Türkiye’den Almanya’ya göçün bilinmeyenleri

Almanya’nın 60 yıl önce Türkiye’den işçi almasının tek nedeni iş gücü açığı mıydı? Diğer hangi jeopolitik faktörler göçün başlamasında ve devam etmesinde etkili oldu? Hangi stratejik sonuçları ortaya çıkardı? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

30 Ekim 1961’de Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti Bonn yakınındaki Bad Godesberg kasabasında imzalanan Almanya-Türkiye İşgücü Anlaşması iki ülke arasında gününüzde de sürmekte olan kitlesel göç hareketlerini başlattı. Bu hareketlerin Türkiye–Almanya ve Türkiye–Avrupa Birliği arasındaki ikili ilişkilere, uluslararası siyasete ve hatta Türkiye’nin jeopolitiğine son derece önemli etkileri oldu.

Türk göçmenlerin Almanya’nın ekonomisine, demografik ve toplumsal yapısına, kültürel dokusuna çok yönlü ve kalıcı katkıları oldu. Öte yandan bugün Almanya Türkiye’nin en önemli ticaret partneri, ticaret hacmi 2020 yılı itibari ile 36,6 milyar Euro. Türkiye’de 7.400 Alman ortaklı şirket aktif.

Başlangıçta bir sözleşmeli işçi göçü olarak başlayan süreç, 1970’lerde geride kalanların (çocuklar, eşler ve anne-babalar) Almanya’ya göçü ile devam etti (aile göçü). Bunu 80’li yıllarda siyasi mülteci göçü, 90’lı yıllarda ise etnik gerilim ve terörle mücadelenin tetiklediği göç hareketleri –Kürt kökenliler ağırlıktaydı – takip etti (siyasi göç). 90’lı yıllardan itibaren iki farklı göç biçimi daha eklendi Türk-Alman göç koridoruna: Öğrenci göçü ve yüksek nitelikli iş gücü göçü.1

Almanya neden Türkiye’yi tercih etti?

60 yıl önce, Almanya’nın Türkiye’den işçi almaya karar vermesinin tek nedeni, 1955’te başlayan İtalyan göçüne rağmen 1960 yılında hâlâ 487 bin istihdama açık işin mevcut olması değildi. Bunun iç siyasi nedenleri de vardı.

1950’li yıllarda işçi sendikaları örgütlü ve sol partilerle – Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve daha sonra kapatılacak olan Almanya Komünist Partisi (KPD) ile – yakın ilişki ve iş birliği içindeydiler. 1950–1960 yılları arasında reel ücretlerin yüzde 67 oranında artmış olmasından iş çevreleri pek hoşnut değildi. Dolayısıyla muhafazakâr–liberal iktidar yurt dışından işçi alımıyla sendikaların ve sol partilerin gücünü dengelemeyi amaçlıyordu.

Ayrıca Türkiye ile işçi alımı sözleşmesinin jeopolitik boyutu da vardı. Dönemin Konrad Adenauer (1949–1963) başkanlığındaki hükümeti işçi alımıyla NATO müttefikinin kalkınmasına yardımcı olmak, böylece Türkiye’nin siyasi istikrarına katkı sağlamak istiyordu, çünkü Türkiye, Sovyetleri güneyden dengelemek suretiyle Almanya’nın üzerindeki askerî baskıyı azaltıyordu. Türkiye, Soğuk Savaş’ın anti-komünist atmosferinde Avrupa ve Alman kamuoyunda laik bir toplum ve Sovyet tehdidine karşı güvenilir bir müttefik olarak algılanıyordu. Eğer o dönemde de günümüzde olduğu gibi “uygarlıklar çatışması” benzeri bir jeopolitik bakış açısı hâkim olsaydı, muhtemelen Türkiye ile işçi alım sözleşmesi yapılmazdı.

Jeopolitiğin Türk – Alman göçüne etkileri

Jeopolitiğin Türk-Alman göçüne etkisini 1973’te yurtdışından işçi alımının askıya alınmasında da görüyoruz. Vietnam Savaşı’nın yarattığı mali ve parasal sıkıntılarla bunalan Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkan Richard Nixon, 1971 yılında doların altın karşılığı olarak basılması ilkesini terk edince, dünyadaki bütün kâğıt paralar karşılıksız kaldı ve bu da gelişmiş ülke ekonomilerinde türbülansa yol açtı. Arkasından OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü), İsrail’e desteğinden dolayı Batı dünyasına tepki duyarak petrol ihracatını kısınca, ekonomik dengeler değişti, gelişmiş ülkelerde durgunluk yaşandı Jeopolitik türbülansın yol açtığı işsizliğin de etkisiyle Alman hükümeti yurt dışından işçi alımını askıya aldı. Bu, Alman iş piyasasını rahatlatsa da ülkedeki göçmen sayısının artmasını önleyemedi, zira diğer göçmen grupları gibi Türkler de aile birleşimi hakkından yararlanarak geride kalan eşlerini, çocuklarını, hatta anne-babalarını yanlarına aldılar.

1982 yılı Türk-Alman göçü için bir başka dönüm noktası oldu. Helmut Schmidt başkanlığındaki sosyal-liberal koalisyon hükümetinin yerine kurulan muhafazakâr-liberal koalisyon hükümeti, Türkleri ülkelerine dönmeye teşvik etmek için bir Geri Dönüşü Teşvik Yasası (1983) çıkardı. Şansölye Helmut Kohl, Türkleri Alman toplumuna ‘entegre’ etmenin olanaksız olduğu kanısındaydı. Çünkü Türkler kültür olarak çok farklıydı ve dini aidiyetleri Alman toplumuna intibak etmelerine engeldi. Bu uygulama sayesinde 1985’lere kadar 200 bin ile 400 bin kadar Türk’ün Türkiye’ye döndüğü tahmin ediliyor.

Hıristiyan-Demokratların tavır değişikliğini iki gelişmeyle açıklayabiliriz: Birincisi, 1960’lı yıllarda yurt dışından gelen işçilerin bir süre sonra ülkelerine dönecekleri varsayılıyordu. Bundandır ki ‘misafir işçi’ olarak tanımlanıyorlardı. Ancak 1970’li yılların sonlarına doğru göçmenlerin Almanya’da kalıcı olduğu anlaşıldı. İkincisi, 1979 yılı sonrasında yaşanan petrol krizi, gelişmiş kapitalist ülkeleri olumsuz etkiledi; birçok sanayi kolunda rasyonalizasyona gidilmesi işsizliğe yol açtı. Üçüncüsü, 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye’de siyasi istikrarı sağlamış, ülkenin Batı askeri ittifakındaki yerini sağlamlaştırmıştı. Dolayısıyla Almanya’nın Türkiye’ye dönük – olası bir sol iktidarla Sovyetlerin etki alanına girmesi gibi – jeopolitik kaygıları kalmamıştı.

1980’lerde de Türklerin Almanya’daki sayısı arttı. Darbe sonrası siyasi amaçlı gelenlerin de etkisiyle Türk toplumu politikleşti ve topluluk içi kutuplaşma biraz daha derinleşti. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı DİTİB, Süleymancılar, Millî Görüş, Kaplancılar ve diğer radikal dini yapılanmaların etkisini dengelemek ve kırmak amacıyla 1983 yılında kuruldu. Türklerin göç ve entegrasyon tartışmalarının odağına yerleştirilmesi, onların yerlilerce adeta bir günah keçisi olarak algılanmalarına yol açtı ve Türklere yönelik ırkçılığı, şiddeti tetikledi.

1980’li yıllarda Türkler ırkçı saldırılara maruz kaldılar. Diğer taraftan ise – özellikle Yeşiller ve SPD’nin çabalarıyla – Türklerin topluma entegre edilmeleri, siyasete katılımlarının gerekli olduğu gündeme getirildi. Ancak bu çaba, bir başka jeopolitik altüst oluş sonucu gündemden düştü. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve iki Almanya’nın birleşmesi (1991) Türkleri olumsuz etkiledi; zira ülke sathında milliyetçi dalgalanma yükseldi.

1998’de Georg Schröder başkanlığında kurulan SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti ise olumlu bir dönemeç olarak addedilebilir. Bu dönemde Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu en yetkili kişilerce vurgulandı ve 2000 yılında vatandaşlık yasası liberalleştirildi.

Türk Diasporası ve etkileri

Almanya’daki Türk toplumunu; farklı kimliklerini, kültürlerini, dini aidiyetlerini koruduğu, Türkiye ile güçlü iletişimsel ağlara, kültürel, duygusal ve siyasal bağlara sahip olduğu için ‘diaspora’ olarak tanımlıyoruz.

Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 52,6’sı Almanya doğumlu, yüzde 47,4’ü ise Almanya’ya Türkiye’den göç edenlerden oluşuyor. Bundan başka Türklerin yüzde 37,3’ü 40 yıldan fazla, yüzde 42,2’si 20 yıldan fazla, yüzde 11,7’si ise 10 yıldan fazla bir süredir Almanya’da yaşıyor. 10 yıldan az bir süre Almanya’da yaşayan yüzde 8,8’lik bir kesim var ki, onları yeni gelenler olarak değerlendiriyoruz.2

Almanya’da 2019 itibarı ile toplam nüfusun (81,8 milyon) yüzde 26’sı, yani dörtte biri göçmen kökenli (21,2 milyon). Bunların 10,1 milyonu, yani yüzde 12,4’ü yabancı ülke vatandaşı.3

Göçmen ve göçmen kökenliler arasında ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 2020 Haziran ayı itibarıyla 1,33 milyon ile Polonyalılardan sonra (1,6 milyon) ikinci sırada yer alıyor. Ancak Alman vatandaşı olan Türkiye kökenlileri de eklediğimizde, Almanya’daki Türklerin toplam nüfusu 2,9 milyon civarında olup en kalabalık göçmen grubunu oluşturuyor.4

Yeni teknolojik imkânlar ve çeşitlenmiş iletişim araçları sayesinde Türklerin Türkiye ile iletişimleri daha örgün ve sık dokulu, etkileşimleri ise çok boyutlu. Bu durum, bir taraftan özgürlüklerin ve bireysel olanakların alanını genişleterek, farklı ulus aşırı (trans-nasyonal), dünyaya açık ve daha kozmopolit yaşam biçimlerini kolaylaştırırken, öte taraftan toplum içi gerilimleri, kutuplaşmayı, hatta yerlilerle ve Alman toplumunun kurumlarıyla gerilimleri tetikliyor. 2013 yılı itibariyle Türkiye’de gelişen Gezi Parkı protestoları, başarısız darbe girişimi, Türkiye’nin Suriye’ye müdahaleleri gibi olaylar yahut Arap dünyasındaki jeopolitik altüst oluş Almanya’daki Türk diasporasını olumsuz etkiledi.

Kutuplaşma ve iç politika–dış politika muğlaklığı

Almanya’da bir Türk diasporasının şekillenmesi, Türkiye hükümetinin bakış açısını da değiştirdi. ‘Gurbetçi’ diye hitap edilen Türklere, 1980’ler sonrası ‘Avrupa Türkleri’ denmeye başlandı. 2000’li yılların sonlarına doğru ise diaspora kavramı kullanılır oldu.

AKP hükümeti Almanyalı Türklerle Türkiye’nin ilişki ve bağlarını kurumsal bir çerçeveye oturtma çabası içine girdi, 11 Eylül sonrası küreselleşmenin gereklerine uyum sağlamak adına jeopolitik mülahazalarda bulundu. Zira uyumsuz ve örgütsüz bir Türk toplumunun Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde ayak bağı olacağı düşünülüyordu.

Türkler bulundukları ülkenin dilini öğrenmeli, toplumsal yaşamın her alanında varlık göstermeli, yaşadığı ülkenin vatandaşlığına geçmeli, siyasete katılıp gerektiğinde Türkiye yararına lobi yapmalıydı. Ankara kendine yurt dışındaki diaspora oluşum ve örgütlerini destekleme hedefini koydu; var olan oluşumları yeniden değerlendirme (DİTİB, TİKA) ve Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi yeni örgütlenmeler oluşturma yoluna gitti. 2008, 2009 ve 2010 yıllarında diaspora çalıştayları düzenledi.

Alman ana akım siyaseti ise Türklerin Türkiye ile yoğun ilişki içinde olmasına daima mesafeli yaklaştı. Ankara’nın Türklerle yakından ilgilenmesini hoş karşılamadıkları gibi, örneğin dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da kapalı salon toplantılarında binlerce Türk’e hitap etmesini eleştirdiler.

İkili ilişkilerin gerginleşmesiyle birlikte hükümetin diaspora politikası ve etkinlikleri de açık hedef halini aldı. Örneğin Nisan 2017’deki referandum sürecinde Almanya’da siyasi kampanya yürütme isteği, Türklerle Alman yöneticilerini karşı karşıya getirdi. AKP’ye bağlı Uluslararası Demokratlar Birliği (UID) darbe girişimi sonrası Köln’de Türk hükümetiyle dayanışma amaçlı düzenlediği mitingde, Türkiye’de idam cezasının yeniden getirilmesi yönünde sloganların atılması Alman medyasında sert tepkilere neden oldu. Almanya’ya aidiyetleri ve sadakatleri sorgulandı, toplumsal bütünleşme karşıtı oldukları öne sürüldü.5

Almanya’daki Türklerin bir kısmı Türk hükümeti tarafından DİTİB, UID gibi diaspora kurumları ve hükümete yakın Türk göçmen örgütleri üzerinden mobilize edilmeye çalışıldı. Diğer bir kesim ise solcu radikaller, PKK yanlısı veya Kürt milliyetçi çevre ve gruplar tarafından harekete geçirildi. Örneğin Suriye’deki iç savaşın kızışması, özellikle de Kobane kuşatması sonrası Alman aşırı sol çevrelerin de desteğiyle Türk ve Kürt aşırı sol gruplar etkinliklerini artırdılar. Eylül 2016’da bu grupların Köln’de Türk hükümetine ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı düzenledikleri protesto mitinginde Almanya’da da terör örgütü olarak sınıflandırılan PKK sembolleri yer aldı ve üst düzey örgüt yöneticilerinin video mesajları yayınlandı.6

Göçün Türkiye’nin jeopolitik değerine katkısı

Görüldüğü gibi jeopolitik türbülanslar Türk diasporasının iç çelişkilerini ve kutuplaşmasını derinleştirmekle kalmadı, Alman toplumu ve kurumlarıyla da gerilimlere yol açtı. Almanya’nın Türkiye siyaseti salt bir dış politika olgusu olmaktan çıktı, Almanya’nın iç meselesi haline geldi. Diğer taraftan Alman hükümetinin Türk diasporasına yönelik siyaseti de salt bir iç politika meselesi olmaktan çıktı, Almanya’nın Türkiye’ye yönelik dış politikasının bir parçası haline geldi.

Türk göçünün Türkiye’nin jeopolitiğine olumlu bir katkısı var: Almanya, Türkiye’de olası bir iç karışıklığın kendisine düzensiz göç olarak yansıyacağının bilincinde. Bu da iki ülke arasında stratejik çıkarların uyuştuğu önemli bir alan teşkil ediyor. Göçün Türkiye’nin jeopolitik değerine katkısına olumlu yansımasının bir başka örneği ise 2016’da Türkiye ile AB arasında gerçekleştirilen mülteci anlaşması.

Yazımızı göç ve jeopolitik ilişkisi üzerine üç değerlendirmeyle noktalayalım:

Birincisi, günümüzde göç, salt kişisel bir tercih ve ekonomik bir olgu olmanın ötesinde, uluslararası siyasetin ve jeopolitik türbülansların da tetiklediği bir olgu. Geleceğin göçlerinin büyük ölçüde jeopolitik kaynaklı olacağını söyleyebiliriz.

İkincisi, Türkiye ile Almanya arasındaki göç hareketleri, hem entegrasyon ve diaspora oluşum sürecini etkiledi hem de jeopolitik değerlendirmeleri şekillendirdi. Örneğin göç koridoru olması Türkiye’nin Almanya ve Avrupa Birliği nazarındaki jeopolitik değerini öne çıkardı.

Üçüncüsü, Türk hükümetinin diaspora siyaseti geliştirmesinin arka planında da jeostratejik mülahazaları ve zorunlulukları görüyoruz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Ekim 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Bkz. Yaşar Aydın, »The Germany-Turkey Migration Corridor: Refitting Policies for a Transnational Age«. Washington, DC: Migration Policy Institute, (internet ulaşımı: https://bit.ly/3aRZHlM, son erişim tarihi: 15.5.2021).
  2. Bkz. BAMF, Migrationsbericht 2019, Berlin, 2020, s. 201, 205.
  3. Bkz. DeStatis, »Bevölkerung mit Migrationshintergrund 2019 um 2,1 % gewachsen: schwächster Anstieg seit 2011«. Statistisches Bundesamt sayfasında, 28.07.2020 tarihinde: https://bit.ly/3n7bjqT, son erişim: 02.09.2021.
  4. Bkz. DeStatis, »Bevölkerung in Privathaushalten nach Migrationshintergrund im weiteren Sinn nach ausgewählten Geburtsstaaten« Statistisches Bundesamt sayfasında, 28.07.2020 tarihinde: https://bit.ly/3vy7OgP, son erişim: 02.09.2021.
  5. Bkz. Heribert Prantl, »Zweifel an den Jubel-Türken«. In: Süddeutsche Zeitung, 31.07.2016, online: https://bit.ly/3E3BN3r, son erişim: 21.10.2021.
  6. Daniel Bax, »Mustergültige Gelassenheit«, taz – die Tageszeitung içinde, 4.9.2016, online: https://bit.ly/3AXZl7P [21.10.2021].

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye’den Almanya’ya göçün bilinmeyenleri

Almanya’nın 60 yıl önce Türkiye’den işçi almasının tek nedeni iş gücü açığı mıydı? Diğer hangi jeopolitik faktörler göçün başlamasında ve devam etmesinde etkili oldu? Hangi stratejik sonuçları ortaya çıkardı? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

30 Ekim 1961’de Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti Bonn yakınındaki Bad Godesberg kasabasında imzalanan Almanya-Türkiye İşgücü Anlaşması iki ülke arasında gününüzde de sürmekte olan kitlesel göç hareketlerini başlattı. Bu hareketlerin Türkiye–Almanya ve Türkiye–Avrupa Birliği arasındaki ikili ilişkilere, uluslararası siyasete ve hatta Türkiye’nin jeopolitiğine son derece önemli etkileri oldu.

Türk göçmenlerin Almanya’nın ekonomisine, demografik ve toplumsal yapısına, kültürel dokusuna çok yönlü ve kalıcı katkıları oldu. Öte yandan bugün Almanya Türkiye’nin en önemli ticaret partneri, ticaret hacmi 2020 yılı itibari ile 36,6 milyar Euro. Türkiye’de 7.400 Alman ortaklı şirket aktif.

Başlangıçta bir sözleşmeli işçi göçü olarak başlayan süreç, 1970’lerde geride kalanların (çocuklar, eşler ve anne-babalar) Almanya’ya göçü ile devam etti (aile göçü). Bunu 80’li yıllarda siyasi mülteci göçü, 90’lı yıllarda ise etnik gerilim ve terörle mücadelenin tetiklediği göç hareketleri –Kürt kökenliler ağırlıktaydı – takip etti (siyasi göç). 90’lı yıllardan itibaren iki farklı göç biçimi daha eklendi Türk-Alman göç koridoruna: Öğrenci göçü ve yüksek nitelikli iş gücü göçü.1

Almanya neden Türkiye’yi tercih etti?

60 yıl önce, Almanya’nın Türkiye’den işçi almaya karar vermesinin tek nedeni, 1955’te başlayan İtalyan göçüne rağmen 1960 yılında hâlâ 487 bin istihdama açık işin mevcut olması değildi. Bunun iç siyasi nedenleri de vardı.

1950’li yıllarda işçi sendikaları örgütlü ve sol partilerle – Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve daha sonra kapatılacak olan Almanya Komünist Partisi (KPD) ile – yakın ilişki ve iş birliği içindeydiler. 1950–1960 yılları arasında reel ücretlerin yüzde 67 oranında artmış olmasından iş çevreleri pek hoşnut değildi. Dolayısıyla muhafazakâr–liberal iktidar yurt dışından işçi alımıyla sendikaların ve sol partilerin gücünü dengelemeyi amaçlıyordu.

Ayrıca Türkiye ile işçi alımı sözleşmesinin jeopolitik boyutu da vardı. Dönemin Konrad Adenauer (1949–1963) başkanlığındaki hükümeti işçi alımıyla NATO müttefikinin kalkınmasına yardımcı olmak, böylece Türkiye’nin siyasi istikrarına katkı sağlamak istiyordu, çünkü Türkiye, Sovyetleri güneyden dengelemek suretiyle Almanya’nın üzerindeki askerî baskıyı azaltıyordu. Türkiye, Soğuk Savaş’ın anti-komünist atmosferinde Avrupa ve Alman kamuoyunda laik bir toplum ve Sovyet tehdidine karşı güvenilir bir müttefik olarak algılanıyordu. Eğer o dönemde de günümüzde olduğu gibi “uygarlıklar çatışması” benzeri bir jeopolitik bakış açısı hâkim olsaydı, muhtemelen Türkiye ile işçi alım sözleşmesi yapılmazdı.

Jeopolitiğin Türk – Alman göçüne etkileri

Jeopolitiğin Türk-Alman göçüne etkisini 1973’te yurtdışından işçi alımının askıya alınmasında da görüyoruz. Vietnam Savaşı’nın yarattığı mali ve parasal sıkıntılarla bunalan Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkan Richard Nixon, 1971 yılında doların altın karşılığı olarak basılması ilkesini terk edince, dünyadaki bütün kâğıt paralar karşılıksız kaldı ve bu da gelişmiş ülke ekonomilerinde türbülansa yol açtı. Arkasından OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü), İsrail’e desteğinden dolayı Batı dünyasına tepki duyarak petrol ihracatını kısınca, ekonomik dengeler değişti, gelişmiş ülkelerde durgunluk yaşandı Jeopolitik türbülansın yol açtığı işsizliğin de etkisiyle Alman hükümeti yurt dışından işçi alımını askıya aldı. Bu, Alman iş piyasasını rahatlatsa da ülkedeki göçmen sayısının artmasını önleyemedi, zira diğer göçmen grupları gibi Türkler de aile birleşimi hakkından yararlanarak geride kalan eşlerini, çocuklarını, hatta anne-babalarını yanlarına aldılar.

1982 yılı Türk-Alman göçü için bir başka dönüm noktası oldu. Helmut Schmidt başkanlığındaki sosyal-liberal koalisyon hükümetinin yerine kurulan muhafazakâr-liberal koalisyon hükümeti, Türkleri ülkelerine dönmeye teşvik etmek için bir Geri Dönüşü Teşvik Yasası (1983) çıkardı. Şansölye Helmut Kohl, Türkleri Alman toplumuna ‘entegre’ etmenin olanaksız olduğu kanısındaydı. Çünkü Türkler kültür olarak çok farklıydı ve dini aidiyetleri Alman toplumuna intibak etmelerine engeldi. Bu uygulama sayesinde 1985’lere kadar 200 bin ile 400 bin kadar Türk’ün Türkiye’ye döndüğü tahmin ediliyor.

Hıristiyan-Demokratların tavır değişikliğini iki gelişmeyle açıklayabiliriz: Birincisi, 1960’lı yıllarda yurt dışından gelen işçilerin bir süre sonra ülkelerine dönecekleri varsayılıyordu. Bundandır ki ‘misafir işçi’ olarak tanımlanıyorlardı. Ancak 1970’li yılların sonlarına doğru göçmenlerin Almanya’da kalıcı olduğu anlaşıldı. İkincisi, 1979 yılı sonrasında yaşanan petrol krizi, gelişmiş kapitalist ülkeleri olumsuz etkiledi; birçok sanayi kolunda rasyonalizasyona gidilmesi işsizliğe yol açtı. Üçüncüsü, 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye’de siyasi istikrarı sağlamış, ülkenin Batı askeri ittifakındaki yerini sağlamlaştırmıştı. Dolayısıyla Almanya’nın Türkiye’ye dönük – olası bir sol iktidarla Sovyetlerin etki alanına girmesi gibi – jeopolitik kaygıları kalmamıştı.

1980’lerde de Türklerin Almanya’daki sayısı arttı. Darbe sonrası siyasi amaçlı gelenlerin de etkisiyle Türk toplumu politikleşti ve topluluk içi kutuplaşma biraz daha derinleşti. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı DİTİB, Süleymancılar, Millî Görüş, Kaplancılar ve diğer radikal dini yapılanmaların etkisini dengelemek ve kırmak amacıyla 1983 yılında kuruldu. Türklerin göç ve entegrasyon tartışmalarının odağına yerleştirilmesi, onların yerlilerce adeta bir günah keçisi olarak algılanmalarına yol açtı ve Türklere yönelik ırkçılığı, şiddeti tetikledi.

1980’li yıllarda Türkler ırkçı saldırılara maruz kaldılar. Diğer taraftan ise – özellikle Yeşiller ve SPD’nin çabalarıyla – Türklerin topluma entegre edilmeleri, siyasete katılımlarının gerekli olduğu gündeme getirildi. Ancak bu çaba, bir başka jeopolitik altüst oluş sonucu gündemden düştü. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve iki Almanya’nın birleşmesi (1991) Türkleri olumsuz etkiledi; zira ülke sathında milliyetçi dalgalanma yükseldi.

1998’de Georg Schröder başkanlığında kurulan SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti ise olumlu bir dönemeç olarak addedilebilir. Bu dönemde Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu en yetkili kişilerce vurgulandı ve 2000 yılında vatandaşlık yasası liberalleştirildi.

Türk Diasporası ve etkileri

Almanya’daki Türk toplumunu; farklı kimliklerini, kültürlerini, dini aidiyetlerini koruduğu, Türkiye ile güçlü iletişimsel ağlara, kültürel, duygusal ve siyasal bağlara sahip olduğu için ‘diaspora’ olarak tanımlıyoruz.

Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 52,6’sı Almanya doğumlu, yüzde 47,4’ü ise Almanya’ya Türkiye’den göç edenlerden oluşuyor. Bundan başka Türklerin yüzde 37,3’ü 40 yıldan fazla, yüzde 42,2’si 20 yıldan fazla, yüzde 11,7’si ise 10 yıldan fazla bir süredir Almanya’da yaşıyor. 10 yıldan az bir süre Almanya’da yaşayan yüzde 8,8’lik bir kesim var ki, onları yeni gelenler olarak değerlendiriyoruz.2

Almanya’da 2019 itibarı ile toplam nüfusun (81,8 milyon) yüzde 26’sı, yani dörtte biri göçmen kökenli (21,2 milyon). Bunların 10,1 milyonu, yani yüzde 12,4’ü yabancı ülke vatandaşı.3

Göçmen ve göçmen kökenliler arasında ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 2020 Haziran ayı itibarıyla 1,33 milyon ile Polonyalılardan sonra (1,6 milyon) ikinci sırada yer alıyor. Ancak Alman vatandaşı olan Türkiye kökenlileri de eklediğimizde, Almanya’daki Türklerin toplam nüfusu 2,9 milyon civarında olup en kalabalık göçmen grubunu oluşturuyor.4

Yeni teknolojik imkânlar ve çeşitlenmiş iletişim araçları sayesinde Türklerin Türkiye ile iletişimleri daha örgün ve sık dokulu, etkileşimleri ise çok boyutlu. Bu durum, bir taraftan özgürlüklerin ve bireysel olanakların alanını genişleterek, farklı ulus aşırı (trans-nasyonal), dünyaya açık ve daha kozmopolit yaşam biçimlerini kolaylaştırırken, öte taraftan toplum içi gerilimleri, kutuplaşmayı, hatta yerlilerle ve Alman toplumunun kurumlarıyla gerilimleri tetikliyor. 2013 yılı itibariyle Türkiye’de gelişen Gezi Parkı protestoları, başarısız darbe girişimi, Türkiye’nin Suriye’ye müdahaleleri gibi olaylar yahut Arap dünyasındaki jeopolitik altüst oluş Almanya’daki Türk diasporasını olumsuz etkiledi.

Kutuplaşma ve iç politika–dış politika muğlaklığı

Almanya’da bir Türk diasporasının şekillenmesi, Türkiye hükümetinin bakış açısını da değiştirdi. ‘Gurbetçi’ diye hitap edilen Türklere, 1980’ler sonrası ‘Avrupa Türkleri’ denmeye başlandı. 2000’li yılların sonlarına doğru ise diaspora kavramı kullanılır oldu.

AKP hükümeti Almanyalı Türklerle Türkiye’nin ilişki ve bağlarını kurumsal bir çerçeveye oturtma çabası içine girdi, 11 Eylül sonrası küreselleşmenin gereklerine uyum sağlamak adına jeopolitik mülahazalarda bulundu. Zira uyumsuz ve örgütsüz bir Türk toplumunun Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde ayak bağı olacağı düşünülüyordu.

Türkler bulundukları ülkenin dilini öğrenmeli, toplumsal yaşamın her alanında varlık göstermeli, yaşadığı ülkenin vatandaşlığına geçmeli, siyasete katılıp gerektiğinde Türkiye yararına lobi yapmalıydı. Ankara kendine yurt dışındaki diaspora oluşum ve örgütlerini destekleme hedefini koydu; var olan oluşumları yeniden değerlendirme (DİTİB, TİKA) ve Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi yeni örgütlenmeler oluşturma yoluna gitti. 2008, 2009 ve 2010 yıllarında diaspora çalıştayları düzenledi.

Alman ana akım siyaseti ise Türklerin Türkiye ile yoğun ilişki içinde olmasına daima mesafeli yaklaştı. Ankara’nın Türklerle yakından ilgilenmesini hoş karşılamadıkları gibi, örneğin dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da kapalı salon toplantılarında binlerce Türk’e hitap etmesini eleştirdiler.

İkili ilişkilerin gerginleşmesiyle birlikte hükümetin diaspora politikası ve etkinlikleri de açık hedef halini aldı. Örneğin Nisan 2017’deki referandum sürecinde Almanya’da siyasi kampanya yürütme isteği, Türklerle Alman yöneticilerini karşı karşıya getirdi. AKP’ye bağlı Uluslararası Demokratlar Birliği (UID) darbe girişimi sonrası Köln’de Türk hükümetiyle dayanışma amaçlı düzenlediği mitingde, Türkiye’de idam cezasının yeniden getirilmesi yönünde sloganların atılması Alman medyasında sert tepkilere neden oldu. Almanya’ya aidiyetleri ve sadakatleri sorgulandı, toplumsal bütünleşme karşıtı oldukları öne sürüldü.5

Almanya’daki Türklerin bir kısmı Türk hükümeti tarafından DİTİB, UID gibi diaspora kurumları ve hükümete yakın Türk göçmen örgütleri üzerinden mobilize edilmeye çalışıldı. Diğer bir kesim ise solcu radikaller, PKK yanlısı veya Kürt milliyetçi çevre ve gruplar tarafından harekete geçirildi. Örneğin Suriye’deki iç savaşın kızışması, özellikle de Kobane kuşatması sonrası Alman aşırı sol çevrelerin de desteğiyle Türk ve Kürt aşırı sol gruplar etkinliklerini artırdılar. Eylül 2016’da bu grupların Köln’de Türk hükümetine ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı düzenledikleri protesto mitinginde Almanya’da da terör örgütü olarak sınıflandırılan PKK sembolleri yer aldı ve üst düzey örgüt yöneticilerinin video mesajları yayınlandı.6

Göçün Türkiye’nin jeopolitik değerine katkısı

Görüldüğü gibi jeopolitik türbülanslar Türk diasporasının iç çelişkilerini ve kutuplaşmasını derinleştirmekle kalmadı, Alman toplumu ve kurumlarıyla da gerilimlere yol açtı. Almanya’nın Türkiye siyaseti salt bir dış politika olgusu olmaktan çıktı, Almanya’nın iç meselesi haline geldi. Diğer taraftan Alman hükümetinin Türk diasporasına yönelik siyaseti de salt bir iç politika meselesi olmaktan çıktı, Almanya’nın Türkiye’ye yönelik dış politikasının bir parçası haline geldi.

Türk göçünün Türkiye’nin jeopolitiğine olumlu bir katkısı var: Almanya, Türkiye’de olası bir iç karışıklığın kendisine düzensiz göç olarak yansıyacağının bilincinde. Bu da iki ülke arasında stratejik çıkarların uyuştuğu önemli bir alan teşkil ediyor. Göçün Türkiye’nin jeopolitik değerine katkısına olumlu yansımasının bir başka örneği ise 2016’da Türkiye ile AB arasında gerçekleştirilen mülteci anlaşması.

Yazımızı göç ve jeopolitik ilişkisi üzerine üç değerlendirmeyle noktalayalım:

Birincisi, günümüzde göç, salt kişisel bir tercih ve ekonomik bir olgu olmanın ötesinde, uluslararası siyasetin ve jeopolitik türbülansların da tetiklediği bir olgu. Geleceğin göçlerinin büyük ölçüde jeopolitik kaynaklı olacağını söyleyebiliriz.

İkincisi, Türkiye ile Almanya arasındaki göç hareketleri, hem entegrasyon ve diaspora oluşum sürecini etkiledi hem de jeopolitik değerlendirmeleri şekillendirdi. Örneğin göç koridoru olması Türkiye’nin Almanya ve Avrupa Birliği nazarındaki jeopolitik değerini öne çıkardı.

Üçüncüsü, Türk hükümetinin diaspora siyaseti geliştirmesinin arka planında da jeostratejik mülahazaları ve zorunlulukları görüyoruz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Ekim 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Bkz. Yaşar Aydın, »The Germany-Turkey Migration Corridor: Refitting Policies for a Transnational Age«. Washington, DC: Migration Policy Institute, (internet ulaşımı: https://bit.ly/3aRZHlM, son erişim tarihi: 15.5.2021).
  2. Bkz. BAMF, Migrationsbericht 2019, Berlin, 2020, s. 201, 205.
  3. Bkz. DeStatis, »Bevölkerung mit Migrationshintergrund 2019 um 2,1 % gewachsen: schwächster Anstieg seit 2011«. Statistisches Bundesamt sayfasında, 28.07.2020 tarihinde: https://bit.ly/3n7bjqT, son erişim: 02.09.2021.
  4. Bkz. DeStatis, »Bevölkerung in Privathaushalten nach Migrationshintergrund im weiteren Sinn nach ausgewählten Geburtsstaaten« Statistisches Bundesamt sayfasında, 28.07.2020 tarihinde: https://bit.ly/3vy7OgP, son erişim: 02.09.2021.
  5. Bkz. Heribert Prantl, »Zweifel an den Jubel-Türken«. In: Süddeutsche Zeitung, 31.07.2016, online: https://bit.ly/3E3BN3r, son erişim: 21.10.2021.
  6. Daniel Bax, »Mustergültige Gelassenheit«, taz – die Tageszeitung içinde, 4.9.2016, online: https://bit.ly/3AXZl7P [21.10.2021].

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x