Türkiye – Fransa ilişkileri: 2021 yeni bir başlangıç olabilir mi?

Ankara ve Paris arasında buzlar erimeye başladı gibi gözüküyor ama açılan yeni beyaz sayfaya bir şey yazılacak mı? Yoksa yine eski kara kaplı deftere mi dönülecek? İki ülke ilişkileri neden önemli ve geliştirmek için ne yapılmalı? Doç. Dr. Ali Faik Demir yazdı.

Türk Fransız ilişkileri uzun zamandır gergin ve oldukça hasmane bir çizgide ilerliyor. Bu tablonun ardında iki tarafın farklı öncelikleri ve politikaları var kuşkusuz. İç ve dış politika dengesi iki ülke açısından da bu dönemde oldukça hassas. Bölgesel politikalar, ilişkilere anında yansıyor. Milliyetçilik, İslamofobi, yabancı düşmanlığı Türkiye ve Fransa politik gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. İlişkilerde uzun zamandır süregelen olumsuzluğu düzeltmek ya da yenilemek kolay değil. Ancak bu gerginlik, iki taraf için de anlamlı, yararlı ve işlevsel değil. Sonuç sanki kaybet – kaybet ilişkisine dönüştü. Liderler ülkelerinde esen rüzgârı hızla değiştirebiliyor ama dostluk ve düşmanlık çizgisi çok ince ve son derece kırılgan.

İlişkilerde lider etkisi

2020 sonbaharında Türk ve Fransız liderlerin birbirlerine yönelik söylemleri iyice keskinleşmişti.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, öğrencileriyle Hz. Muhammed karikatürleri hakkında konuştuktan sonra, 16 Ekim 2020’de sokakta başı kesilerek öldürülen ortaokul öğretmeni Samuel Paty için Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında “Samuel Paty öldürüldü çünkü İslamcılar geleceğimizi istiyorlar” ifadesini kullandı.[1] Macron, bu süreçte radikal İslam ve radikal terörizm üzerine epey yorumda bulunurken, ifade özgürlüğüne de vurgu yaptı. Bu gelişme ve açıklamaların akabinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 26 Ekim’de Fransız mallarının boykot edilmesini istedi.[2] Erdoğan’ın “Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var” sözleri üzerine Fransa Türkiye’deki büyükelçisini geri çağırdı ve ilişkiler bir kez daha gerildi.[3] Avrupa Birliği (AB) Zirvesi yine Türkiye’ye yönelik olumsuz rüzgârları güçlendirdi. 10 Aralık 2020’de AB Brüksel toplantısında Türkiye’den duyulan sıkıntılar ve uygulanabilecek yaptırımlar tartışıldı.[4]

Bu durum aşağıda nedenlerini tartışacağım biçimde sürdürülemez bir hal alınca artık kılıçların kınına sokulup kalemlerin ortaya çıkma zamanı geldi ve diplomasi devreye sokulmaya başlandı. ‘Liderler geri adım attı’ izlenimi vermeden uzlaşma yoluna gidilmeliydi. Erdoğan, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile konuşurken AB ile “yeni sayfa” açmak istediğini dile getirdi.[5] AB ile ilişkilerin düzelmesinde karşılıklı çıkara özellikle vurgu yaptı. Türkiye ile AB arasında imzalanan göçmenler protokolünün pozitif bir iklim yaratmak için en uygun çıkış noktası olduğunu söyledi.

Yeni dönemin başlangıcı olan mektup alışverişi

Erdoğan, bu sürecin ardından Fransa ile de hızla yapıcı ve uzlaşmacı bir politika izlemeye başladı. Macron’a gönderdiği mektup yeni bir dönemin habercisi oldu. Artık değişimin başlaması gerektiği görülüyordu. Her ne kadar Fransız Dışişleri Bakanı, Erdoğan’ın tansiyonu düşürücü girişimlerinin yeterli olmadığını, somut adımlar görmek istediklerini ifade edip, Doğu Akdeniz, Libya ve Dağlık Karabağ konularını örnek gösterse de barış treni artık yola çıkmıştı.[6]

Nitekim, yeni yılda Macron’un Erdoğan’a mektubu iki tarafın karşılıklı istek ve iradesinin ispatı niteliğindeydi. Türkçe “Değerli Tayyip” şeklinde yazıya başlanması da küçük ama önemli bir ayrıntıydı. Pandemi iş birliğiyle konuya giren Macron ikili ve AB içindeki ilişkilere vurgu yaptı, bölgesel sorun ve konuların önemine dikkat çekti.[7]

Ne oldu da ilişkilerdeki hava olumluya döndü?

Çok kısa bir sürede bu dönüş nasıl gerçekleşti ya da neler değişti diye düşünmemek mümkün değil. ABD Başkanlık seçimi kuşkusuz önemli, AB ve NATO içindeki tartışmalar ve yaklaşımlar göz ardı edilmemeli. Kuşkusuz en önemli faktör, pandemi süreci ve pandeminin ekonomiler üzerindeki olumsuz etkileri. Avrupa’daki İslamofobi ve aşırı milliyetçilik büyük endişe ve korku yaratıyor. Sosyal hareketler ve halkların tepkileri gittikçe büyüyor. Fransa sarı yeleklilerin yanında başka sosyal krizlerle de karşı karşıya kalıyor. Fransa’da son aylarda gündemde olan yeni güvenlik tasarısı toplumun çeşitli kesimlerince ciddi şekilde protesto ediliyor, gösteriler düzenleniyor. Geniş bir yelpazede hazırlanan 51 maddelik tasarı, güvenlik güçlerinin görüntülerini yayımlayanlara 1 yıl hapis ve 45 bin avroya kadar para cezası maddesi sebebiyle de eleştiriliyor, Müslüman vatandaşları potansiyel tehlike hatta daha açık ifadeyle terörist şeklinde gördüğünü düşündüren düzenlemelerle de…

Söz konusu güvenlik yasa tasarısı 2020 sonunda Fransa’da çok büyük bir tartışma başlattı ve hükümete yönelik tepkileri artırdı. “Cumhuriyet değerlerine saygıyı güçlendirme” yasa tasarısıyla tüm dinî kurumların ibadetlerine, günlük yaşamına da yansıyacak değişiklikler getirilmesi planlanıyor. Birleşmiş Milletler bu tasarıdaki düzenlemelerin Müslümanların fişlenmesine yol açabileceği konusunda kaygılarını paylaştı.[8] Mecliste bu tasarı üzerine ateşli tartışmalar yaşandı. Ana muhalefetteki Cumhuriyetçiler ve aşırı sağ Ulusal Bütünleşme Hareketi “İslamcı İdeolojiyle Mücadele Yasası” adında bir karşı teklif hazırladı. Cumhuriyetçiler de, kendi alternatif yasa teklifini sunacaklarını açıkladı.[9]

Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da ciddi bir Türk kökenli nüfus yaşıyor. Her ne kadar Fransız basını kimi zaman bu diasporayı Türkiye’nin Truva atı[10] olarak tanımlasa da Türkiye’nin bu anlamda ancak onların haklarının korunmasına destek vermekle yetindiği biliniyor. Aynı Avrupa devletlerinin ve tabii Fransa’nın Türkiye’deki özgürlükler konusundaki yaklaşımları ve politikaları gibi…

Bölgesel sorunlarda da sürekli karşı karşıya kalan iki ülkenin, acilen diplomatik kanallarını etkin kullanması, çatışma yerine iş birliğine yönelmesi, kısaca eski müttefiklik günlerine dönmesi gerekiyor. Zira iç, dış ve sistemik unsurlar iki devleti başka bir platforma getiriyor. Bugünün dünyasında artık her alanda, konuda ve sorunda anlaşmak gerekmiyor. Süreci barışçıl ve uzlaşmacı götürmek stratejik bir önem taşıyor.

Türk tarafı gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından ilişkilerin düzelmesi ve olumlu çaba harcanması gerektiğini ifade etti. Macron da aynı şekilde Türkiye’ye bakışının değiştiğini gösterdi. Macron son verdiği mülakatta dünya vizyonu ve projeksiyonu içinde Türkiye’ye de geniş yer ayırdı, ayrı bir başlık altında olmasa da birçok konu bağlamında Türkiye ve Erdoğan’a değindi. Türkiye ile ilgili eleştiri ve kaygılarını daha diplomatik bir ifadeyle açıklamasının yanında birçok defa Erdoğan’ın olumlu açıklamalarından beklentileri olduğunu da vurguladı. Macron, küresel ölçekte Fransa’nın bakışı olarak, birlikte yaratıcı olunması gerektiğine ve dayanışmacı çok taraflılığa vurgu yapıp, “yeni konsensüs” ihtiyacının da altını çizdi. Son olarak önem verdiği unsursa, bölgesel krizlere birlikte müdahale etmek ya da çözüm bulmaktı.[11]

Beyaz sayfanın ilk maddesi ne olmalı?

Yumuşama ya da belki de beyaz sayfa dönemi denecek bir aşamaya gelindiği ortada. Peki, bu beyaz sayfaya ilk neyle başlanmalı? Kuşkusuz iki liderin de ortak kanısı pandemi süreci iş birliği.

İkinci konu, çözümü kolay olmamakla birlikte iki taraf için de önemli ve hayati olan İslamofobi ve Avrupa’da yaşayan Türk ve Müslümanlara yönelik olumsuz bakış açısı ve uygulanan politikalar. Yukarıda detaylı bir şekilde değindiğimiz yeni güvenlik yasası hakkında Erdoğan ve Macron’un yapacakları iş birliği Avrupa için de bir kurtarıcı olabilir. Türkiye’nin tüm Avrupa’daki Müslümanlar üzerindeki etkisi zannedildiğinin aksine Truva atı değil, belki de bir barış atı görevi yapabilir.

Bölgesel sorunlara da ortak yaklaşım

Bölgesel sorunlara gelince, liderlerin ilk tercih edebilecekleri alan Suriye olmalıdır. İki tarafın hatta daha doğrusu Avrupa’nın en önem verdiği belki de sonuçlarından korktuğu sorun, Suriye. Ortak payda ise teröre karşı mücadele ve Suriye’de istikrarlı, halkın tercihine dayanan demokratik bir sistemin kurulması.

Suriye’de Fransızların öne çıkardıkları bir diğer unsur da Kürtler ve Türkiye’nin bakışı. PYD ve YPG, PKK’nın uzantıları ve Türkiye bu yapılara terörle mücadelesi çerçevesinde yaklaşıyor, Kürt halkıyla ilgili bir sorunu yok. Macron da, bu terör bağının kısmen de olsa var olduğunu kabul etti.

Suriye’ye paralel olarak Türkiye ile Fransa arasında yeni bir mücadele alanı da Lübnan. Fransız ve Lübnan gündeminde bu rekabet geniş yer alıyor. Sonuçta Türkiye ve Fransa, birbirlerini önlemek yerine “birlikte ne yapabiliriz?” yaklaşımına geçmeli.

Doğu Akdeniz’de ne yapılabilir?

Doğu Akdeniz gerginliği, iki devletin yaklaşımlarının ötesinde çok taraflı bir sorunlar bütünü. Bu sorunlara yönelik kısa vadede iki liderin somut ve olumlu adım atmaları kolay görünmüyor. Doğu Akdeniz gerginliğinin merkezindeki Kıbrıs, başlı başına girift bir paket teşkil ediyor.

Ancak Akdeniz’deki gerginliğin bir parçası olan Libya’da taraflar arasında orta yol bulmak kısmen mümkün. Libya’nın uzantısı hatta Macron için çok daha önemli bir sorun Afrika politikaları ve stratejileri. Erdoğan ve Macron söz konusu bölgede ortak politikalar yürütebilir. Bölgesel politikalarında özellikle İslam coğrafyasında etkisini her artırmak istediğinde Fransa’nın karşısına Türkiye çıkıyor. Fransa, bu doğrultuda, Türkiye’nin söz konusu bölgelerde etki sağlamak ve ilişkileri geliştirmek için değerli bir anahtar olduğunu kabul etmeli.

İlişkilerin yumuşak karnı: Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorun

Nihayet Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorun, Fransa Türkiye ilişkilerinin bir başka yumuşak karnını teşkil ediyor. Fransa’nın geçmişten gelen Ermeni sorununa yaklaşımı ve soykırım politikaları biliniyor. Bu soruna da değinilmesi en azından orta vadede çok önemli.

Azerbaycan – Ermenistan arasındaki sorunu ve yine Türkiye yansımalarını diaspora Ermenilerinin etki politikalarından uzak tutmak gerekir. Fransa bu konuya, Ermeni diasporasının söylemi yerine ulusal çıkarları perspektifinden yaklaşmalı. Türkiye’yi Ermeni düşmanı şeklinde görmekten vazgeçmeli, ayrıca Türkiye’nin Kafkasya’ya komşu olduğunu, ilgisi, yakınlığı ve politikalarının da kaçınılmazlığını kabul etmeli.

Şimdi ne yapılmalı?

Gelinen son noktada liderler uzlaşma ve barış kapısını araladılar. Lider diplomasisi önemli bir aşamanın kat edilmesini sağladı ve topu diğer yapılara attı. Bu aşamadan sonra herkesin hızla girişimlerde bulunması gerekiyor. Ekonomi ve ticaret kanalları hızla geliştirilmeli. En hızlı etkisini hissedilecek ve olumlu etki yaratacak araçlar kuşkusuz bunlar. Diplomatik temaslar ve ziyaretler de aynı şekilde artırılmalı.

Kültür diplomasisi yine önemli bir destek olarak gündeme getirilmeli. Liderler yaptıklarınla yetinmemeli ve bu üst düzey diplomasiye devam etmeli. Atılan her olumlu adım ve iş birliği başarısı, ilişkilerin bozulması önündeki en büyük engel olacak. 2021 bahar ve yazı bu sürecin bir sınavı şeklinde. Açılan yeni beyaz sayfaya bir şey yazılacak mı yoksa yine eski kara kaplı deftere mi dönülecek? Bu sorunun cevabını çok yakında alacağımıza kimsenin şüphesi olmasın.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.

Ali Faik Demir
Ali Faik Demir
Doç. Dr. Ali Faik Demir - Ali Faik Demir Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi S.B.F’de uluslararası ilişkiler bölümünde eğitim gördü. İstanbul Üniversitesi S.B.F’de başladığı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler yüksek lisans programını 1994’de tamamladı. Aynı üniversitedeki doktora eğitimi sırasında Paris IEP, EHSSS, INALCO, Strasbourg ve Grenoble’da araştırmalarda yaptı ve 2000’de doktora derecesini aldı. 1994’ten beri Galatasaray Üniversitesi’nde görev yapan Demir halen Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde “Türk Dış Politikası”, “Türkiye’de Siyasal Yaşam”, “Türkiye-Türk Dünyası İlişkileri” ve “Kafkasya ve Orta Asya’da Strateji” derslerini veriyor. Uluslararası İlişkiler alanındaki çeşitli dergi ve yayınların danışma kurulu ve yayın kurullarında görev alıyor. Demir’in bilimsel dergilerdeki makalelerinin yanında “Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya”, “Türk Dış Politikasında Liderler” ve “Şaman ve Türk Dünyası” adlı kitapları yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye – Fransa ilişkileri: 2021 yeni bir başlangıç olabilir mi?

Ankara ve Paris arasında buzlar erimeye başladı gibi gözüküyor ama açılan yeni beyaz sayfaya bir şey yazılacak mı? Yoksa yine eski kara kaplı deftere mi dönülecek? İki ülke ilişkileri neden önemli ve geliştirmek için ne yapılmalı? Doç. Dr. Ali Faik Demir yazdı.

Türk Fransız ilişkileri uzun zamandır gergin ve oldukça hasmane bir çizgide ilerliyor. Bu tablonun ardında iki tarafın farklı öncelikleri ve politikaları var kuşkusuz. İç ve dış politika dengesi iki ülke açısından da bu dönemde oldukça hassas. Bölgesel politikalar, ilişkilere anında yansıyor. Milliyetçilik, İslamofobi, yabancı düşmanlığı Türkiye ve Fransa politik gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. İlişkilerde uzun zamandır süregelen olumsuzluğu düzeltmek ya da yenilemek kolay değil. Ancak bu gerginlik, iki taraf için de anlamlı, yararlı ve işlevsel değil. Sonuç sanki kaybet – kaybet ilişkisine dönüştü. Liderler ülkelerinde esen rüzgârı hızla değiştirebiliyor ama dostluk ve düşmanlık çizgisi çok ince ve son derece kırılgan.

İlişkilerde lider etkisi

2020 sonbaharında Türk ve Fransız liderlerin birbirlerine yönelik söylemleri iyice keskinleşmişti.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, öğrencileriyle Hz. Muhammed karikatürleri hakkında konuştuktan sonra, 16 Ekim 2020’de sokakta başı kesilerek öldürülen ortaokul öğretmeni Samuel Paty için Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında “Samuel Paty öldürüldü çünkü İslamcılar geleceğimizi istiyorlar” ifadesini kullandı.[1] Macron, bu süreçte radikal İslam ve radikal terörizm üzerine epey yorumda bulunurken, ifade özgürlüğüne de vurgu yaptı. Bu gelişme ve açıklamaların akabinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 26 Ekim’de Fransız mallarının boykot edilmesini istedi.[2] Erdoğan’ın “Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var” sözleri üzerine Fransa Türkiye’deki büyükelçisini geri çağırdı ve ilişkiler bir kez daha gerildi.[3] Avrupa Birliği (AB) Zirvesi yine Türkiye’ye yönelik olumsuz rüzgârları güçlendirdi. 10 Aralık 2020’de AB Brüksel toplantısında Türkiye’den duyulan sıkıntılar ve uygulanabilecek yaptırımlar tartışıldı.[4]

Bu durum aşağıda nedenlerini tartışacağım biçimde sürdürülemez bir hal alınca artık kılıçların kınına sokulup kalemlerin ortaya çıkma zamanı geldi ve diplomasi devreye sokulmaya başlandı. ‘Liderler geri adım attı’ izlenimi vermeden uzlaşma yoluna gidilmeliydi. Erdoğan, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile konuşurken AB ile “yeni sayfa” açmak istediğini dile getirdi.[5] AB ile ilişkilerin düzelmesinde karşılıklı çıkara özellikle vurgu yaptı. Türkiye ile AB arasında imzalanan göçmenler protokolünün pozitif bir iklim yaratmak için en uygun çıkış noktası olduğunu söyledi.

Yeni dönemin başlangıcı olan mektup alışverişi

Erdoğan, bu sürecin ardından Fransa ile de hızla yapıcı ve uzlaşmacı bir politika izlemeye başladı. Macron’a gönderdiği mektup yeni bir dönemin habercisi oldu. Artık değişimin başlaması gerektiği görülüyordu. Her ne kadar Fransız Dışişleri Bakanı, Erdoğan’ın tansiyonu düşürücü girişimlerinin yeterli olmadığını, somut adımlar görmek istediklerini ifade edip, Doğu Akdeniz, Libya ve Dağlık Karabağ konularını örnek gösterse de barış treni artık yola çıkmıştı.[6]

Nitekim, yeni yılda Macron’un Erdoğan’a mektubu iki tarafın karşılıklı istek ve iradesinin ispatı niteliğindeydi. Türkçe “Değerli Tayyip” şeklinde yazıya başlanması da küçük ama önemli bir ayrıntıydı. Pandemi iş birliğiyle konuya giren Macron ikili ve AB içindeki ilişkilere vurgu yaptı, bölgesel sorun ve konuların önemine dikkat çekti.[7]

Ne oldu da ilişkilerdeki hava olumluya döndü?

Çok kısa bir sürede bu dönüş nasıl gerçekleşti ya da neler değişti diye düşünmemek mümkün değil. ABD Başkanlık seçimi kuşkusuz önemli, AB ve NATO içindeki tartışmalar ve yaklaşımlar göz ardı edilmemeli. Kuşkusuz en önemli faktör, pandemi süreci ve pandeminin ekonomiler üzerindeki olumsuz etkileri. Avrupa’daki İslamofobi ve aşırı milliyetçilik büyük endişe ve korku yaratıyor. Sosyal hareketler ve halkların tepkileri gittikçe büyüyor. Fransa sarı yeleklilerin yanında başka sosyal krizlerle de karşı karşıya kalıyor. Fransa’da son aylarda gündemde olan yeni güvenlik tasarısı toplumun çeşitli kesimlerince ciddi şekilde protesto ediliyor, gösteriler düzenleniyor. Geniş bir yelpazede hazırlanan 51 maddelik tasarı, güvenlik güçlerinin görüntülerini yayımlayanlara 1 yıl hapis ve 45 bin avroya kadar para cezası maddesi sebebiyle de eleştiriliyor, Müslüman vatandaşları potansiyel tehlike hatta daha açık ifadeyle terörist şeklinde gördüğünü düşündüren düzenlemelerle de…

Söz konusu güvenlik yasa tasarısı 2020 sonunda Fransa’da çok büyük bir tartışma başlattı ve hükümete yönelik tepkileri artırdı. “Cumhuriyet değerlerine saygıyı güçlendirme” yasa tasarısıyla tüm dinî kurumların ibadetlerine, günlük yaşamına da yansıyacak değişiklikler getirilmesi planlanıyor. Birleşmiş Milletler bu tasarıdaki düzenlemelerin Müslümanların fişlenmesine yol açabileceği konusunda kaygılarını paylaştı.[8] Mecliste bu tasarı üzerine ateşli tartışmalar yaşandı. Ana muhalefetteki Cumhuriyetçiler ve aşırı sağ Ulusal Bütünleşme Hareketi “İslamcı İdeolojiyle Mücadele Yasası” adında bir karşı teklif hazırladı. Cumhuriyetçiler de, kendi alternatif yasa teklifini sunacaklarını açıkladı.[9]

Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da ciddi bir Türk kökenli nüfus yaşıyor. Her ne kadar Fransız basını kimi zaman bu diasporayı Türkiye’nin Truva atı[10] olarak tanımlasa da Türkiye’nin bu anlamda ancak onların haklarının korunmasına destek vermekle yetindiği biliniyor. Aynı Avrupa devletlerinin ve tabii Fransa’nın Türkiye’deki özgürlükler konusundaki yaklaşımları ve politikaları gibi…

Bölgesel sorunlarda da sürekli karşı karşıya kalan iki ülkenin, acilen diplomatik kanallarını etkin kullanması, çatışma yerine iş birliğine yönelmesi, kısaca eski müttefiklik günlerine dönmesi gerekiyor. Zira iç, dış ve sistemik unsurlar iki devleti başka bir platforma getiriyor. Bugünün dünyasında artık her alanda, konuda ve sorunda anlaşmak gerekmiyor. Süreci barışçıl ve uzlaşmacı götürmek stratejik bir önem taşıyor.

Türk tarafı gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından ilişkilerin düzelmesi ve olumlu çaba harcanması gerektiğini ifade etti. Macron da aynı şekilde Türkiye’ye bakışının değiştiğini gösterdi. Macron son verdiği mülakatta dünya vizyonu ve projeksiyonu içinde Türkiye’ye de geniş yer ayırdı, ayrı bir başlık altında olmasa da birçok konu bağlamında Türkiye ve Erdoğan’a değindi. Türkiye ile ilgili eleştiri ve kaygılarını daha diplomatik bir ifadeyle açıklamasının yanında birçok defa Erdoğan’ın olumlu açıklamalarından beklentileri olduğunu da vurguladı. Macron, küresel ölçekte Fransa’nın bakışı olarak, birlikte yaratıcı olunması gerektiğine ve dayanışmacı çok taraflılığa vurgu yapıp, “yeni konsensüs” ihtiyacının da altını çizdi. Son olarak önem verdiği unsursa, bölgesel krizlere birlikte müdahale etmek ya da çözüm bulmaktı.[11]

Beyaz sayfanın ilk maddesi ne olmalı?

Yumuşama ya da belki de beyaz sayfa dönemi denecek bir aşamaya gelindiği ortada. Peki, bu beyaz sayfaya ilk neyle başlanmalı? Kuşkusuz iki liderin de ortak kanısı pandemi süreci iş birliği.

İkinci konu, çözümü kolay olmamakla birlikte iki taraf için de önemli ve hayati olan İslamofobi ve Avrupa’da yaşayan Türk ve Müslümanlara yönelik olumsuz bakış açısı ve uygulanan politikalar. Yukarıda detaylı bir şekilde değindiğimiz yeni güvenlik yasası hakkında Erdoğan ve Macron’un yapacakları iş birliği Avrupa için de bir kurtarıcı olabilir. Türkiye’nin tüm Avrupa’daki Müslümanlar üzerindeki etkisi zannedildiğinin aksine Truva atı değil, belki de bir barış atı görevi yapabilir.

Bölgesel sorunlara da ortak yaklaşım

Bölgesel sorunlara gelince, liderlerin ilk tercih edebilecekleri alan Suriye olmalıdır. İki tarafın hatta daha doğrusu Avrupa’nın en önem verdiği belki de sonuçlarından korktuğu sorun, Suriye. Ortak payda ise teröre karşı mücadele ve Suriye’de istikrarlı, halkın tercihine dayanan demokratik bir sistemin kurulması.

Suriye’de Fransızların öne çıkardıkları bir diğer unsur da Kürtler ve Türkiye’nin bakışı. PYD ve YPG, PKK’nın uzantıları ve Türkiye bu yapılara terörle mücadelesi çerçevesinde yaklaşıyor, Kürt halkıyla ilgili bir sorunu yok. Macron da, bu terör bağının kısmen de olsa var olduğunu kabul etti.

Suriye’ye paralel olarak Türkiye ile Fransa arasında yeni bir mücadele alanı da Lübnan. Fransız ve Lübnan gündeminde bu rekabet geniş yer alıyor. Sonuçta Türkiye ve Fransa, birbirlerini önlemek yerine “birlikte ne yapabiliriz?” yaklaşımına geçmeli.

Doğu Akdeniz’de ne yapılabilir?

Doğu Akdeniz gerginliği, iki devletin yaklaşımlarının ötesinde çok taraflı bir sorunlar bütünü. Bu sorunlara yönelik kısa vadede iki liderin somut ve olumlu adım atmaları kolay görünmüyor. Doğu Akdeniz gerginliğinin merkezindeki Kıbrıs, başlı başına girift bir paket teşkil ediyor.

Ancak Akdeniz’deki gerginliğin bir parçası olan Libya’da taraflar arasında orta yol bulmak kısmen mümkün. Libya’nın uzantısı hatta Macron için çok daha önemli bir sorun Afrika politikaları ve stratejileri. Erdoğan ve Macron söz konusu bölgede ortak politikalar yürütebilir. Bölgesel politikalarında özellikle İslam coğrafyasında etkisini her artırmak istediğinde Fransa’nın karşısına Türkiye çıkıyor. Fransa, bu doğrultuda, Türkiye’nin söz konusu bölgelerde etki sağlamak ve ilişkileri geliştirmek için değerli bir anahtar olduğunu kabul etmeli.

İlişkilerin yumuşak karnı: Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorun

Nihayet Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorun, Fransa Türkiye ilişkilerinin bir başka yumuşak karnını teşkil ediyor. Fransa’nın geçmişten gelen Ermeni sorununa yaklaşımı ve soykırım politikaları biliniyor. Bu soruna da değinilmesi en azından orta vadede çok önemli.

Azerbaycan – Ermenistan arasındaki sorunu ve yine Türkiye yansımalarını diaspora Ermenilerinin etki politikalarından uzak tutmak gerekir. Fransa bu konuya, Ermeni diasporasının söylemi yerine ulusal çıkarları perspektifinden yaklaşmalı. Türkiye’yi Ermeni düşmanı şeklinde görmekten vazgeçmeli, ayrıca Türkiye’nin Kafkasya’ya komşu olduğunu, ilgisi, yakınlığı ve politikalarının da kaçınılmazlığını kabul etmeli.

Şimdi ne yapılmalı?

Gelinen son noktada liderler uzlaşma ve barış kapısını araladılar. Lider diplomasisi önemli bir aşamanın kat edilmesini sağladı ve topu diğer yapılara attı. Bu aşamadan sonra herkesin hızla girişimlerde bulunması gerekiyor. Ekonomi ve ticaret kanalları hızla geliştirilmeli. En hızlı etkisini hissedilecek ve olumlu etki yaratacak araçlar kuşkusuz bunlar. Diplomatik temaslar ve ziyaretler de aynı şekilde artırılmalı.

Kültür diplomasisi yine önemli bir destek olarak gündeme getirilmeli. Liderler yaptıklarınla yetinmemeli ve bu üst düzey diplomasiye devam etmeli. Atılan her olumlu adım ve iş birliği başarısı, ilişkilerin bozulması önündeki en büyük engel olacak. 2021 bahar ve yazı bu sürecin bir sınavı şeklinde. Açılan yeni beyaz sayfaya bir şey yazılacak mı yoksa yine eski kara kaplı deftere mi dönülecek? Bu sorunun cevabını çok yakında alacağımıza kimsenin şüphesi olmasın.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2021’de yayımlanmıştır.

Ali Faik Demir
Ali Faik Demir
Doç. Dr. Ali Faik Demir - Ali Faik Demir Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi S.B.F’de uluslararası ilişkiler bölümünde eğitim gördü. İstanbul Üniversitesi S.B.F’de başladığı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler yüksek lisans programını 1994’de tamamladı. Aynı üniversitedeki doktora eğitimi sırasında Paris IEP, EHSSS, INALCO, Strasbourg ve Grenoble’da araştırmalarda yaptı ve 2000’de doktora derecesini aldı. 1994’ten beri Galatasaray Üniversitesi’nde görev yapan Demir halen Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde “Türk Dış Politikası”, “Türkiye’de Siyasal Yaşam”, “Türkiye-Türk Dünyası İlişkileri” ve “Kafkasya ve Orta Asya’da Strateji” derslerini veriyor. Uluslararası İlişkiler alanındaki çeşitli dergi ve yayınların danışma kurulu ve yayın kurullarında görev alıyor. Demir’in bilimsel dergilerdeki makalelerinin yanında “Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya”, “Türk Dış Politikasında Liderler” ve “Şaman ve Türk Dünyası” adlı kitapları yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x