20 Ocak 2025’te ikinci kez başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump’ın uluslararası siyaset, uluslararası düzen ve Amerikan dış politikasına yönelik bakış açısı büyük merak uyandırıyor. İlk başkanlık dönemindeki performansı dikkate alındığında Trump’ın bu konularda nasıl davranabileceği aşağı yukarı öngörülebilir.
Buna göre Amerika’yı tekrardan büyük yapma idealiyle hareket eden Trump’ın muhafazakar, aşırı milliyetçi ve kaba güç siyasetini merkeze alan bir yaklaşım benimseyeceği iddia edilebilir.
Uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, uluslararası normlar ve çok-taraflı işbirliği mekanizmalarının Amerika’nın dış politika davranışlarını kısıtladığını düşünen Trump tek-taraflılığı yücelten bir bakış açısına sahip.
Trump’ın öncelikleri
Trump’a göre dünya devletleri arasında maddi güç kapasitesi bağlamında en tepede oturan Amerika Birleşik Devletleri’nin hiçbir durumda kendini sınırlandırmasına gerek yok.
Kendi tercih ve çıkarlarını diğer bütün devletlere dayatabilecek konumda olması Trump’a göre Amerika’nın elindeki en büyük koz. Kuzey yarım kürede geleneksel Monroe Doktrini[1] çerçevesinde kendine ait olduğuna inandığı nüfuz bölgesini yeniden tahkim etmesi Amerika’nın yapması gereken ilk şey.
Bu minvalde, komşuları Meksika ve Kanada’nın hizaya getirilmesiyle zengin doğal kaynaklara ve büyük güçler arası rekabet ortamında olağanüstü jeostratejik öneme sahip Grönland’ın Amerika’nın kontrolüne sokulması Trump’ın öncelikleri arasında.
Trump’ın başkanlığı en çok kimi tedirgin ediyor?
Demokrat Parti zihniyetinin aksine Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi kural-temelli dünya düzeni ve liberal hegemonya arayışı içinde olmayacak.
Bu açıdan bakıldığında Trump’ın başkanlığı en çok Amerika’nın geleneksel müttefiklerini tedirgin ediyor. Bunlar arasında Avrupa Birliği üyesi ülkeler başta geliyor. Gelmiş geçmiş Amerikan başkanları arasında Avrupa Birliği’ni rakip ve hatta düşman olarak gören tek başkan belki de Trump.
Avrupalı müttefiklerin ABD’nin sırtından bedavaya güvenlik devşirmelerini Amerika’nın çıkarlarına aykırı gören Trump istikrarlı bir şekilde Amerika’nın geleneksel müttefiklerini silahlanmaya daha fazla para harcamaya çağırıyor.
Rusya’nın Avrupa güvenliğini tehdit ettiği günümüzde Amerika’nın Avrupa kıtasına sunduğu geleneksel güvenlik ve koruma hizmetinin devamı her zamankinden çok daha önemli olsa da Trump’a göre tuzu kuru olan Avrupalıların Amerika’nın sırtından geçinme devri artık sona ermeli. Kendi güvenliklerini sağlama noktasında Avrupalıların daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini söyleyen Trump bir dereceye kadar istediğini almışa da benziyor. Bugün itibariyle otuz iki NATO üyesinden yirmi dördü ulusal zenginliklerinin en az yüzde ikisini ulusal savunmalarına harcıyor. Trump’ın yeni hedefi bu oranı yeni başkanlık döneminde yüzde beşe çıkarmak.
Trump benzer mesajları Amerika’nın Doğu Asya ve Pasifik bölgelerindeki müttefiklerine de veriyor. Güney Kore, Japonya, Filipinler ve Avustralya bu mesajı almışa benziyorlar. Bu durum bize şunu gösteriyor: Amerika’nın geleneksel müttefikleri artık Amerika’nın ipiyle kuyuya inilemeyeceğini ve kendi başlarının çaresine bakmayı öğrenmeleri gerektiğini görüyorlar.
“Her şeyin pazarlığı yapılabilir” dönemi
Trump’ın uluslararası siyasete yönelik benimsediği perakendeci/transactional[2] bakış açısı Trump’ın diğer ülkelerle olan etkileşimleri bir pazarlık ve alışveriş ilişkisi olarak görmesinden kaynaklanıyor.
Trump, karşılığında ciddi menfaatler elde etmediği ve kazanan taraf olarak görülmediği müddetçe Amerika’nın kimsenin derdiyle ilgilenmemesi gerektiğini düşünüyor. “Güç üzerinden barış” stratejisi Amerika’nın stratejik tercihlerini başkalarına tek taraflı bir şekilde dayatmaya çalışacağını ima ediyor.
Küreselleşme süreci ve liberal dünya düzeninin Amerika’dan çok diğer ülkelerin çıkarlarına hizmet ettiğini düşünen Trump dünyayı kendi haline bırakmanın çok da yanlış olmadığına inanıyor. Bu bakış açısı şüphesiz ki her ülkeyi eşit derecede etkilemeyecek. Maddi güç kapasitesi noktasında kendi bölgelerinde nüfuz alanı oluşturma imkanına sahip olan ülkeler Trump Amerikası’yla yapacakları pazarlıklar neticesinde jeopolitik hedeflerine ulaşabilir. Bu bağlamda, Trump’ın dış politika uygulamaları Rusya, İran ve Çin gibi ülkelere uluslararası siyasette ilave manevra kabiliyeti kazandırabilir.
Buna mukabil, böyle bir durum Amerika’nın geleneksel müttefikleriyle olan ilişkilerini olumsuz etkileyecek. Çok-taraflılık ve ortak değerler temelinde hareket etmeyi salık veren evrenselci bakış açısını reddeden Trump, olası düşmanlarından çok ağırlıklı olarak Amerika’nın geleneksel müttefiklerini tedirgin ediyor.
Demokrat Parti ve geleneksel güvenlik elitlerinin benimsedikleri kural-temelli liberal dünya düzeni algısı Trump’ın başkanlığında ciddi bir erozyon yaşayacak ve bu durum Amerika’nın geleneksel müttefiklerini ya daha fazla silahlanma ya da bölgelerindeki potansiyel hegemonik güçlerle daha fazla yakınlaşmaya itecek.
Trump’ın dünyasında büyük güçler arası rekabet hızlanırken, güçlüler istediklerini yapabileceklerini, zayıflar da kaderlerine mahkum olmanın dışında başka seçeneklerinin olmadığını düşünecek.
Avrupa kış uykusundan uyanır mı?
Avrupa Birliği’nin üzerine oturduğu liberal, Kantçı ve post-modern dinamiklerin Trump’ın dünyasında ayakta kalabilmesi çok zor olacak. Trump’ın Avrupa kıtasında yükselmekte olan aşırı sağ ve aşırı sol eğilimli popülist siyasi parti ve hareketlere verdiği destek Avrupalılar için bir diğer endişe kaynağı. Muhafazakarlık, milliyetçilik, gelenekselcilik, egemenlikçilik, korumacılık, yabancı karşıtlığı, göçmen karşıtlığı ve küreselleşme karşıtlığı temelinde yükselmekte olan illiberal popülist siyaset Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle sadece Amerika’da değil Avrupa’da da bugün daha güçlü.
Trump ve ekibindeki Elon Musk gibi kişilerin İtalya Başbakanı Meloni, Macaristan Başbakanı Orban ve diğer Avrupalı aşırı sağ siyasetçilerle kurdukları yakın ilişkiler, Avrupa’da merkez-sağ ve merkez-sol siyasi partilerin yaşadıkları güç kaybıyla birleştiğinde Avrupa Birliği’nin kurucu değerlerini daha fazla tartışmalı hale gelecek.
Bazı çevreler Avrupa’nın tam da buna ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Rusya’nın Avrupa’nın güvenlik mimarisini açıktan tehdit etmesi, yükselen maddi güç kapasitesine paralel olarak Çin’in dünya düzeninin yeniden oluşturulması noktasında daha fazla talepkar olmaya başlaması ve ABD’nin geleneksel küresel jandarma ve liberal dünya düzeyinin koruyucusu rollerini daha fazla oynamak istememesi Avrupa Birliği’nin uzun yıllar içinde bulunduğu kış uykusundan uyanmasına hizmet edebilir. Kendi güvenliği ve refahını sağlama noktasında en başta ABD olmak üzere hiçbir küresel aktöre yaslanamayacağını görmesi Avrupalılar için önemli bir kazanım olacaktır.
ABD’nin caydırıcılığı artar mı?
Trump’ın seçim kampanyası sırasında sıklıkla dile getirdiği Demokrat Parti yönetiminde Amerika’nın caydırıcılık kapasitesinin azaldığı ve Amerika’nın sözünün eskisi kadar muteber görülmediği düşüncesi tartışmaya açık.
Demokrat Parti yönetiminin benimsediği “illiberal otoriter Küresel Doğu bloğu karşısında liberal demokratik Küresel Batı bloğunu tekrardan güçlendirme ve tahkim etme stratejisi” Rusya ve Çin gibi ülkeler karşısında Amerika’nın bu güçleri baskılama, yavaşlatma ve çevreleme amacına hizmet ederken, Amerika’nın bu ülkelerle iş birliği yapıp küresel sorunlara etkili çözümler üretebilme arzusunu asla öldürmemişti.
Biden Amerika’sının benimsediği “rekabetçi işbirliği” ya da “yönetilebilen rekabet” politikası, Küresel Batı bloğunun uluslararası siyasette güçlenmesini mümkün kılarken, paradoksal bir şekilde Küresel Doğu bloğu ülkelerine de alan açmıştı. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve başta Çin olmak üzere Küresel Doğu ve Küresel Güney ülkeleriyle sürdürülebilir rekabet temelinde ilişkiler kurmak istemesi bu ülkeler nezdinde Amerika’nın inandırıcılığı ve caydırıcılığını azalttı. Biden’ın başkanlığı döneminde Rusya Ukrayna’yı işgale kalkışırken İran ve bölgedeki uzantılarıysa İsrail’e stratejik bir bedel ödetmeye kalktılar. Bunun yanında Çin’in uluslararası siyasetteki ağırlığı ve Tayvan’ı kendi topraklarına katma noktasındaki kararlılığı gözle görünür oranda arttı.
Halbuki, Trump’ın izleyeceği stratejinin Amerika’nın sözünün ağırlığı ve Küresel Doğu ülkeleri karşısındaki caydırıcılığını arttıracağının garantisi yok. Demokrat Biden’ın aksine Cumhuriyetçi Trump’ın tek-taraflılık, kaba güç ve kural tanımazlığı öne çıkartan ve müttefikleri pek fazla kaale almayan stratejisi Amerika’nın rakiplerine hizmet edebilir.
“Düzen bozucu lider”
Trump için kullanılan “düzen bozucu lider” tanımlaması hiç de yanlış olmaz. Alışılmış düşünce yapıları ve düzen algısını sadece kendi ülkesinde değil dünyanın genelinde de sorgulayan Trump, ikinci başkanlık döneminde yaşadığımız dünyanın daha istikrarsız, daha güvensiz ve daha öngörülemez olmasına katkı yapacak gibi.
Trump’ın ekibinde bu sefer onu dengeleyip sınırlandırabilecek akil adamlar ve yaşlılar olmayacak. Trump’a sadakat ve mevcut düzene başkaldırı Trump’un yeni ekibinin en karakteristik özellikleri. Dışışleri Bakanı Marco Rubio ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’ı bir nebze hariç tutacak olursak Trump’ın ekibinde statükocu diyebileceğimiz neredeyse kimse yok.
“Jeopolitik oldubittiler” dönemi kapıda
Amerika’nın aşırı egoist ve dünyayı yangın yerine çevirme noktasında pervasızca davranabileceği lüksünü merkeze alan bir yaklaşım, Çin’e diğer ülkeler nezdinde daha fazla itibar kazandırabilir.
Trump’ın düzen bozucu siyaseti karşısında dünyanın ihtiyaç duyduğu düzen ve istikrarı Çin’in tedarik etmesi hiç de yabana atılacak bir olasılık değil. Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki icraatları ve Çin’in küreselleşmenin gerçek savunuculuğuna oynadığı günler unutulmuş değil.
Şi Çinping ve Vilademir Putin gibi liderlerin Trump’ın galibiyetinden sevinç duymaları tesadüf olmasa gerek. Kanada, Meksika, Panama ve Grönland karşısında uyguladığı güç siyaseti Amerika’nın uluslararası ilişkilerde hukuk tanımaz ülke imajını pekiştirirken, bu durum Amerika’nın küresel rakiplerini jeopolitik oldubittiler yaratma noktasında cesaretlendirebilir.
“Deli Adam teorisi” işe yararsa
Trump’ı birçok ülke açısından riskli hale getiren bir önemli neden de Trump’ın psikolojisini yönetmenin birçok ülke lideri açısından katlanılamayacak zorluklar içermesi.
Trump’ın gururu ve egosunu okşayarak Amerika’nın iş birliğini elde etmeye çalışmak birçok ülke için orta ve uzun vadede sürdürülmesi kolay olmayan bir strateji. Liderden lidere kurulacak ilişkiler kısa vadede bazı olumlu gelişmeler ortaya çıkarabilecekse de orta ve uzun vadede birçok ülke için stratejik yüke dönüşebilir.
Kendisinin öngörülemeyen, tahmin edilemeyen ve niyetleri okunamayan bir lider olarak görülmesi, Trump’a göre ABD’nin elindeki en büyük koz. “Deli adam” teorisi çerçevesinde davranması, Trump’a göre başka ülkelerin ABD’ye tavizler vermesini mümkün kılacak.
Daha başkanlık koltuğuna oturmadan Gazze’de ateşkes ilan edilmesi, Ukrayna’da diplomatik bir çözümün ciddi manada gündeme gelmesi ve birçok ülkenin Amerika’nın gazabına uğramamak adına ABD’yi alttan alıcı politikalar takip etmeye başlamaları Trump’ın jeopolitik hırsları ve düzen bozucu reflekslerini güçlendirirse dünyanın vay haline.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 20 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.
[1] ABD Başkanı James Monroe’nin 1823 yılında ABD Kongresinde yaptığı konuşmada dile getirdiği zamanın Avrupalı kolonyal güçlerinin Kuzey yarım kürenin işlerine karışmaması ve Amerika’nın arka bahçesi olarak gördüğü bu bölgede Avrupalı devletlerin bu yöndeki müdahalelerini hoşgörüyle karşılamayacağı fikri.
[2] Her ilişki özünde bir pazarlık barındırır ve her pazarlıkta bir kazanan ve bir kaybeden vardır. Bütün otunlar sıfır toplamlıdır. İlişkilere kar-zarar zaviyesinden bakma alışkanlığı. Trump için önemli olan verdiğinden çok almaktır. Ticarette de önemli olan ihracatın her zaman ithalattan fazla olması gerektiğidir.