“Rusya-Ukrayna savaşı bittiğinde Avrupa güvenlik mimarisi yeniden şekillenirken, Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirmesi ve bu yeni dönemde Avrupa’nın savunma ve güvenlik önceliklerine katkısının önemli derecede artması beklenebilir. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Rusya Avrupa için bir tehdit olarak kalacaksa ki bunun kısa dönemde böyle olması bekleniyor. Bu katkı, Türkiye’nin AB üyeliği için yeni bir fırsat yaratabilir.”
14 Mart 2023’de yayınlanan önceki yazımı bu paragrafla bitirmiştim.
O zamandan bu zamana kadar geçen sürede, AB-Türkiye ilişkilerini takip edenler, üyelik başvurusunun yapıldığı 1959 tarihinden bu yana ilişkilerin en kötü dönemini yaşadığını söylüyorlar.
Benzer şekilde Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile olan ilişkileri de uygulanmayan AİHM kararları nedeniyle ciddi şekilde gergin.
Artık gerçekten Türkiye Avrupa ilişkileri düzeltilemeyecek bir nokta da mı? İşbirliği alanı hiç mi kalmadı?
İşbirliği ve çatışma alanları
AB Komisyonunun yayınladığı 2022 yılı ülke raporunda Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin kilit ortağı ve aday ülke olmaya devam ettiği, AB ve Türkiye arasında, iklim, sağlık veya göç ve güvenlik gibi ortak çıkar alanlarında üst düzey işbirliğinin sürdüğü belirtilmişti.
Bu övgünün ardından Türkiye’nin tek taraflı dış politikasının, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) kapsamındaki öncelikleriyle çelişmesi önemli bir eleştiri unsuru olarak yer almıştı.
Bu söylem kendi içinde çelişen, anlamsız bir yere vurgu yapıyor.
Türkiye, AB’nin ortak dış politikasına uymak zorunda mı?
Zira AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, 27 üye ülkenin “ortak” olarak oluşumuna katkı sağladıkları uyumlaştırılmış bir uzlaşı siyasetini ifade ediyor.
Bu anlamda, henüz AB üyesi olmayan bir aday ülkenin dış politikasının AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası öncelikleriyle çelişmesi de son derece doğal.
Komisyon daha önce bu tür uyumlu davranışları hatta tavizleri Avrupa’nın konforlu coğrafyalarında yer alan aday ülkelerden istemiş olabilir, ancak Türkiye bu ülkelerden biri değil ve bulunduğu bölge de öyle bir yer değil.
Türkiye, bu krizler coğrafyasında, çoğu sınır komşusu olan bölge ülkeleriyle özel ilişkiler geliştirmek zorunda.
Ancak uluslararası ilişkilerde dönemsel değişen duygularla değil uluslararası toplumla birlikte hareket etmenin, akılcı ve uzlaşmacı politikalar geliştirmenin, uluslararası güç dengelerini gözetmenin bağımsız, tek taraflı çatışmacı bir dış politika izlemek kadar kazanç sağlayabildiği de unutulmamalı.
AB’nin de karar vermesi gerek
Uluslararası politik sistem çok kutuplu bir yapıya dönüşürken Türkiye’nin hangi eksende yer alacağı sorusu, çok kısa bir süre içerisinde cevaplaması gereken önemli bir soru olacak.
Ülkenin uluslararası toplumla uyumlu hareket etmesinin yolu kuşkusuz AB üyeliğinden geçiyor.
Ancak AB’nin de, Rusya-Çin-Hindistan ekseni ekonomik ve askerî açıdan Batı Dünyası için her geçen gün daha büyük bir tehdit oluştururken, Türkiye’yi bu yeni düzende yanında isteyip istemeyeceğine karar vermesi gerekiyor.
Türkiye ile işbirliğini iklim, sağlık veya göç gibi düşük politika alanlarıyla sınırlayıp, stratejik ortaklık seviyesinde tutması, AB’nin uzun vadeli bölgesel güç olma planlarına çok fazla hizmet etmeyecek.
NATO örneği
Türkiye’nin uluslararası toplumun önemli ülkeleriyle ortak politika geliştirebildiği, politika oluşumuna doğrudan katkı sağlayabildiği ve karar alma süreçlerine etki edebildiği uluslararası kuruluş NATO.
Türkiye, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir ve burada önemli bir ağırlığı var.
Ancak burada İsveç’in üyeliğine gösterdiği direnç ciddi tepki çekti, kendi üyeliğinin sorgulanmasına bile yol açtı.
Türkiye’nin veto hakkına sahip olduğu tek uluslararası kuruluşta, uzun süre engelleyemeyeceği bir süreçte yaptığı güç gösterisi ülkenin ağırlığını kaybetmesine ve sempati yitirmesine neden oldu.
AB, ne yaptığını biliyor mu?
Tüm Batı Dünyası ve Avrupa Birliği, uluslararası ilişkilerde II. Dünya Savaşı sonrası dönemin en çalkantılı döneminden geçiyor.
Pandeminin yarattığı refah kaybı telafi edilememişken, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın neden olduğu enerji arz problemleri nedeniyle artan enerji fiyatları ve Rusya ile ticaret kaybının yol açtığı sorunlar ve bunların neden olduğu ekonomik kriz son derece önemli kayıplara yol açıyor.
Yine, önlenemeyen ve Birlik ülkeleri arasında adil dağılımı sağlanamayan mülteci akını, hedeflenen Yeşil Dönüşüm ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına ulaşmanın ekonomik ve sosyal sonuçları gibi ağır sorunlar çözüm ve uzlaşı bekleyen bazı konular.
Avrupa kıtasında süregelen sıcak savaş, aday ülkelerden Sırbistan ve Kosova arasında her an tetiklenebilecek bir sıcak çatışma ihtimali ve son olarak 8 Ekim tarihinde başlayan Hamas-İsrail çatışması, bölgesel dengeleri her an bozabilecek potansiyele sahip.
Ukrayna’ya AB üyeliği perspektifi verilmesi, hatta savaşın başlamasından birkaç ay sonra 23 Haziran 2022 tarihinde resmî olarak aday ülke statüsü verilmesi AB açısından kıtanın istikrarı için stratejik olarak alınmış bir karar olsa da AB’ye önemli bir katkısı olmayacaktır.
Hukukun üstünlüğü, yolsuzluk ve azınlıklara yönelik muamele konularında sorunları olan istikrarsız bir demokrasiye sahip olan Ukrayna’nın öncelikli ve hızlandırılmış AB üyeliği Batı Balkan ülkeleri gibi katılımları uzun yıllardır ertelenen diğer aday ülkeleri gücendirecektir.
Öte yandan Ukrayna halkı, ülkelerinin AB’ye katılıp katılmayacağı konusunda bölünmüş durumda. Uzun yıllar boyunca nüfusun bir yarısı AB’ye katılmayı desteklerken, diğer yarısı Rusya yanlısı bir tutum içerisinde oldu.
Ayrıca, AB, Güney Kıbrıs AB’ye kabul ederek yapmış olduğu hatayı tekrar etmek istemeyecektir.
Sınır anlaşmazlıkları, hatta çatışmaları çözülmemiş başka bir ülkeyi üyeliğe kabul ederek sorunu ithal etmekten kaçınacaktır.
Tüm bu gerçekler ortadayken Rusya’yı mevcut savaşta daha saldırgan hale getirebilecek zamansız bir üyelik sürecinin başlatılması yanlış olacaktır.
Türkiye’nin vermesi gereken karar
AB-Türkiye ilişkilerinin kopma noktasına yaklaştığı bugünlerde ülkenin artık bir karar vermesi gerekiyor.
AİHM kararlarının uygulanmaması yakın bir gelecekte Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına yol açabilir.
Bu da otomatik olarak AB ile olan siyasi ilişkilerin ve üyelik müzakerelerinin sona ermesine yol açacaktır.
NATO üyesi olabilmenin en önemli şartı, Batılı anlamda demokrasi olduğundan, aynı etki NATO üyeliği için de geçerli olacak ve Türkiye, benzersiz ama “değerli” bir yalnızlığı her yönüyle tadacaktır.
Avrupa ailesinden dışlanmanın ekonomik, siyasal ve sosyal açıdan maliyetinin ne kadar yüksek olacağını ve Türkiye’nin kendisine hangi eksende yer bulabileceğini burada anlatmaya sanırım gerek yok.
Türkiye’de son günlerde en yetkili kişiler “AB üyeliği Türkiye için bir stratejik hedeftir” derken, başka bir yerde “Gerekirse yolları ayırırız” diyebiliyor.
AB ile olan ilişkileri canlandırmak, fiilen donmuş olan üyelik müzakerelerini yeniden başlatmak tek taraflı olarak Türkiye’nin elinde olmasa da bu konuda ön alarak kendi üzerine düşenleri yerine getirmesi tüm tarafların çıkarına olacaktır.
Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi temel konulardaki eksiklikler ve yapılması gerekenler Komisyonun hazırladığı 2022 ülke raporunda yer alıyor.
AB’nin aklı Türkiye konusunda da karışık
Diğer tarafta, Avrupa Birliği Türkiye konusundaki kafa karışıklığını düzeltmek zorunda.
Türkiye, AB Hukuku bakımından tam üyelik hedefiyle müzakere edilen bir ülke statüsünde.
AB Komisyonu, AB Hukuku, usul ve teamüller bakımından bu müzakereleri tamamlamak zorunda.
Türkiye için hazırlanan Müzakere Çerçeve Belgesi, tam üyelik için müzakerelerin başarıyla tamamlanması yanında Birliğin hazmetme kapasitesini de bir koşul olarak koymuş olsa da sürecin teknik olarak tamamlanması yani Türkiye’nin bu süreçte 35 başlık altında düzenlenmiş alanlarda AB müktesebatına uyum sağlaması son derece önemli.
Siyasetin bu bağlamda yakacağı yeşil ışık ülkenin siyasi elitine değil, bu ülkede yaşayan insanların yararına olacaktır.
Müzakereler yeniden başlayana kadar, Gümrük Birliği’nin (GB) güncellenmesi konusunda da yol alınması gerekiyor.
1996 yılından bu yana yürürlükte olan GB hem kapsam olarak hem de içerik olarak yeniden düzenlenmeli.
Bu konuda Komisyon, hazırlattığı etki raporlarıyla bunun Birlik ekonomisinin yararına olacağı görüşünü bildirdi, Konsey’den yetki istedi. Ancak siyaset burada da müdahil oldu ve süreci askıya aldı.
Taraflara acilen düşenler
Sonuç olarak, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin kopma noktasına doğru gittiği bu günlerde, bu durumun düzeltilmesi, geri dönülmez noktaya gelinmeden önce her iki tarafın da üzerine düşeni yerine getirmesi gerekir.
İlk iş olarak Türkiye’nin “Europol” ile işbirliğini kabul etmesi ve Terörle Mücadele Yasasının beşinci maddesini değiştirmesi; AB’nin de vize kolaylığı ile GB’nin yenilenmesi müzakerelerinin yeniden başlatması yeterli olacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.