Türkiye – Suriye ilişkilerinde görüşme süreci: Fırsatlar, riskler ve yakın gelecek

Türkiye-Suriye ilişkilerinde tarihi adımlar atılmasının arifesindeyiz. Sürecin arka planında ne var? Neden şimdi? PKK/PYD, İdlib’deki örgütler, Suriyeli muhalifler ve Suriye halkının sürece bakışı ne? Kim nasıl hazırlanıyor? Prof. Serhat Erkmen yazdı.

Türkiye-Suriye ilişkilerinde tarihi adımlar atılmasının arifesine gelindi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye ile ilişkilerin yeniden başlatılması için açık çağrılar yaptı. Suriye tarafı bu çağrıları aynı isteklilikle yanıtlamasa da Şam işi yokuşa sürmeyi bıraktı. Moskova görüşmelerin başlayacağını duyurup sessizce izlemeye geçerken gözler İran’a döndü. Kendi iç politik gelişmeleri ve İsrail-Hizbullah çatışmasına odaklanan İran’dan büyük bir çıkış gelmese de İran’ın rolünü vekaleten Irak üstlendi.

Buraya kadar yazdıklarımın hepsini duydunuz. Hatta haber bültenlerini takip edenler yukarıdaki cümlelerden çok daha detaylı bilgilere sahip. O zaman bu yazıyı neden okuyasınız? Çünkü başlayan sürecin neleri tetiklediğini üç ana boyutta özetleyeceğim. Eğer her şey yolunda giderse önümüzdeki haftalarda bu üç boyutu detaylı olarak açacağım. Bu yazıyı okumanız için son bir neden daha: Satır aralarında başka hiçbir yerde okuyamayacağınız detaylar saklı. Okuyucuyu detaylarla sıkmak istemiyorum. O nedenle onları itinayla metnin içine yerleştireceğim. Gerisi işin meraklısına kalmış.

Zamanın ruhu

Haziran ayının son günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önce hiç karşılaşmadığımız sıklıkta ve açıklıkta görüşme çağrıları yapmaya başladı. Bu çağrıların Suriye’de yansıması şiddet içerikli ve kanlı gösteriler olsa da Ankara tavrından vazgeçmedi. Üstelik Şam’dan çıkan gelen karşılık “Biz de bunu bekliyorduk” şeklinde olmadı. Elbette orada da değişiklik var. Suriye Haber Ajansı’nda Türkiye’ye dönük sert söylemler yumuşadı. “Türk askeri çekilsin” sözlerinin yerini “egemenliğe saygı” aldı. Fakat kabul etmek gerekir ki; Suriye Hükümeti ilişkilerin yeniden tesisi için çok acele etmiyor. Bu sürece karşı çıkmıyor, reddetmiyor, geçen yıl olduğu gibi daha müzakere başlamadan masayı dağıtmıyor. Yine de daha temkinli ve ağır adımlar tercih ediyor.

Böyle bir atmosferde herkes aynı soruyu soruyor: Ne oldu da Türkiye ciddi bir biçimde görüşme sürecini başlatma kararlılığı gösteriyor? Suriye’nin iç dinamiklerinde PYD’nin seçim girişimi dışında büyük bir değişiklik olmadı. Bir seçim girişimi 12 yıllık bir ilişki biçimini tek başına değiştirebilir mi? Tüm bu soruların yanıtı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dile getirdiği bence son dönemi özetleyen kavramda saklı: Zamanın ruhu.

Biraz mistik, çok anlam yükleyebileceğiniz derin bir kelime öbeği. İçeriği tam olarak tanımlanmadı. Fakat ben bu kavramı şöyle anladım: Türkiye, Batı karşısındaki stratejik konumunu yeniden tanımlamaya başlarken iç ve dış politikada büyük bir sorun alanı olarak varlığını sürdüren Suriye meselesinde çözüm istiyor.

Son haftalarda Türkiye’nin dış politika hamlelerini ve liderler seviyesindeki toplantıları inceleyin. Türkiye, Rusya, Çin ve Asya ülkelerinin arasındaki birlikteliklere dahil olmak için bir dizi adım attı. Batı ile ilişkilerde bir türlü ilerleme sağlanamayan konular tüm ağırlığıyla sürüyor. ABD ile Türkiye arasındaki savunma sanayi ilişkilerinde bırakın ilerlemeyi, mevcutlarda bile gerilemeler yaşandı. (F16 konusunda ilginç şeyler oluyor). İsrail ile Hizbullah arasında çatışma çıkması halinde Batı’nın kaçınılmaz olarak İsrail’i destekleyecek olması ve bölgesel çatışma ihtimali Türkiye’yi ciddi ölçüde rahatsız ediyor.

Öte yandan Trump’un ayak seslerini duymayan kalmadı. Trump’un başkan olduğu bir ABD’de Rusya’nın Ukrayna savaşından galibiyetle çıkacağı, ABD’nin Afrika’daki varlığında azaltmaya gideceği ve Uzak Doğu merkezli bir dış politika izleyeceği görüşü ciddi bir ağırlığa sahip.

Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilere bir bakalım. Nükleer santral, enerji ilişkileri ve Afrika’daki işbirliği öylesine dikkat çekici hale geldi ki; uzmanların bu konuda ciddi olarak bizi aydınlatması lazım. ABD’nin asker azaltılmasına gideceğini ilan ettiği Nijer’e Türkiye’nin yaptığı çıkarmayı gördünüz mü? Afrika’da Batı’nın boşalttığı yeri Türkiye doldurmaya çalışırken Rusya bu süreçte bir ortak gibi görünüyor.

Son olarak Türkiye’nin son dönemde özellikle ekonomik ilişkiler konusunda önemli bir sıçrama yaptığı iki ülke daha göze çarpıyor: Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri. Her iki ülke de ABD ile ilişkileri bozmadan Rusya ve İran’ı göz ardı etmeden yeni bir Orta Doğu girişimi içindeler. Bu girişim Filistin’deki çatışmayı bir ara önce durdurmayı, Mısır’da olası bir krizi engellemeyi, Suriye’deki iç savaşı sona erdirmeyi, Irak’ı İran etki sahası olmaktan çıkarmayı ve Orta Doğu’daki radikal hareketlerin güçlenmesini durdurmayı hedefliyor.

Tüm bu faktörlere birlikte baktığımızda sanırım zamanın ruhu şöyle bir şey: ABD değişiyor, yakında büyük değişiklikler olacak, bu değişiklik Türkiye ABD ilişkilerine yansıyacak. Rusya üç yıllık dizginlenme döneminden sonra Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’ya dönecek. Çin, Suudi Arabistan, BAE gibi Türkiye’nin yakın ilişki geliştirdiği tüm devletler Suriye konusunda adımlar atmaya çalışıyor. Özetle, mesele Suriye değil, çok daha büyük bir değişim dönemi geliyor. Suriye konusu bir sorun olmaktan çıkmalı. En azından süreç başlamalı.

Süreç nasıl adlandırılmalı? Normalleşme, geçmişe dönüş, onarım

Öyle bir süreç başladı ki adını bile koyamıyoruz. Bu sürece kimileri normalleşme diyor. Peki, Türkiye Suriye ilişkisinin normali nedir? 2010’da olduğu gibi bir stratejik ilişki modeli mi? 1998-2007 arası olduğu gibi güvenlik temelli temkinli bir yakınlaşma mı? 13 yıldır devam eden iç savaş sürecinde olanlar yok mu sayılacak?

Liderlerin devletin yüce menfaatleri için yaşananları unutmaya hazır olduğunu varsayalım, Suriye’deki iç savaşın göç, demografik değişim, terör örgütlerinin yerleşmesinin gibi sonuçları ne olacak? Suriye’nin toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması, hükümet kontrolü dışındaki bölgelerin yeniden merkezi hükümetin kontrolüne girmesi, devletin dışında bir silahlı grup olmaması, doğal kaynakların meşru hükümetin denetiminde olması, ülkesini terk edenlerin geri dönüşünün temini başta olmak üzere onlarca başlık konusunda neler yapılmalı?

Bu soruların yanıtı henüz belli değil. “Görüşmeler başlasın, iyi niyetle bir yola girilsin, sorunlar uzun vadede çözülür” şeklinde bir algı süreci domine ediyor. Belki de en doğrusu bu. Taraflar tüm yanıtları bulup öyle masaya oturmaya kalkarsa 10 yıl daha mevcut durum devam edebilir. Adı koyulmasa, yol haritası çizilmese de olur. İyi niyetle uzlaşı süreci başlasın, gerisini yolda planlayacağız artık.

Diplomatik süreç

Zamanın ruhu kavramıyla açıklanan bir değişim dönemi Suriye’de bir dizi gelişmeyi tetikledi. Şimdi Türkiye’nin görüşme adımının yansımalarını iki eksende inceleyelim.

Bunlardan ilki diplomatik süreç. Diplomatik sürecin de iki ayrı boyutu var. Bunlardan birisi açıkça yürütülen bürokratik ve siyasi boyut. İlgili bakanlıkların genel müdürlükleri, bakan yardımcıları, bakanları ve sonunda liderler seviyesinde yürütülecek olan görüşme süreci bu başlıkta incelenebilir.

Aslında 2022 yılı Aralık ayında bu sürecin ilk örneklerini görmüştük. Dönemin Türk Savunma ve Dışişleri Bakanları ile İstihbarat Başkanı 2022 sonundan 2023 Mayıs ayına kadar bir dizi görüşme yaptı. İlerleme olmayınca bu süreç durdu. Sonra bakan seviyesinden bakan yardımcılarına ve oradan da bürokratlar arası görüşme seviyesine geriledi.

Şimdi canlandırılan ve çok büyük olasılıkla Ağustos ayında tekrar örneğini göreceğimiz diplomatik görüşme süreci buna benzer olacak.

Görüşme Bağdat’ta olabilir mi?

Liderlerin buluşması içinse tarih kesin değil. Lider seviyesinden önce bazı pürüzlerin aşılması lazım, uzun yıllar sonra ilk buluşma sorunlu geçerse tamiri kolay olmayan bir döneme girilebilir. Bu nedenle diplomasi koridorlarında çok yoğun bir mesai var. Sanırım bu nedenle Bağdat kötü bir seçenek gibi durmuyor.

Bağdat’ı bir düşünelim. ABD hâlâ orada. Rusya etkisini artırdı. İran zaten mekan sahibi. Suudi Arabistan ve BAE’nin ciddi yatırımları var. Irak Başbakanı Sudani’nin içeride etkisizliği malum, bu nedenle dışarıda hamlelerle prestij kazanmak istiyor. Üstelik Irak Dışişleri Bakanı KDP’li bir isim. Yani Suriye’de bir adım atılacaksa mutlaka gündeme gelecek olan Kürt meselesinin politik ve sembolik olarak önemli bir figürü olan KDP de sürecin bir parçası.

Son olarak, bu tür uzun soluklu görüşme süreçlerinin ilk adımları her zaman kazaya açıktır. Türkiye ve Suriye’nin uzlaşması için destek veren devletler eğer bir kaza olacaksa bu kazanın Moskova veya Tahran’da mı olmasını isterler yoksa Bağdat’ta mı? Farkındayım sözlerim biraz sert. Ancak bu süreçler son derece serttir ve her zaman bir “kaçış rampası”na ihtiyaç duyulur.

Güvenlik bürokrasisinde iki ülke teması

Gelelim diplomatik sürecin ikinci boyutuna: İstihbarat veya güvenlik diplomasisi.

Ne zaman başladığının tam tarihini bilmiyorum. Bilenler de söylemez. Fakat iki devletin güvenlik bürokrasisinin görünmeyen unsurlarının gereken yerlerde ve hassas konularda temas sağladığı Ankara’da çoktan duyulmuş bir söylenti.

Üst düzey yetkililerin açık kaynaklara verdiği demeçlerden anlaşıldığı kadarıyla bu temasların mazisi yedi yıldan fazla. Bu konuda daha fazla detaya gerek yok. Ancak şunun da altını çizelim 2018’den itibaren sahada askerî olarak karşılıklı pozisyon alan iki ülkenin silahlı kuvvetleri de herhangi bir çatışmaya mahal vermemek için yerel temaslarda bulunageldiler.

Diplomatik sürecin bu boyutunu neden anlatıyoruz? Nedeni şu: Masada istediğinizi konuşun, görüşün. Liderlerin konuştuğu ve anlaştığı hususları provoke etmek isteyen üçüncü tarafların faaliyet gösterebileceği en hassas yerler genellikle sahadaki çatışma alanlarıdır. Bu alanda koordinasyon olmadan sağlıklı bir diplomatik süreci yürütebilmek hayal gibi görünüyor. Nitekim haziran ayının başlarında iki ülke güvenlik yetkilileri arasında Rusya’nın katkısıyla önemli bir görüşme yapıldığı haberi basına yansımıştı. Zaten şimdi konuştuğumuz tüm süreç bu görüşmeden sonra kamuoyu önüne taşındı.

Suriye sahası

Görüşme sözcüğü sosyal medyaya düşer düşmez saha karıştı. Her taraftan bir tepki ve karşı hamle yükselmeye başladı. Kuzeydoğu Suriye’den başlayalım.

PKK/PYD

PKK/PYD sürecin sonunda büyük bir kayba uğrayacağını biliyor. Önümüzdeki dönemde muhtemelen üç şey yaşanacak: 1. PYD, Türkiye’nin askerî operasyonuyla tamamen ezilmemek için kısa süre içinde tahminimce (Kasım’a kadar) Şam ile anlaşma yoluna gidecek. Birkaç yıldır federasyon veya özerk bölge talep ederken Cezire civarında birkaç küçük yerde kültürel özerkliğe sahip olmayı kabullenip, militanlarına af talep edecek. Böylece Suriye’nin görünüşte üniter uygulamada parçalı yapısında varlığını uzun vadede korumaya çalışıp, gelecekte yeni bir krizi fırsata çevirmeyi bekleyecek. 2. PKK/PYD konusu Türkiye ile Suriye’nin anlaşmaya vardığı ilk iki konudan birisi olacak. (diğeri İdlib) Şam’dan PYD’ye önce sert bir ültimatom gidecek ve PYD bölgeyi Suriye Ordusu’na teslim etmezse iki ülke tarafından koordineli olarak ezilecek 3. İki ülke başta sadece ilkeler üzerinde anlaşacak ve sonrasında Türkiye, güncellenmiş Adana Mutabakatı çerçevesinde PYD’yi başladığı noktaya geri döndürecek.

Bu üç temel olasılık birbirini tam olarak dışlamıyor. Fakat Ankara’dan açıklamalar gelmeye başlayınca PYD ve onun alt kolları olarak çalışan partiler birlikte Ankara-Şam uzlaşısına karşı olduğunu ilan etti. El altından Şam’a temsilciler göndermeye başladı. Şu ana kadar ABD’li yetkililer “Suriye’den çekilmeye niyetimiz yok” dese de ABD’nin Afganistan’dan çıkmasından bu yana korkulu rüya gören PYD’lilerin bu mesajlara inanmaya niyeti varmış gibi görünmüyor. O nedenle kendilerini garanti altına almak için Şam ve Moskova’ya yakınlaşma süreci başlattılar. Daha önce hiç olmadığı kadar istekli olan PYD’ye karşı Türkiye kozunu oynayan Şam şimdilik ketum davranıyor. Fakat kalkanlarını indirmiş PYD’nin taleplerini nereye kadar düşüreceği bu sürecin gidişatını belirleyecek. Yine de not ediniz; Ankara-Şam görüşmesi olasılığı PYD-Şam görüşmesini tetikledi bile. Yakında haberi gelir.

İdlib

Sahanın hareketlenen diğer bir bölümü İdlib. İdlib’de son sekiz aydır HTŞ’ye karşı protestolar yürütülüyor. Kendisine PYD benzeri bir bölge ve yönetim inşa etmeyi hedefleyen HTŞ, Suriyeli muhaliflerin bölgesini ele geçirmeye çalışınca kendi bölgesinde zayıfladı. Ayrıca İdlib’den El Kaide ve Hizbut Tahrir gibi örgütleri göndermeye çalışırken kurmuş olduğu askerî ve idari yapı çatlamaya başladı.

Görüşme sürecinin başlayacağına dair haberler arttıkça İdlib’deki gösteriler ve olaylar da büyüdü. Bunun iki nedeni var: Endişeye kapılan HTŞ İdlib’de kontrolü yitirmemek için göstericilere karşı daha fazla şiddet uygulamaya başladı ve bu nedenle şiddet ters tepiyor. İkinci nedeni ise göstericiler HTŞ’nin bu süreçten sağ çıkamayacağını düşündüğü için hedeflerine ulaşabilmek amacıyla gösteri temposunu yükselttiler.

Sonuçta aylardır örgütsel çekişmeler ve iç sorunları nedeniyle problemlerle karşılaşan HTŞ, Ankara-Şam uzlaşısı ihtimali güçlenince ciddi bir endişe duymaya başladı. Aslında HTŞ pek de haksız sayılmaz. Rusya ve Suriye Hükümeti’nin 2018 yılından bu yana İdlib konusundaki ısrarı sürüyor. Eğer liderler bir araya gelir de sahada aktif işbirliği başlarsa bunun bir boyutu kuzeydoğu Suriye olacaksa diğer boyutu da İdlib olacak. Bu nedenle HTŞ sahadaki aracılarını devreye soktu ve kuzey Suriye’yi karıştırdı.

1 Temmuz günü Afrin’den Tel Abyad’a uzanan bölgelerde Türk bayrağının yakılması ve Türk makamlarına saldırılmasını içeren eylemlerde HTŞ’ye çalışan bazı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grupları başı çekti. Son olarak Rus uçakları ve Suriye Ordusu’nun İdlib’e yönelik saldırılarında da göreli bir artış başladı. Şu ana kadar bu artış büyük bir operasyon sinyali taşımıyor; fakat izlemeye değer.

Özetle müzakere sürecinin adı dahi İdlib’i hareketlendirmeye yetti. Çoğumuz Ankara-Şam diyaloğunun öncelikli sonucunun Suriye’nin kuzeydoğusunda somutlaşacağını düşünüyor olabilir. Ancak İdlib hepimizi şaşırtabilir. Bunu da not edelim.

Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin terör örgütlerinden temizlediği bölge

Sahadaki son inceleyeceğimiz alan Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin terör örgütlerinden temizlediği bölge. Bu bölge kendi içinde Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı olarak üçe ayrılıyor.

Doğrusu görüşme haberleriyle birlikte en somut olaylar burada yaşandı. Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki bazı gruplar ve onların kışkırtmasıyla sokağa dökülen kalabalıklar önce Türkiye’nin çağrılarını sonra da Kayseri’deki olayları bahane ederek Türkiye’yi temsil eden ne varsa saldırdılar. Olaylarda göstericilerin arasına karışmış silahlı saldırganlardan bazıları öldü ve çok sayıda kişi de yaralandı. Bölge ertesi gün sakinleşmiş gibi görünüyor. Ancak bu görüntü yanıltıcı.

1 Temmuz günü olanlardan tüm SMO unsurlarını sorumlu tutmak yanlış. Yukarıda söylediğim gibi silahlı provokasyonları yapıp, şiddet olaylarına bulaşanların çoğu uzun süreden beri el altından HTŞ için çalışan grupların üyeleri. Ayrıca olayların bastırılmasında Suriye Geçici Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı’na bağlı olan Askerî Polis önemli rol oynadı. Tüm bunlara rağmen sayıca azımsayamayacak ölçüde büyük bir grup SMO bileşeni görüşmelerin kendilerine zarar vereceğine ve gelecekleri konusunda büyük bir belirsizlik olduğuna inanıyorlar.

Türkiye bugüne kadar defalarca muhaliflerin yalnız bırakılmayacağını söylemiş olsa da buna inananlar kadar inanmayanlar da var. Geleceklerinden emin olamayanlar ya sahayı karıştırıyor ya da el altından HTŞ, PYD ve hatta Suriye hükümeti ile iletişime geçip kendilerine bir çıkış yolu arıyorlar. HTŞ ve PYD’yi anladık, Suriye Hükümeti nereden çıktı diyebilirsiniz. Suriye 2011 öncesi bir istihbarat devletiydi. Hükümet ile toplumun farklı tabakaları arasında herkesin bildiği ancak kimsenin diğerine söylemediği “gizli” ilişkiler vardı. İç savaş boyunca bu ilişkilerin devam ettiğine defalarca şahit olduk. Şimdi de geleceğinden emin olmayanlar, daha erken davranıp diğer insan/grupların aleyhine ilişkiler kuruyorlar. Elbette bu ilişkiler “bedava”ya kurulmuyor. Tüm bunlar bölgeye istikrarsızlık unsuru olarak dönüyor.

Sahadaki olumsuzluk SMO’nun geleceğiyle sınırlı değil. Örneğin Suriyelilerin ülkelerine gönüllü geri dönüşünün özendirilmesi bölge halkı tarafından hoş karşılanmıyor. Dahası yasadışı yollardan Türkiye’ye gelmiş kişilerin geri gönderilmesine dair denetimlerin sıkılaşması sahada rahatsızlık yaratmış durumda. Hepsinden öte Türkiye’de bulunan Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönmesi için oluşan politik atmosfer Suriye’nin kuzeyindeki yerel yönetimlerden SMO’ya, STK’lardan Suriyeli siyasetçilere kadar geniş bir kitlede tepki oluşturuyor. Türkiye’de Suriyelilere karşı oluşan tepki Suriye’de karşı tepkiyi üretiyor; benden uyarması.

Suriyeli muhalifler

Görüşmelerin sahadaki son etkisi ise Suriyeli muhalif kurumlar üzerinde yaşanıyor. Muhalif kurumlarda dalgalanmalar başladı.

En iyi kim müzakere eder; kimin desteği daha önemli; Suriye Geçici Hükümeti bu süreci yürütebilecek mi? Ankara ile Şam arasında bir anlaşmaya varılmadan önce Suriye’nin kuzeyinde nasıl bir düzen oturtulmalı? gibi sorular Suriye muhalefetinde son günlerin ana siyasi gündem maddeleri.

Zaten Şam buraları kontrol edecekse tüm bunlara ne gerek var diyebilirsiniz. Şöyle karşılık vereyim: İdlib ve PYD bölgelerinde çözüm nihayetinde namlunun ucunda olacak. Oysa Türkiye’nin desteklediği Suriyeli muhaliflerin geleceği masada belirlenecek. O nedenle kimin nasıl bir yapıyla masaya oturacağı gittikçe önem kazanıyor.

Kim bilir bir gün “büyük tartışmalar”dan fırsat kalır da bu işin pratiğini de konuşabiliriz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye – Suriye ilişkilerinde görüşme süreci: Fırsatlar, riskler ve yakın gelecek

Türkiye-Suriye ilişkilerinde tarihi adımlar atılmasının arifesindeyiz. Sürecin arka planında ne var? Neden şimdi? PKK/PYD, İdlib’deki örgütler, Suriyeli muhalifler ve Suriye halkının sürece bakışı ne? Kim nasıl hazırlanıyor? Prof. Serhat Erkmen yazdı.

Türkiye-Suriye ilişkilerinde tarihi adımlar atılmasının arifesine gelindi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye ile ilişkilerin yeniden başlatılması için açık çağrılar yaptı. Suriye tarafı bu çağrıları aynı isteklilikle yanıtlamasa da Şam işi yokuşa sürmeyi bıraktı. Moskova görüşmelerin başlayacağını duyurup sessizce izlemeye geçerken gözler İran’a döndü. Kendi iç politik gelişmeleri ve İsrail-Hizbullah çatışmasına odaklanan İran’dan büyük bir çıkış gelmese de İran’ın rolünü vekaleten Irak üstlendi.

Buraya kadar yazdıklarımın hepsini duydunuz. Hatta haber bültenlerini takip edenler yukarıdaki cümlelerden çok daha detaylı bilgilere sahip. O zaman bu yazıyı neden okuyasınız? Çünkü başlayan sürecin neleri tetiklediğini üç ana boyutta özetleyeceğim. Eğer her şey yolunda giderse önümüzdeki haftalarda bu üç boyutu detaylı olarak açacağım. Bu yazıyı okumanız için son bir neden daha: Satır aralarında başka hiçbir yerde okuyamayacağınız detaylar saklı. Okuyucuyu detaylarla sıkmak istemiyorum. O nedenle onları itinayla metnin içine yerleştireceğim. Gerisi işin meraklısına kalmış.

Zamanın ruhu

Haziran ayının son günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önce hiç karşılaşmadığımız sıklıkta ve açıklıkta görüşme çağrıları yapmaya başladı. Bu çağrıların Suriye’de yansıması şiddet içerikli ve kanlı gösteriler olsa da Ankara tavrından vazgeçmedi. Üstelik Şam’dan çıkan gelen karşılık “Biz de bunu bekliyorduk” şeklinde olmadı. Elbette orada da değişiklik var. Suriye Haber Ajansı’nda Türkiye’ye dönük sert söylemler yumuşadı. “Türk askeri çekilsin” sözlerinin yerini “egemenliğe saygı” aldı. Fakat kabul etmek gerekir ki; Suriye Hükümeti ilişkilerin yeniden tesisi için çok acele etmiyor. Bu sürece karşı çıkmıyor, reddetmiyor, geçen yıl olduğu gibi daha müzakere başlamadan masayı dağıtmıyor. Yine de daha temkinli ve ağır adımlar tercih ediyor.

Böyle bir atmosferde herkes aynı soruyu soruyor: Ne oldu da Türkiye ciddi bir biçimde görüşme sürecini başlatma kararlılığı gösteriyor? Suriye’nin iç dinamiklerinde PYD’nin seçim girişimi dışında büyük bir değişiklik olmadı. Bir seçim girişimi 12 yıllık bir ilişki biçimini tek başına değiştirebilir mi? Tüm bu soruların yanıtı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dile getirdiği bence son dönemi özetleyen kavramda saklı: Zamanın ruhu.

Biraz mistik, çok anlam yükleyebileceğiniz derin bir kelime öbeği. İçeriği tam olarak tanımlanmadı. Fakat ben bu kavramı şöyle anladım: Türkiye, Batı karşısındaki stratejik konumunu yeniden tanımlamaya başlarken iç ve dış politikada büyük bir sorun alanı olarak varlığını sürdüren Suriye meselesinde çözüm istiyor.

Son haftalarda Türkiye’nin dış politika hamlelerini ve liderler seviyesindeki toplantıları inceleyin. Türkiye, Rusya, Çin ve Asya ülkelerinin arasındaki birlikteliklere dahil olmak için bir dizi adım attı. Batı ile ilişkilerde bir türlü ilerleme sağlanamayan konular tüm ağırlığıyla sürüyor. ABD ile Türkiye arasındaki savunma sanayi ilişkilerinde bırakın ilerlemeyi, mevcutlarda bile gerilemeler yaşandı. (F16 konusunda ilginç şeyler oluyor). İsrail ile Hizbullah arasında çatışma çıkması halinde Batı’nın kaçınılmaz olarak İsrail’i destekleyecek olması ve bölgesel çatışma ihtimali Türkiye’yi ciddi ölçüde rahatsız ediyor.

Öte yandan Trump’un ayak seslerini duymayan kalmadı. Trump’un başkan olduğu bir ABD’de Rusya’nın Ukrayna savaşından galibiyetle çıkacağı, ABD’nin Afrika’daki varlığında azaltmaya gideceği ve Uzak Doğu merkezli bir dış politika izleyeceği görüşü ciddi bir ağırlığa sahip.

Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilere bir bakalım. Nükleer santral, enerji ilişkileri ve Afrika’daki işbirliği öylesine dikkat çekici hale geldi ki; uzmanların bu konuda ciddi olarak bizi aydınlatması lazım. ABD’nin asker azaltılmasına gideceğini ilan ettiği Nijer’e Türkiye’nin yaptığı çıkarmayı gördünüz mü? Afrika’da Batı’nın boşalttığı yeri Türkiye doldurmaya çalışırken Rusya bu süreçte bir ortak gibi görünüyor.

Son olarak Türkiye’nin son dönemde özellikle ekonomik ilişkiler konusunda önemli bir sıçrama yaptığı iki ülke daha göze çarpıyor: Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri. Her iki ülke de ABD ile ilişkileri bozmadan Rusya ve İran’ı göz ardı etmeden yeni bir Orta Doğu girişimi içindeler. Bu girişim Filistin’deki çatışmayı bir ara önce durdurmayı, Mısır’da olası bir krizi engellemeyi, Suriye’deki iç savaşı sona erdirmeyi, Irak’ı İran etki sahası olmaktan çıkarmayı ve Orta Doğu’daki radikal hareketlerin güçlenmesini durdurmayı hedefliyor.

Tüm bu faktörlere birlikte baktığımızda sanırım zamanın ruhu şöyle bir şey: ABD değişiyor, yakında büyük değişiklikler olacak, bu değişiklik Türkiye ABD ilişkilerine yansıyacak. Rusya üç yıllık dizginlenme döneminden sonra Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’ya dönecek. Çin, Suudi Arabistan, BAE gibi Türkiye’nin yakın ilişki geliştirdiği tüm devletler Suriye konusunda adımlar atmaya çalışıyor. Özetle, mesele Suriye değil, çok daha büyük bir değişim dönemi geliyor. Suriye konusu bir sorun olmaktan çıkmalı. En azından süreç başlamalı.

Süreç nasıl adlandırılmalı? Normalleşme, geçmişe dönüş, onarım

Öyle bir süreç başladı ki adını bile koyamıyoruz. Bu sürece kimileri normalleşme diyor. Peki, Türkiye Suriye ilişkisinin normali nedir? 2010’da olduğu gibi bir stratejik ilişki modeli mi? 1998-2007 arası olduğu gibi güvenlik temelli temkinli bir yakınlaşma mı? 13 yıldır devam eden iç savaş sürecinde olanlar yok mu sayılacak?

Liderlerin devletin yüce menfaatleri için yaşananları unutmaya hazır olduğunu varsayalım, Suriye’deki iç savaşın göç, demografik değişim, terör örgütlerinin yerleşmesinin gibi sonuçları ne olacak? Suriye’nin toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması, hükümet kontrolü dışındaki bölgelerin yeniden merkezi hükümetin kontrolüne girmesi, devletin dışında bir silahlı grup olmaması, doğal kaynakların meşru hükümetin denetiminde olması, ülkesini terk edenlerin geri dönüşünün temini başta olmak üzere onlarca başlık konusunda neler yapılmalı?

Bu soruların yanıtı henüz belli değil. “Görüşmeler başlasın, iyi niyetle bir yola girilsin, sorunlar uzun vadede çözülür” şeklinde bir algı süreci domine ediyor. Belki de en doğrusu bu. Taraflar tüm yanıtları bulup öyle masaya oturmaya kalkarsa 10 yıl daha mevcut durum devam edebilir. Adı koyulmasa, yol haritası çizilmese de olur. İyi niyetle uzlaşı süreci başlasın, gerisini yolda planlayacağız artık.

Diplomatik süreç

Zamanın ruhu kavramıyla açıklanan bir değişim dönemi Suriye’de bir dizi gelişmeyi tetikledi. Şimdi Türkiye’nin görüşme adımının yansımalarını iki eksende inceleyelim.

Bunlardan ilki diplomatik süreç. Diplomatik sürecin de iki ayrı boyutu var. Bunlardan birisi açıkça yürütülen bürokratik ve siyasi boyut. İlgili bakanlıkların genel müdürlükleri, bakan yardımcıları, bakanları ve sonunda liderler seviyesinde yürütülecek olan görüşme süreci bu başlıkta incelenebilir.

Aslında 2022 yılı Aralık ayında bu sürecin ilk örneklerini görmüştük. Dönemin Türk Savunma ve Dışişleri Bakanları ile İstihbarat Başkanı 2022 sonundan 2023 Mayıs ayına kadar bir dizi görüşme yaptı. İlerleme olmayınca bu süreç durdu. Sonra bakan seviyesinden bakan yardımcılarına ve oradan da bürokratlar arası görüşme seviyesine geriledi.

Şimdi canlandırılan ve çok büyük olasılıkla Ağustos ayında tekrar örneğini göreceğimiz diplomatik görüşme süreci buna benzer olacak.

Görüşme Bağdat’ta olabilir mi?

Liderlerin buluşması içinse tarih kesin değil. Lider seviyesinden önce bazı pürüzlerin aşılması lazım, uzun yıllar sonra ilk buluşma sorunlu geçerse tamiri kolay olmayan bir döneme girilebilir. Bu nedenle diplomasi koridorlarında çok yoğun bir mesai var. Sanırım bu nedenle Bağdat kötü bir seçenek gibi durmuyor.

Bağdat’ı bir düşünelim. ABD hâlâ orada. Rusya etkisini artırdı. İran zaten mekan sahibi. Suudi Arabistan ve BAE’nin ciddi yatırımları var. Irak Başbakanı Sudani’nin içeride etkisizliği malum, bu nedenle dışarıda hamlelerle prestij kazanmak istiyor. Üstelik Irak Dışişleri Bakanı KDP’li bir isim. Yani Suriye’de bir adım atılacaksa mutlaka gündeme gelecek olan Kürt meselesinin politik ve sembolik olarak önemli bir figürü olan KDP de sürecin bir parçası.

Son olarak, bu tür uzun soluklu görüşme süreçlerinin ilk adımları her zaman kazaya açıktır. Türkiye ve Suriye’nin uzlaşması için destek veren devletler eğer bir kaza olacaksa bu kazanın Moskova veya Tahran’da mı olmasını isterler yoksa Bağdat’ta mı? Farkındayım sözlerim biraz sert. Ancak bu süreçler son derece serttir ve her zaman bir “kaçış rampası”na ihtiyaç duyulur.

Güvenlik bürokrasisinde iki ülke teması

Gelelim diplomatik sürecin ikinci boyutuna: İstihbarat veya güvenlik diplomasisi.

Ne zaman başladığının tam tarihini bilmiyorum. Bilenler de söylemez. Fakat iki devletin güvenlik bürokrasisinin görünmeyen unsurlarının gereken yerlerde ve hassas konularda temas sağladığı Ankara’da çoktan duyulmuş bir söylenti.

Üst düzey yetkililerin açık kaynaklara verdiği demeçlerden anlaşıldığı kadarıyla bu temasların mazisi yedi yıldan fazla. Bu konuda daha fazla detaya gerek yok. Ancak şunun da altını çizelim 2018’den itibaren sahada askerî olarak karşılıklı pozisyon alan iki ülkenin silahlı kuvvetleri de herhangi bir çatışmaya mahal vermemek için yerel temaslarda bulunageldiler.

Diplomatik sürecin bu boyutunu neden anlatıyoruz? Nedeni şu: Masada istediğinizi konuşun, görüşün. Liderlerin konuştuğu ve anlaştığı hususları provoke etmek isteyen üçüncü tarafların faaliyet gösterebileceği en hassas yerler genellikle sahadaki çatışma alanlarıdır. Bu alanda koordinasyon olmadan sağlıklı bir diplomatik süreci yürütebilmek hayal gibi görünüyor. Nitekim haziran ayının başlarında iki ülke güvenlik yetkilileri arasında Rusya’nın katkısıyla önemli bir görüşme yapıldığı haberi basına yansımıştı. Zaten şimdi konuştuğumuz tüm süreç bu görüşmeden sonra kamuoyu önüne taşındı.

Suriye sahası

Görüşme sözcüğü sosyal medyaya düşer düşmez saha karıştı. Her taraftan bir tepki ve karşı hamle yükselmeye başladı. Kuzeydoğu Suriye’den başlayalım.

PKK/PYD

PKK/PYD sürecin sonunda büyük bir kayba uğrayacağını biliyor. Önümüzdeki dönemde muhtemelen üç şey yaşanacak: 1. PYD, Türkiye’nin askerî operasyonuyla tamamen ezilmemek için kısa süre içinde tahminimce (Kasım’a kadar) Şam ile anlaşma yoluna gidecek. Birkaç yıldır federasyon veya özerk bölge talep ederken Cezire civarında birkaç küçük yerde kültürel özerkliğe sahip olmayı kabullenip, militanlarına af talep edecek. Böylece Suriye’nin görünüşte üniter uygulamada parçalı yapısında varlığını uzun vadede korumaya çalışıp, gelecekte yeni bir krizi fırsata çevirmeyi bekleyecek. 2. PKK/PYD konusu Türkiye ile Suriye’nin anlaşmaya vardığı ilk iki konudan birisi olacak. (diğeri İdlib) Şam’dan PYD’ye önce sert bir ültimatom gidecek ve PYD bölgeyi Suriye Ordusu’na teslim etmezse iki ülke tarafından koordineli olarak ezilecek 3. İki ülke başta sadece ilkeler üzerinde anlaşacak ve sonrasında Türkiye, güncellenmiş Adana Mutabakatı çerçevesinde PYD’yi başladığı noktaya geri döndürecek.

Bu üç temel olasılık birbirini tam olarak dışlamıyor. Fakat Ankara’dan açıklamalar gelmeye başlayınca PYD ve onun alt kolları olarak çalışan partiler birlikte Ankara-Şam uzlaşısına karşı olduğunu ilan etti. El altından Şam’a temsilciler göndermeye başladı. Şu ana kadar ABD’li yetkililer “Suriye’den çekilmeye niyetimiz yok” dese de ABD’nin Afganistan’dan çıkmasından bu yana korkulu rüya gören PYD’lilerin bu mesajlara inanmaya niyeti varmış gibi görünmüyor. O nedenle kendilerini garanti altına almak için Şam ve Moskova’ya yakınlaşma süreci başlattılar. Daha önce hiç olmadığı kadar istekli olan PYD’ye karşı Türkiye kozunu oynayan Şam şimdilik ketum davranıyor. Fakat kalkanlarını indirmiş PYD’nin taleplerini nereye kadar düşüreceği bu sürecin gidişatını belirleyecek. Yine de not ediniz; Ankara-Şam görüşmesi olasılığı PYD-Şam görüşmesini tetikledi bile. Yakında haberi gelir.

İdlib

Sahanın hareketlenen diğer bir bölümü İdlib. İdlib’de son sekiz aydır HTŞ’ye karşı protestolar yürütülüyor. Kendisine PYD benzeri bir bölge ve yönetim inşa etmeyi hedefleyen HTŞ, Suriyeli muhaliflerin bölgesini ele geçirmeye çalışınca kendi bölgesinde zayıfladı. Ayrıca İdlib’den El Kaide ve Hizbut Tahrir gibi örgütleri göndermeye çalışırken kurmuş olduğu askerî ve idari yapı çatlamaya başladı.

Görüşme sürecinin başlayacağına dair haberler arttıkça İdlib’deki gösteriler ve olaylar da büyüdü. Bunun iki nedeni var: Endişeye kapılan HTŞ İdlib’de kontrolü yitirmemek için göstericilere karşı daha fazla şiddet uygulamaya başladı ve bu nedenle şiddet ters tepiyor. İkinci nedeni ise göstericiler HTŞ’nin bu süreçten sağ çıkamayacağını düşündüğü için hedeflerine ulaşabilmek amacıyla gösteri temposunu yükselttiler.

Sonuçta aylardır örgütsel çekişmeler ve iç sorunları nedeniyle problemlerle karşılaşan HTŞ, Ankara-Şam uzlaşısı ihtimali güçlenince ciddi bir endişe duymaya başladı. Aslında HTŞ pek de haksız sayılmaz. Rusya ve Suriye Hükümeti’nin 2018 yılından bu yana İdlib konusundaki ısrarı sürüyor. Eğer liderler bir araya gelir de sahada aktif işbirliği başlarsa bunun bir boyutu kuzeydoğu Suriye olacaksa diğer boyutu da İdlib olacak. Bu nedenle HTŞ sahadaki aracılarını devreye soktu ve kuzey Suriye’yi karıştırdı.

1 Temmuz günü Afrin’den Tel Abyad’a uzanan bölgelerde Türk bayrağının yakılması ve Türk makamlarına saldırılmasını içeren eylemlerde HTŞ’ye çalışan bazı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grupları başı çekti. Son olarak Rus uçakları ve Suriye Ordusu’nun İdlib’e yönelik saldırılarında da göreli bir artış başladı. Şu ana kadar bu artış büyük bir operasyon sinyali taşımıyor; fakat izlemeye değer.

Özetle müzakere sürecinin adı dahi İdlib’i hareketlendirmeye yetti. Çoğumuz Ankara-Şam diyaloğunun öncelikli sonucunun Suriye’nin kuzeydoğusunda somutlaşacağını düşünüyor olabilir. Ancak İdlib hepimizi şaşırtabilir. Bunu da not edelim.

Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin terör örgütlerinden temizlediği bölge

Sahadaki son inceleyeceğimiz alan Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin terör örgütlerinden temizlediği bölge. Bu bölge kendi içinde Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı olarak üçe ayrılıyor.

Doğrusu görüşme haberleriyle birlikte en somut olaylar burada yaşandı. Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki bazı gruplar ve onların kışkırtmasıyla sokağa dökülen kalabalıklar önce Türkiye’nin çağrılarını sonra da Kayseri’deki olayları bahane ederek Türkiye’yi temsil eden ne varsa saldırdılar. Olaylarda göstericilerin arasına karışmış silahlı saldırganlardan bazıları öldü ve çok sayıda kişi de yaralandı. Bölge ertesi gün sakinleşmiş gibi görünüyor. Ancak bu görüntü yanıltıcı.

1 Temmuz günü olanlardan tüm SMO unsurlarını sorumlu tutmak yanlış. Yukarıda söylediğim gibi silahlı provokasyonları yapıp, şiddet olaylarına bulaşanların çoğu uzun süreden beri el altından HTŞ için çalışan grupların üyeleri. Ayrıca olayların bastırılmasında Suriye Geçici Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı’na bağlı olan Askerî Polis önemli rol oynadı. Tüm bunlara rağmen sayıca azımsayamayacak ölçüde büyük bir grup SMO bileşeni görüşmelerin kendilerine zarar vereceğine ve gelecekleri konusunda büyük bir belirsizlik olduğuna inanıyorlar.

Türkiye bugüne kadar defalarca muhaliflerin yalnız bırakılmayacağını söylemiş olsa da buna inananlar kadar inanmayanlar da var. Geleceklerinden emin olamayanlar ya sahayı karıştırıyor ya da el altından HTŞ, PYD ve hatta Suriye hükümeti ile iletişime geçip kendilerine bir çıkış yolu arıyorlar. HTŞ ve PYD’yi anladık, Suriye Hükümeti nereden çıktı diyebilirsiniz. Suriye 2011 öncesi bir istihbarat devletiydi. Hükümet ile toplumun farklı tabakaları arasında herkesin bildiği ancak kimsenin diğerine söylemediği “gizli” ilişkiler vardı. İç savaş boyunca bu ilişkilerin devam ettiğine defalarca şahit olduk. Şimdi de geleceğinden emin olmayanlar, daha erken davranıp diğer insan/grupların aleyhine ilişkiler kuruyorlar. Elbette bu ilişkiler “bedava”ya kurulmuyor. Tüm bunlar bölgeye istikrarsızlık unsuru olarak dönüyor.

Sahadaki olumsuzluk SMO’nun geleceğiyle sınırlı değil. Örneğin Suriyelilerin ülkelerine gönüllü geri dönüşünün özendirilmesi bölge halkı tarafından hoş karşılanmıyor. Dahası yasadışı yollardan Türkiye’ye gelmiş kişilerin geri gönderilmesine dair denetimlerin sıkılaşması sahada rahatsızlık yaratmış durumda. Hepsinden öte Türkiye’de bulunan Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönmesi için oluşan politik atmosfer Suriye’nin kuzeyindeki yerel yönetimlerden SMO’ya, STK’lardan Suriyeli siyasetçilere kadar geniş bir kitlede tepki oluşturuyor. Türkiye’de Suriyelilere karşı oluşan tepki Suriye’de karşı tepkiyi üretiyor; benden uyarması.

Suriyeli muhalifler

Görüşmelerin sahadaki son etkisi ise Suriyeli muhalif kurumlar üzerinde yaşanıyor. Muhalif kurumlarda dalgalanmalar başladı.

En iyi kim müzakere eder; kimin desteği daha önemli; Suriye Geçici Hükümeti bu süreci yürütebilecek mi? Ankara ile Şam arasında bir anlaşmaya varılmadan önce Suriye’nin kuzeyinde nasıl bir düzen oturtulmalı? gibi sorular Suriye muhalefetinde son günlerin ana siyasi gündem maddeleri.

Zaten Şam buraları kontrol edecekse tüm bunlara ne gerek var diyebilirsiniz. Şöyle karşılık vereyim: İdlib ve PYD bölgelerinde çözüm nihayetinde namlunun ucunda olacak. Oysa Türkiye’nin desteklediği Suriyeli muhaliflerin geleceği masada belirlenecek. O nedenle kimin nasıl bir yapıyla masaya oturacağı gittikçe önem kazanıyor.

Kim bilir bir gün “büyük tartışmalar”dan fırsat kalır da bu işin pratiğini de konuşabiliriz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x