Ukrayna krizi aylardır dünya gündeminde. “Savaş çıkıyor”, “gerginlik sona erdi” haberleri arasında bütün dünya merakla gelişmeleri izliyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sadece bir ülkenin bir ülkeyi işgali olmadığını, belki de bir dünya savaşına yol açma riskinin varlığını herkes farkında…
Son yılların en popüler tarihçilerinden, kitapları satış rekorları kıran Yuval Noah Harari de Ukrayna – ABD – Rusya arasındaki gelişmelere tarihi perspektiften bakarak The Economist dergisi için bir yazı kaleme almış. Yazıda, Harari, insanlığın en büyük siyasi başarısının savaşların azalması olduğunu ve bu başarının da artık tehlike altında olduğunu öne sürüyor. Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:
“Ukrayna krizinin kalbinde tarihin ve insanlığın doğası hakkında temel bir soru yatıyor: Değişim mümkün mü? İnsanlar davranış biçimlerini değiştirebilirler mi, yoksa tarih, ayrıntılar dışında hiçbir şeyi değiştirmeden geçmiş trajedileri yeniden yaşamaya mahkum olan insanlarla beraber durmadan tekerrür mü eder?
Bir düşünce tarzı, değişim ihtimalini kesin olarak reddeder. Dünyanın bir yağmur ormanı olduğunu, güçlünün zayıfı avladığını ve bir ülkenin diğerini yutmasına engel olan tek şeyin askerî güç olduğunu savunur. Bu görüşe göre dünya her zaman böyleydi ve böyle olmaya devam edecektir. Orman kanunlarına inanmayanlar yalnızca kendilerini kandırmakla kalmaz, kendi varlıklarını da tehlikeye atarlar.
Başka bir düşünce de, sözde orman kanunlarının aslında doğal hukukun bir parçası olmadığını savunur. İnsanlar tarafından oluşturulmuştur ve insanlar tarafından değiştirilebilir. Genel inanışın aksine, örgütlü savaşların ilk sağlam delilleri yalnızca 13 bin yıllık arkeolojik bulgularda ortaya çıkıyor. Bu tarihten sonra bile savaşa dair arkeolojik delillerin olmadığı birçok dönem yaşanmıştır. Yerçekiminin aksine, savaş doğanın temel kuvvetlerinden biri değildir. Savaşların yoğunluğu ve mevcudiyeti, altında yatan teknolojik, ekonomik ve kültürel etkenlere bağlıdır. Bu etkenler değiştikçe savaş da değişir.
Böyle bir değişimin delilleri her yerdedir. Geçtiğimiz birkaç nesil boyunca nükleer silahlar, süper güçler arasındaki savaşları delice bir toplu intihar eylemine dönüştürdü ve dünyadaki en güçlü ulusları çatışmaları çözmek için daha az şiddetli yöntemler bulmaya zorladı. İkinci Pön Savaşı veya İkinci Dünya Savaşı gibi büyük güçler arasında meydana gelen savaşlar tarih boyunca belirgin olarak karşımıza çıksa da, son yetmiş yıldır süper güçler arasında doğrudan bir savaş yaşanmadı.
Aynı dönemde, küresel ekonomi maddi varlıklara dayalı bir ekonomiden bilgiye dayalı bir ekonomiye dönüştü. Geçmişte zenginliğin temel kaynakları altın madenleri, tarımsal araziler ve petrol kuyuları gibi maddi varlıklar iken, günümüzde asıl zenginlik kaynağı bilgidir. Petrol sahalarını zorla ele geçirebilirsiniz ancak bilgiyi bu şekilde elde edemezsiniz. Bunun bir sonucu olarak fetihlerin kârlılığı azaldı.
Son olarak, küresel kültürde çok ciddi bir değişim meydana geldi. Tarih boyunca seçkin zümreler – örneğin Hun şefleri, Viking soyluları ve Roma patricileri – savaşı olumlu bir şey olarak gördüler. Büyük Sargon’dan Benito Mussolini’ye kadar hükümdarlar kendilerini fetih yoluyla ölümsüzleştirmeye çalıştılar (Homeros ve Shakespeare gibi sanatçılar da böyle arzuları memnuniyetle tasavvur ettiler). Hristiyan kilisesi gibi diğer seçkin zümreler de savaşı kaçınılmaz bir kötülük olarak gördü.
Ancak son birkaç kuşakta, tarihte ilk defa savaşı hem kötü hem de önlenebilir gören seçkinler dünyada baskın hale geldi. Merkeller ve Ardernler bir yana George W. Bush ve Donald Trump gibileri bile, Hun lideri Attila veya Vizigot kralı Alarik’ten çok farklı türde siyasetçilerdir. Günümüz siyasetçileri genellikle fetih hayallerinden ziyade reform hayalleriyle iktidara gelirler. Sanat ve düşünce dünyasında ise, Pablo Picasso’dan Stanley Kubrick’e kadar önde gelen şahsiyetlerin çoğu, savaşların mimarlarını yüceltmek yerine savaşların sebep olduğu anlamsız vahşeti betimlemeleriyle tanınırlar.
Tüm bu değişimlerin bir sonucu olarak, artık çoğu devlet saldırı savaşlarını çıkarlarını ilerletmek için kabul edilebilir bir araç olarak görmüyor ve çoğu ulus komşularını fethetme ve ilhak etme hayallerini bir kenara bıraktı. Brezilya’yı Uruguay’ı fethetmekten veya İspanya’yı Fas’ı işgal etmekten alıkoyan yegane etken, askerî güç değildir.
Barışın değişkenleri
Savaşların azalması çok sayıda istatistikte açıkça görülür. 1945’ten bu yana uluslararası sınırların yabancı bir işgalden dolayı tekrar çizilmesi nispeten nadir görülen bir olay haline geldi ve uluslararası olarak tanınan hiçbir ülke fetih yoluyla tamamen haritadan silinmedi. İç savaşlar ve isyanlar gibi çok sayıda farklı çatışma türleri görüldü. Ancak tüm çatışma türleri hesaba katıldığında bile, 21. yüzyılın ilk yirmi yılında intiharlar, araba kazaları ve obezite ile ilgili hastalıklar çatışmalardan daha fazla insanın ölümüne sebep oldu. Şeker, baruttan daha ölümcül hale geldi.
Akademisyenler kesin istatistikler üzerine sürekli tartışırlar, ancak sayıların ötesine bakmak önemlidir. Savaşların azalması, istatistiksel olduğu kadar psikolojik bir olgudur. En önemli özelliği “barış” teriminin anlamında meydana gelen önemli değişimdir. Tarih boyunca barış yalnızca “savaşın geçici yokluğu” anlamına geliyordu. 1913’te insanlar Fransa ve Almanya arasında barış olduğunu söylediklerinde, Fransız ve Alman ordularının doğrudan çarpışmadığını kastediyorlardı ancak herkes iki ülke arasında her an bir savaşın patlak verebileceğini biliyordu.
Son yıllarda “barış”, “savaşın mantıksızlığı” anlamına gelmeye başladı. Birçok ülke için komşuları tarafından işgal edilmek ve fethedilmek neredeyse akla hayale gelmez bir düşünce haline geldi. Ben Orta Doğu’da yaşıyorum, bu yüzden bu eğilimlerin istisnaları olduğunu da biliyorum. Ancak eğilimleri görebilmek, en az istisnaları vurgulamak kadar önemlidir.
Bu “yeni barış” istatistiksel bir tesadüf veya hippi fantezisi değil. Bu durum, soğukkanlılıkla hesaplanan bütçelere en açık şekilde yansımış durumda. Son yıllarda dünya çapında devletler, bütçelerinin yalnızca ortalama %6,5’lik kısmını silahlı kuvvetlere harcayacak kadar kendilerini güvende hissettiler ve eğitim, sağlık ve refah için çok daha fazla para harcadılar.
Bunu oldukça doğal karşılıyoruz ancak bu insanlık tarihinde şaşırtıcı bir yenilik. Binlerce yıl boyunca askeri harcamalar her prens, han, padişah ve imparatorun bütçesindeki açık ara en büyük kalemdi. Toplum için eğitim veya sağlık yardımı için neredeyse bir kuruş bile harcamadılar.
Savaşların azalması, ilahi bir mucizeden veya doğal hukuktaki bir değişiklikten kaynaklanmadı ancak insanların daha iyi seçimler yapmasından kaynaklandı. Bu, modern uygarlığın tartışmasız en büyük siyasi ve ahlaki başarısıdır. Ne yazık ki, bu başarının insan tercihlerinden kaynaklanıyor olması, tersine çevrilebileceği anlamına da geliyor.
Teknoloji, ekonomi ve kültür değişmeye devam ediyor. Siber silahların ortaya çıkışı, yapay zeka tabanlı ekonomiler ve yeni militarist kültürler, şu ana kadar karşılaştıklarımızın çok ötesinde savaşların hakim olduğu bir dönem ile sonuçlanabilir. Barışın tadını çıkarmak için neredeyse herkes iyi tercihler yapmak zorunda. Buna karşılık, yalnızca bir tarafın yaptığı kötü bir tercih savaşa sebep olabilir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmekle tehdit etmesi bu yüzden dünyadaki her insanı ilgilendirmelidir. Güçlü ülkelerin zayıf komşularını yutması tekrar normatif hale gelirse bu durum dünyanın dört bir yanındaki insanların duygu ve davranışlarını etkileyecektir. Orman kanunlarına geri dönüşün ilk ve en bariz sonucu, geri kalan her şeyin pahasına askerî harcamaların keskin bir şekilde artması olacaktır. Öğretmenler, hemşireler ve sosyal hizmet çalışanları için harcanması gereken para bunlar yerine tanklara, füzelere ve siber silahlara harcanacaktır.
Orman kanunlarına geri dönüş ayrıca yıkıcı iklim değişikliğini engelleme ve yapay zeka ile genetik mühendislik gibi yıkıcı teknolojilerin denetlenmesi gibi sorunlarda küresel işbirliğini zayıflatacaktır. Sizi yok etmeye hazırlanan ülkeler ile birlikte çalışmak kolay değildir. Hem iklim değişikliği hem de yapay zeka alanındaki silahlanma yarışı hızlanırken, silahlı çatışma riski daha da artacak ve türümüzün sonunu getirebilecek bir kısır döngü halini alacaktır.
Tarihin yönü
Tarihsel değişimin imkansız olduğuna ve insanların orman kanunlarını asla terk etmediğini ve terk etmeyeceğine inanıyorsanız, geriye kalan tek seçenek avcı veya av rolünü oynamaktır. Böyle bir seçenek sunulduğunda, çoğu lider tarihe besin zincirinin zirvesindeki avcı olarak geçmeyi ve isimlerini talihsiz öğrencilerin tarih sınavları için ezberlemek zorunda oldukları korkunç fatihler listesine eklemeyi tercih ederdi.
Ancak belki de değişim mümkündür? Belki de orman kanunları kaçınılmaz bir olgudan ziyade bir tercihtir? Eğer gerçekten öyleyse, komşusunu fethetmeyi seçen bir lider insanlığın hafızasında, alelade bir Timur’dan çok daha kötü, özel bir yere sahip olacaktır. Bu lider tarihe, insanlık olarak en büyük başarımızı mahveden kişi olarak tarihe geçecektir. Tam da ormandan kurtulduğumuzu sandığımızda bizi tekrar içeriye çeken kişi olarak.
Ukrayna’ya ne olacağını bilmiyorum. Ancak bir tarihçi olarak değişimin mümkün olduğuna inanıyorum. Bunun bir naiflik olduğunu düşünmüyorum, bu gerçekçiliktir. İnsanlık tarihinde süreklilik gösteren tek olgu değişimdir. Belki de bu Ukraynalılardan öğrenebileceğimiz bir şeydir. Nesiller boyunca Ukraynalılar baskıya ve şiddete maruz kaldı. İki yüzyıl süren çarlık otokrasisine katlandılar (söz konusu çarlık nihayet Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında çöktü). Kısa süreli bir bağımsızlık girişimi, Rus hakimiyetini tekrar tesis eden Kızıl Ordu tarafından hızlı bir şekilde ezildi. Daha sonra Ukraynalılar, Holodomor’un insan yapımı kıtlığını, Stalinist terörü, Nazi işgalini ve on yıllarca süren boğucu Komünist diktatörlüğü yaşadı. Tarih, Sovyetler Birliği dağıldığında Ukraynalıların tekrar acımasız baskıcı bir yola gireceklerini gösteriyor gibiydi, başka ne biliyorlardı ki?
Ancak onlar başka bir yol seçtiler. Tarihe, ezici yoksulluğa ve aşılması imkansız görünen engellere rağmen Ukraynalılar bir demokrasi inşa etti. Rusya ve Beyaz Rusya’nın aksine Ukrayna’da muhalefet adayları defalarca önceki yöneticilerin yerini aldı. 2004 ve 2013 yıllarında otokrasi tehditi ile yüzleştiklerinde Ukraynalılar özgürlüklerini korumak için iki defa ayaklandı. Demokrasileri henüz yeni. Bu “yeni barış” gibi yeni. İkisi de kırılgan ve uzun sürmeyebilir. Ancak ikisi de mümkün ve köklerini derinlere salabilir. Eski olan her şey bir zamanlar yeniydi. Her şey insanların tercihlerine bağlı.
Bu yazı ilk kez 21 Şubat 2022’de yayımlanmıştır.