Türkiye – Fransa: Dünden bugüne gerginliğin kökenleri ve çözüm önerileri

Türkiye ve Fransa arasındaki gerilimin asıl kaynağı ne? İki ülkenin çıkarları nerelerde, neden çatışıyor? Yönetimler, başkanlar değişse de Fransa’nın Türkiye karşıtı tavrı neden değişmiyor? Kısa vadede bu gerginliklere nasıl çözümler bulunabilir? Doç. Dr. Ali Faik Demir yazdı.

Son dönemlerde Libya ve Doğu Akdeniz üzerinden tansiyon iyice yükselmiş olsa da Türkiye-Fransa ilişkilerinde gerginlikler yeni değil. İkili ilişkiler, partilerden, liderlerden ve hükümetlerden bağımsız olarak 2000’li yılların başından beri olumsuz seyrediyor.

Zira iki ülke arasında sürekliliği olan sorunlar var. Bunlardan ilk sırada gelen, Fransa tarafından Ermeni soykırım iddialarının tanınması ve ardından inkârının yasaklanması girişimleri. Bu konunun gündeme gelmesi bile gerginliği arttırabiliyor üstelik bu eski meseleler çözülmeden yeni gerginlik alanları da ortaya çıkıyor.

Fransa’nın önemsediği ve her gündeme geldiğinde ikili ilişkilerde kırılmalar yaratan bu konu, 2017’den beri Fransa Cumhurbaşkanı olan Emmanuel Macron döneminde de gündemdeki yerini koruyor. Macron seçim kampanyasında verdiği sözü 2019’da gerçekleştirerek 24 Nisan’ı Fransa’da “Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan etti, buna karşılık Türkiye de hem Ruanda’da yaşanan soykırımdan Fransa’yı sorumlu tuttu, hem de Fransa’yı Cezayir’de “katliam ve soykırım yapmakla” suçladı.[efn_note]https://www.dw.com/tr/erdo%C4%9Fandan-fransaya-soyk%C4%B1r%C4%B1m-su%C3%A7lamas%C4%B1/a-48460125[/efn_note]

Kürt meselesi

İki ülke arasındaki başka bir gerginlik konusu da, Kürtler üzerinden yapılan tartışmalar. 1980’lerde, PKK eylemlerine başladıktan sonra, siyasi nedenlerle Türkiye’den Fransa’ya azımsanmayacak sayıda Kürt nüfus iltica etti ve siyasal anlamda örgütlendi. Zamanla Kürt meselesi ve Türkiye’de insan hakları ihlallerini sürekli gündemde tutan siyasal bir platform oluştu. Fransa’nın o dönemdeki cumhurbaşkanı François Mitterand (1981- 1995)’nın eşi Danielle Mitterand da bu konuyu sahiplendi. İşte bundan sonra da iki ülke ilişkilerinde, Fransa için Kürt sorunu, Türkiye açısından ise PKK sorunu hep gündemde oldu. Öte yandan Fransa’nın ilgilendiği sadece Türkiye’deki Kürt sorunu oldu, Irak, Suriye, İran’daki Kürt nüfusun sorunlarından hiç söz edilmedi, ülkede hiç gündem olmadı. Oysa aynı yıllarda, İran – Irak Savaşı sürerken binlerce Kürt Türkiye’nin sınırına yığılmış, Türkiye de tamamen insani nedenlerle onlara kapılarını açmıştı.

Bugün gelinen noktada PKK, Fransa’da kendine faaliyet alanı bulabiliyor; Fransa, Türkiye’nin PKK’nın uzantısı ve terör örgütü olarak kabul ettiği PYD ve YPG temsilcileriyle üst düzey görüşmeler yapıyor. Macron da, halefi François Hollande (2012 – 2017) ile aynı politikayı sürdürüyor.[efn_note]https://www.lemonde.fr/syrie/article/2018/03/29/une-delegation-des-forces-democratiques-syriennes-recue-a-l-elysee_5278326_1618247.html[/efn_note]

Bu çerçevede son dönemde Türkiye’nin Suriye politikası da Fransızlar tarafından yine eleştiri konusu yapıldı. Oysa Fransa ve Türkiye’nin Suriye politikaları da birbirinden çok farklı. Suriye ve Lübnan’ın bugünkü halinde olmasında eski manda yönetimin çok etkisi var. Nusayrilerin iktidara gelmesi, Fransız manda yönetiminin Nusayrilere tanıdığı imtiyazların bir sonucu. Bugünse Fransa’nın Suriye politikasında belirleyici olan en önemli unsur, ülkenin geleceğinde bir şekilde Fransa’nın gücünü, yerini koruyabileceği bir bağı, iş birliğini sürdürmek. Bu bağlamda da şu anda Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG – PYD üzerinden hesaplar yapıyor.

Nitekim Fransa’da, Türkiye’nin PYD hareket alanını daraltan 2019’daki Barış Pınarı Harekâtı DAEŞ’e destek olarak görüldü.[efn_note]https://www.lexpress.fr/actualite/monde/proche-moyen-orient/offensive-turque-en-syrie-macron-craint-une-situation-humanitaire-insoutenable_2103168.html[/efn_note] Macron bu harekâtın dramatik sonuçları olacağını, DAEŞ’i güçlendireceğini, Kuzey Doğu Suriye’de sürekli bir istikrarsızlık yaratacağını öne sürdü ve Türkiye’ye silah satışını da askıya aldı.[efn_note]https://www.lexpress.fr/actualite/monde/europe/macron-et-erdogan-les-quatre-affaires-qui-ont-envenime-leurs-relations_2129148.html[/efn_note]

AB ve NATO perspektiflerinde farklılık

Ankara ve Paris’in Avrupa, Avrupa Birliği (AB) ve NATO perspektiflerinin de örtüştüğünü söylemek zor. Macron, Erdoğan’ın 2018’deki Fransa ziyareti sırasında ‘AB-Türkiye ilişkilerinde yeni fasıllar açılacak’ diyerek hipokrizi yani iki yüzlülükten vazgeçilmesi gerektiğini belirterek tam üyelik yerine partnerlik ilişkisinin olabileceğini söylemişti.[efn_note]https://www.touteleurope.eu/actualite/adhesion-de-la-turquie-a-l-union-europeenne-ou-en-est-on.html[/efn_note] Macron, 2018’de AB dış politikası ve savunma konularını dikkate alarak “AB’nin savunma konuları da dâhil, Türkiye ile stratejik bir ilişkiye ihtiyacı var” ifadesini kullanmıştı.

Aslında bu konudaki ayrışmanın kökenleri de eskiye dayanıyor. Fransa’nın yine eski cumhurbaşkanlarından Valerie Giscard D’Estaing’in (1974-81) 2002 yılında dile getirdiği “Türkiye Avrupalı değildir” şeklinde özetlenebilecek “Başkenti ve yüzde 95’i Asya’da, çok önemli bir ülke ama AB’nin parçası olmalı mı?” diyerek başlattığı tartışma çok yankı bulmuştu. Bu söylem Nicolas Sarkozy ile daha da güç kazandı. Zamanla siyasi partilerin seçim dönemi kampanyalarında, kamuoyunda karşılık bulan bir konu haline geldi Türkiye’nin AB üyeliği. Fransa’da sağ ve sol partilerin Türkiye konusunda farklı görüşleri var. Sol kesim, Ermeni meselesi, insan hakları ve Kürt sorunu gibi konulardan ötürü Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmıyor. Sağ kesim ise daha ziyade Müslüman nüfustan ötürü çok sıcak değil. Elbette Yeşiller gibi istisnalar var. Bu siyasi söylemlerin yanı sıra Türkiye’nin özellikle genç nüfusu, askeri gücü, vs. gibi bazı unsurlar da Fransa’nın rahatsızlık duyduğu konular arasında.

Macron, NATO konusunda Türkiye’yi hedef aldı. NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini iddia eden Macron, “Türkiye’yi NATO’dan dışlamak çıkarımıza değil ama belki de NATO’yu yeniden gözden geçirmeliyiz” diyerek hem ABD’yi eleştirmiş hem de bu konudaki Türkiye karşıtlığını ortaya koymuştu.[efn_note]https://www.economist.com/europe/2019/11/07/emmanuel-macron-warns-europe-nato-is-becoming-brain-dead[/efn_note]

Fransa’nın nüfuz alanında Türkiye’den duyulan rahatsızlık

Macron’un üzerinde durduğu başka bir konu da terörizmle mücadele. Bu mücadelede cihatçılara ayrı bir yer ayırıyor ve Tunus, Ürdün, Türkiye ve bazı Afrika ülkelerine yaklaşımının altındaki nedenlerden biri de bu. Bu amaca ulaşmak için uluslararası aktörlerle iş birliği hedefini de açıklıyor.[efn_note]https://en-marche.fr/emmanuel-macron/le-programme/securite[/efn_note] Fransa genel olarak İslam’ın siyasal yelpazede güç kazanmasından rahatsızlık duyuyor. Söz konusu iktidara gelen meşru bir siyasal parti de olabilir radikal cihatçı bir örgütün varlığı da. Bu tür gelişmeler Fransa’da korku yaratıyor.

Bunlara ek olarak Macron, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs ile de yakın ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Bu çabanın birinci sebebi, enerji boyutu. Yani Fransız petrol ve doğalgaz şirketlerinin Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı pastasından pay almak istemesi. İkinci sebep ise, Fransa’nın önemsediği coğrafyalarla yakınlığı. Kuzey Afrika, Suriye, Libya politikaları açısından da Fransa burada bulunmak istiyor. Üçüncü neden ise, Almanya gibi diğer AB ülkeleri bu bölgede çok varlık göstermeyince, öne çıkmak, rol kapmak istemesi.

Tüm bu etkenler sonucu yürütülen Doğu Akdeniz politikası da doğal olarak yine Türkiye ile Fransa’yı karşı karşıya getiriyor. Fransa Cumhurbaşkanı’nın 2020 başında Yunanistan ziyareti Türkiye’ye bakışını anlamak için önemli veriler sunuyordu. O ziyarette Macron, Türkiye’nin gaz arama çalışmalarını, KKTC politikasını açıkça eleştirmiş ve Yunanistan’ın Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ortak politikalarını açıkça desteklemişti. Fransa ve Yunanistan, Türkiye ile bağlantılı olarak Doğu Akdeniz’deki gelişmelerde, Kıbrıs konusunda iş birliğini geliştireceklerini açıkladılar.[efn_note]https://gr.ambafrance.org/Macron-Mitsotakis-vers-un-partenariat-strategique-de-securite-franco-grec-29-01[/efn_note]

Sorunların hem sebebi hem sonucu: Libya

İki ülke arasında son zamanlarda Libya üzerinden yaşanan gerginliğinse özel bir önemi var. Zira, bu konu ikili ilişkilerdeki sorunların birçoğunun sebebi ve aynı zamanda sonucu halini aldı.

Fransa’nın Libya hassasiyetinin altında Sahel ve Sahra altı Afrika’da yaşanan mücadeleler yatıyor. 2014’te Mali, Moritanya, Nijer, Burkina Faso ve Çad ile Sahel’deki cihatçı gruplara yönelik başlatılan operasyon bunun asıl sebebini teşkil ediyor.[efn_note]https://www.la-croix.com/France/Securite/INFOGRAPHIE-Comprendre-loperation-Barkhane-Sahel-2019-11-28-1201063202[/efn_note] Sonuçta tarihsel olarak Fransa’nın geçmişten bugüne, kültürel anlamda etkilediği, bugün dahi siyasi ve ekonomik nüfuzunun olduğu Mağreb ve sahra altı ülkeleri var. Dolayısıyla Fransa Kara Afrika’sında Türk modelini, Türk nüfuzunu kendi varlığına ve güç alanına karşı bir tehdit olarak görüyor.

Libya, Fransa, sorunun çözümünde etkin bir aktör olamamakla birlikte Libya’daki güç mücadelesiyle yakından ilgileniyor. Fransızlara göre Kaddafi sonrası dönemde ABD, İngiltere ve Fransa’nın ülkeden çekilmesiyle oluşan boşluğu başta Türkiye ve Rusya olmak üzere başka ülkeler doldurdu.

Ayrıca bazı Fransız uzmanlar, Türkiye’nin politik ve ideolojik hedeflerle, Kuzey Afrika’da iktidardaki İslami partilerle iş birliği içinde yeni bir model oluşturmak istediğini iddia ediyor ve bunun Fransa’nın çıkarlarıyla örtüşmediğini düşünüyor.[efn_note]https://www.20minutes.fr/monde/2806963-20200624-espions-bataille-navale-pourquoi-relations-entre-france-turquie-elles-autant-degradees[/efn_note]

Tunus Cumhurbaşkanı’nın Fransa ziyareti sırasında Macron, Türkiye’yi Libya’da tehlikeli bir oyun oynamakla itham ettiğinde[efn_note]https://fr.reuters.com/article/topNews/idFRKBN23T2WC[/efn_note], TC Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy da cevaben, Doğu Akdeniz’e kıyısı olmayan Fransa’nın Hafter’e en baştan beri destek olarak Libya’da kaosa sebebiyet verdiğini söylemişti.[efn_note]http://www.mfa.gov.tr/sc_-53_-fransa-cbsk-nin-dogu-akdeniz-hk-ifadeleri-hk-sc.tr.mfa[/efn_note]

Son yaşanan somut bir gelişme de gerginliğe tuz biber ekti. Fransa ile Türkiye Libya bağlamında 10 Haziran’da deniz kuvvetleri üzerinden de karşı karşıya geldiler. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, 18 Haziran’da yaptığı açıklamada, Libya’ya silah taşıdığından şüphelenilen Çirkin adlı kargo gemisinin transponder sistemini kapatarak kimlik kodu, nihai destinasyonu gibi bilgileri gizlediğini, bunun üzerine Fransız Courbet gemisinin NATO görevi kapsamında kargo gemisini denetleme girişiminin Türk fırkateynleri tarafından engellendiğini söyledi. Fransa bu konuyu hızla NATO’ya taşıdı ve 1 Temmuz itibariyle de NATO’nun Akdeniz’deki deniz gücünün görev yaptığı operasyonlardaki katılımını askıya aldığını açıkladı.[efn_note]https://francais.rt.com/international/76476-paris-suspend-participation-operations-maritimes-otan-mediterranee[/efn_note]

Eski gerginlikler çözülmeden bunlara yeniler ekleniyor. Son dönemdeyse, Fransa’nın Orta Doğu, Akdeniz ve Afrika politikalarında Türkiye ciddi bir engel ve rakip haline geliyor.

İlişkilerin kötü olmasının nedenlerinden biri de, Fransa’nın bütün İslami hareketleri radikal olarak görmesi ve bu hareketleri ister meşru yönetimlerde, ister muhalefette olsunlar tedirginlikle karşılaması. İç politikada da son derece zor bir süreçten geçen Macron dış politikada da hedeflerine ulaşamıyor. Türkiye’nin politikaları karşısında zorlanan Fransa müttefiklerinden de beklediği desteği göremiyor. Örneğin NATO üzerinden son yaşananlar Fransa’nın müttefiklerine Türkiye’ye dur demesi için bir çağrı, hatta örtülü olarak “ya Türkiye ya Fransa” dayatması olsa da karşılığını bulmadı.

Çözüm ne olabilir?

Çözüm ne olabilir? Bu şartlar altında ikili ilişkilerdeki sorun alanlarının azaltılması çok kolay değil ama en azından gerginliklerin büyümesi ivedilikle engellenebilir ve üst düzeyli bürokratlar bir araya gelerek ilişkileri masaya yatırabilir, hatta yatırmalıdır da. Zira Türkiye’nin dış ticaretinde Fransa ihracatta 7. sırada, ithalatta 11. sırada bulunuyor. Fransa’nın dış ticaretinde ithalat ve ihracatta ise Türkiye 14. sırada. Korona sonrası tüm dünyada ekonomi kötüye giderken, ekonomide bu kadar iyi ilişkiler gündelik siyaset için riske edilmesi çok doğru bir hareket olmayacaktır.

Kuşkusuz bir yumuşama adımının atılması için bir üçüncü taraf gerekiyor. Zira tarafları masaya oturtmak ve bir tartışma zemini yaratmak sadece iki ülke için değil birçok bölge ve devlet için de hayati önemde. İki taraf arasında son krizin yaşandığı yer olan NATO çözümün ve yumuşamanın başladığı yer de olabilir.

Türkiye ve Fransa’nın bu bölgeler, ülkeler ve sorunlardaki politikalarının değişmesi ya da uyumlanmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ancak Türkiye-Rusya ilişkileri bu doğrultuda en güzel model olarak değerlendirilebilir. Türkiye ve Rusya’nın Suriye ve Libya’daki politikaları göz önüne alındığında her anlaşmazlığın sürekli bir gerginlik sebebi olmadığı görülebilir.

Bir yumuşama süreci için tarafların istikrar ve barış istekleri anahtar konumda. Korona ve korona sonrası dönemde ekonomik canlanma ve belli standartlara dönmek tüm dünya için en öncelikli konu teşkil edecek. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-Fransa ilişkilerinde ticaretin, bazı istisnai dönemler dışında çoğunlukla iyi bir seviyede seyrettiği görülebilir ve ticari ilişkilerin canlandırılmasının ikili siyasi ilişkilerde de bir yumuşama zemini oluşturması umulabilir. İki devletin şirketleri ve iş insanları bu çerçevede stratejik roller üstlenebilir.

Korona sonrası dönemin tüm dünya için zor olacağı düşünüldüğünde gereksiz gerginlik ve çatışmalardan uzak durmak her iki ülkenin de lehine olacaktır. Bu dönemde tarafların amacı bağcı dövmek değil üzüm yemek olmalıdır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 8 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.

Ali Faik Demir
Ali Faik Demir
Doç. Dr. Ali Faik Demir - Ali Faik Demir Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi S.B.F’de uluslararası ilişkiler bölümünde eğitim gördü. İstanbul Üniversitesi S.B.F’de başladığı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler yüksek lisans programını 1994’de tamamladı. Aynı üniversitedeki doktora eğitimi sırasında Paris IEP, EHSSS, INALCO, Strasbourg ve Grenoble’da araştırmalarda yaptı ve 2000’de doktora derecesini aldı. 1994’ten beri Galatasaray Üniversitesi’nde görev yapan Demir halen Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde “Türk Dış Politikası”, “Türkiye’de Siyasal Yaşam”, “Türkiye-Türk Dünyası İlişkileri” ve “Kafkasya ve Orta Asya’da Strateji” derslerini veriyor. Uluslararası İlişkiler alanındaki çeşitli dergi ve yayınların danışma kurulu ve yayın kurullarında görev alıyor. Demir’in bilimsel dergilerdeki makalelerinin yanında “Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya”, “Türk Dış Politikasında Liderler” ve “Şaman ve Türk Dünyası” adlı kitapları yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye – Fransa: Dünden bugüne gerginliğin kökenleri ve çözüm önerileri

Türkiye ve Fransa arasındaki gerilimin asıl kaynağı ne? İki ülkenin çıkarları nerelerde, neden çatışıyor? Yönetimler, başkanlar değişse de Fransa’nın Türkiye karşıtı tavrı neden değişmiyor? Kısa vadede bu gerginliklere nasıl çözümler bulunabilir? Doç. Dr. Ali Faik Demir yazdı.

Son dönemlerde Libya ve Doğu Akdeniz üzerinden tansiyon iyice yükselmiş olsa da Türkiye-Fransa ilişkilerinde gerginlikler yeni değil. İkili ilişkiler, partilerden, liderlerden ve hükümetlerden bağımsız olarak 2000’li yılların başından beri olumsuz seyrediyor.

Zira iki ülke arasında sürekliliği olan sorunlar var. Bunlardan ilk sırada gelen, Fransa tarafından Ermeni soykırım iddialarının tanınması ve ardından inkârının yasaklanması girişimleri. Bu konunun gündeme gelmesi bile gerginliği arttırabiliyor üstelik bu eski meseleler çözülmeden yeni gerginlik alanları da ortaya çıkıyor.

Fransa’nın önemsediği ve her gündeme geldiğinde ikili ilişkilerde kırılmalar yaratan bu konu, 2017’den beri Fransa Cumhurbaşkanı olan Emmanuel Macron döneminde de gündemdeki yerini koruyor. Macron seçim kampanyasında verdiği sözü 2019’da gerçekleştirerek 24 Nisan’ı Fransa’da “Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan etti, buna karşılık Türkiye de hem Ruanda’da yaşanan soykırımdan Fransa’yı sorumlu tuttu, hem de Fransa’yı Cezayir’de “katliam ve soykırım yapmakla” suçladı.[efn_note]https://www.dw.com/tr/erdo%C4%9Fandan-fransaya-soyk%C4%B1r%C4%B1m-su%C3%A7lamas%C4%B1/a-48460125[/efn_note]

Kürt meselesi

İki ülke arasındaki başka bir gerginlik konusu da, Kürtler üzerinden yapılan tartışmalar. 1980’lerde, PKK eylemlerine başladıktan sonra, siyasi nedenlerle Türkiye’den Fransa’ya azımsanmayacak sayıda Kürt nüfus iltica etti ve siyasal anlamda örgütlendi. Zamanla Kürt meselesi ve Türkiye’de insan hakları ihlallerini sürekli gündemde tutan siyasal bir platform oluştu. Fransa’nın o dönemdeki cumhurbaşkanı François Mitterand (1981- 1995)’nın eşi Danielle Mitterand da bu konuyu sahiplendi. İşte bundan sonra da iki ülke ilişkilerinde, Fransa için Kürt sorunu, Türkiye açısından ise PKK sorunu hep gündemde oldu. Öte yandan Fransa’nın ilgilendiği sadece Türkiye’deki Kürt sorunu oldu, Irak, Suriye, İran’daki Kürt nüfusun sorunlarından hiç söz edilmedi, ülkede hiç gündem olmadı. Oysa aynı yıllarda, İran – Irak Savaşı sürerken binlerce Kürt Türkiye’nin sınırına yığılmış, Türkiye de tamamen insani nedenlerle onlara kapılarını açmıştı.

Bugün gelinen noktada PKK, Fransa’da kendine faaliyet alanı bulabiliyor; Fransa, Türkiye’nin PKK’nın uzantısı ve terör örgütü olarak kabul ettiği PYD ve YPG temsilcileriyle üst düzey görüşmeler yapıyor. Macron da, halefi François Hollande (2012 – 2017) ile aynı politikayı sürdürüyor.[efn_note]https://www.lemonde.fr/syrie/article/2018/03/29/une-delegation-des-forces-democratiques-syriennes-recue-a-l-elysee_5278326_1618247.html[/efn_note]

Bu çerçevede son dönemde Türkiye’nin Suriye politikası da Fransızlar tarafından yine eleştiri konusu yapıldı. Oysa Fransa ve Türkiye’nin Suriye politikaları da birbirinden çok farklı. Suriye ve Lübnan’ın bugünkü halinde olmasında eski manda yönetimin çok etkisi var. Nusayrilerin iktidara gelmesi, Fransız manda yönetiminin Nusayrilere tanıdığı imtiyazların bir sonucu. Bugünse Fransa’nın Suriye politikasında belirleyici olan en önemli unsur, ülkenin geleceğinde bir şekilde Fransa’nın gücünü, yerini koruyabileceği bir bağı, iş birliğini sürdürmek. Bu bağlamda da şu anda Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG – PYD üzerinden hesaplar yapıyor.

Nitekim Fransa’da, Türkiye’nin PYD hareket alanını daraltan 2019’daki Barış Pınarı Harekâtı DAEŞ’e destek olarak görüldü.[efn_note]https://www.lexpress.fr/actualite/monde/proche-moyen-orient/offensive-turque-en-syrie-macron-craint-une-situation-humanitaire-insoutenable_2103168.html[/efn_note] Macron bu harekâtın dramatik sonuçları olacağını, DAEŞ’i güçlendireceğini, Kuzey Doğu Suriye’de sürekli bir istikrarsızlık yaratacağını öne sürdü ve Türkiye’ye silah satışını da askıya aldı.[efn_note]https://www.lexpress.fr/actualite/monde/europe/macron-et-erdogan-les-quatre-affaires-qui-ont-envenime-leurs-relations_2129148.html[/efn_note]

AB ve NATO perspektiflerinde farklılık

Ankara ve Paris’in Avrupa, Avrupa Birliği (AB) ve NATO perspektiflerinin de örtüştüğünü söylemek zor. Macron, Erdoğan’ın 2018’deki Fransa ziyareti sırasında ‘AB-Türkiye ilişkilerinde yeni fasıllar açılacak’ diyerek hipokrizi yani iki yüzlülükten vazgeçilmesi gerektiğini belirterek tam üyelik yerine partnerlik ilişkisinin olabileceğini söylemişti.[efn_note]https://www.touteleurope.eu/actualite/adhesion-de-la-turquie-a-l-union-europeenne-ou-en-est-on.html[/efn_note] Macron, 2018’de AB dış politikası ve savunma konularını dikkate alarak “AB’nin savunma konuları da dâhil, Türkiye ile stratejik bir ilişkiye ihtiyacı var” ifadesini kullanmıştı.

Aslında bu konudaki ayrışmanın kökenleri de eskiye dayanıyor. Fransa’nın yine eski cumhurbaşkanlarından Valerie Giscard D’Estaing’in (1974-81) 2002 yılında dile getirdiği “Türkiye Avrupalı değildir” şeklinde özetlenebilecek “Başkenti ve yüzde 95’i Asya’da, çok önemli bir ülke ama AB’nin parçası olmalı mı?” diyerek başlattığı tartışma çok yankı bulmuştu. Bu söylem Nicolas Sarkozy ile daha da güç kazandı. Zamanla siyasi partilerin seçim dönemi kampanyalarında, kamuoyunda karşılık bulan bir konu haline geldi Türkiye’nin AB üyeliği. Fransa’da sağ ve sol partilerin Türkiye konusunda farklı görüşleri var. Sol kesim, Ermeni meselesi, insan hakları ve Kürt sorunu gibi konulardan ötürü Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmıyor. Sağ kesim ise daha ziyade Müslüman nüfustan ötürü çok sıcak değil. Elbette Yeşiller gibi istisnalar var. Bu siyasi söylemlerin yanı sıra Türkiye’nin özellikle genç nüfusu, askeri gücü, vs. gibi bazı unsurlar da Fransa’nın rahatsızlık duyduğu konular arasında.

Macron, NATO konusunda Türkiye’yi hedef aldı. NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini iddia eden Macron, “Türkiye’yi NATO’dan dışlamak çıkarımıza değil ama belki de NATO’yu yeniden gözden geçirmeliyiz” diyerek hem ABD’yi eleştirmiş hem de bu konudaki Türkiye karşıtlığını ortaya koymuştu.[efn_note]https://www.economist.com/europe/2019/11/07/emmanuel-macron-warns-europe-nato-is-becoming-brain-dead[/efn_note]

Fransa’nın nüfuz alanında Türkiye’den duyulan rahatsızlık

Macron’un üzerinde durduğu başka bir konu da terörizmle mücadele. Bu mücadelede cihatçılara ayrı bir yer ayırıyor ve Tunus, Ürdün, Türkiye ve bazı Afrika ülkelerine yaklaşımının altındaki nedenlerden biri de bu. Bu amaca ulaşmak için uluslararası aktörlerle iş birliği hedefini de açıklıyor.[efn_note]https://en-marche.fr/emmanuel-macron/le-programme/securite[/efn_note] Fransa genel olarak İslam’ın siyasal yelpazede güç kazanmasından rahatsızlık duyuyor. Söz konusu iktidara gelen meşru bir siyasal parti de olabilir radikal cihatçı bir örgütün varlığı da. Bu tür gelişmeler Fransa’da korku yaratıyor.

Bunlara ek olarak Macron, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs ile de yakın ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Bu çabanın birinci sebebi, enerji boyutu. Yani Fransız petrol ve doğalgaz şirketlerinin Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı pastasından pay almak istemesi. İkinci sebep ise, Fransa’nın önemsediği coğrafyalarla yakınlığı. Kuzey Afrika, Suriye, Libya politikaları açısından da Fransa burada bulunmak istiyor. Üçüncü neden ise, Almanya gibi diğer AB ülkeleri bu bölgede çok varlık göstermeyince, öne çıkmak, rol kapmak istemesi.

Tüm bu etkenler sonucu yürütülen Doğu Akdeniz politikası da doğal olarak yine Türkiye ile Fransa’yı karşı karşıya getiriyor. Fransa Cumhurbaşkanı’nın 2020 başında Yunanistan ziyareti Türkiye’ye bakışını anlamak için önemli veriler sunuyordu. O ziyarette Macron, Türkiye’nin gaz arama çalışmalarını, KKTC politikasını açıkça eleştirmiş ve Yunanistan’ın Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ortak politikalarını açıkça desteklemişti. Fransa ve Yunanistan, Türkiye ile bağlantılı olarak Doğu Akdeniz’deki gelişmelerde, Kıbrıs konusunda iş birliğini geliştireceklerini açıkladılar.[efn_note]https://gr.ambafrance.org/Macron-Mitsotakis-vers-un-partenariat-strategique-de-securite-franco-grec-29-01[/efn_note]

Sorunların hem sebebi hem sonucu: Libya

İki ülke arasında son zamanlarda Libya üzerinden yaşanan gerginliğinse özel bir önemi var. Zira, bu konu ikili ilişkilerdeki sorunların birçoğunun sebebi ve aynı zamanda sonucu halini aldı.

Fransa’nın Libya hassasiyetinin altında Sahel ve Sahra altı Afrika’da yaşanan mücadeleler yatıyor. 2014’te Mali, Moritanya, Nijer, Burkina Faso ve Çad ile Sahel’deki cihatçı gruplara yönelik başlatılan operasyon bunun asıl sebebini teşkil ediyor.[efn_note]https://www.la-croix.com/France/Securite/INFOGRAPHIE-Comprendre-loperation-Barkhane-Sahel-2019-11-28-1201063202[/efn_note] Sonuçta tarihsel olarak Fransa’nın geçmişten bugüne, kültürel anlamda etkilediği, bugün dahi siyasi ve ekonomik nüfuzunun olduğu Mağreb ve sahra altı ülkeleri var. Dolayısıyla Fransa Kara Afrika’sında Türk modelini, Türk nüfuzunu kendi varlığına ve güç alanına karşı bir tehdit olarak görüyor.

Libya, Fransa, sorunun çözümünde etkin bir aktör olamamakla birlikte Libya’daki güç mücadelesiyle yakından ilgileniyor. Fransızlara göre Kaddafi sonrası dönemde ABD, İngiltere ve Fransa’nın ülkeden çekilmesiyle oluşan boşluğu başta Türkiye ve Rusya olmak üzere başka ülkeler doldurdu.

Ayrıca bazı Fransız uzmanlar, Türkiye’nin politik ve ideolojik hedeflerle, Kuzey Afrika’da iktidardaki İslami partilerle iş birliği içinde yeni bir model oluşturmak istediğini iddia ediyor ve bunun Fransa’nın çıkarlarıyla örtüşmediğini düşünüyor.[efn_note]https://www.20minutes.fr/monde/2806963-20200624-espions-bataille-navale-pourquoi-relations-entre-france-turquie-elles-autant-degradees[/efn_note]

Tunus Cumhurbaşkanı’nın Fransa ziyareti sırasında Macron, Türkiye’yi Libya’da tehlikeli bir oyun oynamakla itham ettiğinde[efn_note]https://fr.reuters.com/article/topNews/idFRKBN23T2WC[/efn_note], TC Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy da cevaben, Doğu Akdeniz’e kıyısı olmayan Fransa’nın Hafter’e en baştan beri destek olarak Libya’da kaosa sebebiyet verdiğini söylemişti.[efn_note]http://www.mfa.gov.tr/sc_-53_-fransa-cbsk-nin-dogu-akdeniz-hk-ifadeleri-hk-sc.tr.mfa[/efn_note]

Son yaşanan somut bir gelişme de gerginliğe tuz biber ekti. Fransa ile Türkiye Libya bağlamında 10 Haziran’da deniz kuvvetleri üzerinden de karşı karşıya geldiler. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, 18 Haziran’da yaptığı açıklamada, Libya’ya silah taşıdığından şüphelenilen Çirkin adlı kargo gemisinin transponder sistemini kapatarak kimlik kodu, nihai destinasyonu gibi bilgileri gizlediğini, bunun üzerine Fransız Courbet gemisinin NATO görevi kapsamında kargo gemisini denetleme girişiminin Türk fırkateynleri tarafından engellendiğini söyledi. Fransa bu konuyu hızla NATO’ya taşıdı ve 1 Temmuz itibariyle de NATO’nun Akdeniz’deki deniz gücünün görev yaptığı operasyonlardaki katılımını askıya aldığını açıkladı.[efn_note]https://francais.rt.com/international/76476-paris-suspend-participation-operations-maritimes-otan-mediterranee[/efn_note]

Eski gerginlikler çözülmeden bunlara yeniler ekleniyor. Son dönemdeyse, Fransa’nın Orta Doğu, Akdeniz ve Afrika politikalarında Türkiye ciddi bir engel ve rakip haline geliyor.

İlişkilerin kötü olmasının nedenlerinden biri de, Fransa’nın bütün İslami hareketleri radikal olarak görmesi ve bu hareketleri ister meşru yönetimlerde, ister muhalefette olsunlar tedirginlikle karşılaması. İç politikada da son derece zor bir süreçten geçen Macron dış politikada da hedeflerine ulaşamıyor. Türkiye’nin politikaları karşısında zorlanan Fransa müttefiklerinden de beklediği desteği göremiyor. Örneğin NATO üzerinden son yaşananlar Fransa’nın müttefiklerine Türkiye’ye dur demesi için bir çağrı, hatta örtülü olarak “ya Türkiye ya Fransa” dayatması olsa da karşılığını bulmadı.

Çözüm ne olabilir?

Çözüm ne olabilir? Bu şartlar altında ikili ilişkilerdeki sorun alanlarının azaltılması çok kolay değil ama en azından gerginliklerin büyümesi ivedilikle engellenebilir ve üst düzeyli bürokratlar bir araya gelerek ilişkileri masaya yatırabilir, hatta yatırmalıdır da. Zira Türkiye’nin dış ticaretinde Fransa ihracatta 7. sırada, ithalatta 11. sırada bulunuyor. Fransa’nın dış ticaretinde ithalat ve ihracatta ise Türkiye 14. sırada. Korona sonrası tüm dünyada ekonomi kötüye giderken, ekonomide bu kadar iyi ilişkiler gündelik siyaset için riske edilmesi çok doğru bir hareket olmayacaktır.

Kuşkusuz bir yumuşama adımının atılması için bir üçüncü taraf gerekiyor. Zira tarafları masaya oturtmak ve bir tartışma zemini yaratmak sadece iki ülke için değil birçok bölge ve devlet için de hayati önemde. İki taraf arasında son krizin yaşandığı yer olan NATO çözümün ve yumuşamanın başladığı yer de olabilir.

Türkiye ve Fransa’nın bu bölgeler, ülkeler ve sorunlardaki politikalarının değişmesi ya da uyumlanmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ancak Türkiye-Rusya ilişkileri bu doğrultuda en güzel model olarak değerlendirilebilir. Türkiye ve Rusya’nın Suriye ve Libya’daki politikaları göz önüne alındığında her anlaşmazlığın sürekli bir gerginlik sebebi olmadığı görülebilir.

Bir yumuşama süreci için tarafların istikrar ve barış istekleri anahtar konumda. Korona ve korona sonrası dönemde ekonomik canlanma ve belli standartlara dönmek tüm dünya için en öncelikli konu teşkil edecek. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye-Fransa ilişkilerinde ticaretin, bazı istisnai dönemler dışında çoğunlukla iyi bir seviyede seyrettiği görülebilir ve ticari ilişkilerin canlandırılmasının ikili siyasi ilişkilerde de bir yumuşama zemini oluşturması umulabilir. İki devletin şirketleri ve iş insanları bu çerçevede stratejik roller üstlenebilir.

Korona sonrası dönemin tüm dünya için zor olacağı düşünüldüğünde gereksiz gerginlik ve çatışmalardan uzak durmak her iki ülkenin de lehine olacaktır. Bu dönemde tarafların amacı bağcı dövmek değil üzüm yemek olmalıdır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 8 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.

Ali Faik Demir
Ali Faik Demir
Doç. Dr. Ali Faik Demir - Ali Faik Demir Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi S.B.F’de uluslararası ilişkiler bölümünde eğitim gördü. İstanbul Üniversitesi S.B.F’de başladığı siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler yüksek lisans programını 1994’de tamamladı. Aynı üniversitedeki doktora eğitimi sırasında Paris IEP, EHSSS, INALCO, Strasbourg ve Grenoble’da araştırmalarda yaptı ve 2000’de doktora derecesini aldı. 1994’ten beri Galatasaray Üniversitesi’nde görev yapan Demir halen Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde “Türk Dış Politikası”, “Türkiye’de Siyasal Yaşam”, “Türkiye-Türk Dünyası İlişkileri” ve “Kafkasya ve Orta Asya’da Strateji” derslerini veriyor. Uluslararası İlişkiler alanındaki çeşitli dergi ve yayınların danışma kurulu ve yayın kurullarında görev alıyor. Demir’in bilimsel dergilerdeki makalelerinin yanında “Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya”, “Türk Dış Politikasında Liderler” ve “Şaman ve Türk Dünyası” adlı kitapları yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x