Dünyanın üç çeyrek asırdır alıştığı düzen değişiyor mu? Donald Trump yönetiminin müttefik ülkelere ek gümrük vergileri koyması, Avrupa ve Asya’daki ortaklarını savunma harcamalarını artırmaya zorlaması ve Çin’e karşı giderek sertleşen tavrı, tüm dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan siyasi ve ekonomik düzenin sona erdiği tartışmalarını gündeme taşıdı. Küresel ticaretin, güvenliğin ve doların güvenilirliğinin garantörü olarak görülen ABD, artık bu rolü sorgulatıyor.
Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Adam S. Posen, Foreign Affairs dergisinde yayımlanan kapsamlı analizinde bu dönüşümün uluslararası ekonomi ve siyaset üzerindeki muhtemel etkilerini ele alıyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası kurduğu küresel ekonomik düzen, Donald Trump’ın politikalarıyla sarsılıyor ve yerini güvencesiz, maliyeti daha yüksek bir “haraç düzenine” bırakıyor. ABD’nin küresel ticaretin ve güvenliğin “sigortacısı” olma rolünden vazgeçmesi, müttefiklerini kendi başlarına hareket etmeye zorlarken, Çin gibi ülkeler bu durumdan göreceli olarak daha az etkileniyor veya hatta avantajlı çıkıyor. Bu yeni dönem, küresel büyümenin yavaşladığı, yatırımların azaldığı ve yoksul ülkelerin dışlandığı bir tablo ortaya koyuyor.
Amerika sonrası dönem
Donald Trump yönetiminin neo-korumacı politikaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzenin sonunu getirdiği yönündeki tartışmaları alevlendirdi. ABD’nin müttefiklerine karşı gümrük vergileri uygulaması, savunma harcamalarını artırmaya zorlaması ve Çin’e yönelik sertleşen tutumu, küresel ekonomi ve siyasetteki dönüşümün temelini oluşturdu. Dünya ekonomisi artık “Amerika sonrası” bir döneme girmiş durumda ve ABD’nin eski rolüne dönmesi beklenmiyor. ABD, küresel ticaretin ve güvenliğin garantörü olmaktan çıkarak, kendi çıkarlarını zorla dayatan bir aktöre dönüştü. Bu durum, daha önce ABD’nin sağladığı ekonomik ve güvenlik düzenine güvenen müttefiklerini savunmasız bıraktı.
Küresel sigortacının çöküşü
ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın dominant sigorta sağlayıcısı olarak hareket ederek muazzam faydalar elde etti. Bu rolü üstlenerek, sert tehditlere başvurmak zorunda kalmadan diğer ülkelerin ekonomi ve güvenlik politikaları üzerinde bir miktar kontrol sağladı. Karşılığında, sisteme katılan ülkeler çeşitli risklerden korunmuş oldu. Washington’un askeri üstünlüğü ve uyguladığı uluslararası düzen mekanizmaları, ulusal sınırların çoğunlukla sabit kalmasını sağladı; çoğu ekonomi, fetih tehdidi olmadan gelişebildi. 1980 ile 2020 arasında, katılımcı devletlerin hem kendi içinde hem de birbirleri arasında gelirler genel olarak birbirine yaklaştı.
Ekonomik adaletsizlikler devam etti; zaman zaman bunlar ABD tarafından dayatıldı. Ancak büyük ölçüde, bu küresel sigorta rejimi, ekonomik istikrar, inovasyon ve büyüme açısından neredeyse herkes için kazan-kazan bir durumdu. Şiddet ve savaşlar genel olarak azaldı ve yoksul devletler, ticarete açılan daha yüksek gelirli pazarlarla ekonomilerini daha iyi entegre edebildiler. Bu güvenlik, jeopolitiği istikrarlı tutmak için ne kadar az askeri yatırım ve eylem gerekeceğine dair ortak bir yanılsamaya dayanıyor olabilir. Ancak bu rejim, kısmen her iki partiden ABD’li politika yapıcıların sistemi değer verdiği, kısmen de yeterince dış aktörün sisteme inandığı ve sistemden yararlandığı için on yıllar boyunca devam etti.
Artık bu güvenlik duygusu yok. ABD’nin kendi pazarına erişimi kısıtlaması, askeri korumayı belirli ürünlerin alımına bağlaması ve yabancı şirketlerden tavizler istemesiyle bu “sigorta” artık kalmadı.
ABD, sigorta sağlayıcısı olmaktan büyük kazanç elde etti. Sigorta sağlamanın en büyük avantajı, yıllar boyunca primlerinizi tahsil etmek için hiçbir şey yapmanız veya ödemeniz gerekmemesidir. Bu, ABD’nin küresel olarak sağladığı ekonomik sigorta için, ev sigortası sağlayıcılarından daha da geçerlidir. Çünkü ABD’nin güvenlik garantilerinin varlığı, poliçe sahiplerine yönelik gerçek dünyadaki tehditleri azalttı. Bu da ödenen tazminatları azalttı. Ancak Trump yönetimi, bu karlı ve istikrarlı iş modelini terk ederek, tam tersi bir döngüyü pekiştiren bir modeli tercih ediyor. Giderek azalan sayıda müşteri daha fazla risk altında kalacak.
Bu dönüşüm, özellikle Japonya, Kanada, Meksika ve İngiltere gibi ABD’nin yakın müttefiklerini derinden etkiledi. Bu ülkelerin yeni duruma karşı hazırlıksız olduğu ortaya çıktı. Bu nedenle büyük bedeller ödemek zorunda kalabilirler. Çin ise bu durumdan en az etkilenen ülke konumunda yer alıyor.
“Haraç düzeni” ve küresel etkiler
Yeni yaklaşım, ABD’nin bir tür “haraç düzeni” kurmasına benziyor. Sigortacının bizzat kendisi tehdit unsuru haline gelmiş durumda. Bunun sonucunda ülkeler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyor, ama bu da daha yüksek maliyet ve daha düşük büyüme anlamına geliyor. Sermaye akışları azalıyor, tasarrufların korunması güçleşiyor, yatırım iştahı düşüyor.
Bu kırılma, ABD’ye en yakın ülkeleri—Kanada, Japonya, Meksika, Güney Kore ve Birleşik Krallık—sert şekilde vuruyor. Japonya örneği çarpıcı: ABD’ye onlarca yıldır güvenerek büyük yatırımlar yapmış, tasarruflarını ABD Hazine tahvillerine bağlamış, Washington’un güvenlik önceliklerini desteklemişti. Buna karşılık, Amerikan pazarına istikrarlı erişim ve güvenli yatırım imkânı elde ediyordu. Ancak son dönemde getirilen yüksek tarifeler, zorunlu yatırım fonları ve belirli ürün alım şartları Japonya’nın kazançlarını aşındırıyor.
Benzer şekilde Kanada, tek taraflı gümrük vergilerine karşı direnirken AB ve Asya ile ticareti artırma arayışına girdi. Güney Kore ve Avustralya kısa vadede ABD ile yakınlaşmayı sürdürüyor, fakat uzun vadede alternatif arayışına yönelecekler. Bu müttefikler, ekonomik bağımlılıklarını azaltmaya çalışsalar da bunun maliyeti yüksek olacak.
Avrupa ve ASEAN’ın yön arayışı
ABD’nin sağladığı güvencenin sona ermesiyle Avrupa Birliği (AB) ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) de Çin ile ekonomik bağlarını güçlendirmeye başladı. Çin, zaten uzun süredir bu bölgelerin en büyük ticaret ortağıydı. ABD’nin ticareti sınırlayıcı politikaları, bu eğilimi daha da hızlandırdı. Avrupa’da, ABD’ye olan bağımlılığı azaltmak için ortak savunma harcamaları ve euro cinsinden tahvil piyasaları büyüyor. Asya’da ise Endonezya gibi ülkeler Çin ile ortak sanayi parkları kuruyor ve ticarette yerel para birimlerini kullanmaya başlıyor. Bu adımlar, ABD’nin sunduğu eski güvenceyi tam olarak yerine koyamasa da alternatif bir koruma kalkanı oluşturma çabası olarak görülüyor.
Gelişen ülkelerde ayrışma
ABD’nin küresel sahadan çekilmesi, gelişmekte olan ekonomilerde de bir ayrışmaya yol açtı. Hindistan, Brezilya ve Endonezya gibi büyük ekonomiler, finansal şoklara karşı daha dirençli hale gelirken, düşük gelirli ülkeler sermaye ve yardım akışlarının kesilmesiyle geride kalıyor. Yatırımcılar, güvenlik arayışıyla daha istikrarlı ve büyük ekonomilere yöneliyor. Bu durum, yoksul ülkelerin küresel ekonomiden dışlanmasını ve büyüme fırsatlarını kaybetmesini pekiştiriyor.
Doların zayıflayan gücü
ABD’nin küresel “sigortacı” rolünü terk etmesiyle birlikte, doların küresel güvenli liman rolü de sarsılıyor. ABD’li yetkililerin Hazine tahvillerine müdahale tehditleri gibi açıklamaları, doların eskisi kadar güvenilir görülmemesine neden oluyor. Bu durum, sermaye akışını kısıtlıyor, faizleri yükseltiyor ve dünya genelinde likiditeyi azaltarak finansal baskıları artırıyor. Hükümetler kendi piyasalarını korumak için sermaye kontrollerine, zorunlu borçlanmaya ve finansal baskılara başvurmak zorunda kalıyor. Bu koşullar altında yatırımlar azalıyor ve küresel büyüme ivmesi düşüyor.
Kaybedenler ve kazananlar
Yeni dönem kaybedenlerin çoğaldığı bir dünya tablosu sunuyor. ABD, güvenilirliğini kaybederken, en yakın müttefiklerini zayıflatıyor. Avrupa ve Asya ülkeleri, yüksek maliyetli alternatif güvenlik ağları kurmaya çalışırken, yoksul ülkeler daha da dışlanıyor. Bu tablonun ironisi, ABD’nin “ulusal güvenlik” adı altında en yakın müttefiklerini cezalandırması ve Çin’i göreceli olarak daha avantajlı bir konuma getirmesidir. Çin, zaten ABD’ye olan bağımlılığını azaltma çabasındaydı ve ABD’nin çekilmesiyle ekonomik alanı daha da genişliyor. Küresel düzenin geleceği, Çin’in bu fırsatı nasıl kullanacağına bağlı olacak.
Trump’ın kumarhanesi kaybedecek
ABD’nin sağladığı sigorta olmadan, ekonomiler arasında yeni bağlantılar ve yatırım yolları ortaya çıkacaktır. Ancak bunların kurulması ve sürdürülmesi daha maliyetli, erişilebilirliği daha az ve güvenilirliği daha düşük olacaktır. Ülkeler şüphesiz kendi sigortalarını yapmaya çalışacaklardır, ancak bu çabalar, riskin tek bir sigortacı altında toplandığı duruma kıyasla doğal olarak daha maliyetli ve daha az etkili olacaktır. Dünya ekonomisinde yol almak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Ancak Trump’ın ekonomik rejim değişikliğinin yarattığı depremden sonra, bu yol çok daha engebeli hale geldi.
Sonuçta, sigortaya harcanan para, başka şeylere harcanamayacak paradır. Hükümetler, kurumlar ve şirketler, iyi sonuçları finanse etmek yerine, kötü sonuçlara karşı korunmak için ödeme yapmak zorunda kalacaklar. Yatırım fırsatları ve tüketici seçenekleri daralacak. Ticari rekabet, inovasyon ve yeni altyapı oluşturmak için küresel işbirliği azaldıkça, verimlilik artışı (ve dolayısıyla reel gelir artışı) yavaşlayacak. En yoksul gelişmekte olan pazarların çoğu, karşılaştıkları risklerin keskin bir şekilde arttığı bir anda, tehditlere karşı korumasını tamamen kaybedecek.
Bu, neredeyse herkes için daha kötü bir dünya anlamına geliyor. Başta ABD için… ABD, ne kadar çok ikili ticaret anlaşması yaparsa yapsın, ne kadar çok ekonomi, ilk başta, yüksek bir bedel karşılığında Washington ile aynı çizgide görünürse görünsün, ülke ticaret ve teknolojide giderek daha fazla kenara itilecek ve diğer ülkelerin yatırım ve güvenlik kararlarını etkileme gücü azalacaktır. Trump yönetiminin güvence altına almak istediğini iddia ettiği ABD tedarik zincirleri daha az güvenilir hale gelecek, doğal olarak daha maliyetli, tedarik kaynakları açısından daha az çeşitlendirilmiş ve ABD’ye özgü şoklardan daha fazla risk altında olacak.
Türkiye kazanabilir
Gelişmekte olan dünyanın büyük bir kısmını geride bırakmak, sadece göç akışını artıracak ve halk sağlığı krizlerini tetikleyecek değil, aynı zamanda ABD’nin potansiyel pazar fırsatlarından yararlanmasını da engelleyecektir. Trump yönetiminin yabancı yatırımları uzaklaştırmaya yönelik adımları, ABD’nin yaşam standartlarını ve ABD ordusunun kapasitesini zayıflatacaktır. Avrupa, Asya ve hatta Brezilya ve Türk markaları, Amerikan şirketlerinin aleyhine pazar payı kazanacak, otomobil ve finansal hizmet teknolojileri gibi ürünlerin teknik standartları ise ABD normlarından giderek uzaklaşacaktır. Bu fenomenlerin çoğu kendi kendini pekiştirecek ve Trump Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra bile tersine çevrilmesi zor olacaktır.
Şarkıda da söylendiği gibi, sahip olduğunuz şeyin değerini, onu kaybedene kadar bilemezsiniz. Trump yönetimi cenneti yok edip yerine bir kumarhane kurdu, ama yakında burası boş bir otopark olacak.”
Bu yazı ilk kez 2 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

https://www.foreignaffairs.com/united-states/new-economic-geography-posen#