ibaret. Yani bu bölgede PKK/YPG’nin çatısı altında örgütlenmiş Sünni Arap aşiretler ile İran yanlısı olan dışarıdan gelen gruplar ve yerel unsurlar çatışıyor.
Çatışmalar neden tekrar başladı?
Öncelikle bir notla başlayayım. Çatışma süreci bir anda sürpriz bir şekilde başlamadı. Ekim ayının ilk günlerinde İdlib taraflarında yeni bir operasyon odası kurulacağı dedikodusu dolaşmaya başlamıştı. Bu dedikodunun kaynağı, Ağutos/Eylül aylarında Ukraynalı bir askerî grubun bölgeyi ziyaret ederek yaptığı görüşmeler sonucu HTŞ’nin operasyon hazırlığı yapmaya başlamasıydı. Nitekim Ekim’in ortasına doğru bu iddia uluslararası basına ve Türk basınına da yansımaya başladı.
Ekim’in sonlarına gelindiğinde İdlib’de HTŞ’nin yeni bir operasyon odası kurduğu ve Suriye ordusuna karşı saldırı hazırlığında olduğunu duymayan kalmamıştı. Fakat operasyon detayını tartışmamıza gerek olmayan nedenlerle birkaç kez ertelendi. Kasım ayının sonunda geldiğimizde artık gün sayılmasına başlandı.
Muhalifler de YPG’ye karşı hazırlık yapıyordu
Diğer taraftan Tel Rifat operasyonu da bir günde ortaya çıkmadı. SMO içindeki bazı gruplar iki yıldır hazırlık yapıyordu. Bu yıl içinde birkaç kez hazırlıklar tamamlandı, operasyon başlayabilir şeklinde haberler yayılmıştı. Hatta Ekim ayında SMO içinde “Müşterek Kuvvetler” adlı grup Tel Rifat’ın etrafına sessiz sedasız çok sayıda ağır silah konuşlandırıp, operasyon anını bekler hale gelmişti. Fakat Suriye’deki genel dengenin bozulabileceği gerekçesiyle bu bölgede bir çatışma yaşanmasının önüne geçiliyordu.
Özetle “Bendin önünde taşmaya hazır bir su, uzun süre birikti birikti; baraj kapısı açıldığında bendi yıktı geçti.” Anlayacağınız içeride hazırlıkların mazisi epey geriye gidiyor. Fakat bu hazırlıkların hiçbiri asıl dinamiği açıklamıyor. Her ne kadar Suriye’deki iç dinamikler ve sorunun çözülmemesi tüm bu yaşananların ana gerekçesini oluşturuyor olsa da çatışmanın tetikleyicisi daha genel bir perspektifte anlaşılabilir.
Çatışmanın tetikleyicisi dinamikler: Ukrayna
Daha geniş bir perspektiften neyi kastediyorum? Bence Suriye’de şu anda yaşadığımız çatışmalar silsilesi iki bölgesel/uluslararası gelişmenin sonucu. Bunlar Ukrayna Savaşı ve 7 Ekim sonrası Orta Doğu’nun yeni hali. Birbirinden bağımsız gibi görünebilen bu iki olgunun Suriye’de nasıl kesiştiğini anlatayım.
2022’de Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesiyle başlayan Ukrayna Savaşı, Suriye’yi etkilemeye başlayalı çok oldu. Rusya, Suriye’de elde ettiği askerî zaferlerin ardından Suriye merkezi hükümetinin geleceğini garanti altına aldığını düşünerek buradaki askerî varlığını iki yıl önce Ukrayna’ya kaydırdı. 2015-20 döneminde Suriye Ordusu’nun durumu bugünkünden daha iyi değildi. Fakat o dönemde Rusya’nın Suriye’de yüzlerce askerî danışmanı, çok sayıda uçak filosu, deniz görev güçleri, binlerce özel ordu Wagner militanı bulunuyordu. Bugün Suriye’de bu saydıklarımın her birinden az miktarda var.
Biraz daha detay vereyim. Rusya, Suriye’de sadece kendi varlığını azaltmakla kalmadı. Suriye’de eğittiği ve örgütlediği bazı grupları Ukrayna’ya savaşmaya götürdü. Detayına girmek istemesem de bunun tersi de oldu. Suriye’de bulunan ve Rusya ile dünyanın her yerinde savaşmaya hazır bazı grupların az sayıdaki üyeleri de Ukrayna’ya gitmişti. Fakat bu kişilerin sayıları Ukrayna’daki savaşın büyüklüğü düşünüldüğünde önemsiz. Detayda kaybolmadan devam edeyim.
Rusya, uzun süre önce Suriye’deki varlığını Ukrayna’ya gönderdiyse neden şimdi Ukrayna krizi bağlantılı bir çatışma olduğunu söylüyoruz? Adını koyalım: ABD başkanlık seçimi sonucunun Ukrayna’da üretmesi beklenen ateşkes, Rusya’yı zayıf karnı olan Suriye’de şimdi vurmayı gerektiriyor. Hatta muhtemelen sadece Suriye değil, Gürcistan’da yaşanan olaylar da bu çerçeveye konulmalı. Muhtemelen başka yerlerde de benzer şeyler yaşanacak. Ben Suriye ve Ukrayna’ya döneyim.
2024 yılı boyunca Ukrayna’daki gelişmeler Suriye’yi etkilemişti. Örneğin İran’ın geliştirdiği ucuz ana etkili kamikaze drone teknolojisi Rusya tarafından Ukrayna’ya karşı kullanılmaya başladıktan kısa bir süre sonra Suriye ordusunun envanterinde görülmeye başladı. 2024’te Suriye Ordusu defalarca İdlib’deki sivilleri bu silahlarla hedef aldı. İran bu silahlardan bir kısmının üretimini Suriye’de batı Hama ve Humus’ta kurduğu tesislere taşıdı. Onlarca insan öldü ve yaralandı. Fakat paralelinde başka şeyler yaşanmaya başladı.
Ukrayna-Rusya Savaşı, Suriye’ye nasıl taşındı?
Önce 2024 Mart’ında Ukrayna’ya bağlı bazı birimlerin İsrail-Suriye sınırında bulunan Golan civarındaki Rus askerî danışmanlarına bir saldırı düzenlediği haberi çıktı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra daha ilginç bir şey oldu. Ukrayna kökenli bazı haber kaynakları Suriye’nin göbeğinde Ukrayna Özel Kuvvetleri’nin Rus askerlerine saldırı düzenlediğini iddia etti. Saldırı yeri Kuveyris Üssü’ydü. Hani şu geçenlerde TV’lerde muhaliflerin Suriye ordusunun askerî uçaklarını ele geçirdiği görüntülerinin çekildiği yer var ya; işte orası. Habere göre bir Ukrayna özel birimi buraya sızmış; bir çeşit drone saldırısı yapmıştı. Saldırıda üst düzey Suriye ordusu mensupları hayatını kaybetmişti. Hemen ardından Ağustos sonlarında yine Ukraynalı bir grubun İdlib’e gelip HTŞ’yle temasa geçtiği söylentisi İdlib’de dolaşmaya başladı.
Aradan bir süre geçtikten sonra Türk basınına ilk doğrudan yansıyan haber bu oldu. Sonra Rusya güdümündeki haber kaynakları bu iddiaları tekrarlayıp durdu. Ekim ayında Rusya’nın üst düzey yetkilileri bu iddialara dayalı olarak defalarca uyarılarda bulundu ve sonuçlarının ağır olacağından bahsetti. O günlerde bu konu Rusya’nın İdlib’e müdahale zemini hazırlamak için kullandığı bir argüman olarak görülüyordu. Fakat sonraları bu olayların hiç de öyle basit bir şey olmadığı ortaya çıktı.
ABD Başkanlık seçimlerinin Suriye ile ilgisi
Özetle Rusya, Ukrayna’daki savaş için Suriye’deki varlığını azaltması karşılığında Suriye Ordusu’na İdlib’de kullanabileceği bir silah vermişti. Bu silah tersine döndü. Zamanlamaya bakınca görürsünüz ki; Suriye’de İdlib ile Ukrayna Savaşı arasındaki bağlantının kurulmaya başladığı ve HTŞ’nin sahayı hareketlendirmeye başladığı Ekim ayı Rusya’nın Ukrayna’da güçlü bir kara saldırısı başlatarak ilerlemeye başladığı zamana denk düşüyor.
Ardından ABD’de başkanlık seçimi yapıldı ve “başkan seçilince Ukrayna’daki savaşı bitireceğim” diyen Donald Trump başkan seçildi. Trump’un seçimi kazanmasından iki hafta sonra Biden Yönetimi, Ukrayna’ya verdiği gelişmiş silahları Rusya topraklarında kullanma izni verdiğini açıkladı. Kasım ayının ortalarında alınan bu karardan 10 gün sonra Suriye’de HTŞ operasyonu başladı.
Operasyonda HTŞ’nin askerî üstünlüğünü yaratan iki temel faktör vardı. Birincisi, elbette uzun süredir yapmış olduğu eğitimler, askerî hazırlık ve insan kaynağı. Fakat en kritik çatışmalarda kullandığı en özel aracı yeni gelişmiş kamikaze drone teknolojisi oldu. Tv’lerde izliyorum HTŞ ve muhalifler zaten drone’lara sahiplerdi, deniyor. Bu doğru, Suriye drone’ların 10 yıldır saldırı amaçlı kullanıldığı bir yer. Fakat bu seferki farklı; yıl boyunca Suriye ordusunun İdlib’e kamikaze drone’larla düzenlediği saldırılarından bunaldığında küçük gruplarla baskın yaparak bu saldırıları engellemeye çalışan HTŞ ne oldu da bir anda Suriye ordusunu dağıtan bir kamikaze drone birliğine sahip oldu? Eğer bu kapasitesi daha önce bulunuyorsa neden Suriye ordusu her gün sivilleri vururken bu saldırıları yapan birimlerine karşı bu kabiliyetini kullanmadı?
Size nedenini söyleyeyim; bu kadar gelişmiş, isabetli ve etkili bir kamikaze drone kapasitesi yoktu. HTŞ’nin “Şahin” adını verdiği bu kamikaze drone’lar 27 Kasım gününden beri Suriye Ordusu’nu en kritik yerlerde darmadağın ediyor.
Peki neden? Yanıt çok basit. Çünkü Trump ve Putin buluştuğunda muhtemelen o anda Rusya ve Ukrayna orduları neredeyse ateşkes hattı da kabaca orası olacak. O zamana kadar Rusya’nın durdurulması ve dikkatinin dağıtılması gerekiyor. Asgari maliyetle Rusya’nın dikkatini dağıtabilecek en kolay cephe Suriye idi. Bu yüzden Ukrayna’nın arkasında bulunan ve Rusya’yı durdurmak isteyen aktörler İdlib’i harekete geçirdi.
Peki Batı ile İdlib’deki gruplar arasındaki ilişki yeni mi başladı? Hayır, elbette. Fakat konuyu dağıtmayacağım. ABD’nin İdlib’deki El Kaidecileri nasıl tek tek avladığını ve HTŞ’nin bu süreçte nasıl bir rol oynadığını başka bir yazıda meraklısına anlatırım.
İran’ın Suriye’den çıkarılması
Gelelim bu çatışmanın Orta Doğu’daki yeni düzenle ilişkisine.
İki ay kadar önce 7 Ekim’in yıl dönümü üzerine yaptığım analizde uzun uzun anlatmıştım. “İsrail, Hizbullah ve Hamas’ın örgütsel yapısına büyük bir darbe vurdu. İran’ın bu örgütleri yeniden ayağa kaldırmasını engellemek istiyor. Bu nedenle İran’ın Lübnan ve Filistin’le bağını kesmek isteyecek. Bunu yapacağı en önemli yer Suriye’dir. Bu nedenle Lübnan’daki çatışmalara paralel olarak Suriye’nin güneyinden Irak sınırına kadar bir alanda İsrail saldırıları göreceğiz…” Şu anda yaşadığımız çatışmanın ikinci temel nedeni, belki de asıl nedeni bu olgu.
Kestirmeden gideyim. 27 Kasım’dan önce İsrail, Suriye’de İran’ı uzun uzun yıprattı. İran’ın Suriye’deki varlığını bir benzetmeyle açıklayabiliriz. Kalbi Halep, beyni Şam, hassas organları Humus, kasları Deyrizor’da olan bir beden gibi. İsrail önce beyni ve hassas organları hedef aldı. Bunları epey yıprattı. Önceki yazımda nasıl yaptığını tarihleriyle anlattığım için detaylarına girmeyeceğim. Halep’in HTŞ’nin eline geçmesiyle beyin de etkisiz hale geldi. Geriye sadece kaslar kaldı. Şimdi sıra orada.
İsrail ve ABD’nin çıkarları
Yazının bu kısmını haritasız anlamanız zor. Ancak ben yardımcı olmaya çalışacağım.
İran’ın Lübnan ve Filistin’deki gruplara desteği Irak ve Suriye üzerinden kara yoluyla gidiyor. Bu yolun kesilebilmesi için Irak-Lübnan bağının engellenmesi lazım. Bunun yapılabilmesi için de İran’ın Suriye’deki varlığı çökertilmesi gerekli. Normal şartlarda İsrail’in bu bağı havadan bombalayarak veya karadan askerî operasyonla kesebilmesi mümkün değil. Bunun için ne gerekiyordu? Suriye içinde öyle bir atmosfer oluşmalı ki; ABD ve İsrail için çalışabilecek Suriyeli gruplar bunu yapabilsin. Peki Suriye’de böyle gruplar var mı? Elbette var. Bunlar kim? PYD ve ABD’nin Ürdün-Suriye sınırında kurduğu Suriye Özgür Ordusu. (Bunu Özgür Suriye Ordusu ile karıştırmayın, bu ABD yanlısı başka bir grup.) Ancak bu ikisi İran’ın binlerce milisi ve Suriye ordusu Şam’dan Deyrizor’a kadar geniş bir alan yayılmışken İran-Lübnan bağlantısını kesemez. Bu halde olması gereken Suriye Ordusu ve İran yanlısı milisleri dağıtmak, meşgul etmek ve savaşamaz hale getirmek.
Halep, HTŞ’nin eline geçtikten sonra ne oldu? Suriye ordusu sadece Halep’ten değil Humus’un doğusundan da çekildi. İran yanlısı milisler Suriye ordusuna destek için Hama Cephesi’ne geldiler. Burada da yenilirlerse Humus merkezi korumak için çekilecekler. Ayrıca Halep’in kaybıyla birlikte Suriye Ordusu ve İran yanlısı milisler çok ciddi miktarda askerî malzeme kaybetti. Moral olarak da çok zor durumdalar. Bu durumdan kurtulmaları için zamana ve dış desteğe ihtiyaçları var. Deyrizor ve Humus’un doğusundaki çöl bölgesinde hâlâ çok sayıda İran yanlısı milis bulunuyor olsa da komuta mekanizmaları çok zayıf. Üstelik bunların çoğuna Hama ve Humus merkezde ihtiyaç var. Suriye ordusunun çöle dağılmış birimleri çoktan buradan ayrılarak ana çatışma hatlarına gitti. İran yanlısı milisler de aynı istikamette ilerliyor. Yani çöl boşalıyor. Oluşan boşluğu PYD çatısı altında örgütlenmiş Arap militanlar doldurmak üzere harekete geçti bile. Haritaya bakarsanız PYD’nin kuzeyde Fırat’ın doğusuna doğru çekilirken, güneyde tersine batısına doğru hareketlendiğini görürsünüz. Deyrizor’da PYD kontrolündeki yerlerden Irak-Suriye sınırına çok kısa bir mesafe bulunuyor. Önce sınırın kesilmesi sonra da çöl bölgesinde çatışma çıkması İran-Lübnan bağını kapatır. Üstelik açık alanda İsrail ve koalisyon güçleri rahatlıkla hedeflerini bulabilecek hava üstünlüğüne sahip. Suriye ordusunu Humus ve Halep’teki kritik askeri üslerini kaybetmesini bir de perspektiften okuyun.
Özetle söylediğim şey şu: Suriye’de iç çatışmalar Halep’in el değiştirmesinden önce ve sonra diye okunmalı. Bir hafta öncesine kadar İran-Lübnan bağının kesilmesi onlarca değişkene bağlıydı. Şimdi bu faktörlerin çoğu ortadan kalktı. Bu yüzden çatışma bir süre sonra oraya dayanacak. Ancak unutmamak lazım, Suriye’de yönetimin değişmesi yeni Orta Doğu düzeni açısından sakıncalı olabilir. İran-Lübnan bağının kesilebilmesi için İran’dan uzak durması gerektiğini bilen ancak Suriye’nin geri kalanına hakim bir hükümet gerekecek. O yüzden Şam’da yönetimin değişeceğini sanmıyorum. Neyse bunlar diğer yazının konusu. Şimdilik nedenlerle yetinmeliyiz.
Özetle söylemek gerekirse
2000 kelimeyi tek paragrafla özetle deselerdi, şunu söylerdim: çatışmanın iki dış, bir iç nedeni var.
Dış nedenleri şöyle sıralayabiliriz: ABD’de yeni başkanın göreve başlamasıyla Ukrayna’da varılacak ateşkes öncesi Rusya’nın kazanımlarının engellenmesi için dikkatini güçlü bir biçimde dağıtmak ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması için İran-Lübnan bağını kesmek.
İç nedenleri ihmal ettiğimin farkındayım. Tek bir cümle yazıp sonraki analize bırakayım. Beşar Esad, zamana oynayıp 2011 öncesine dönmeye çalışacağına siyasi müzakerelere yanaşıp demokratikleşme konusunda adil ve kapsayıcı bir yaklaşım izlese çoktan Türkiye ile masaya oturmuş ve ilerleme kaydetmişti. Eski kafalı yaklaşımın bedeli ağır oldu. Şimdi tekrar kurtulacağım diye uğraşıp duracak.
Unutmamalı; Suriye’de adil, kapsamlı ve demokratik bir çözüm olmadan hiçbirimize rahat yok, fakat olan en çok Suriye merkezi hükümetine ve halkına oluyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 4 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.