Üç Deniz Girişimi: Türkiye’nin yeni dış politika hamlesi

Türkiye’nin stratejik ortak olduğu Üç deniz Girişimi nedir? Türkiye’nin girişime katılması bölgesel jeopolitikteki konumunu nasıl dönüştürebilir? Rusya girişime neden karşı? Girişimin ve Türkiye’nin önündeki riskler ve fırsatlar neler? Zeynep Gizem Özpınar yazdı.

Dünya jeo-politik olarak yeniden şekillenirken, enerji ve ulaşım ağları her zamankinden de fazla önem kazanıyor. Ulaşım ve enerji ağlarıyla ilgili yeni projeler gündeme geliyor.

Bu projelerden biri de Üç Deniz Girişimi. Bu girişim Baltık, Adriyatik ve Karadeniz arasında yer alan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin altyapı, enerji ve dijital bağlantısallık alanlarında iş birliğini artırmayı hedefleyen bölgesel bir platform.

Türkiye’de artık bu girişimin stratejik ortaklarından. 28-29 Nisan 2025 tarihinde Varşova’da düzenlenen Üç Deniz Girişimi (ÜDG) 10. Zirvesi’nde Türkiye’nin “stratejik ortak” statüsünü kazanması, Ankara’nın Avrasya’daki jeopolitik açılımında yeni bir faza geçildiğini gösteriyor.

2015 yılında Polonya ve Hırvatistan’ın ortak inisiyatifiyle kurulan girişim, Avrupa Birliği üyesi 13 ülkeyi bir araya getirdi. Girişimin amacı, kuzey-güney eksenli ulaşım ve enerji ağlarını geliştirerek ekonomik kalkınmayı ve güvenliği desteklemek.

Türkiye’nin girişime katılımının anlamı

Türkiye’nin, Üç Deniz Girişimi’ne “stratejik ortak” statüsüyle dâhil olması, yalnızca teknik iş birliklerinden ibaret bir gelişme değil. Bu aynı zamanda Ankara’nın Avrasya’daki bağlantısallık mimarisine dair stratejik vizyonunun somutlaşmış hali.

Bu hamle, Türkiye’nin doğu-batı ve kuzey-güney eksenli koridorlar arasında bir köprü ülke olma iddiasını pekiştiriyor. Aynı zamanda Batı ittifakıyla olan ilişkilerini yeniden çerçevelendiriyor.

Türkiye’nin Üç Deniz Girişimi’ne katılımı, “Orta Koridor” stratejisinin Avrupa ayağının güçlendirilmesi bağlamında değerlendirilebilir.

Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi”ne alternatif olarak geliştirilen bu strateji; Bakü-Tiflis-Kars demiryolu, Zengezur Koridoru, İstanbul Boğazı’ndan geçişi mümkün kılan Marmaray ve orta vadede geliştirilecek “Kalkınma Yolu Projesi” gibi lojistik damarlarla Kafkasya, Orta Asya ve Çin’i Avrupa’ya bağlıyor.

Üç Deniz Girişimiyse Baltık, Adriyatik ve Karadeniz arasında kalan bölgeyi hem ulaşım hem enerji hem de dijital altyapı bakımından birleştirmeyi hedefliyor. Türkiye’nin bu yapıya entegre olması, Karadeniz havzasını Avrupa ile bütünleştiren doğu-batı yönlü transit koridorları kuzey-güney güzergâhlarıyla buluşturma potansiyelini taşıyor.

Ankara’nın Üç Deniz Girişimi’ne yönelimi, aynı zamanda Rusya’nın bölgesel revizyonist politikaları karşısında şekillenen yeni güvenlik mimarisine bir yanıt olarak da okunabilir.

Uluslararası ilişkiler literatüründe “revizyonist devlet” kavramı, mevcut uluslararası düzenin kurallarını, sınırlarını veya güç dağılımını kendi lehine değiştirmeyi hedefleyen aktörleri tanımlamak için kullanılır.

Bu bağlamda Rusya, Soğuk Savaş sonrası oluşan Batı merkezli güvenlik ve normatif düzene meydan okuyarak, kendi etki alanını yeniden inşa etmeyi ve statükoyu zorlayarak bölgesel güç dengelerini değiştirmeyi amaçlayan bir dış politika izlemekte.

Revizyonist eğilimler, sadece askeri müdahalelerle değil aynı zamanda hibrit savaş taktikleri, enerji bağımlılığı üzerinden nüfuz kurma, ayrılıkçı hareketleri destekleme ve sınır ötesi etki operasyonları gibi çok boyutlu araçlarla da kendini gösterir.

Türkiye’nin Üç Deniz Girişimi’ne yönelimi ise işte bu tür çok katmanlı meydan okumalar karşısında, çok taraflılık ve bağlantısallık esaslı bir güvenlik ve iş birliği çerçevesine dahil olma arayışının stratejik bir tezahürü olarak değerlendirilebilir.

2014’te Kırım’ın ilhakı ve 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini savunma, enerji güvenliği ve lojistik esneklik gibi konularda ortak adımlar atmaya itmişti. Üç Deniz Girişimi, bu bağlamda AB ve NATO üyesi ülkelerin ötesinde daha geniş bir bölgesel dayanışma zemini sunuyor.

Türkiye, NATO üyeliğini sürdüren ancak Batı dışı aktörlerle de stratejik ilişkiler kurmayı amaçlayan çok yönlü dış politikasının bir gereği olarak bu platformda yer alıyor ve askeri olmayan ama stratejik önemi haiz bir iş birliği modeline katkı sunuyor.

Bu çerçevede, Üç Deniz Girişimi Türkiye için üç düzlemde değer taşıyor: Doğu-batı koridorlarını kuzey-güney güzergâhlarla entegre etme fırsatı, Rusya’nın bölgesel etkisini dengeleyen ve NATO dışı ama Batı merkezli bir iş birliği alanına angaje olma zemini, Avrasya’daki enerji ve ulaştırma projelerinin merkezinde yer alarak Türkiye’nin kıta ölçeğinde bir geçiş ülkesi rolünü kurumsallaştırma imkânı.

Ekonomik ve enerji temelli yeni bir alan açılımı

Üç Deniz Girişimi’nin temelini oluşturan enerji, ulaşım ve dijital altyapı eksenleri, Türkiye’nin hem ekonomik kalkınma stratejileriyle hem de bölgesel iş birliği hedefleriyle örtüşüyor.

Özellikle 2000’li yıllardan itibaren kamu-özel sektör ortaklığı modeliyle gerçekleştirilen büyük ölçekli altyapı projeleri sayesinde Türkiye, bölgesinde “altyapı geliştirici ülke” profili kazanmıştı. Bu bağlamda Türkiye, Üç Deniz Girişimi içinde salt bir stratejik ortak değil, aynı zamanda altyapı projelerinin hayata geçirilmesinde “uygulayıcı aktör” niteliği taşıyor.

Enerji güvenliği, Üç Deniz Girişimi’nin stratejik omurgasını oluşturuyor. Türkiye, halihazırda Azerbaycan gazını Avrupa’ya taşıyan TANAP projesi ile Güney Gaz Koridoru’nun en kritik unsurlarından biri. Bu yönüyle Türkiye, doğu-batı yönünde işleyen enerji akışının transit merkezi olma vasfını taşıyor ve bu kapasitesini Üç Deniz Girişimi’nin kuzey-güney eksenli enerji güvenliği vizyonu ile birleştirme potansiyeline sahip.

Türkiye’nin LNG terminalleri, doğal gaz depolama kapasitesindeki artış ve yeni jenerasyon enerji bağlantı projeleri, Üç Deniz Girişimi ülkeleri için stratejik alternatifler sunuyor. Bilhassa Rusya’nın enerji ihracatını siyasi baskı aracı olarak kullanması, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin enerji kaynaklarını çeşitlendirme konusundaki hassasiyetini artırmış durumda.

Bu ortamda Türkiye, Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP), Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) gibi mevcut projelere ek olarak Doğu Akdeniz ve Hazar havzasındaki kaynakların Avrupa’ya taşınması için kritik bir coğrafi ve lojistik avantaj sunuyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin enerji diplomasisi, Üç Deniz Girişimi’nin enerji güvenliği hedefleriyle bütünleşerek bölgesel istikrarı destekleyici bir rol üstlenebilir.

Ayrıca Türkiye, yenilenebilir enerji alanında gerçekleştirdiği yatırımlarla da Üç Deniz Girişimi coğrafyasında sürdürülebilir enerji altyapısının geliştirilmesine katkı sunabilir. Rüzgâr ve güneş enerjisi santrallerinde edindiği teknik deneyim, Üç Deniz Girişimi ülkelerinde ortaklık temelinde yeni projelere öncülük etme imkânı yaratıyor.

Yeşil dönüşümün hız kazandığı bir dönemde, Türkiye’nin bu alandaki bilgi birikimini bölge ülkeleriyle paylaşması, sadece çevresel hedeflere değil, aynı zamanda ekonomik iş birliklerine de hizmet edecek gibi görünüyor.

Görsel: 3 Deniz Girişimi, Kalkınma Yolu ve Koridorlar
(https://sgb.uab.gov.tr/haberler/orta-koridor-ve-kalkinma-yolu-nu-guclendirecek-proje-via-carpatia)

Riskler ve zorluklar

Üç Deniz Girişimi, yapısal olarak yalnızca Avrupa Birliği üyesi ülkelerden oluşan bir ana katılımcı kümesine dayanıyor. Türkiye gibi AB dışında kalan stratejik ortakların, girişimin karar alma süreçlerine doğrudan etkide bulunma kapasitesi sınırlı.

Girişimin karar mekanizmalarının büyük ölçüde AB içi dinamiklere, özellikle Brüksel’in siyasi ve mali önceliklerine göre şekillenmesi, Türkiye’nin kendi önerilerini sistematik biçimde gündeme taşımasını zorlaştırabilir.

Ayrıca platformun ağırlıklı olarak AB fonlarıyla desteklenen projelere yönelmesi, Türkiye gibi dış paydaşların projelere doğrudan yatırım yapabilmesi için ikili ya da çok taraflı özel iş birliği modelleri geliştirmesini gerektiriyor. Bu durum, Türkiye’nin girişime sadece “proje ortağı” değil, aynı zamanda “yatırım aktörü” olarak entegre olmasını zorunlu kılıyor ve ekonomik kaynak planlamasında yeni öncelikler yaratmaya aday.

Türkiye’nin Üç Deniz Girişimi’deki görünürlüğü, Moskova açısından potansiyel bir rahatsızlık kaynağı. Rusya, Üç Deniz Girişimi’ni NATO’nun Doğu Avrupa’daki “yumuşak genişleme” hamlesi olarak görüyor ve bu platformun, kendisine karşı enerji ve altyapı üzerinden kurulan bir çevreleme stratejisine dönüştüğünü değerlendiriyor.

Türkiye ise Rusya ile Suriye, Güney Kafkasya ve enerji alanlarında çok katmanlı ilişkiler yürütüyor. Dolayısıyla Üç Deniz Girişimi içindeki konumu, bu hassas ilişkilerde bir denge testine dönüşebilir.

Ankara’nın NATO müttefiki olması bir avantaj olsa da Üç Deniz Girişimi gibi yarı-formal ve politik ağırlığı giderek artan platformlarda yer alması, Türkiye’yi Moskova’nın stratejik radarında daha belirgin hale getirebilir.

Özellikle Karadeniz havzasında Üç Deniz Girişimi üzerinden gelişecek ulaştırma ve enerji projeleri, Rusya’nın bölgedeki nüfuz alanı açısından tehdit olarak algılanabilir. Bu durum, Türkiye’nin denge siyasetine dayalı dış politika çizgisinde kırılganlık yaratma riski taşıyor.

Bir diğer risk alanı ise Üç Deniz Girişimi’nin yalnızca AB üyelerine açık “ana katılımcı” statüsünü koruması ve Türkiye’nin “stratejik ortak” statüsünün kurumsal olarak sınırlı bir çerçevede kalması.

AB-Türkiye ilişkilerinin gerginleştiği dönemlerde, Üç Deniz Girişimi içindeki aktörlerin Türkiye’yi dışlayıcı tutumlara yönelmesi ihtimali göz ardı edilemez. Bu durum, Türkiye’nin platformda görünürlük kaybına uğramasına ve stratejik ortaklık statüsünün simgesel düzeyde kalmasına neden olabilir.

Son olarak, Üç Deniz Girişimi içinde projeler için rekabet halindeki birçok ülkenin bulunması, Türkiye’nin girişim içindeki fonlara erişimini zorlaştırabilir. Özellikle altyapı fonlarının, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında kıyasıya bir rekabet konusu haline gelmesi, Türkiye’nin ekonomik kapasitesini artırsa dahi, siyasi uzlaşı süreçlerinde geri planda kalmasına yol açabilir. Bu durum, Türk özel sektörünün platforma entegrasyonunu yavaşlatabilir ve ticari açıdan verimlilik kaybı yaratabilir.

Tüm bu risklere rağmen Ankara’nın hem Batı ile hem Avrasya ile geliştirdiği ağlar, Üç Deniz Girişimi içinde köprü rolü üstlenmesine olanak sağlayabilir ve Türkiye’nin alternatif iş birliği modelleri üretme kapasitesi, AB dışında konumlanan ortaklar için bir örnek oluşturabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

Zeynep Gizem Özpınar
Zeynep Gizem Özpınar
ZEYNEP GİZEM ÖZPINAR - Karabük Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu’nda başladığı ön lisans eğitimini 2015-2017 yılları arasında tamamladı. 2017-2019 yılları arasında Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden lisansını aldı. 2019 yılında Karabük Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı’nda başladığı yüksek lisans eğitimini, “Ermeni Meselesi’nde Son Kırılma Noktası: II. Karabağ Savaşı” başlıklı teziyle tamamladı. Hâlihazırda Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal, Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (ULESAM) yönetim kurulu üyesi olan Özpınar, aynı zamanda Politik Stratejiler Araştırma Merkezi (POLSAM) bünyesinde dış politika uzmanı olarak görev yapıp, TUDPAM’ın dijital yayın organı Dış Bakış dergisinin editörlüğünü de yürütmekte. Özpınar’ın yayımlanmış bilimsel makaleleri, analiz yazıları, tez çalışması ve uluslararası kongrelerde sunulmuş bildirileri bulunuyor. Türk dış politikası, uluslararası siyaset ve güvenlik çalışmaları üzerine uzmanlaşan Özpınar’ın analiz ve değerlendirmeleri Daily Sabah, Al Jazeera gibi muhtelif yayın organlarında yayımlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Üç Deniz Girişimi: Türkiye’nin yeni dış politika hamlesi

Türkiye’nin stratejik ortak olduğu Üç deniz Girişimi nedir? Türkiye’nin girişime katılması bölgesel jeopolitikteki konumunu nasıl dönüştürebilir? Rusya girişime neden karşı? Girişimin ve Türkiye’nin önündeki riskler ve fırsatlar neler? Zeynep Gizem Özpınar yazdı.

Dünya jeo-politik olarak yeniden şekillenirken, enerji ve ulaşım ağları her zamankinden de fazla önem kazanıyor. Ulaşım ve enerji ağlarıyla ilgili yeni projeler gündeme geliyor.

Bu projelerden biri de Üç Deniz Girişimi. Bu girişim Baltık, Adriyatik ve Karadeniz arasında yer alan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin altyapı, enerji ve dijital bağlantısallık alanlarında iş birliğini artırmayı hedefleyen bölgesel bir platform.

Türkiye’de artık bu girişimin stratejik ortaklarından. 28-29 Nisan 2025 tarihinde Varşova’da düzenlenen Üç Deniz Girişimi (ÜDG) 10. Zirvesi’nde Türkiye’nin “stratejik ortak” statüsünü kazanması, Ankara’nın Avrasya’daki jeopolitik açılımında yeni bir faza geçildiğini gösteriyor.

2015 yılında Polonya ve Hırvatistan’ın ortak inisiyatifiyle kurulan girişim, Avrupa Birliği üyesi 13 ülkeyi bir araya getirdi. Girişimin amacı, kuzey-güney eksenli ulaşım ve enerji ağlarını geliştirerek ekonomik kalkınmayı ve güvenliği desteklemek.

Türkiye’nin girişime katılımının anlamı

Türkiye’nin, Üç Deniz Girişimi’ne “stratejik ortak” statüsüyle dâhil olması, yalnızca teknik iş birliklerinden ibaret bir gelişme değil. Bu aynı zamanda Ankara’nın Avrasya’daki bağlantısallık mimarisine dair stratejik vizyonunun somutlaşmış hali.

Bu hamle, Türkiye’nin doğu-batı ve kuzey-güney eksenli koridorlar arasında bir köprü ülke olma iddiasını pekiştiriyor. Aynı zamanda Batı ittifakıyla olan ilişkilerini yeniden çerçevelendiriyor.

Türkiye’nin Üç Deniz Girişimi’ne katılımı, “Orta Koridor” stratejisinin Avrupa ayağının güçlendirilmesi bağlamında değerlendirilebilir.

Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi”ne alternatif olarak geliştirilen bu strateji; Bakü-Tiflis-Kars demiryolu, Zengezur Koridoru, İstanbul Boğazı’ndan geçişi mümkün kılan Marmaray ve orta vadede geliştirilecek “Kalkınma Yolu Projesi” gibi lojistik damarlarla Kafkasya, Orta Asya ve Çin’i Avrupa’ya bağlıyor.

Üç Deniz Girişimiyse Baltık, Adriyatik ve Karadeniz arasında kalan bölgeyi hem ulaşım hem enerji hem de dijital altyapı bakımından birleştirmeyi hedefliyor. Türkiye’nin bu yapıya entegre olması, Karadeniz havzasını Avrupa ile bütünleştiren doğu-batı yönlü transit koridorları kuzey-güney güzergâhlarıyla buluşturma potansiyelini taşıyor.

Ankara’nın Üç Deniz Girişimi’ne yönelimi, aynı zamanda Rusya’nın bölgesel revizyonist politikaları karşısında şekillenen yeni güvenlik mimarisine bir yanıt olarak da okunabilir.

Uluslararası ilişkiler literatüründe “revizyonist devlet” kavramı, mevcut uluslararası düzenin kurallarını, sınırlarını veya güç dağılımını kendi lehine değiştirmeyi hedefleyen aktörleri tanımlamak için kullanılır.

Bu bağlamda Rusya, Soğuk Savaş sonrası oluşan Batı merkezli güvenlik ve normatif düzene meydan okuyarak, kendi etki alanını yeniden inşa etmeyi ve statükoyu zorlayarak bölgesel güç dengelerini değiştirmeyi amaçlayan bir dış politika izlemekte.

Revizyonist eğilimler, sadece askeri müdahalelerle değil aynı zamanda hibrit savaş taktikleri, enerji bağımlılığı üzerinden nüfuz kurma, ayrılıkçı hareketleri destekleme ve sınır ötesi etki operasyonları gibi çok boyutlu araçlarla da kendini gösterir.

Türkiye’nin Üç Deniz Girişimi’ne yönelimi ise işte bu tür çok katmanlı meydan okumalar karşısında, çok taraflılık ve bağlantısallık esaslı bir güvenlik ve iş birliği çerçevesine dahil olma arayışının stratejik bir tezahürü olarak değerlendirilebilir.

2014’te Kırım’ın ilhakı ve 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini savunma, enerji güvenliği ve lojistik esneklik gibi konularda ortak adımlar atmaya itmişti. Üç Deniz Girişimi, bu bağlamda AB ve NATO üyesi ülkelerin ötesinde daha geniş bir bölgesel dayanışma zemini sunuyor.

Türkiye, NATO üyeliğini sürdüren ancak Batı dışı aktörlerle de stratejik ilişkiler kurmayı amaçlayan çok yönlü dış politikasının bir gereği olarak bu platformda yer alıyor ve askeri olmayan ama stratejik önemi haiz bir iş birliği modeline katkı sunuyor.

Bu çerçevede, Üç Deniz Girişimi Türkiye için üç düzlemde değer taşıyor: Doğu-batı koridorlarını kuzey-güney güzergâhlarla entegre etme fırsatı, Rusya’nın bölgesel etkisini dengeleyen ve NATO dışı ama Batı merkezli bir iş birliği alanına angaje olma zemini, Avrasya’daki enerji ve ulaştırma projelerinin merkezinde yer alarak Türkiye’nin kıta ölçeğinde bir geçiş ülkesi rolünü kurumsallaştırma imkânı.

Ekonomik ve enerji temelli yeni bir alan açılımı

Üç Deniz Girişimi’nin temelini oluşturan enerji, ulaşım ve dijital altyapı eksenleri, Türkiye’nin hem ekonomik kalkınma stratejileriyle hem de bölgesel iş birliği hedefleriyle örtüşüyor.

Özellikle 2000’li yıllardan itibaren kamu-özel sektör ortaklığı modeliyle gerçekleştirilen büyük ölçekli altyapı projeleri sayesinde Türkiye, bölgesinde “altyapı geliştirici ülke” profili kazanmıştı. Bu bağlamda Türkiye, Üç Deniz Girişimi içinde salt bir stratejik ortak değil, aynı zamanda altyapı projelerinin hayata geçirilmesinde “uygulayıcı aktör” niteliği taşıyor.

Enerji güvenliği, Üç Deniz Girişimi’nin stratejik omurgasını oluşturuyor. Türkiye, halihazırda Azerbaycan gazını Avrupa’ya taşıyan TANAP projesi ile Güney Gaz Koridoru’nun en kritik unsurlarından biri. Bu yönüyle Türkiye, doğu-batı yönünde işleyen enerji akışının transit merkezi olma vasfını taşıyor ve bu kapasitesini Üç Deniz Girişimi’nin kuzey-güney eksenli enerji güvenliği vizyonu ile birleştirme potansiyeline sahip.

Türkiye’nin LNG terminalleri, doğal gaz depolama kapasitesindeki artış ve yeni jenerasyon enerji bağlantı projeleri, Üç Deniz Girişimi ülkeleri için stratejik alternatifler sunuyor. Bilhassa Rusya’nın enerji ihracatını siyasi baskı aracı olarak kullanması, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin enerji kaynaklarını çeşitlendirme konusundaki hassasiyetini artırmış durumda.

Bu ortamda Türkiye, Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP), Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) gibi mevcut projelere ek olarak Doğu Akdeniz ve Hazar havzasındaki kaynakların Avrupa’ya taşınması için kritik bir coğrafi ve lojistik avantaj sunuyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin enerji diplomasisi, Üç Deniz Girişimi’nin enerji güvenliği hedefleriyle bütünleşerek bölgesel istikrarı destekleyici bir rol üstlenebilir.

Ayrıca Türkiye, yenilenebilir enerji alanında gerçekleştirdiği yatırımlarla da Üç Deniz Girişimi coğrafyasında sürdürülebilir enerji altyapısının geliştirilmesine katkı sunabilir. Rüzgâr ve güneş enerjisi santrallerinde edindiği teknik deneyim, Üç Deniz Girişimi ülkelerinde ortaklık temelinde yeni projelere öncülük etme imkânı yaratıyor.

Yeşil dönüşümün hız kazandığı bir dönemde, Türkiye’nin bu alandaki bilgi birikimini bölge ülkeleriyle paylaşması, sadece çevresel hedeflere değil, aynı zamanda ekonomik iş birliklerine de hizmet edecek gibi görünüyor.

Görsel: 3 Deniz Girişimi, Kalkınma Yolu ve Koridorlar
(https://sgb.uab.gov.tr/haberler/orta-koridor-ve-kalkinma-yolu-nu-guclendirecek-proje-via-carpatia)

Riskler ve zorluklar

Üç Deniz Girişimi, yapısal olarak yalnızca Avrupa Birliği üyesi ülkelerden oluşan bir ana katılımcı kümesine dayanıyor. Türkiye gibi AB dışında kalan stratejik ortakların, girişimin karar alma süreçlerine doğrudan etkide bulunma kapasitesi sınırlı.

Girişimin karar mekanizmalarının büyük ölçüde AB içi dinamiklere, özellikle Brüksel’in siyasi ve mali önceliklerine göre şekillenmesi, Türkiye’nin kendi önerilerini sistematik biçimde gündeme taşımasını zorlaştırabilir.

Ayrıca platformun ağırlıklı olarak AB fonlarıyla desteklenen projelere yönelmesi, Türkiye gibi dış paydaşların projelere doğrudan yatırım yapabilmesi için ikili ya da çok taraflı özel iş birliği modelleri geliştirmesini gerektiriyor. Bu durum, Türkiye’nin girişime sadece “proje ortağı” değil, aynı zamanda “yatırım aktörü” olarak entegre olmasını zorunlu kılıyor ve ekonomik kaynak planlamasında yeni öncelikler yaratmaya aday.

Türkiye’nin Üç Deniz Girişimi’deki görünürlüğü, Moskova açısından potansiyel bir rahatsızlık kaynağı. Rusya, Üç Deniz Girişimi’ni NATO’nun Doğu Avrupa’daki “yumuşak genişleme” hamlesi olarak görüyor ve bu platformun, kendisine karşı enerji ve altyapı üzerinden kurulan bir çevreleme stratejisine dönüştüğünü değerlendiriyor.

Türkiye ise Rusya ile Suriye, Güney Kafkasya ve enerji alanlarında çok katmanlı ilişkiler yürütüyor. Dolayısıyla Üç Deniz Girişimi içindeki konumu, bu hassas ilişkilerde bir denge testine dönüşebilir.

Ankara’nın NATO müttefiki olması bir avantaj olsa da Üç Deniz Girişimi gibi yarı-formal ve politik ağırlığı giderek artan platformlarda yer alması, Türkiye’yi Moskova’nın stratejik radarında daha belirgin hale getirebilir.

Özellikle Karadeniz havzasında Üç Deniz Girişimi üzerinden gelişecek ulaştırma ve enerji projeleri, Rusya’nın bölgedeki nüfuz alanı açısından tehdit olarak algılanabilir. Bu durum, Türkiye’nin denge siyasetine dayalı dış politika çizgisinde kırılganlık yaratma riski taşıyor.

Bir diğer risk alanı ise Üç Deniz Girişimi’nin yalnızca AB üyelerine açık “ana katılımcı” statüsünü koruması ve Türkiye’nin “stratejik ortak” statüsünün kurumsal olarak sınırlı bir çerçevede kalması.

AB-Türkiye ilişkilerinin gerginleştiği dönemlerde, Üç Deniz Girişimi içindeki aktörlerin Türkiye’yi dışlayıcı tutumlara yönelmesi ihtimali göz ardı edilemez. Bu durum, Türkiye’nin platformda görünürlük kaybına uğramasına ve stratejik ortaklık statüsünün simgesel düzeyde kalmasına neden olabilir.

Son olarak, Üç Deniz Girişimi içinde projeler için rekabet halindeki birçok ülkenin bulunması, Türkiye’nin girişim içindeki fonlara erişimini zorlaştırabilir. Özellikle altyapı fonlarının, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında kıyasıya bir rekabet konusu haline gelmesi, Türkiye’nin ekonomik kapasitesini artırsa dahi, siyasi uzlaşı süreçlerinde geri planda kalmasına yol açabilir. Bu durum, Türk özel sektörünün platforma entegrasyonunu yavaşlatabilir ve ticari açıdan verimlilik kaybı yaratabilir.

Tüm bu risklere rağmen Ankara’nın hem Batı ile hem Avrasya ile geliştirdiği ağlar, Üç Deniz Girişimi içinde köprü rolü üstlenmesine olanak sağlayabilir ve Türkiye’nin alternatif iş birliği modelleri üretme kapasitesi, AB dışında konumlanan ortaklar için bir örnek oluşturabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.

Zeynep Gizem Özpınar
Zeynep Gizem Özpınar
ZEYNEP GİZEM ÖZPINAR - Karabük Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu’nda başladığı ön lisans eğitimini 2015-2017 yılları arasında tamamladı. 2017-2019 yılları arasında Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden lisansını aldı. 2019 yılında Karabük Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı’nda başladığı yüksek lisans eğitimini, “Ermeni Meselesi’nde Son Kırılma Noktası: II. Karabağ Savaşı” başlıklı teziyle tamamladı. Hâlihazırda Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal, Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (ULESAM) yönetim kurulu üyesi olan Özpınar, aynı zamanda Politik Stratejiler Araştırma Merkezi (POLSAM) bünyesinde dış politika uzmanı olarak görev yapıp, TUDPAM’ın dijital yayın organı Dış Bakış dergisinin editörlüğünü de yürütmekte. Özpınar’ın yayımlanmış bilimsel makaleleri, analiz yazıları, tez çalışması ve uluslararası kongrelerde sunulmuş bildirileri bulunuyor. Türk dış politikası, uluslararası siyaset ve güvenlik çalışmaları üzerine uzmanlaşan Özpınar’ın analiz ve değerlendirmeleri Daily Sabah, Al Jazeera gibi muhtelif yayın organlarında yayımlanıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x