ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle Taliban tüm ülkeyi kontrol altına aldı. Bütün dünyanın gözü Taliban’da ve yapacaklarında. Olabilecekleri öngörmek için Taliban’ı iyi tanımak ve anlayabilmek gerekiyor. Oysa hep aynı ezbere bilgiler tekrar ediliyor, haklarında çok az şey biliniyor.
Taliban her ne kadar “İslami” görülse de, insan kaynağı “medreselerden” gelse de, aslında bu harekette istikrarsızlık ve savaş koşulları içinde şekillenmiş yerel ve kırsal kültürün izleri çok daha baskındır.
Tarihte bugüne kadar ses getirmiş, ülke yönetimine talip olmuş İslami hareketler daha çok şehir kökenliydi. 1920’lerde ilk kitlesel İslamcı grup olan Müslüman Kardeşleri kurucusu Mısırlı Hasan el-Benna, laik okullarda eğitim görmüş bir öğretmendi. İslami bir yönetimin nasıl olması gerektiği üzerine epey eser bırakmış ve bu uğurda siyaset yapmış Sudanlı Hasan Turabi, Hartum, Londra ve Paris’te eğitim görmüş bir avukattı. El Kaide’nin lideri Bin Ladin bile inşaat mühendisiydi. Bu ve bunun gibi örnekleri çoğaltarak, modern zamanların İslami akımlarının liderlerinin ve kadrolarının önemli bir kısmının üniversite eğitimine aşina olduğunu söylemek mümkün.
Arapça ‘öğrenci’ kelimesinin çoğulu olan, kır kökenli Taliban’ı bütün bu şehirli hareketlerden ayıran önemli bir özelliğiyse medrese kökenli olması.
Taliban medreselerinin geleneksel medreselerden farkı ne?
Fakat yine de gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var; Taliban’ın medreseleri geleneksel medreselerden epey farklı bir yapı.
Geleneksel medreseler uzun süre eğitim veren, müfredatları oldukça kapsamlı kurumlardı. Özellikle de matematik, mantık ve felsefe öğretilen Osmanlı medreseleri ile ise hiç alakalarının olmadığını bilmek lazım ki Osmanlı medreseleri bile son zamanlarında düşüncenin üretiminden daha çok Mehmet Akif’in dizelerinde dile getirdiği gibi metinlerin tekrar tekrar ezberlenmesinin ötesine de geçemiyordu.1
Taliban’ın çıktığı medreselerin ilk ve en kapsamlısı, 1866 yılında kurulmuş olan Dârululûm Diyobend medresesi. Bağımsızlığın İngiltere’den kazanılması için mücadele etmiş, bugün de varlığını devam ettiren medresenin merkezi şimdi Hindistan sınırları içinde. 2008’de terörizmi İslam dışı sayan fetvasıyla ünlü. Ancak kadın ve erkeklerin birlikte çalışamayacağını söyleyen tartışmalı fetvalar da yayınlamış bir kurum.
Pakistan’da ise Camia Darul Ulûm Hakkaiye, Camia Ulum-ul İslamiye gibi medreseler var. Pakistan’da medreselerin sayılarının Ziyau’l-Hak’ın iktidara gelmesiyle İslamlaşma politikaları çerçevesinde hızla arttığını söylemek mümkün.
Taliban’ın kökenini oluşturan yapı ne?
Fakat Taliban’ın kökeninde bu yukarıda anlattığım geleneğe bağlı medreseler olsa da asıl başka bir yapı var: Pakistan ve Afganistan kırsal kesimlerinde çokça bulunan İslam geleneğinde ‘suffe’, Afganistan’da ise ‘hücre’ denilen tek odalı resmî olmayan dini okulları. Büyük şehirlere gidemeyen, köylerde çalışması gereken nüfus daha çok buralarda köy imamlarından din eğitim alıyor. Zira, bu medreseler öğrencilerine ücretsiz yemek ve kalacak yer sağlıyor ki, bu da fakir aileler için çok önemli.
Afganistan’da yıllardan beri devam eden istikrarsızlık nedeniyle, komşu Pakistan’a göç etmek zorunda kalmış Afganların erkek çocuklarının da devam ettiği bu hücreler laik eğitime karşı kurulmuş, daha çok dil, fıkıh, Kur’an, tefsir ve akaid eğitimi veren kurumlar.
Bu tip medrese ve hücrelerin tam sayıları bilinmese de on binlerle ifade etmek mümkün. Taliban liderliğindeki konsey üyelerinin neredeyse yarısı da bilindiği kadarıyla işte bu tek göz odalı köy okullarından mezun.
Taliban’ın kurucusu Molla Ömer’in de böyle bir yerde eğitim aldığı söyleniyor.2 Eğitim aldığı yerde hocası “Sufi” olarak adlandırılıyor. Ancak burada kastedilen, Anadolu topraklarındaki gibi daha üst eğitim veren ve daha sofistikte öğretilere sahip olan tasavvufi yapılar değil; daha ziyade yalnızca haram olanı değil, helal olanı da bırakıp çileciliğe yönelen zühd hayatını esas alan yapılar… Zira Pakistan ve Afganistan’da bu temele dayanan tarikatlar oldukça yaygın.
Molla Ömer de bu yapıların itikatı uyarınca rüyalara, evliyaların olağanüstü güçlerine inanan biriydi. Hocasının mezarını her hafta ziyaret ederdi. Taliban rejiminin önde gelen din bilginlerinden ve Molla Ömer’in dinî hükümler konusunda en çok güvendiği kişi olan Mevlevi Abdül Ali Deobandi, ölmüş evliyalardan yardım dilemenin caiz olduğunu söylemişti.
Taliban, türbelerin ziyaret edilmesine izin vermesi hatta teşvik etmesi nedeniyle, mezarlıkların var olmasına bile karşı el Kaide’yi epey üzmüştü, öyle ki 1990’ların sonlarında, El Kaide ideologları Yusuf el-Ayiri ve Ebu Musab el-Suri, konuyu ele almak için “Taliban Ehl-i Sünnetten mi?” başlıklı bir broşür bile yazmışlardı.
Hadisler, ezbercilik, fıkıh
Söz konusu medrese ve hücrelerin baskın başka bir özelliği de, düşünce üretmek yerine, hadis ezberletme merkezli eğitim veriyor olmaları.3
Dini ilimlerde Hz. Peygamber’in davranış ve eylemelerini bize rivayet eden hadisler, eczacının ilaç yapmak için topladığı bitkiler gibidir. Bu bitkilerden ilacı yapan ve hangi hastaya hangi ilacı vereceğine karar veren tıp ilmini de fıkıha benzetmek mümkündür. Gündelik sorunlara çözüm üreten fıkıh bu açıdan dinamiktir. Çağın gereklerine ve yeni durumlara göre hem ilacı hem de tedaviyi yeniler. Ancak medreselerde fıkıh eğitimi artık şifacılara kalmış gibidir. Hadis metinlerini bağlamını dikkate almadan, bir yöntem içinde incelemeden kullanmak, her bulduğu bitki ile tedavi etmeye benzer. Hadis merkezli din anlayışının oluşturduğu sorun tam da budur.
Taliban liderlerinin giyimlerinde yer alan pantolon, gömlek, sarık uzunluğu ve renklerin hepsi hadislerde yer alan uygulamalara göre şekillendi. Taliban için Hz. Peygamber’in giyim kuşamını taklit etmek dini bir gereklilikti. Hanefiliğin büyük bir titizlikle hadis malzemelerinden seçerek ilaç yapma hassasiyeti yerini bulduğu her otla tedavi etmeye kalkan bir anlayışa dönüştü.
Taliban’ın filizlendiği, büyüdüğü coğrafyayı ve ortamı düşündüğümüzde, zaten uzun süreden beri devam eden istikrarsızlığa gömülmüş kırsalda, bu kadar titiz ve ince dokumaya da olanak ve gerek yoktu ama çözülmesi gereken iki acil mesele vardı: Devletin olmadığı yerde kamu otoritesini ve düzeni sağlayacak bir düzen ihdası ve cihada teşvik. Bu meselelerin ilki medreselerde kamusal düzeni sağlayacak fıkıh eğitimiyle, ikincisi de hücrelerde temel din bilgisi ve cihada katılım anlatılmaya çözülmeye çalışıldı.
Bütün bunların sonucunda da Pakistan’ın kuzeyi ve Afganistan’ın güneyinde yaşayan, Taliban’ın ana öğesi Peştun halkının kırsaldan gelen genç bir dindar erkek mensubu için erdem şu üç kuralla tanımlanır hale geldi: Günlük ritüelleri tekrar etmek, hadislerden öğrendiği sünneti taklit yoluyla korumak ve cihat için her zaman hazır olmak
Taliban’ın kadınlara yaklaşımının ardında ne var?
Sovyet işgaline (1979 – 1989) karşı yürütülen savaş aslında üç şeyin yeniden bir araya gelmesini sağladı: Zühd hayatına adanmış bir sufiliği, katı kuralcı bir şeriatı ve Peştunvali denilen Peştun hayat tarzını.
Peştun hayat tarzının temel direkleri şu unsurlardan oluşur: Misafirperverlik (Melmastya), intikam (Badal), sığınma sağlama (Nanawatay), cesaret (zwartya), namus (Nang) ve Aksaçlılar Meclisi (Jirga).
Peştunlar kendilerine yapılan herhangi bir hakareti asla unutmazlar. İntikamları asla soğumaz. Bir Peştun’un cesaretini savaşta ispatlaması gerekir, bu yüzden savaştan asla korkmazlar. Bir Peştun için namus kavramının önemli bir unsuru, kocaya itaat ile ölçülen kadın iffetinin korunmasıdır.
Taliban’ın şeriatı okuma biçimi de aslında onların kabilevi mizacının yani Peştunvali değerlerin İslamileşmesinden başka bir şey değil. Peştun kültürü cömertliği, intikamı ve cinsiyet ayrımını vurgulayan bir “şeref anlayışını” dayatır. Kadın meselesi de Taliban’ın din yorumundan ziyade Peştun kültürünün dinî kimliğe bürünmesinden kaynaklanır.
Kadınların özellikle kırsalda burkasız dışarı çıkmadığını, 30 milyonluk nüfusunun yüzde 20’sinin kentlerde, geri kalan yüzde 80’nin kırsalda yaşadığını düşünürseniz Taliban’ın burka zorunluluğu getirmesini daha rahat manalandırabilirsiniz. Ayrıca Taliban’ın ortaya çıkmaya başladığı 1970’lerde, güney kırsalındaki kadınların eğitiminin neredeyse hiç olmadığını, 1979’da Hafizullah Emin hükümetinin kızların okuması için kampanya başlattığında, hükümetin de sonunu getiren köylü öfkesini hatırlamakta fayda var.
Taliban kendi kamusal düzenini nasıl oluşturdu?
Özetle, Taliban’ın medreseli olması, özünün anlaşılmasına, tartışılmasına hep engel oldu. Oysa bu özü oluşturan şey, İslam’dan çok, kırsala ve kabilevi geleneklere bağlılık. Aslında Taliban, İslam’ı da tam bu kırsal ve kabile geleneği bağlamına yerleştirerek okuyor. Kırın en büyük özelliği durağan, sabit ve naif olması. Taliban’ın İslam yorumu da, o kadar katı, şekilsel ve naif.
Sovyet işgali sonrası birbirine düşen grupların yarattığı kaos ortamında oluşan anarşiye karşı kırsalda düzeni sağlamak Taliban’a kalmıştı. Elinde var olan jirga denilen ihtiyar heyetini lağvederek onun yerine şeriat mahkemelerini kurdu. Kişisel anlaşmazlıkları, miras kavgalarını, evlilikleri hızlıca düzenledi. Yolsuzluğu, hırsızlığı ve tecavüzleri aleni olarak cezalandırdı. Tarihsel şartlar içinde üretilmiş çözüm önerilerini/fetvaları, değişen koşuları dikkate almayarak bugüne taşıdı. Bugünün koşullarına göre çözüm üretmek yerine, bugünü dünün elbisesine sığdırdı, sığmayan yerleri de budamayı tercih etti.
Taliban neden bir yorumlar yelpazesi içinde en katı olanı tercih etti? Söz gelimi Osmanlı’da hırsızlığın cezası, kamu otoritesi tarafından para cezasına çevrilirken Taliban meydanda el kesiyordu. Çünkü birinde devlet, yani kamu otoritesi hukuku düzenliyorken diğerinde hukuk bireysel olarak iş görüyor.
Taliban devletin olmadığı yerde bir düzen inşa etmeye çalıştı, şimdi de kaos ve anarşiden devlete geçmeye çalışıyor. Oysa bugüne kadar İslamcı hareketler modern devleti İslamileştirmeye çalışmıştı. Taliban’ın kurucusu Molla Muhammed Ömer ise modern teknolojiden o kadar şüpheleniyordu ki fotoğrafının çekilmesini reddetmiş hatta yasaklamıştı. Bin Ladin ise aksine, dünya medyasına kendi video kasetlerini dağıttı.
Aralarında farklılıklar da olsa El Kaide ile Taliban yakın temasta bulundu ve bunun da önemli sonuçları oldu. Dışardan gelen Arap savaşçılar ve El Kaide teması Taliban’ın fıkhının daha da katılaşmasına neden oldu. Şia’ya yönelik tekfirci yönelimler, sivillere yönelik intihar bombasına yönelik fetva arayışları bu etkileşimin en bariz örnekleri olarak sıralanabilir.
Neo – Taliban diye bir şey var mı?
Dolayısıyla aslında Taliban medreseden çıkmadı, Taliban Afganistan’ın kırsalından tam da kalbinden çıktı. Mayasını oluşturanlarsa, kendi kır kültürü, iç savaş ve Pakistan’da siyasallaşan medrese yapılarıydı. Daha sonra da buna El Kaide ideolojisi katıldı. Uzun soluklu bir mücadelenin arkasından iç hesaplaşmalar ve iç eleştiriler geliştirmeyi başardı.
Şimdi hepimiz Neo-Taliban’dan bahsediyoruz. Peki ama yeni olan nedir? Aslında benim cevabını merak ettiğim soru şu: Taliban da İslamcılaşacak mı? Yani Taliban da sahip olduğu devletin İslamileşmesine doğru ilerleyecek ve değişecek mi yoksa geldiği kırdaki kabilevi yaşama ve Fıkıh dindarlığına sıkı sıkı bağlı kalarak bir yönetim krizi mi yaşayacak?
Eğer Taliban değişim yolunu seçerse, kırdan bu sefer de Taliban’a karşı bir başka isyan ateşi yanabilir mi? DAEŞ, El Kaide, Horsan İslam Devleti gibi birçok örgüt bu değişime nasıl tepki verecek? Ülkeyi ele geçirirken ittifak kurduğu Çin, İran ve Pakistan’ın değişim beklentilerini yeterince karşılanabilecek mi?
Taliban tüm dünyaya değiştiği şeklinde bir imaj vermeye çalışıyor. Fakat bunu yaptıkça da “şeriata ihanet ettin, kâfirlerle ittifak ettin” eleştirileri için sınırda bekleyen DAEŞ yeni imkânlar kazanacak. Taliban’ın değişip değişmediğini, onun Afganistan’ı yönetip yönetemeyeceği ve DAEŞ ile nasıl savaşacağı belirleyecek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.
- “Medresen var mı senin?
Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnürrüşd’ü?
İbn-i Sinâ niye yok? Nerde Gazâli görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzi gibi üç beş âlim?
En büyük fâzılınız; bunların asarından
Belki on şerhe bakıp, bir kuru mânâ çıkaran.
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dinin hâlâ.
İhtiyâcâtını kabil mi telâfi? Asla” - Her ne kadar bu konuda farklı şeyler söylense de Afganistan’da uzun süre yaşamış Hollandalı gazeteci Bette Dam, Molla Ömer’in, eğitimini Afganistan’ın Uruzgan ilinde Sufi geleneğiyle dolup taşan hücre adı verilen ve resmi niteliği olmayan tek odalı köy okulunda aldığını söyler. Dam, B (2019). Op Zoek Naar Een Vijand, Het Verhaal Van Een Terrorist Die Een Vriend Wilde Zijn. Amsterdam: De Bezige Bij
- Brannon D. Ingram’ın Revival from Below The Deoband Movement and Global Islam