Trump-Putin yakınlaşması ve Çin’in hesapları: Avrupa neden tedirgin?

Dünya Pekin’den gelen kareleri izliyor. Çin’in gövde gösterisi sayılan sskerî geçit töreninde Putin, Xi, Kim bir arada. Peki, bu mesajlar kime? Çin neden kaygılı? Avrupa neden tedirgin? Hangi aktör ne tür hesaplar yapıyor? Doç. Dr. Ümit Alperen yazdı.

Eski Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in “Siyasette 24 saat uzun bir zamandır” sözü, artık sadece Türk iç siyasetine değil, küresel politikanın dinamizmine de tam oturmaya başladı. Dünya sahnesinde her gün yeni kritik gelişmeler yaşanıyor. Çin ise son birkaç gündür bu sahnenin merkezi konumunda.

Önce, Eylül ayının ilk günlerine, Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Hindistan Başbakanı Modi’nin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılmasıyla küresel gündeme damgasını vuran Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi geldi, ardından Çin, Rusya ve Kuzey Kore devlet başkanları Xi, Putin ve Kim’i ilk kez bir araya getiren, aynı zamanda da Çin’in yeni silahlarını görücüye çıkardığı, askerî kapasitesini gözler önüne seren ve açıkça bir gövde gösterisi olan geçit töreni…

Ağustos ayı da, başka aktörler açısından hareketliydi, gündem daha ABD odaklıydı. ABD Başkanı Trump’ın Rusya Başkanı Putin’le Alaska’da görüşmesi, ardından Trump’ın Avrupa Birliği (AB) liderlerini Beyaz Saray’da karşısına dizdiği unutulmaz kare, ABD’nin Hint-Pasifik’teki en önemli müttefiklerinden Hindistan Başbakanı Modi’nin yıllar sonra Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) liderler zirvesi için Çin’e gitmesi, Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un “Çin küresel düzeni tehdit ediyor” şeklindeki alışılmadık eleştirel açıklamaları, uluslararası dengelerdeki artan dinamizme işaret ediyor. Tüm aktörler birbirlerini yakından takip ediyor ve atacakları stratejik adımları belirlemeye çalışıyor.

Vaşington-Moskova ilişkilerinde olası bir yumuşama Çin için ne demek?

Batı tarafından sıklıkla Ukrayna savaşında Rusya’yı desteklemekle suçlanan Çin, şüphesiz Trump-Putin zirvesini ve olası etkilerini yakından takip ediyor. Özellikle bu noktada Çin için cevabı bulunması gereken en önemli soru, Vaşington-Moskova ilişkilerinde olası bir yumuşamanın kendisi için ne anlama geleceğidir.

Çin Dışişleri Bakanı sözcüsü Mao Ning, Trump-Putin görüşmesiyle ilgili yaptığı açıklamada, “Çin, krize barışçıl bir çözüm bulmak için yapılan tüm çabaları ve ABD ile Rusya arasındaki temasları memnuniyetle karşılamaktadır” ifadelerini kullandı. Xi de Çin’in Rusya ile ABD arasındaki diyaloğu olumlu karşıladığını ve Ukrayna krizine siyasi bir çözüm bulunmasına yönelik ikili ilişkileri geliştirme çabalarına desteğini ifade etti.

Putin de Trump’la yaptığı görüşme öncesi 8 Ağustos’ta Çin’in endişelerini gidermek için Xi’yi arayarak bilgi verdi. Putin, Xi’ye Rusya ile Çin arasındaki kapsamlı stratejik koordinasyon ortaklığının değişmeyeceğini söyledi. Böylece Rusya, Çin’in endişelerini gidererek oyunda tutmaya çalışıyor.

Aynı zamanda Çin, Rusya ve Batı arasındaki sorunların hızlı bir şekilde çözülemeyeceğinin farkında. Çin açısından olası bir kısmi ya da tam ateşkes, uzun vadede riskler barındırsa da kısa vadede ABD’nin Çin-Rusya ticaretine yönelik baskıyı artırma veya Çin’e “ikincil yaptırımlar” uygulama ihtimalinin zayıflaması anlamına geliyor. Kısa vadede Ukrayna meselesinde bir ateşkesin sağlanmasıyla geçici de olsa uluslararası istikrarın sağlanması Çin’in dış ticaretine olumlu yansıyabilir.

Çin’i kayırırken, müttefikini zora sokan Trump

Trump, savaşın bitmemesi halinde Rusya’ya yeni yaptırımlar ve petrol alıcılarına ek gümrük vergileri uygulayacağını açıklamıştı. Hindistan da Trump’ın kimi uygulamalarından rahatsız. Trump’ın, Hindistan’ın Rus petrolü ithalatını gerekçe göstererek bazı Hint mallarına yüzde 50’ye varan ek gümrük vergileri koyabileceğini ifade etmesinin Yeni Delhi’de hayal kırıklığına neden olduğunu tahmin etmek zor değil. Yine Trump’ın Çin mallarına benzer uygulama konusunda daha hassas davranması Hindistan’ın rahatsızlığını artırıyor.

Hindistan indirimli Rus petrolü alımlarına yaptırım gelip gelmeyeceğini görmek için bekliyor; anlaşma sağlanmazsa ABD’ye ihracatında yüksek ek vergi riskiyle karşı karşıya. Açıkçası Trump’ın bu politikası Çin’i rahatlatırken, Hint-Pasifik’teki en önemli müttefiki Hindistan’ı ikilemde bırakıyor.

Çin’in kaygıları

Çin’in orta ve uzun vadede, ABD’nin Rusya’yla ilişkilerini düzelttikten sonra stratejik odağını Hint-Pasifik’e kaydırarak kendisine yönelmesinden endişe ediyor.

Trump, Rusya-Ukrayna sorununu çözmeden en büyük stratejik rakibi olan Çin’le tam anlamıyla mücadele edemeyeceğinin farkında. ABD’nin müttefikleri Hindistan, AB ve Japonya’nın Trump’ın Çin’i sınırlama gibi stratejik hedeflerini paylaşsalar da uygulamaya çalıştığı politikalara sıcak bakmadıkları açık.

Örneğin, ABD’nin Hint-Pasifik stratejisindeki en önemli müttefiki ve ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya arasındaki bir stratejik güvenlik diyaloğu olarak tanımlanabilecek QUAD’ın da üyesi Hindistan, Trump’ın öngörülemez riskli politikaları nedeniyle bir süredir ŞİÖ üzerinden Çin’le ilişkilerini yumuşatmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yıllarda Modi ve Xi uluslararası toplantılarda dahi el sıkışmaktan kaçınırken, Çin’in Tianjin şehrinde gerçekleştirilen ŞİÖ liderler zirvesine katıldı. Hindistan’ın Çin’le ilişkilerini gözden geçirmesinin en büyük nedenlerinden birisi muhtemelen Trump politikalarının öngörülemezliği.

Ukrayna konusunda ayrışan AB ve ABD

Trump’ın ortaklarının çıkarlarını göz ardı etmesi sadece Hint-Pasifik’te değil Avrupa’da da görülüyor. Avrupa’dan farklı olarak ABD’nin diğer ortakları Rusya’yı doğrudan tehdit olarak görmüyor. Ayrıca, Hindistan, Türkiye gibi Avrupa-dışı ortakların ŞİÖ gibi platformlar üzerinden daha esnek bir manevra alanları var.

Trump’ın Avrupa liderleriyle Beyaz Saray’da yaptığı görüşme ve politikaları, Rusya’yla ilişkilerini düzeltebilmek için Ukrayna ve AB’nin de çıkarlarını feda etmekten çekinmeyeceğine işaret ediyor. Trump’ın Avrupa’nın çıkarlarını göz ardı ederek bir anlaşmaya varması ya da bu olasılığın bile AB’de endişeyle karşılanacağı açık. Ayrıca bu durum Ukrayna’yı toprak kayıplarını kabul etmeye zorlayabilir. Açıkça görülüyor ki hem AB hem de Ukrayna, Trump-Putin zirvesinin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tehlikeye atacak bir Rusya-Ukrayna savaşı çözümü üretmesini istemiyor. Ancak, Trump’ın öngörülemez yaklaşımını dizginlemek için ellerinde sınırlı bir etki gücü var.

Çin’e karşı birleşen AB ve ABD: Almanya’dan Çin’e şaşırtan çıkış

Diğer yandan AB’nin gelişmiş ülkeleri Rusya konusunda ABD’den ayrışırken, Çin konusunda son dönemde ABD’yle aynı hizaya geliyor.

Alman Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un, Japonya ve Endonezya’ya ağustos ayı ortalarında gerçekleştirdiği ziyaret öncesi yaptığı açıklamada, Çin’in tartışmalı Güney Çin Denizi’ndeki iddialı tutumunun ve Tayvan Boğazı’ndaki gerginliğin uluslararası güvenliği ve Avrupa’nın çıkarlarını tehdit ettiğini söylemesi Pekin’de tepkiyle karşılandı.

Muhtemelen, Alman Bakanın Komünist Çin’in, Tayvan’ı hiçbir zaman yönetmemesine rağmen, ısrarla Tayvan’ın kendisinin bir parçası olduğunu savunduğunu, güç kullanmakla tehdit ettiğini söylemesi Pekin’de şaşkınlıkla ve kızgınlıkla karşılandı. Pekin, Berlin’i çatışmayı kışkırtmakla ve gerilimi tırmandırmakla suçladı. Açıkçası Almanya’nın Çin’e yönelik bu tür jeopolitik ifadeleri açıkçası bir ilk olma özelliği taşıyor.

Wadephul’un bu ifadelerinin, 24 Temmuz’da gerçekleşen ve pek olumlu geçmeyen AB-Çin zirvesinin hemen ardından gelmesi dikkat çekici. Bu gelişmelerin AB-Çin ilişkilerinde olumsuz yönde bir dönüşüme işaret ettiğini söylemek abartı olmaz.

AB açısından Rusya jeopolitik bir tehdit oluştururken, buna ek olarak Çin mallarının —özellikle otomotiv sektöründe— Avrupa’daki artan etkisi ekonomik bir tehdit haline gelmiş durumda. Ayrıca Batı Avrupa ülkelerinin Çin pazarındaki payları son beş yılda hızla azalmaya başlamıştı. Açıkçası Çin, AB için daha önce de ekonomik bir tehdit oluşturmaya başlamıştı; ancak anlaşılan, AB’nin gelişmiş ülkeleri bu durumu yeni yeni kabullenmeye başlamış. Öte yandan Almanya, fosil yakıtlar konusunda Rusya’ya bağımlıyken, nadir toprak elementleri açısından ise Çin’e bağımlı. Bu durum, yalnızca Almanya için değil, genel olarak gelişmiş Avrupa ülkeleri için de ciddi bir ikilem yaratmakta.

Ayrıca AB-ABD ikilisi, Rusya-Ukrayna savaşı konusunda da Çin ile ayrışıyor. AB-ABD ikilisi, Çin’in Rusya’nın Ukrayna savaşını petrol alımıyla ve dual-use (sivil ve askeri amaçlı kullanılan) mallarını ihraç ederek desteklediği iddiasında. AB ve ABD, Çin’in Rusya’nın yenilgisini önlemeye çalıştığını düşünüyor. Bazı kaynaklara göre, AB-Çin zirvesinde Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas’a ABD’nin tüm odağını kendilerine yöneltebileceği nedeniyle, Rusya’nın Ukrayna savaşını kaybetmesini istemediklerini söylediği belirtiliyor.

Çin ve Rusya psikolojik üstünlüğü ele geçirir mi?

AB, Rusya, Çin başta olmak üzere küresel aktörlerin çoğu ABD’nin Ukrayna konusundaki yaklaşımının Trump’ın kişisel insiyatifiyle şekillendiğinin farkında. Trump’ın Putin’le mevcut şartlarda bir anlaşmaya varmasının, Ukrayna’nın dolayısıyla AB ve ABD’nin toprak ve siyasi kayıplarını kabul etmesi anlamına geleceği açık.

Trump’ın Çin’le mücadelede elini güçlendirmeye çalışırken AB, Hindistan gibi müttefiklerinin çıkarlarını göz ardı etmesi, Çin’in aksine ABD’nin yalnızlaşmasıyla sonuçlanabilir. Böyle bir durumda muhtemelen Trump’ın orta ve uzun vadede kendine has stratejisiyle/stratejisizliğiyle müttefiklerinin güvenini sarsması, ‘zamanı geldiğinde’ Çin’le mücadele edecek gücü de kendinde bulamamasıyla sonuçlanabilir.

Trump’ın ben-merkezli politikalarını sürdürmesinin, ilerleyen dönemde Rusya ve Çin’e psikolojik bir üstünlük sağlaması kuvvetle muhtemel. Bu bağlamda, ŞİÖ Zirvesi’nin hemen ardından, 3 Eylül’de İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın teslim olmasının ve savaşın sona ermesinin 80. yıldönümü nedeniyle Pekin’de düzenlenen Zafer Bayramı kutlamasında askerî geçit töreni sembolik açıdan çok önemliydi.  Bir nevi Çin’in gövde gösterisi gelecek dönem için tüm küresel aktörlere mesajlar da barındırıyor. 1959’dan beri ilk defa bir Kuzey Kore liderinin Çin’de askerî geçit törenine katıldığını da not düşelim.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Ümit Alperen
Ümit Alperen
Dr. Ümit Alperen - Peking Üniversitesi’nde Misafir Araştırmacı, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Politikalar Merkezi’nde de Doğu Asya Uzmanı. Lisans eğitimini 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Ümit Alperen, yüksek lisans eğitimini 2010 yılında Şanghay Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yazdığı “Harmonious World: Hu Jintao Doctrine and Chinese Foreign Policy” başlıklı teziyle tamamladı. 2014 yılında bir yıl süreyle Peking Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Halen akademisyen olarak çalışmakta olduğu Süleyman Demirel Üniversitesi’nden de “Çin Dış Politikasında İran” başlıklı doktora tezi ile 2016 yılında doktor ünvanını aldı. Alperen araştırmalarında Çin Dış Politikası, Çin İç Politikası, Doğu Asya, Çin-İran İlişkileri, Çin-Ortadoğu İlişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Ulusal Chengchi Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları Enstitüsü, Taipei, Tayvan. Misafir Öğretim Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Trump-Putin yakınlaşması ve Çin’in hesapları: Avrupa neden tedirgin?

Dünya Pekin’den gelen kareleri izliyor. Çin’in gövde gösterisi sayılan sskerî geçit töreninde Putin, Xi, Kim bir arada. Peki, bu mesajlar kime? Çin neden kaygılı? Avrupa neden tedirgin? Hangi aktör ne tür hesaplar yapıyor? Doç. Dr. Ümit Alperen yazdı.

Eski Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in “Siyasette 24 saat uzun bir zamandır” sözü, artık sadece Türk iç siyasetine değil, küresel politikanın dinamizmine de tam oturmaya başladı. Dünya sahnesinde her gün yeni kritik gelişmeler yaşanıyor. Çin ise son birkaç gündür bu sahnenin merkezi konumunda.

Önce, Eylül ayının ilk günlerine, Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Hindistan Başbakanı Modi’nin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılmasıyla küresel gündeme damgasını vuran Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi geldi, ardından Çin, Rusya ve Kuzey Kore devlet başkanları Xi, Putin ve Kim’i ilk kez bir araya getiren, aynı zamanda da Çin’in yeni silahlarını görücüye çıkardığı, askerî kapasitesini gözler önüne seren ve açıkça bir gövde gösterisi olan geçit töreni…

Ağustos ayı da, başka aktörler açısından hareketliydi, gündem daha ABD odaklıydı. ABD Başkanı Trump’ın Rusya Başkanı Putin’le Alaska’da görüşmesi, ardından Trump’ın Avrupa Birliği (AB) liderlerini Beyaz Saray’da karşısına dizdiği unutulmaz kare, ABD’nin Hint-Pasifik’teki en önemli müttefiklerinden Hindistan Başbakanı Modi’nin yıllar sonra Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) liderler zirvesi için Çin’e gitmesi, Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un “Çin küresel düzeni tehdit ediyor” şeklindeki alışılmadık eleştirel açıklamaları, uluslararası dengelerdeki artan dinamizme işaret ediyor. Tüm aktörler birbirlerini yakından takip ediyor ve atacakları stratejik adımları belirlemeye çalışıyor.

Vaşington-Moskova ilişkilerinde olası bir yumuşama Çin için ne demek?

Batı tarafından sıklıkla Ukrayna savaşında Rusya’yı desteklemekle suçlanan Çin, şüphesiz Trump-Putin zirvesini ve olası etkilerini yakından takip ediyor. Özellikle bu noktada Çin için cevabı bulunması gereken en önemli soru, Vaşington-Moskova ilişkilerinde olası bir yumuşamanın kendisi için ne anlama geleceğidir.

Çin Dışişleri Bakanı sözcüsü Mao Ning, Trump-Putin görüşmesiyle ilgili yaptığı açıklamada, “Çin, krize barışçıl bir çözüm bulmak için yapılan tüm çabaları ve ABD ile Rusya arasındaki temasları memnuniyetle karşılamaktadır” ifadelerini kullandı. Xi de Çin’in Rusya ile ABD arasındaki diyaloğu olumlu karşıladığını ve Ukrayna krizine siyasi bir çözüm bulunmasına yönelik ikili ilişkileri geliştirme çabalarına desteğini ifade etti.

Putin de Trump’la yaptığı görüşme öncesi 8 Ağustos’ta Çin’in endişelerini gidermek için Xi’yi arayarak bilgi verdi. Putin, Xi’ye Rusya ile Çin arasındaki kapsamlı stratejik koordinasyon ortaklığının değişmeyeceğini söyledi. Böylece Rusya, Çin’in endişelerini gidererek oyunda tutmaya çalışıyor.

Aynı zamanda Çin, Rusya ve Batı arasındaki sorunların hızlı bir şekilde çözülemeyeceğinin farkında. Çin açısından olası bir kısmi ya da tam ateşkes, uzun vadede riskler barındırsa da kısa vadede ABD’nin Çin-Rusya ticaretine yönelik baskıyı artırma veya Çin’e “ikincil yaptırımlar” uygulama ihtimalinin zayıflaması anlamına geliyor. Kısa vadede Ukrayna meselesinde bir ateşkesin sağlanmasıyla geçici de olsa uluslararası istikrarın sağlanması Çin’in dış ticaretine olumlu yansıyabilir.

Çin’i kayırırken, müttefikini zora sokan Trump

Trump, savaşın bitmemesi halinde Rusya’ya yeni yaptırımlar ve petrol alıcılarına ek gümrük vergileri uygulayacağını açıklamıştı. Hindistan da Trump’ın kimi uygulamalarından rahatsız. Trump’ın, Hindistan’ın Rus petrolü ithalatını gerekçe göstererek bazı Hint mallarına yüzde 50’ye varan ek gümrük vergileri koyabileceğini ifade etmesinin Yeni Delhi’de hayal kırıklığına neden olduğunu tahmin etmek zor değil. Yine Trump’ın Çin mallarına benzer uygulama konusunda daha hassas davranması Hindistan’ın rahatsızlığını artırıyor.

Hindistan indirimli Rus petrolü alımlarına yaptırım gelip gelmeyeceğini görmek için bekliyor; anlaşma sağlanmazsa ABD’ye ihracatında yüksek ek vergi riskiyle karşı karşıya. Açıkçası Trump’ın bu politikası Çin’i rahatlatırken, Hint-Pasifik’teki en önemli müttefiki Hindistan’ı ikilemde bırakıyor.

Çin’in kaygıları

Çin’in orta ve uzun vadede, ABD’nin Rusya’yla ilişkilerini düzelttikten sonra stratejik odağını Hint-Pasifik’e kaydırarak kendisine yönelmesinden endişe ediyor.

Trump, Rusya-Ukrayna sorununu çözmeden en büyük stratejik rakibi olan Çin’le tam anlamıyla mücadele edemeyeceğinin farkında. ABD’nin müttefikleri Hindistan, AB ve Japonya’nın Trump’ın Çin’i sınırlama gibi stratejik hedeflerini paylaşsalar da uygulamaya çalıştığı politikalara sıcak bakmadıkları açık.

Örneğin, ABD’nin Hint-Pasifik stratejisindeki en önemli müttefiki ve ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya arasındaki bir stratejik güvenlik diyaloğu olarak tanımlanabilecek QUAD’ın da üyesi Hindistan, Trump’ın öngörülemez riskli politikaları nedeniyle bir süredir ŞİÖ üzerinden Çin’le ilişkilerini yumuşatmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yıllarda Modi ve Xi uluslararası toplantılarda dahi el sıkışmaktan kaçınırken, Çin’in Tianjin şehrinde gerçekleştirilen ŞİÖ liderler zirvesine katıldı. Hindistan’ın Çin’le ilişkilerini gözden geçirmesinin en büyük nedenlerinden birisi muhtemelen Trump politikalarının öngörülemezliği.

Ukrayna konusunda ayrışan AB ve ABD

Trump’ın ortaklarının çıkarlarını göz ardı etmesi sadece Hint-Pasifik’te değil Avrupa’da da görülüyor. Avrupa’dan farklı olarak ABD’nin diğer ortakları Rusya’yı doğrudan tehdit olarak görmüyor. Ayrıca, Hindistan, Türkiye gibi Avrupa-dışı ortakların ŞİÖ gibi platformlar üzerinden daha esnek bir manevra alanları var.

Trump’ın Avrupa liderleriyle Beyaz Saray’da yaptığı görüşme ve politikaları, Rusya’yla ilişkilerini düzeltebilmek için Ukrayna ve AB’nin de çıkarlarını feda etmekten çekinmeyeceğine işaret ediyor. Trump’ın Avrupa’nın çıkarlarını göz ardı ederek bir anlaşmaya varması ya da bu olasılığın bile AB’de endişeyle karşılanacağı açık. Ayrıca bu durum Ukrayna’yı toprak kayıplarını kabul etmeye zorlayabilir. Açıkça görülüyor ki hem AB hem de Ukrayna, Trump-Putin zirvesinin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tehlikeye atacak bir Rusya-Ukrayna savaşı çözümü üretmesini istemiyor. Ancak, Trump’ın öngörülemez yaklaşımını dizginlemek için ellerinde sınırlı bir etki gücü var.

Çin’e karşı birleşen AB ve ABD: Almanya’dan Çin’e şaşırtan çıkış

Diğer yandan AB’nin gelişmiş ülkeleri Rusya konusunda ABD’den ayrışırken, Çin konusunda son dönemde ABD’yle aynı hizaya geliyor.

Alman Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un, Japonya ve Endonezya’ya ağustos ayı ortalarında gerçekleştirdiği ziyaret öncesi yaptığı açıklamada, Çin’in tartışmalı Güney Çin Denizi’ndeki iddialı tutumunun ve Tayvan Boğazı’ndaki gerginliğin uluslararası güvenliği ve Avrupa’nın çıkarlarını tehdit ettiğini söylemesi Pekin’de tepkiyle karşılandı.

Muhtemelen, Alman Bakanın Komünist Çin’in, Tayvan’ı hiçbir zaman yönetmemesine rağmen, ısrarla Tayvan’ın kendisinin bir parçası olduğunu savunduğunu, güç kullanmakla tehdit ettiğini söylemesi Pekin’de şaşkınlıkla ve kızgınlıkla karşılandı. Pekin, Berlin’i çatışmayı kışkırtmakla ve gerilimi tırmandırmakla suçladı. Açıkçası Almanya’nın Çin’e yönelik bu tür jeopolitik ifadeleri açıkçası bir ilk olma özelliği taşıyor.

Wadephul’un bu ifadelerinin, 24 Temmuz’da gerçekleşen ve pek olumlu geçmeyen AB-Çin zirvesinin hemen ardından gelmesi dikkat çekici. Bu gelişmelerin AB-Çin ilişkilerinde olumsuz yönde bir dönüşüme işaret ettiğini söylemek abartı olmaz.

AB açısından Rusya jeopolitik bir tehdit oluştururken, buna ek olarak Çin mallarının —özellikle otomotiv sektöründe— Avrupa’daki artan etkisi ekonomik bir tehdit haline gelmiş durumda. Ayrıca Batı Avrupa ülkelerinin Çin pazarındaki payları son beş yılda hızla azalmaya başlamıştı. Açıkçası Çin, AB için daha önce de ekonomik bir tehdit oluşturmaya başlamıştı; ancak anlaşılan, AB’nin gelişmiş ülkeleri bu durumu yeni yeni kabullenmeye başlamış. Öte yandan Almanya, fosil yakıtlar konusunda Rusya’ya bağımlıyken, nadir toprak elementleri açısından ise Çin’e bağımlı. Bu durum, yalnızca Almanya için değil, genel olarak gelişmiş Avrupa ülkeleri için de ciddi bir ikilem yaratmakta.

Ayrıca AB-ABD ikilisi, Rusya-Ukrayna savaşı konusunda da Çin ile ayrışıyor. AB-ABD ikilisi, Çin’in Rusya’nın Ukrayna savaşını petrol alımıyla ve dual-use (sivil ve askeri amaçlı kullanılan) mallarını ihraç ederek desteklediği iddiasında. AB ve ABD, Çin’in Rusya’nın yenilgisini önlemeye çalıştığını düşünüyor. Bazı kaynaklara göre, AB-Çin zirvesinde Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas’a ABD’nin tüm odağını kendilerine yöneltebileceği nedeniyle, Rusya’nın Ukrayna savaşını kaybetmesini istemediklerini söylediği belirtiliyor.

Çin ve Rusya psikolojik üstünlüğü ele geçirir mi?

AB, Rusya, Çin başta olmak üzere küresel aktörlerin çoğu ABD’nin Ukrayna konusundaki yaklaşımının Trump’ın kişisel insiyatifiyle şekillendiğinin farkında. Trump’ın Putin’le mevcut şartlarda bir anlaşmaya varmasının, Ukrayna’nın dolayısıyla AB ve ABD’nin toprak ve siyasi kayıplarını kabul etmesi anlamına geleceği açık.

Trump’ın Çin’le mücadelede elini güçlendirmeye çalışırken AB, Hindistan gibi müttefiklerinin çıkarlarını göz ardı etmesi, Çin’in aksine ABD’nin yalnızlaşmasıyla sonuçlanabilir. Böyle bir durumda muhtemelen Trump’ın orta ve uzun vadede kendine has stratejisiyle/stratejisizliğiyle müttefiklerinin güvenini sarsması, ‘zamanı geldiğinde’ Çin’le mücadele edecek gücü de kendinde bulamamasıyla sonuçlanabilir.

Trump’ın ben-merkezli politikalarını sürdürmesinin, ilerleyen dönemde Rusya ve Çin’e psikolojik bir üstünlük sağlaması kuvvetle muhtemel. Bu bağlamda, ŞİÖ Zirvesi’nin hemen ardından, 3 Eylül’de İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın teslim olmasının ve savaşın sona ermesinin 80. yıldönümü nedeniyle Pekin’de düzenlenen Zafer Bayramı kutlamasında askerî geçit töreni sembolik açıdan çok önemliydi.  Bir nevi Çin’in gövde gösterisi gelecek dönem için tüm küresel aktörlere mesajlar da barındırıyor. 1959’dan beri ilk defa bir Kuzey Kore liderinin Çin’de askerî geçit törenine katıldığını da not düşelim.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Ümit Alperen
Ümit Alperen
Dr. Ümit Alperen - Peking Üniversitesi’nde Misafir Araştırmacı, Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Politikalar Merkezi’nde de Doğu Asya Uzmanı. Lisans eğitimini 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlayan Dr. Ümit Alperen, yüksek lisans eğitimini 2010 yılında Şanghay Fudan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yazdığı “Harmonious World: Hu Jintao Doctrine and Chinese Foreign Policy” başlıklı teziyle tamamladı. 2014 yılında bir yıl süreyle Peking Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. Halen akademisyen olarak çalışmakta olduğu Süleyman Demirel Üniversitesi’nden de “Çin Dış Politikasında İran” başlıklı doktora tezi ile 2016 yılında doktor ünvanını aldı. Alperen araştırmalarında Çin Dış Politikası, Çin İç Politikası, Doğu Asya, Çin-İran İlişkileri, Çin-Ortadoğu İlişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Ulusal Chengchi Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları Enstitüsü, Taipei, Tayvan. Misafir Öğretim Üyesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x