Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Aralık 2023 tarihinde Atina’ya yaptığı ziyaret, ikili ilişkileri Ege’nin iki yakasında gündemin ilk sıralarına taşıdı. Gündelik haberlerin önemli bir kısmını Türkiye’deki gelişmelerin meşgul ettiği Yunanistan basını ile karşılaştırıldığında, elbette Türk medyasının konuya ilgisinin daha sınırlı ve kısa erimli olduğunu ifade edebilmek mümkün.
Nitekim kuzeyde Rusya-Ukrayna, doğuda Azerbaycan-Ermenistan, güney ve güneydoğusunda Kıbrıs, Suriye, İsrail-Filistin vb. başta olmak üzere çözüm bekleyen sayısız krizin tam ortasında yer alan Türkiye’nin (benzer şekilde Türk kamuoyunun) dış politika gündeminde Yunanistan’ın öncelikli gündem maddesi olmadığı ortada.
Düzenli olarak yürütülen kamuoyu anket çalışmalarına da yansıdığı üzere, vatandaşın öncelikli gündeminde “ekonomide yaşanan sorunlar”, “terörizm” ve “mülteciler” uzunca bir süredir ilk sıralarda yer alıyor. Benzer şekilde, Türkiye’ye tehdit oluşturan ülkeler sıralamasında da Yunanistan’ın olağan şüpheliler olarak görülen ABD ve İsrail’in epey gerisinde olduğu bilinen bir gerçeklik.
Durum böyle olunca altı yıl aradan sonra gelen ziyaret her ne kadar geleneksel ve sosyal medyada yoğun bir ilgiye mazhar olsa da etkisi kısa sürdü. Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyareti öncesinde Yunan gazetesi Kathimerini’ye verdiği mülakat, yaptığı açıklamalar veya ziyareti sırasında yapılan görüşmeler ile imzalanan 15 anlaşma dış politikada sıradan gelişmeler mi?
Konu Türk-Yunan ilişkileri olunca elbette sıradan değil. İki ülke açısından diyaloğun ön planda olması, tarafların gerilimi tırmandırmaktan veya birbirini suçlamaktan kaçınmaları, diğer bir deyişle taraflar arasında sükunetin korunması, elbette son derece önemli.
Peki bu ziyaret her iki ülke basınına yansıdığı kadar tarihi bir gelişme mi, işte orası tartışmaya açık.
Tarih tekerrürden ibaret
İki ülke ilişkilerinin tarihsel arka planını bilenler için Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde bu tür gelişmelerin rutin, hatta her on yılda bir tarafların tansiyonu yükseltecek eylem ve söylemlerden kaçınması gerektiğini birbirlerine hatırlatmasının olağan bir gelişme olduğunu ifade edebilmek dahi mümkün.
Tarihsel olarak bakıldığında, iki ülke arasında Ege’de veya farklı alanlarda yaşanan krizleri müteakiben atılan adımlar genel itibariyle benzerlikler gösteriyor. Gerçekten de 1976’da taraflar arasında imzalanan Bern Anlaşması, 1988’de dönemin Başbakanı Turgut Özal ve mevkidaşı Andreas Papandreou arasında imzalanan Davos Deklarasyonu, 1997’de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis arasında imzalanan Madrid Deklarasyonu ve sonrasında 1999’da yumuşamayla gelen yakınlaşma sürecindeki açıklamalar ile 2010’da dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun girişimiyle iki ülke ilişkilerinde kurumsallaşmanın da önünü açacak şekilde Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin (söz konusu mekanizmanın isminden zaman içinde “stratejik” ifadesi kaldırılmıştır) kurulmasını sağlayan ortak bildirinin içeriğine bakıldığında son ziyaretteki gelişmelerin benzerlerini anılan tarihsel adımların tamamında görebilmek mümkün.
Yine de iki ülke arasında 7 Aralık’ta imzalanan “Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi”, tüm sorun alanlarının varlığına rağmen Türkiye ve Yunanistan’daki karar alıcıları iletişim kanallarını işletmeye teşvik etmesi bakımından son derece önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle, “Aramızda çözülemeyecek hiçbir sorun yok. Yeter ki hüsnüniyetle hareket edelim, büyük resme odaklanalım, denizi geçip derede boğulanlardan olmayalım.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çağrısını ikili ilişkilerde 1999’da başlayan – Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri dışarıda tutarsak – ve 2020’nin yaz aylarında yaşanan gerilime kadar etkisi devam eden yakınlaşma/yumuşama (rapprochement) dönemine geri dönme girişimi olarak değerlendirebilmek mümkün.
Hatta son ziyaret bu yöndeki girişimlerin ilki de değil, nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikili ilişkilerde sorunları geri plana atıp, iletişimi ön plana çıkarma stratejisinin daha erken bir tarihte yapıldığını hatırlamakta fayda var.
Hatırlanacağı üzere, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis’in 13 Mart 2022’de İstanbul’a yaptığı ziyaret sırasında, iki ülke liderleri arasında gerçekleşen görüşmede taraflar zaten Türk-Yunan ilişkilerinde “yeni bir sayfa” açma ve iki ülke ilişkilerine “üçüncü tarafları karıştırmama” konusunda halihazırda mutabık kalmışlardı.
Elbette Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’in 17 Mayıs 2022’de ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada Türkiye’yi hedef alması ve Türkiye’ye yönelik F-16 silah satışının önünü tıkayacak girişimlerle pandoranın kutusunu açmasıyla anılan uzlaşı beklenenden de kısa sürmüştü. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haklı bir tepki olarak “Benim için Miçotakis diye biri yok” açıklamasıyla taraflar arasında yeni açılan sayfa da hızla kapanmış oldu.
Kalınan yerden yola devam
Dolayısıyla 7 Aralık’ta gerçekleşen üst düzey ziyaret ve iki ülke liderinin ikili ilişkilerde “yeni bir sayfa açma”larını, Mart 2022’den tam bir buçuk yıl sonra kalınan yerden yola devam şeklinde değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır.
Tabii ufak fakat çok önemli bir farkı unutmamak kaydıyla…
Gerek Türkiye gerekse Yunanistan geçtiğimiz Mayıs ve Haziran aylarında seçimlerini tamamlamış ve iki ülke lideri de seçimlerden zaferle çıkmış durumda. Diğer bir deyişle, Mitsotakis’in bir önceki görüşmeden hemen sonra ABD Kongresi’ni kullanarak yaptığı gibi, iç siyasetteki kazanımlar uğruna tarafların ikili ilişkileri hedef almalarına lüzum kalmadığı bir döneme girmiş durumdayız.
Böylelikle Türkiye’de 6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketi ve Yunanistan’da 28 Şubat’ta yaşanan tren kazası sonrası ilişkilerde yaşanan iyileşmenin de etkisiyle, iki ülke lideri seçimler sonrasında üçüncü kez bir araya gelerek Türkiye-Yunanistan arasındaki “pozitif gündemi” tekrar canlandırma yönünde adım atmış oldular.
Elbette bu girişimin nihayete ulaşabilmesinin ve gerçekleşebilmesinin arka planında iki ülke karar alıcılarının, üçüncü tarafların da desteğiyle, uzunca bir süredir yoğun şekilde çaba sarf ettiğini unutmamak gerekiyor. Bu çabalardan sadece tarafların birbirlerini uluslararası platformlarda destekleme taahhütlerine somut bir örnek vermek dahi bugüne nasıl gelindiğini görmek açısından yeterli olacaktır.
20 Mart 2023’te AB’nin girişimleriyle Brüksel’de Uluslararası Bağışçılar Konferansı’nda bir araya gelen dönemin Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ile Nikos Dendias arasında varılan uzlaşı gereğince Türkiye, Yunanistan’ın 2025-2026 dönemi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini desteklemeyi; Yunanistan ise Türkiye’nin Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün Genel Sekreterliği adayını desteklemesi yönünde taahhütte bulunmuşlardır. Benzer şekilde iki ülke Dışişleri Bakanları ve Bakanlık yetkilileri de Eylül 2023’ten bu yana düzenli şekilde diyaloga devam ederek geçtiğimiz haftaki ziyaretin alt yapısını hazırlamışlardır.
Tarafların söz konusu girişimlerini birinin ya da diğerinin zaferi, üstünlüğü vb. şeklinde değerlendirmemek gerekiyor, nitekim iki ülke arasında diyalogun devamı her iki tarafın da hem siyasi hem de ekonomik olarak çıkarına. İki ülkenin de uzunca bir süredir ekonomik sorunlarla mücadele ettiğini göz önünde bulundurursak, böylesi bir diyalog ortamının tesisi her ne kadar ikili ilişkilerdeki köklü sorunları çözmekten uzak olsa da tarafların “yersiz gerginlik kaynaklarını ortadan kaldırarak” kazan-kazan mantığıyla hareket edebilmesinin önünü açacaktır.
Atina Bildirgesi’nin getirileri
Sonuncusu, 8 Mart 2016’da İzmir’de toplanan fakat sonrasında yedi yıl ara verilen Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin (High Level Cooperation Council, HLCC) beşincisi, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyareti sırasında tamamlanarak söz konusu HLCC mekanizmasının da tekrar hayata geçmesi sağlanmış oldu. Aslına bakılırsa bu girişimin de 2022 sonbaharında Selanik’te düzenlenmesi planlanmıştı fakat Yunanistan Başbakanı’nın ABD Kongresi konuşması sonrasında bu girişim de suya düşmüştü.
HLCC görüşmeleri sonrasında taraflar arasında imzalanan “Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi”nde tarafların temel olarak şu konularda uzlaşıya vardıkları görülüyor: İki taraf arasında “yapıcı ve anlamlı istişarelerde bulunma”, Atina Bildirgesi girişimini tehlikeye atacak “her türlü beyan, girişim veya eylemden sarfınazar [vazgeçme] etme” ve “herhangi bir anlaşmazlığı, doğrudan istişare yoluyla veya Birleşmiş Milletler Şartı’nda öngörülen, ortaklaşa belirlenecek diğer yollarla dostane biçimde çözme”.
Bu uzlaşıya uygun olacak şekilde iki ülke lideri, ekonomik ilişkilerdeki mevcut yıllık 5 milyar dolarlık ticaret hacminin 10 milyar dolara çıkartılması, taraflar arasında güven artırıcı önlemlerin alınması, iki ülke arasındaki pozitif gündeme katkı sağlayacak şekilde turizm, enerji, bilim ve teknoloji, çevre vb. alanlarda işbirliği yapılması gibi konularda da görüş birliğine vardıklarını ifade etmişlerdir. Son yıllarda Türk vatandaşlarının Schengen vizesi sıralarında yaşadıkları küçük düşürücü tutum göz önünde bulundurulduğunda, Türk basınının yoğun ilgiyle karşıladığı 10 Yunan adasına kapıda 7 günlük vize uygulaması kolaylığını da –en azından vatandaşların kısıtlı bir kesimi için– kazanımlara eklemek gerekiyor.
Köklü sorunların varlığının devamı
İki ülke arasındaki tarihi ve köklü sorunların (Ege’deki uyuşmazlıklar, Kıbrıs vb.) ne olacağı konusu da yine son ziyaretin tartışmalı konuları arasında yer alıyor. Bu sorun alanlarında ilerlenebilme sağlanabilmesi için Atina Bildirgesi’nin somut tek getirisi, tarafların “ortak ilgi alanlarına giren konularda” ve “istikşafi/istişari görüşmelere” dair siyasi diyalog kanallarını açık tutacağına dair ibare değerlendirilebilir.
Taraflar arasında söz konusu görüşmelerin nasıl isimlendirileceği ve/veya hangi konuları içeriği üzerine son iki yıldır devam eden bir görüş ayrılığı bulunuyor. Yunan tarafı söz konusu görüşmeleri halen istikşafi (exploratory) olarak adlandırılması gerektiğini ifade ederken, Türk tarafı geçtiğimiz 22 Şubat 2022’de 64. turu yapılan görüşmelerde artık keşfedilecek herhangi bir unsur kalmadığını dolayısıyla artık istişari (consaltative) olarak tanımlanmasının daha uygun olacağı kanaatinde.
Benzer şekilde, daha önceleri kayıt dışı (off the record) kaydıyla tüm konuları görüşmeyi kabul eden Yunan tarafının Başbakan Miçotakis’le birlikte artık sadece iki taraf arasında tek uyuşmazlık konusu olarak gördüğü kıta sahanlığının (continental shelf) görüşülmesi ısrarına karşın Türk tarafı ise, taraflar arasındaki tüm sorunların görüşülmesinden yana. Böylesi bir ortamda elbette iki tarafın görüşmeyi dahi kabul etmelerinin ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok.
Kıbrıs sorunu konusunda ise iki ülkenin tutumları Türk-Yunan kamuoylarının yanı sıra uluslararası kamuoyunun malumları. Fakat iki liderin bu konudaki temkinli açıklamaları, tarafların Kıbrıs sorunu nedeniyle ikili ilişkilerdeki kazan-kazan yaklaşımına zarar vermek istemedikleri şeklinde değerlendirilebilir.
İkili ilişkilerdeki bu olumlu havanın Kıbrıs’a nasıl yansıyacağı ayrı bir yazı konusu olsa da daha Erdoğan-Mitsotakis görüşmesinin daha dumanı üzerindeyken, Ada’da BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi olarak Maria Angela Holguin Cuellar’ın atanmasına Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderlerin onay vermeleri, bu konuda da liderler arasında yapıcı bir diyaloga yönelik emareleri güçlendiriyor.
Geçtiğimiz hafta yaratılan bu havanın ne kadar devam edeceği elbette iki ülke karar alıcılarının samimiyetine ve tutumuna bağlı.
1999’da başlayan ve uzunca süren yakınlaşma döneminde iki tarafın açıklamalarındaki dostane tutum, tarafların birbirine yönelik jestleri, imzalanan anlaşmalar ve karşılıklı üst düzey ziyaretler iki ülke halkları tarafından da kanıksanan bir durum haline gelmişti. Ege’nin iki tarafında da sorunların askerî ve kuvvet kullanımına dayalı yöntemlerle çözülmesini talep eden kesimler (Türkiye’de yüzde 9,6; Yunanistan’da yüzde 10,3) olsa da, iki ülke sorunlarının diyalog ve siyasi-diplomatik girişimler yoluyla çözülmesini talep eden daha geniş bir kitle olduğunu (Türkiye’de yüzde 61, Yunanistan’da yüzde 42) unutmamak ve buna göre siyaset yapmak gerekiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 13 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.