Doğu Akdeniz ve Ege’deki gerginlik, Yunanistan ile ilişkilerde gerilim, geçtiğimiz yaz hem dış hem iç politika gündeminin ana başlıklarından biriydi, olmaya da devam ediyor. Haliyle navtex, karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, hava sahası gibi kavramları çok sık duyar olduk.
Temelde bu kavramlar etrafında şekillenen ve adaların silahlandırılmasıyla birleşen denklemi anlamak yalnız Türkiye-Yunanistan ilişkilerini, adalar temelli gerilimleri, Kıbrıs meselesini, hava sahası konusundaki karşıt fikirler ve sonucundaki “it dalaşları”nı değil, aynı zamanda bugün özellikle Meis ve Kastellorizo üzerinde odaklanan tartışmayı, Doğu Akdeniz’de şekillenen ittifak sistemlerini ve krizin olası seyrini de aydınlatabilecek ana diplomatik ve askeri kolonu oluşturuyor.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemi ve olası senaryoları daha iyi değerlendirmek için hem kavramları hem de tarihsel arka planı anlatacak bir rehber yardımcı olabilir.
Karasuları
Bir ülkenin topraklarını çevreleyen denizalanı. Bu alanda ülkeler, serbest zararsız geçiş ve hukuki yetki alanına dair sınırlandırmalar haricinde kendi topraklarında olduğu gibi denizde de egemenlik hakkına sahiptir.
Fakat bu basit tanımlama, dikkati çekeceği üzere belirli bir alanı ya da mesafeyi işaret etmiyor. İşte bu mesafenin belirlenmesi asıl sorun ve uluslararası deniz hukukunun önemli çalışma alanlarından biri. Zira devletler karasularının genişliği konusunda pek çok farklı uygulamayı halen sürdürüyor, bu durum askerî ve diplomatik gerilimlere konu olmaya devam ediyor.
Deniz hukukuna dair en önemli girişimlerden olan 1958 Cenevre Konferansı da bu nedenle çıkan anlaşmazlıklar üzerine mesafe ile alakalı herhangi bir bağlayıcı madde içermiyor.
Kıta sahanlığı
Kıta sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında devam eden uzantısı olmakla birlikte 200 mili geçemeyen ve herhangi bir ilana gerek kalmaksızın kıyı ülkesinin fiilen ve doğal egemenlik alanı olarak tanımlanan bölgedir.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)
Daha çok denizlerdeki doğal kaynakları arama ve çıkarma meselesinde gündeme gelen MEB, kıta sahanlığıyla benzer şartları taşımakla birlikte kıyı devleti tarafından ilana bağlıdır. Başka bir devletinkiyle kesişmediği sürece kıta sahanlığının sınırı olan 200 mile kadar uzanabilir ve bu alandaki canlı ve cansız kaynakların kullanımı söz konusu devlete ait olur. Başka bir devletle anlaşmazlık olan bir bölge olması durumunda ise ilan şartı dolayısıyla diplomatik ve askeri gerilim potansiyeli barındırıyor.
Tarihsel arka plan
Lozan Anlaşması’nda tarafların karasularının 3 mil olarak kabul edilmesi gerektiği belirtiliyor. Yunanistan’ın 1936’da bunu tek taraflı olarak 3 milden 6 mile çıkarması önemli bir krize neden olmamıştı. Zira, Yunanistan’ın bu kararı aldığı dönemde Ankara-Atina ilişkilerinde yakınlaşma hakimdi ve öncelikli gündem İtalya’nın Akdeniz’de 2. Dünya Savaşı öncesi oluşturduğu tehdit idi, netice olarak Ankara da bu karar üzerinde durmamıştı.
1964’te Kıbrıs’ta gerilimin yükselmesinin de etkisiyle Türkiye’nin de karasularını 6 mile çıkarmasını temellendiren 476 sayılı Kara Suları Kanunu ile atılan mütekabiliyet adımı 1982’de 2674 sayılı Kara Suları Kanunu ile daha sağlam iç hukuki bir düzleme kavuştu.
Mitolojide Theseus’un babası Aigeus’a ithafen Ege Denizi olarak adlandırılan deniz, tarihsel olarak Osmanlı ve Cumhuriyet kaynaklarında 1940’lara kadar Adalar Denizi olarak geçiyordu. Bu yasalarla Ege’nin nevi şahsına münhasır coğrafi dizaynın dolayısıyla Türkiye’nin karasuları Ege Denizi’nde 6 mil, Akdeniz ve Karadeniz’de 12 mil olarak belirlendi.
Hukuki arka plan
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ülkelere karasularını 3. madde ile 12 mile çıkarma hakkını tanıdı.1 Ancak aynı sözleşmenin 300. maddesi, bunun iyi niyet ve hakkın kötüye kullanılmaması ilkeleriyle temellendirilmesini2 ve dolayısıyla diğer devletlerin hak ve rızasını göz önünde bulundurulmasını şart koştu.
Aynı sözleşme Ege gibi kapalı veya yarı kapalı denizler için zaten bu maddelerin değil 122. ve 123. maddelerin3 uygulanması gerektiğini söyler ve böylesi coğrafi formasyonlarda karşılıklı kıyıları bulunan tarafların uzlaşısını ve rızasını şart koşar. Yani, taraf devletin tek taraflı açıkladığı karasularının kabul görmesi ve uygulanabilmesi için 300. maddede vurgulanan hakkaniyet ilkesinden hareketle, karardan doğrudan etkilenen diğer kıyıdaş ülkelerin tutumu hayati önemde.
Yunanistan iddialarını bu sözleşmeye dayandırmaya çalışıyor. Ama Sözleşme’nin yarı kapalı deniz hükümleri bir kenara bırakılsa dahi, kıyıları bitişik veya karşılıklı olan devletlerin karasularının farklı bir antlaşma taraflar arası sağlanamadığı takdirde -ki Türkiye ile Yunanistan arasında böyle bir anlaşma yok- 15.madde uyarınca ortay hattın ötesine uzatılamayacağının altını çizer.4
BM Sözleşmesi neden nihai tanımlar yapmıyor?
Ülkelerin coğrafi koşullar, tarihi bağlar ve ekonomik dinamikleri nedeniyle birbirinden farklı şartları var. Bu nedenle de 1982 Sözleşmesi karasuları meselesini nihai kararlara bağlamayı uygun bulmuyor. Uzlaşı ve rıza sağlanırsa 12 mil hakkını tanıyor.
Zaten dünyada 30’dan fazla devlet de halihazırda -3 milden 200 mile kadar uzanan bir yelpazede- 12 milden az veya çok karasularına sahip durumda ve dünyada karasuları anlaşmazlıklarına dair süregelen onlarca vak’a bulunmakta- ki bu da sözleşmenin aksine pek çok düzenlemenin rıza ve uzlaşmayla yapılabileceğini veya aksi bir durumda anlaşmazlığın süreceği ve bahsi geçen metnin bu konuda ana çözüm noktası olamayabileceğini gösteriyor.
Türkiye 1982 Sözleşmesi’nin tarafı mı?
Bunların ötesinde zaten Türkiye 1982’deki sözleşmenin imzacısı değil. Dolayısıyla bu sözleşmenin Türkiye’ye uygulanması veya bunun üzerinden argüman geliştirilmesi de temelsiz kalıyor.
Casus belli (savaş nedeni)
Adaların coğrafi konumu, Ege’nin yarı kapalı bir deniz olması ve toplam kıyıdaşlar arası mesafenin iki tarafa da 12’şer mil alan kullanımına izin vermeyen yapısı dolayısıyla Türkiye, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmaya kalkışmasını casus belli (savaş nedeni) sayacağını 1976’da dönemin Dışişleri Bakanı Şükrü Elekdağ vasıtasıyla ABD’li mevkidaşı Henry Kissinger’a ifade etmişti.
Yunanistan’ın daha önce imzaladığı ancak parlamentosunda onaylatmadığı BM’nin 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni 1994’de Parlamentosu’nda onaylatmasından sonra Türkiye de 1995’te askeri gücü de kapsar biçimde gereğinde kullanılmak üzere Meclis’i yetkilendirdi ve olası 12 mil kararını savaş sebebi sayma söylemini güçlendirdi.
Yunanistan Ege’yi nasıl bölüşmek istiyor?
Böyle bir paylaşım halinde, Yunanistan lehine oldukça ciddi bir avantaj sağlanırken, Türkiye neredeyse hiçbir fayda sağlayamaz, uluslararası sular da ciddi anlamda daralır.
Uluslararası ilişkilerci Prof. Dr. Tayyar Arı’nın konuda öncü kabul edilen Ege Sorunu ve Türk-Yunan İlişkileri: Son Gelişmeler Işığında Kara Suları ve Hava Sahası Sorunları makalesine göre, böylesi bir senaryoda, Ege’nin bütününde Türkiye’nin karasuları hâlihazırdaki yüzde %7.47 oranından %8.76’ya çıkarken, Yunanistan tarafında %43.68’den %71.53’e bir artış ve açık deniz alanlarında %48.85’ten %19.71’e bir azalma gerçekleşir.
Böyle bir durumda, Türkiye açısından Ege’de seyrüsefer oldukça zorlaşır. Akdeniz’e Ege’den çıkış, Yunanistan izni ve bilgisi olmaksızın imkânsız hale gelir. Ege’deki ticaret tamamen Yunanistan kontrolünde ve izninde gerçekleştirilen bir hal alır. Karadeniz ile Akdeniz arasındaki rotayı ticaretinde kullanan tüm aktörler bundan etkilenir. Ticaret serbestisi olan uluslararası suların azalmasıyla bölgenin ekonomik hareketliliği de önemli ölçüde düşer.
Hava sahası
Hava sahasının karasularıyla aynı ölçüde olması ilkesi vardır. Karasuları henüz 1936’daki 6 mile artışı dahi yaşamamışken iki ülke arasındaki yumuşama döneminde Yunanistan hava sahasını 6 milden 10 mile çıkardı.
Yunanistan buna o dönem itiraz gelmemesini, tezlerinin bir parçası olarak kullanıyor. Türkiye ise 1975’e kadar Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’ne bildirilmeyen bu kararın yalnızca bir iç hukuk düzenlemesi olduğunu ve Türkiye’yi bağlamadığını vurguluyor.
Pek çok adada 6 mil, hatta kimilerinde 3 mil karasularının dahi uygulanmasının Anadolu’ya yakınlık nedeniyle mümkün olmadığı bir denklemde 10 mil hava sahası elde etmeye çalışmak sahadaki coğrafi somut gerçeklerden uzak bir yaklaşım olarak görülüyor.
FIR hattı
Bu 10 mil geriliminin bir diğer boyutu ise bu meselenin Yunanistan tarafından FIR hattı konusuna bağlanma çabasıdır.
Fır Hattı (Flight Information Region), belli bir hava sahası içinde uçuş bilgi hizmeti ve ikaz hizmeti verilmesidir ve temelde teknik bir denetleme vazifelendirmesidir. Dolayasıyla herhangi bir biçimde egemenlik haklarıyla çelişecek bir alanı ifade etmez. Fakat Yunanistan 1952’de kendisine yetkilendirilmiş olan ve Ege uluslararası hava sahasını kapsayan FIR hattını askeri ve siyasi bir egemenlik sahasına dönüştürme çabası içinde. Hava sahasını 10 mile çıkarmanın yolunu FIR hattı üzerinden arıyor. Türkiye ise bu çabayı kesin bir dille def’aten ve uluslararası platformlarda reddediyor ve hava sahasının da kara sahasının ölçüsü olan 6 mil ile sınırlı olması gerektiğini vurguluyor. 10 mil yerine bu 6 millik alanın NATO tatbikatlarında da dikkate alınması, Türkiye’nin elini güçlendiriyor ama hukuksuz biçimde 6 milden farklılık arz eden bu 10 mil arasındaki 4 mil de iki ülke arasındaki gerilimin önemli merkezlerinden biri olmaya devam ediyor.
NOTAM
Yunanistan’ın hava sahası iddialarında kullanmaya çalıştığı önemli araçlarından biri de havacılara uçuş ve yer emniyetini etkileyebilecek önemli bilgilerin duyuruları olarak tanımlanabilecek NOTAM (Notice to Airmen).
Ülkelerin NOTAM’larının uluslararası teamül ve kurallara binaen değiştirilmeden yayınlanması gerekir. Ama özellikle Türkiye’nin askeri tatbikatlarla ilgili olarak yapılması gereken NOTAM’ları Yunanistan değiştiriyor ya da geç duyuruyor. Bu da iki ülke arasında başka bir gerilime yol açıyor. Yunanistan ayrıca Limni Kontrol Sahası, H-59, G-18 ve B-7 gibi pek çok usulsüz kontrol sahası ve ulusal hava koridoru ya da yolu ilan ederek de farklı araçlarla geçmiş on yıllarda da buradaki duruma fiili bir kalıcılık sağlama çabasını ortaya koydu.
NAVTEX
Navigational Telex’in kısaltması olan kavram kıyı istasyonlarından gemilere yapılan uyarılara dair yayınları almaya ve göndermeye yarayan cihazı ifade ediyor, sistem üzerinden iletilen uyarı notları da yaygın biçimde yine bu kelimeyle isimlendiriliyor. 1999’da yürürlüğe giren ve denizde haberleşme ve güvenliği küresel ölçekte standart biçimde düzenlemeyi amaçlayan Küresel Deniz Tehlike ve Güvenlik Sistemi (Global Maritime Distress and Safety System – GMDSS) düzenlemesine tabi tüm gemilerde -12 kişiden fazla yolcu taşıyan her deniz aracı ve 300 grostondan büyük uluslararası rotalı yük gemileri- bulunması bu uyarıların alınabilmesi ve dolayısıyla güvenli seyrüseferin sağlanması için şart olan bu sistem meteoroloji tahminleri, seyir bilgileri, aciliyet, emniyet ve denizde çalışma yapılan sahalar hakkında bilgi verir.
Dolayısıyla güncel gerilimde görüldüğü haliyle askeri tatbikat ya da atış talimleri öncesi de NAVTEX yayınlanması gerekir. Bu gereğin ötesinde ülkeler kendi yetki sahalarında NAVTEX yayını gerçekleştirme hakkına sahip olduğu için bölge üzerinde egemenlik iddiasının altını çizer ve içerdiği tarih aralığında diğer aktörlerin belirtilen alanda hareketini kısıtlar.
Adaların silahlandırılması
Ege’nin yüzde 10’u kadar bir yüzölçümüne denk gelen 3000’den fazla ada, adacık ve kayalığın sadece yaklaşık 100’ü insan yaşamına elverişli.
Bu 3000’den fazla ada, adacık ve kayalığın 60 civarı Türkiye’ye ait. Daha önce 1912’de Uşi Antlaşması ile İtalya’ya bırakılmış olan Menteşe bölgesindeki 13 ada ve Akdeniz’deki Meis Adası’na dair Lozan’ın 15. maddesi5 bu devrin kabulünü tekraren kayda geçirmiştir. Ancak bunlar, 2. Dünya Savaşı sonrası 1947’de Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi6 ile İtalya tarafından Yunanistan’a devredildi. Bu madde devredilen adaların silahlandırılamayacağını net biçimde ifade ediyor. İlaveten 1923’tekşi Lozan Barış Antlaşması’nın 12.7 ve 13.8 maddeleri ve aynı yıl imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 49 ve 6.10 maddeleri de Ege’de Yunan hakimiyetinde kalan adaların hangilerinin silahlandırılamayacağına dair diğer hukuki dayanakları oluşturuyor. Fakat 1960’lardan başlayarak Kıbrıs gerilimiyle bağlantılı biçimde, Yunanistan bu adaları silahlandırmaya başladı.
Sorunu daha da karmaşıklaştıran bir başka nokta da Lozan’ın 12. Maddesi. Bu maddenin ilgili bölümü11 Anadolu’ya 3 milden daha yakın adaların aksi bir hüküm olmadıkça Türkiye’ye ait olduğunu söylüyor. Meis, Sakız, Sisam, Sömbeki, İstanköy gibi adalar da Anadolu’ya -kimisi de 3 milden az olmak kaydıyla- aşağı yukarı 3 mil civarı uzaklıkta. Dolayısıyla ana metinlerden sapmaların bu madde gibi kimi maddelerin gözden geçirilmesine yönelik talepleri de beraberinde getirmesi ihtimal dahilinde. Karasuları bakımında ele alındığında ise pek çok ada ile Anadolu arasında 12 mil bir yana 6 milin sağlanması bile mümkün değil. Bu da aslında Ege Denizi’ndeki durumun ne denli istisnai bir durum olduğunu gösteriyor. Bütün bunlar da bu adaların egemenliği meselesini gündeme getiriyor, silahlandırılmaları durumundaki asimetrik güvenlik denklemine dair fikir veriyor.
Bu seferki gerilim neden öncekilerden farklı?
Bütün bu saydığımız nedenlerle, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi söz konusu olduğunda yaşanan sorunlar yeni değil, 1970’ler ve 1990’larda bu gerilim atmosferinin iki ülke ilişkilerinde belirleyici olduğu bir gerçek. Bugünlerde aşırı sağın yükseldiği, aşırı solun tarihsel olarak güçlü olduğu Yunanistan’da hem bu aktörler hem de siyasal yelpazenin daha merkezindeki aktörler bile, istisnai dönemler hariç Türkiye karşıtı söylemde birleşiyordu. Fakat bu seferki gerilimin yine de başka bir özelliği var; daha öncekiler bu kadar uluslararası sorun haline gelmemişti.
Diğer yandan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un söylemleri ve Avrupa Birliği’nden gelen açıklamalarla krizin uluslararası boyutu derinleşiyor. Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail gibi aktörlerin tutumları ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan’a destek açıklamaları gerilimin Doğu Akdeniz’de ve Libya’da yaşananlarla ilişkisini daha kuvvetli hale getiriyor ve gerilimin sınırlarını genişletiyor.
Meis Adası neden önemli?
Meis adası, Türkiye’ye 2 kilometre uzaklıkta. Bu küçük adanın önemi Akdeniz’de 2000’li yılların başında keşfedilen doğalgaz yatakları nedeniyle sürekli artıyor. Özellikle 1947’de Yunanistan’a silahlandırmama şartıyla devrine karşın görülen Yunan askeri hareketliliği ise mevcut gerilim atmosferinde önemli bir risk unsuru oluşturuyor.
Kıbrıs, Mısır ve İsrail açıklarında bulunan doğal gaz kaynaklarını Avrupa pazarına ulaştırmanın bir yolu, her ne kadar uzmanlarca ekonomik bulunmasa da bir boru hattı. Ekonomik olarak hattın uygulanmasının önündeki engeller bir yana Türkiye açısından önemli sonuçlarından biri ise oluşan ittifakların bölgede Türkiye’ye karşı bir cephenin altını çiziyor oluşu. İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin East – Med Pipeline (Doğu Akdeniz Boru Hattı) adı verilen bu projeyi Rus doğal gazına bağımlılığını azaltma peşindeki Avrupa Birliği de destekliyor. Avrupa Birliği’nin daha önce desteklediği projelerde Rus dahlinin oyunu nasıl bozduğuna dair Nabucco tecrübesi ise oldukça taze.
Fakat bu projenin hayata geçebilmesi için Kıbrıs adası ile Yunanistan’ın Girit Adası arasındaki 750 mil uzunluğundaki denizin GKRY ve Yunanistan yetki alanı olarak paylaşılması gerek. Bu da ancak Meis Adası’nın karasularının 12 mile çıkarılmasıyla mümkün. Öte yandan kaynakların çıkarılması ve satışı noktasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarına vurgu yapan ve çakışan yetki alanlarında kendi arama faaliyetlerini gerçekleştiren Türkiye bu konuda kararlılığını sürdürüyor.
Türkiye bu bağlamda bir karşı bir hamle yaparak, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan, başkent Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanlarını sınırlandıran bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmayla Girit Adası’nın doğusunda kalan ve Yunanistan’ın kendi yetki alanı olarak gördüğü bölge Türkiye ile Libya arasında paylaşıldı. Cevaben Yunanistan benzer bir anlaşmayı Mısır’la yaptı. 3. Tarafları ilgilendiren anlaşmalarda ikili anlaşmaların bağlayıcılığının sınırı ise uluslararası hukuk açısından oldukça tartışmalı. Böylece Ege Denizi’nde olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de de Türkiye ve Yunanistan’ın yetki alanları iddiaları çakıştı.
Yunanistan’ın amacı ne?
Bu iklimde Türkiye’nin def’aten Yunanistan’ı masaya çağırması hatta tarafların NATO aracılığıyla görüşeceklerine dair çıkan haberlere karşın Yunanistan’ın özellikle AB desteği sayesinde eriştiği uluslararası desteği kullanarak durumu bir fait accompli yani oldubitti ile çözmeye gayret gösterdiğini, fiili durum oluşturmaya çalıştığını ve oluşan ittifak sistemlerini kökleştirerek Türkiye’yi kalıcı bir bölgesel yalnızlığa itmeye niyetlendiğini söylemek mümkün.
Türkiye ise şu ana kadar oluşan hukuksuz duruma hem diplomatik çabalar hem de sahadaki askeri gücününün altını çizmek suretiyle ve Mavi Vatan kavramsallaştırmasına dair farkındalığı iç kamuoyunda da artırarak bütüncül bir direnç gösteriyor, tarafları haklı argümanlarını tartışabileceği bir masaya çekmeye çalışıyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 21 Eylül 2020’de yayımlanmıştır.
- Her devlet karasularının genişliğini tesbit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu Sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez.
- Taraf Devletler işbu Sözleşme hükümleri uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeli ve işbu Sözleşmede tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak biçimde kullanmalıdırlar.
- Md. 122: İşbu Sözleşmenin amaçları uyarınca “kapalı veya yarı kapalı deniz”den, iki veya daha çok devlet tarafından çevrili ve diğer bir denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunan veyahut da bütünüyle veya büyük bir bölümü ile, iki veya daha çok devletin kara sularından ve münhasır ekonomik bölgelerinden oluşan bir körfez, bir deniz havzası veya bir deniz anlaşılır.
Md. 123: Kapalı veya yarı kapalı bir denize sahildar olan devletler, işbu Sözleşme gereğince kendilerine ait olan hakların kullanılmasında ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinde aralarında işbirliğinde bulunmalıdırlar. Bu amaçla, doğrudan doğruya veya ilgili bir bölgesel kuruluş aracılığı ile aşağıdaki konularda gayret göstereceklerdir: a) Denizin canlı kaynaklarının yönetimini, araştırılmasını ve işletilmesini koordine etmek; b) Deniz çevresinin korunmasına ve muhafazasına ilişkin haklarının kullanılması ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesini koordine etmek; c) Bilimsel araştırma politikalarını koordine etmek ve gerektiği takdirde, söz konusuysa bölgede ortak bilimsel araştırma programlarına girişmek; d) İşbu maddenin uygulanmasında, kendileriyle işbirliğinde bulunmaları için, gerektiğinde diğer devletleri veya ilgili uluslararası kuruluşları davet etmek. - İki devletin sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğunda, aralarında aksine anlaşma olmadıkça, bu devletlerden ne birinin ne de diğerinin kendi karasularını, bütün noktaları bu iki devletin herbirinin karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatların en yakın noktalarından eşit uzaklıkta bulunan orta hattın ötesine uzatmaya hakkı yoktur. Bununla beraber bu hüküm, tarihi hakların veya diğer özel durumların varlığı nedeniyle, her iki devletin karasularının başka şekilde sınırlandırılmasını gerekli olduğu durumlarda uygulanmaz.
- Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer : Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Koş) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası
- 1. İtalya işbu antlaşma ile aşağıda belirtilen Oniki Ada’yı tüm egemenliği ile Yunanistan’a terk eder: Stampalia(Astropalia), Rhodes(Rhodos), Calki(Kharki), Scarpanto ,Cassos (Casso), Piscopis(Tilos), Misiros(Nisiros), Calimnos(Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos(Lipso), Simi(Symi), Cos(Kos) ve Castellorizo ve bitişik adacıklar.
2.Bu adalar silahsızlandırılacak ve öyle kalacaklardır.
3.Bu adaların Yunanistan’a devriyle ilgili usul ve teknik şartlar Birleşik Krallık hükümeti ile Yunanistan hükümeti arasında anlaşma ile karar verilecektir ve bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 90 gün içinde yabancı birliklerin çekilmesi için gerekli düzenlemeler yapılacaktır. - İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.
- Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeği yükümlenirler :
Birincisi : Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır.
İkincisi : Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır.
Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır.
Üçüncüsü : Söz konusu Adalarda Yunan, Silâhlı Kuvvetleri, silâh altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır. - İlgili maddenin 3. Fırkasına göre “Semadirek, Limni, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları” askerden arındırılacaktır.
- 8. Maddenin İstanbul ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, askerden arındırılmış bölge ve adalarda hiçbir tahkimat, kalıcı topçu unsuru, denizaltı gemileri dışında denizaltı savaş motorları, askeri hava unsuru ve deniz üssü bulunmayacaktır.Askerden arındırılmış bölge ve adalarda, düzenin sağlanması için gerekli polis ve jandarma kuvvetleri dışında hiçbir silahlı kuvvet konuşlandırılmayacaktır. Bu tür kuvvetlerin silahlanması yalnızca tabancalar, kılıçlar, tüfekler ve her yüz kişi için dört Lewis silahından oluşacak ve herhangi bir topçu ögesi içermeyecektir. Askerden arındırılmış bölge ve adaların karasularında, denizaltı gemileri dışında denizaltı savaş motorları bulunmayacaktır.
- … Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.