2025’in ilk yarısı, Türkiye-Libya ilişkilerinde sessiz ama önemli bir dönüşüme sahne oluyor. Ankara ile Bingazi arasında şekillenen yeni temaslar hem Türkiye’nin Libya politikasında hem de Libya’daki güç dengelerinde kayda değer değişimlerin habercisi.
Bu yakınlaşmada iki kritik gelişme öne çıkıyor: İlki, Türkiye’nin uzun süre hasım olarak gördüğü, Halife Haftar komutasındaki Libya Ulusal Ordusu ile güvenlik işbirliği arayışına girmesi. İkincisi ise, muhtemelen bu diyaloğun bir sonucu olarak, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nin 2019’da Trablus ile Ankara arasında imzalanan deniz yetki ve güvenlik anlaşmalarını onaylamak üzere bir komisyon kurması.
Türkiye, son birkaç yıldır Libya politikasında yönünü net biçimde değiştirdi: Artık daha fazla ekonomik çıkar, pragmatizm ve çok taraflı diplomasi ekseninde bir strateji izliyor. Bu çerçevede de ülkenin doğusuna dönük ciddi açılımlar gerçekleştirdi. Bir dönem iç savaşta karşı cephede yer alan ve resmî söylemlerde “darbeci” olarak nitelendirilen Tobruk Temsilciler Meclisi ve Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu ile ilişkilerde belirgin bir normalleşme yaşandı.
Zor bir denklemi yönetmek: Ankara-Bingazi yakınlaşması
Son üç yılda karşılıklı ziyaretler bu yakınlaşmanın görünür işaretlerini verdi. 13 Aralık 2023’te Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih, Ankara’ya gelerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüştü. 2024’te ise Halife Hafter’in Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan oğlu Saddam Hafter, İstanbul’daki SAHA EXPO Uluslararası Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayi Fuarı’na katıldı; burada Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile de temas kurdu. Aynı dönemde Akile Salih’in yanı sıra Halife Hafter’in diğer oğlu ve Libya Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Fonu Başkanı Bilkasım Hafter de Ankara tarafından resmen ağırlandı.
Bu temaslar Nisan 2025’te somut işbirliklerine dönüştü. Belkasım Hafter’in başkanlık ettiği Libya Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Fonu, Bingazi, El-Beyda, Şahat ve Tobruk’ta yürütülecek büyük inşaat projeleri için Türk şirketleriyle 12 sözleşme imzaladı. Türk Hava Yolları da 10 yıl aradan sonra Bingazi uçuşlarına yeniden başladı. Ankara, Tobruk’ta başkonsolosluğunu yeniden açmak üzere görüşmelere başladı. Tüm bu adımlar, Türkiye’nin Libya’nın doğusundaki aşiretlerle ve siyasi aktörlerle ilişkilerini altyapı, yatırım ve istihdam gibi somut kazanımlar üzerinden yeniden inşa etmeye çalıştığını gösteriyor.
Şimdi ilişkilerde bir başka önemli eşiğe gelinmiş görünüyor. 2019’da Trablus merkezli hükümet ile imzalanan deniz yetki ve güvenlik anlaşmasının Temmuz ayında Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nin gündemine taşınması, hem Türkiye’nin Libya politikasında hem de Doğu Libya açısından yeni bir stratejik açılım arayışını işaret ediyor.
Hafızaları tazeleyelim
Bu noktada hafızamızı biraz tazeleyelim. 2019 yılında, Birleşmiş Milletler’in doğu ve batı Libya’daki siyasi ve askerî aktörleri ortak bir siyasi zeminde buluşturmak üzere görüşmeler yürüttüğü sırada, Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu, Trablus’u ele geçirmek üzere harekete geçmişti. Başkent kuşatma altına alınırken, Libya’daki iç savaş uluslararası güçlerin müdahil olduğu karmaşık bir jeopolitik mücadeleye dönüşmüştü. Türkiye ve Katar, kuşatma altındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) destekleyen başlıca aktörlerdi. Buna karşılık, Halife Hafter’e destek verenler arasında Rusya, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi önemli bölgesel ve küresel aktörler yer alıyordu.
İşte bu dönemde, Türkiye ile Trablus merkezli UMH arasında güvenlik işbirliği ve deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik iki kritik anlaşma imzalandı. Türkiye, bu anlaşmaların hemen ardından doğrudan askerî destek sağlayarak Trablus kuşatmasının kırılmasında belirleyici bir rol oynadı. UMH’nin Türkiye desteğiyle başlattığı karşı taarruz, Hafter güçlerini Sirte hattına kadar geri çekilmeye zorladı. Ancak Rusya’nın, Suriye üzerinden MiG-29 savaş uçaklarını Libya’ya sevk etmesi ve Sirte yönünde ilerleyen UMH güçlerini hedef almasıyla çatışmalar durdu. Böylece, sahada dengeler dondu ve 2020 yazında, bugün hâlâ devam eden ateşkes sağlandı.
Söz konusu deniz yetki anlaşması, başlangıçta yalnızca Trablus’taki UMH tarafından imzalanmış ve Libya’nın doğusundaki Tobruk merkezli Parlamento tarafından sert biçimde reddedilmişti. Aynı şekilde Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır da anlaşmayı geçersiz ilan etmişti. Türkiye anlaşmayı Aralık 2019’da TBMM’de onaylarken, UMH anlaşmayı BM’ye sunmuş; Türkiye ise Mart 2020’de bu başvuruyu takip etmişti.
Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin, daha önce sert biçimde reddettiği 2019 deniz yetki ve güvenlik anlaşmasını bugün gündemine alması, sadece sembolik bir jest değil—aynı zamanda Doğu Libya’nın Türkiye’ye dönük stratejik bir açılım geliştirdiğini gösteriyor. Oysa bu Meclis, geçmişte Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır ile birlikte söz konusu anlaşmayı gayrimeşru ilan etmişti. Şimdi ise bu pozisyonlarını gözden geçirmeye açık olduklarının sinyalini veriyorlar.
Ankara-Bingazi yakınlaşması ne anlama geliyor?
Son dönemde Doğu Libya’daki önemli isimlerle Ankara arasında kurulan doğrudan temaslar bu değişimin zeminine ve yönüne dair ciddi ipuçları veriyor. Son dönemde Doğu Libya’daki isimler ve Türkiye arasında çok sayıda üst düzey açık temaslar yaşandı. Özellikle Halife Hafter’in oğlu ve Libya Ulusal Ordusu (LNA) Genelkurmay Başkanı Saddam Hafter’in 4 Nisan 2025’teki Ankara ziyareti, bu yeni sürecin en kritik eşiklerinden biri.
Son derece resmî bir düzeyde gerçekleşen bu ziyarete dair Millî Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Saddam Hafter’in Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu’nun davetlisi olarak Ankara’ya geldiği ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler tarafından kabul edildiği belirtildi. Haziran ayında da yine Libya Ulusal Ordusuna bağlı komutanlar, üç askerî heyet şeklinde Ankara’ya giderek Millî Savunma Bakanlığı’nda görüşmeler yaptılar, MSB’ye bağlı çeşitli karargâh, birlik ve eğitim kurumlarında incelemelerde bulundular.
Peki tam olarak ne oluyor, bu ziyaretler ne anlama geliyor?
Bingazi’deki Libya Ulusal Ordusu Komutanlığına yakın kaynaklar, görüşmelere dair fazla detay paylaşmasa da tarafların ikili iş birliğini derinleştirme yollarını masaya yatırdığı belirtiliyor. Basına yansıyan haberler, bu temasların yalnızca iyi niyet açıklamalarıyla sınırlı kalmadığını; kurumsal düzeyde bağlayıcılığı olan anlaşmaların da gündeme geldiğini gösteriyor. Hatta, Bingazi’de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu’nun katılımıyla bir imza töreni düzenlenebileceği iddia ediliyor.
Bazı kaynaklara göre taraflar, savunma iş birliğini resmîleştiren ve kapsamı oldukça geniş bir anlaşmaya da imza attı. Bu anlaşma, modern insansız hava araçlarının teslimatından askerî eğitim programlarına; altyapı geliştirme projelerinden Libya’nın doğu kıyısında ortak deniz tatbikatlarının planlanmasına kadar uzanan stratejik başlıkları kapsıyor.
Anlaşma çerçevesinde 2025 yılı içinde Libya Ulusal Ordusu bünyesindeki 1500 personelin savunma, bakım, mayın temizleme ve teknik alanlarda eğitim alması planlanıyor. Ayrıca, önümüzdeki beş yıllık dönemde 30’dan fazla askerî projeye yönelik danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin sürdürülmesi öngörülüyor. Türk Deniz Kuvvetleri’nin Libya’nın doğu kıyılarında ortak deniz eğitim faaliyetleri düzenlemesi de üzerinde uzlaşılan başlıklar arasında.
Bunlar şimdilik iddialar, fakat şunu söylemek mümkün. Tüm bu gelişmeler bir araya geldiğinde, Türkiye ile Doğu Libya arasındaki ilişkilerin yalnızca ekonomik alanda değil, aynı zamanda savunma ve güvenlik boyutlarında da yeni ve daha kurumsal bir aşamaya geçtiğini söylemek mümkün.
Türkiye’nin Doğu Libya ile yakınlaşmasının anlamı
Bu gelişmelerin zamanlaması, Türkiye’nin Trablus’la geçmişte izlediği “güvenlik iş birliği karşılığında deniz yetki anlaşması” formülünü şimdi Doğu Libya ile de uygulamaya çalıştığı izlenimini veriyor. Eğer taraflar bu başlıklarda uzlaşırsa, Türkiye hem Libya’nın batısında hem de doğusunda askerî eğitim sağlayarak, ülkenin güvenlik sektörü reformunda ve yeni askerî mimarisinin inşasında merkezi bir aktör haline gelebilir. Aynı zamanda, 2019 yılında imzalanan ve halen Libya içinde tartışmalı olan deniz yetki anlaşmasını meşruiyet tartışmalarından çıkarma şansı da elde edebilir.
Siyasi açıdan bakıldığında, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nin anlaşmayı onaylaması küçük bir adım olarak görülmemeli. Zira bugüne kadar bu anlaşmanın en zayıf halkası, Meclis onayı olmamasıydı. Dolayısıyla, Meclis’in onayı hem iç hukuki zemini sağlamlaştıracak hem de Türkiye-Libya ilişkilerinde tartışmalı görülen bir başlığı diplomatik olarak normalleştirecektir.
Tarafların beklentileri ne?
Doğu Libya cephesi, Türkiye’yi özellikle ekonomik ve altyapı yatırımları açısından cazip bir ortak olarak görüyor. Halihazırda çok sayıda Türk şirketi, kısa süre önce açılan Bingazi Stadyumu’nun yenilenmesi gibi büyük ölçekli projelere ek olarak, konut ve altyapı sektörlerinde de ülkenin doğusunda yürütülen yeniden inşa faaliyetlerine gözünü dikmiş durumda. Türkiye açısından da bu projeler, doğu bölgelerindeki ekonomik fırsatlardan yararlanmak adına stratejik bir zemin sunuyor. Ancak Ankara için bu fırsatların sürdürülebilir olması, siyasi ilişkilerin yeniden tesis edilmesine bağlı.
Diğer yandan, tıpkı Türkiye için olduğu gibi, Halife Hafter cephesinin bu yakınlaşmayla yalnızca ekonomik değil, siyasi bir kazanım hedeflediği açık. Trablus merkezli hükümet ve Batılı aktörler karşısında müzakere gücünü artırmak isteyen Doğu Libya, dış politika alanında daha fazla manevra alanı kazanarak kendi ekonomik bağımsızlığını inşa etme arayışında. Türkiye ile geliştirilen ilişkiler, sadece ekonomik değil, diplomatik bir kaldıraç olarak da kullanılıyor.
Bu çerçevede, Temsilciler Meclisi’nin 2019 anlaşmasını gündemine alması, çok taraflı bir dengeleme stratejisinin parçası olarak okunmalı. Doğu Libya, bu adımı sadece Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmek için değil; Mısır, Yunanistan, ABD ve Rusya gibi diğer kilit aktörlerle yürütülen ilişkilerde pazarlık gücünü artırmak için de kullanıyor. Libya’daki iç güç dengeleri ve dış aktörlerle kurulan çok yönlü ilişkiler bağlamında bu girişim, son derece hesaplı ve stratejik bir dış politika hamlesi niteliği taşıyor.
Türkiye açısından bakıldığında, Libya politikasında daha pragmatik, çok yönlü ve çıkar odaklı bir stratejiye geçişin hedeflendiği gözlemlemek mümkün. Ankara, Libya’da yalnızca Trablus’taki aktörlerle değil, Doğu Libya’daki güç merkezleriyle de temas kurarak oyun kurucu konumunu pekiştirmeyi hedefliyor. Ancak bu, Türkiye’nin Trablus merkezli Ulusal Birlik Hükümeti’ni (UBH) tamamen terk edip Hafter’e yöneldiği anlamına gelmiyor. Aksine, Ankara Libya’daki etkisini genişletmek için çok boyutlu bir denge siyaseti izliyor.
Türkiye 2021’de Dibeybe’nin başbakanlığa gelmesinden bu yana Trablus yönetiminin en güçlü dış destekçilerinden biri oldu. Bu dönemde savunma iş birliği, askerî danışmanlık ve eğitim programları kurumsallaşırken, 2022’de imzalanan hidrokarbon mutabakatı Ankara-Trablus hattındaki yakınlığı pekiştirdi. Ancak bu anlaşma hem Libya içinde hem de Mısır ve Yunanistan gibi aktörler nezdinde sert tepkiler doğurdu. Bu nedenle 2023 sonrası süreçte ilişkiler daha dikkatli ve kontrollü ilerlemeye başladı. Dikkat çeken bir diğer unsur ise bu dönemde ilişkinin daha görünmez ve pragmatik hale gelmesi. Savunma iş birliğinin yerini ekonomi, altyapı ve ticaret gibi daha düşük profilli alanlar almaya başladı. Örneğin, Trablus Uluslararası Havalimanı projesinde Türk ve Mısırlı firmaların birlikte yer alması, hem Ankara’nın hem de Dibeybe’nin yeni bir denge arayışı içinde olduğuna işaret ediyor. Dibeybe yönetimi, askerî, mali ve diplomatik araçları merkezileştirerek pozisyonunu korumaya çalışıyor. Ancak bu strateji, milis grupları arasındaki güç mücadelesini daha da şiddetlendirerek güvenlik ortamını daha da kırılgan hale getiriyor.
Nitekim Libya’nın doğusunda ve güneyinde, ülkenin enerji kaynaklarının büyük kısmına sahip olan bölgelerde göreceli bir istikrar sağlanmışken, Türkiye’ye yakın duran Batı Libya kampı ise parçalı yapısını koruyor. Dahası, Trablus merkezli yönetim birleşik bir askerî komuta ya da siyasi liderlikten hâlâ yoksun. Üstelik son dönemde artan bir milis gerginliği var. Bu durum, Libya genelinde güvenlik mimarisinin kırılganlaştığı bir dönemde Ankara’nın yaklaşımını daha temkinli hale getiriyor.
Trablus’ta askerî ve siyasi gerilimlerin kontrolü giderek zorlaşırken, mevcut statükonun korunması ya da çatışmasızlığın sürdürülmesi her geçen gün daha maliyetli hale geliyor. Hem Türkiye hem de Libya’daki farklı aktörler artık “kontrollü istikrarsızlık” yerine daha sürdürülebilir bir denge zemini arıyor. Bu bağlamda Doğu Libya’nın Batılı aktörler ve ABD ile ilişkilerini çeşitlendirme yönünde bir beklenti içinde olduğu da gözleniyor.
Küresel ve bölgesel dengeler değişiyor
Libya’da yaşanan dönüşüm, yalnızca ülke içindeki güç mücadelesi ya da Türkiye-Bingazi hattındaki diplomatik dinamiklerin değişimiyle sınırlı değil. Bu hızlı ve çok katmanlı değişimin önemli bir ayağı da bölgesel ve küresel düzlemde yaşanıyor. Hafızaları tazelemek gerekirse: Türkiye’nin 2019’da Trablus yönetimiyle imzaladığı deniz yetki sınırlandırma anlaşması, Ankara’nın Doğu Akdeniz’de karşılaştığı bölgesel izolasyona karşı geliştirdiği “Mavi Vatan” stratejisinin temel taşlarından biriydi. Ancak bu hamle, başta AB, Yunanistan ve Mısır olmak üzere pek çok aktörün tepkisini çekmiş, Ankara’nın AB üyeleriyle ve bölgesel rakipleriyle ilişkilerinin daha da gerilmesine neden olmuştu. O günden bu yana çok sayıda dönüşüm yaşandı.
Öncelikle Ankara’nın dış politikasında dikkate değer bir dönüşüm süreci başladı. Türkiye, 2021’den itibaren Suriye, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile başlattığı normalleşme adımlarıyla Orta Doğu’daki bölgesel pozisyonunu yeniden yapılandırmaya yöneldi. Körfez krizinin sona ermesi ve bölge içi rekabetin yumuşaması, Suudi Arabistan ve BAE’nin Ankara ile ilişkilerini yeniden değerlendirmesine zemin hazırladı. Başlangıçta temkinli bir çizgide ilerleyen bu süreç, zamanla karşılıklı çıkar alanlarının genişlemesiyle daha belirgin hale geldi.
Mısır da bu yeni denklemde konumunu yeniden tanımlayarak, önce güvenlik odaklı diyalog kanallarını, ardından ekonomik iş birliğini öne çıkaran bir yaklaşımı benimsedi. Böylece Türkiye, daha önce karşı cephede yer alan aktörlerle kurduğu bu yeni diyaloğu, “pragmatik normalleşme” stratejisine oturtmaya başladı. Bu strateji, siyasi farklılıklar bir kenara bırakılarak karşılıklı ekonomik ve stratejik çıkarların öne çıkarıldığı bir diplomasi anlayışını temsil ediyor.
Bu normalleşme politikası, Türkiye’nin hareket alanını yalnızca ikili ilişkilerde değil, bölgesel rekabetin sert seyrettiği dosyalarda da genişletti. Libya da bu alanlardan biri haline geldi. İç savaş sonrasında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ülkedeki bazı askerî üslerini tahliye etti; böylece sahadaki rekabet daha çok elitler ve milis gruplar arasında yaşanan, daha kontrollü bir siyasi çekişmeye dönüştü. Mısır ile ise düzenli diplomatik temaslar kurulmaya başlandı ve taraflar, Libya’da özellikle ekonomik alanda karşılıklı faydaya dayalı iş birliklerine yöneldi.
Avrupa cephesinde ise tablo daha karmaşık. Avrupa Birliği, iki ayrı cephede Rusya tehdidiyle karşı karşıya kalınca, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki politikalarına yönelik daha önce sergilediği sert tutumu yumuşatmak zorunda kaldı. Öncelikle 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Moskova’nın Akdeniz havzasındaki askerî varlığını daha stratejik ve tehdit edici hale getirdi. Libya’daki Rus askerî varlığı artık göz ardı edilemeyecek bir jeopolitik unsur olarak görülüyor. Bu bağlamda Türkiye’nin Libya’daki askerî ve diplomatik pozisyonu, AB tarafından doğrudan desteklenmese de “Rusya’yı dengeleme” işlevi nedeniyle sessiz bir kabulle karşılanmaya başladı.
Ayrıca Sahel kuşağında art arda gelen darbeler, Batı’nın bölgedeki etkisini daha da zayıflattı. Fransa başta olmak üzere birçok AB ülkesi ve ABD, bu ülkelerdeki askerî varlıklarını sona erdirirken, yeni askerî yönetimler Rusya’nın paramiliter gücü Wagner (şimdiki adıyla Africa Corps) ile iş birliğine yöneldi. Böylece Rusya, Sahel’den Libya’ya kadar geniş bir coğrafyada AB açısından ortak ve öncelikli tehdit haline geldi.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Libya politikasındaki temel yönelim değişmese de uluslararası denklemdeki kaymalar Ankara’nın elini göreceli olarak güçlendirdi. Daha önce Libya savaşında bazı Avrupa başkentlerinde bir “rakip” ya da “müdahil aktör” olarak görülen Türkiye, bugün Rusya’nın artan etkisine karşı dolaylı bir denge unsuru olarak algılanıyor. Bu da özellikle AB çevrelerinde Ankara’ya yönelik değerlendirmelerin daha temkinli ama görece yumuşak bir çizgiye kaymasına neden oldu.
Libya’da Türkiye–Rusya dengesi
Tüm bu gelişmelerin bir diğer kritik boyutu da Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki dinamiği. 2020 yazında imzalanan ateşkesten bu yana, iki ülke Libya’da doğrudan karşı karşıya gelmekten ziyade, birbirlerinin nüfuz alanlarını gözeterek rekabeti yöneten aktörler gibi hareket ediyor. Rusya, Halife Hafter’in en önemli dış destekçisi olmaya devam ederken, Wagner güçleri ve lojistik altyapı üzerinden Doğu Libya’da etkili ve kalıcı bir varlık inşa etti. Türkiye ise Batı Libya’da deniz güvenliği, ekonomik yatırımlar ve diplomatik kanallarla konumunu sağlamlaştırırken; aynı zamanda Doğu Libya’daki aktörlerle temas kurarak Libya politikasını daha çok boyutlu bir düzleme taşımaya başladı.
Bu denge, sahada görünürde çatışmasızlıkla sürdürülen ama arka planda stratejik nüfuz mücadelesine dayalı bir yapıya işaret ediyor. Taraflar doğrudan çatışmak yerine, birbirlerinin alanlarını tolere ediyor; bu da sahada çatışmanın yerini kontrollü bir rekabete bırakmasına neden oluyor. Bu politik mimari, her iki ülkenin Batı karşısında kendi manevra alanını koruma ve uzun süreli istikrarsızlık ortamından jeopolitik fayda üretme anlayışında buluşmasından kaynaklanıyor.
Her ne kadar Türkiye ve Rusya, Libya’da çoğunlukla karşıt aktörleri desteklese de bu ilişkide öne çıkan model bir ittifaktan çok, çıkarlarını maksimize etmeye yönelik bir “çatışma yönetimi” pratiği. Bu pragmatik ilişki biçimi, taraflar arasında doğrudan işbirliğini değil, karşılıklı alan tanıma ve tahammüle dayalı bir tür stratejik sabrı temsil ediyor. Her iki ülke de Batı’nın Libya’da daha belirleyici bir güç haline gelmesini kendi nüfuzlarına tehdit olarak algılıyor. Bu nedenle Libya’da, özellikle güvenlik ve enerji eksenli dış müdahalelere karşı ortak bir duyarlılık geliştirmiş durumdalar.
Hasmane işbirliği
Ancak ortak çıkarların ötesinde, Türkiye ile Rusya arasında göz ardı edilemeyecek düzeyde stratejik rekabet alanları da mevcut. Türkiye, Libya’da daha çok ekonomik projelere —özellikle altyapı, enerji ve yeniden inşa faaliyetlerine— odaklanırken, Rusya ağırlıklı olarak güvenlik sektörü ve askerî yapılanma üzerinden nüfuz tesis etmeye çalışıyor. Her iki aktör de Libya’da tam anlamıyla hâkimiyet kurmak istese de şu anda sahada karşılıklı olarak dengelenmiş bir güç paylaşımı söz konusu. Bu durumu birçok uzman, “hasmane iş birliği” olarak tanımlıyor: Yani bu ne gerçek bir iş birliği ne de açık bir çatışma. Taraflar karşılıklı kırmızı çizgelerin ve çıkar alanlarının farkında olarak, rekabeti yönetilebilir düzeyde tutmayı tercih ediyor.
Ancak Türkiye’nin Doğu Libya açılımları, bu kırılgan dengeyi dönüştürebilecek bir potansiyel taşıyor. Ankara’nın yalnızca Bingazi ile değil, aynı zamanda Mısır gibi bölgesel aktörlerle geliştirdiği yakınlaşma, Moskova açısından kaygı verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Türkiye’nin hem ekonomik hem de askerî düzlemde Doğu Libya’da artan etkisi, Rusya’nın geleneksel nüfuz alanına doğru bir genişlemeyi temsil ediyor. Bu durum, özellikle Rusya’nın Ukrayna’daki savaş nedeniyle dikkatinin dağılmış ve kaynaklarının sınırlanmış olmasıyla birleşince daha da dikkat çekici hale geliyor.
Nitekim Rusya’yı yakından takip eden The Insider tarafından yayımlanan bir analizde, Türkiye’nin “Rusya’yı Libya Ulusal Ordusu’nun birincil ortağı konumundan uzaklaştırdığı” değerlendirmesi yapılıyor. Moskova’nın Libya’daki konumunun zayıfladığı, Ankara’nın ise Libya Ulusal Ordusu ile kurduğu askerî, ekonomik ve diplomatik temaslarla sahada daha geniş bir hareket alanı kazandığı vurgulanıyor.
Rusya, bugüne kadar Halife Hafter’in en büyük dış destekçisiydi. Libya, Kremlin için Sahel’deki askerî ve ekonomik nüfuzunu genişletmek adına stratejik bir lojistik üs işlevi gördü. Suriye’deki Tartus üssünün geleceği belirsizleşince, Moskova operasyonel merkezini Tobruk başta olmak üzere Doğu Libya’ya kaydırdı. Nitekim Rusya, Suriye’de Esad yönetimi düşünce burdaki birçok askerî teçhizat ve personelin Libya’ya taşıdı.
Ancak Türkiye’nin Doğu Libya’ya yönelik son dönemdeki açılımı, doğrudan Rusya’nın etki alanına nüfuz etmeye başlaması anlamına geliyor. Moskova halen Libya’da Al-Khadim Hava Üssü gibi stratejik üsler üzerinden askerî varlığını sürdürmeye çalışsa da Ukrayna ve Afrika’daki eş zamanlı askerî öncelikler nedeniyle kapasitesinin oldukça kısıtlandığı görülüyor. 2020 başlarında yaklaşık 1.200 Wagner paralı askeri Libya’da sahadaydı. AFRICOM’un Eylül 2020 tarihli değerlendirmelerine göre Libya’daki Wagner sayısı 2.000’e ulaşmıştı. 2024 sonuna gelindiğinde, Libya’da kalan Rus paralı askerlerinin sayısının 1.000’in altına düştüğü ifade ediliyordu. Yine de Libya’nın lojistik değeri, Rusya açısından arttı. Wagner’in dağılmasının ardından paralı askerler Rusya Savunma Bakanlığı’na bağlandı ve “Afrika Kolordusu” adıyla yeniden yapılandırıldı ve Libya da Rusya’nın Sahel bölgesindeki faaliyetlerinin lojistik üssü haline geldi.
Buna karşın Rusya’nın 2020’deki askerî yığınağı kısa vadede Hafter’e zafer getirmesi mümkün olmadı. Uzun vadede ise Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Kremlin’in yurt dışı operasyonlarına ayırabileceği kaynakları ciddi biçimde daralttı. Hafter’in kontrolündeki Doğu Libya’da, Kremlin’e duyulan güven de zayıflıyor. Suriye’den Dağlık Karabağ’a, eski müttefiklerinin düşüşü, Rusya’nın, Ortadoğu’da müttefiklerini yalnız bırakma eğiliminde olduğu algısını pekiştiriyor. Benzer bir kaderle karşılaşma riskinden kaçınmak isteyen Doğu Libyalı aktörler için Türkiye ile yakınlaşma, cazip bir siyasi ve ekonomik ortaklık modeli sunuyor.
Zor bir denklemin penceresinden geleceğe bakmak
Türkiye’nin hem doğu hem batıdaki aktörlerle geliştirdiği paralel ilişkiler, Libya’nın siyasi birliği açısından yeni sorular doğuruyor. Bu ilişkilerin birleşik bir devlet yapısını destekleyip desteklemeyeceği henüz belirsiz. Ancak Ankara, Libya’daki angajmanını yeniden tanımlama ve daha geniş bir jeopolitik manevra alanı oluşturma fırsatına yaklaştığı bir eşikte duruyor.
Yine de Türkiye’yi bekleyen sınamalar az değil. Türkiye’nin Trablus ve Bingazi arasında kurmaya çalıştığı bu denge siyaseti, hem fırsatlar hem de çelişkiler barındırıyor. Bir yandan Ankara, Libya’nın doğusundaki ekonomik ve stratejik açılımlarla sahadaki nüfuzunu genişletmeye çalışıyor. Diğer yandan ise Trablus’taki mevcut hükümetin hassasiyetlerini gözeterek ilişkileri bozacak bir pozisyon almamaya dikkat ediyor. Ancak bu stratejinin sürdürülebilirliği, Libya içindeki dengelerin daha da karmaşık hale gelmesiyle sınanıyor. Özellikle batıdaki milis gruplarının birbirine rakip yapıları ve Dibeybe’nin kırılgan ittifaklara yaslanan yönetimi, Türkiye’nin bu bölgedeki hareket alanını daraltabilir.
Doğu Libya ile geliştirilen yeni temaslar, Türkiye açısından enerji projelerinden savunma sanayi iş birliklerine kadar pek çok alanda yeni olanaklar sunarken, aynı zamanda Trablus yönetimiyle ilişkilerde güven zedelenmesine de yol açabilir. Üstelik bu denge, yalnızca Libya içi aktörlerle değil; aynı zamanda Mısır, BAE, ABD ve AB gibi dış aktörlerle yürütülen çok katmanlı diplomasiye de bağlı. Türkiye’nin hem batıdaki siyasi meşruiyeti hem de doğudaki fiili güç merkezlerini gözeten bir çizgide ilerlemesi, dikkatli bir dengeleme ve stratejik esneklik gerektiriyor.
Dahası, Doğu Libya’daki açılım yalnızca ülke içindeki dengeleri değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki bölgesel rekabeti de yeniden şekillendiriyor. Nitekim bu gelişmeler, Yunanistan’la ilişkilerde yeni bir gerilim hattı oluşturmuş durumda. Yunanistan bu gelişmelere hızlı bir diplomatik karşılık vermeye çalıştı. Dışişleri Bakanı Gerapetritis, 6 Haziran’da Bingazi’yi ziyaret ederek Hafter ile görüştü; 15 Temmuz’da ise Trablus’a giderek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Muhammed Menfi ve Başbakan Dibeybe ile temaslarda bulundu. Görüşmeler olumlu bir çerçevede geçtiği söylense de, özellikle deniz yetki alanlarına dair Yunanistan’ın beklentileri konusunda somut bir ilerleme sağlanamadı. Nitekim Yunan diplomatik kaynakları, bu konuda tatmin edici bir geri dönüş alınmadığını belirtiyor. Aynı süreçte, 8 Temmuz’da Doğu Libya’daki yetkililerin, içinde Yunanistan Göç Bakanı’nın da bulunduğu bir AB heyetini geri çevirmesi, Yunanistan ve AB açısından Libya hattında gelişmelerin kolay olmayacağının habercisi.
AB ne yapacak?
Bu gerilimin AB düzeyine nasıl yansıyacağı da bir diğer soru işareti. Daha önce ifade ettiğim gibi dinamikler 2019’dan oldukça farklılaşmış durumda. Hâlihazırda AB, kendi içindeki bölünmüşlük ve politika eksikliği nedeniyle Türkiye’nin sahadaki hareketliliğine karşı alternatif üretmekte zorlanıyor. Ancak önümüzdeki dönemde, Fransa gibi geçmişte Hafter’e destek vermiş aktörlerin Türkiye’nin Doğu Libya’daki artan etkisini nasıl karşılayacağı da AB içindeki pozisyonların netleşmesinde belirleyici olabilir.
Üstüne, Yunanistan, bir diğer bölgesel ortak olarak Mısır’la da temaslarını artırmış durumda. 4 Haziran’da Kahire’de yapılan görüşmede Yunanistan, Mısır’dan Hafter’e 2019 Türkiye-Libya deniz yetki anlaşmasını onaylamaması yönünde baskı yapmasını talep etti. Benzer şekilde Mısır’ın, ABD nezdinde de Hafter’e baskı yapılması için girişimde bulunduğu iddiaları basına yansıdı. Bu girişimler, Türkiye-Mısır ilişkilerinin seyrini doğrudan etkileyebilecek potansiyele sahip ve son dönemde özellikle Sudan’daki işbirliğiyle ivme kazanan Ankara-Kahire yakınlaşmasını sınayabilir.
Rusya ne yapabilir?
Bir diğer kritik eksen ise Rusya. Türkiye’nin Doğu Libya’daki artan etkisi, Taraflar arasında şimdiye dek örtük biçimde sürdürülen “alan paylaşımına dayalı” ilişki modelinin sonunun habercisi olabilir. Tarafların sahadaki dönüşümü nasıl yönetecekleri, çatışma yerine müzakereyle evrilip evrilmeyeceği belirleyici olacak. Nitekim uzun bir aradan sonra Libya dosyası, Ankara ile Moskova arasında üst düzey diplomatik görüşmelere yeniden konu olmaya başladı.
Tüm bu dinamikler karşısında, ABD ve çoğu AB ülkeleri Türkiye’nin pragmatik ve çok yönlü Libya politikasına karşı daha temkinli ama kabullenici bir pozisyonunu değiştirmeye yetmesi oldukça zor görünüyor. Özellikle ABD’nin, doğrudan müdahil olmak istemediği bu denklemde Türkiye’yi, Rusya’nın etkisini dengeleyecek bir aktör olarak kabul etmesi eğilimini daha da güçlendirecektir.
Sonuç olarak, Libya yeniden bölgesel ve küresel aktörlerin stratejik önceliklerinin kesiştiği ve yeni denge arayışlarının şekillendiği bir jeopolitik sahneye dönüşüyor. Türkiye’nin bu sahnede oynayacağı rol ise, sadece sahadaki kazanımlarına değil, aynı zamanda bu kazanımları nasıl yöneteceğine bağlı olacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 28 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.