Ukrayna Savaşı, dünyadaki jeopolitik fay hatlarını tetikleme potansiyeli taşıdığı için sadece bölgesel değil, küresel etkilere de neden olabilecek bir çatışma. Zaten şimdiden dünyadaki ittifakları şekillendirmeye de başladı. Üstelik, Ukrayna Savaşı’nın sonucu ve Rusya’nın bu savaştan nasıl çıkacağı; Batı hegemonyasının bitip bitmeyeceğinin, dünyanın çift kutuplu düzene geçip geçmeyeceğinin ve bloklaşmaların var olduğu ama çok katı çizgilerle ayrılmadığı bir düzeni tarif eden “Serin Savaş”ın başlayıp başlamayacağının da yanıtı olacak.
Soğuk Savaş’tan sonra
Batı ve Doğu blokları olmak üzere, net bir ayrışmanın yaşandığı Soğuk Savaş’ın 1990’da bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte, tek kutuplu ABD ve Batı hegemonyası başlamış oldu. Liberal ideolojiye dayanan bu tek kutuplu ABD hegemonyası 2008 Finans Krizi’ne kadar devam etti. 2008’de dünyadaki ekonomik daralmanın ve Batı’nın dünya ekonomisindeki yerinin küçülmeye başlamasıyla; Batı hegemonyası ve liberalizm hem içeriden hem de dışarıdan meydan okumalarla karşı karşıya kaldı. İçerideki meydan okumaların kaynağı, Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi, Avrupa’da popülist ve milliyetçi-muhafazakâr akımların güçlenmesi gibi gelişmelerdi. Dışarıdan gelen sınamaların kaynağı da Çin’in ekonomik olarak, Rusya’nın ise askerî olarak Batı’ya meydan okumalarıydı.
Batı, Sovyetlerin yıkılmasından sonra Rusya’nın hinterlandı ve yayılma alanı olarak gördüğü eski Sovyet coğrafyasında; eski Varşova Paktı ve sosyalist ülkelerin hızlı bir şekilde AB ve NATO’ya katılmalarını sağlayarak ve Renkli Devrimler yoluyla genişleme yoluna gitti. O dönemde Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri demokrasi ve ekonomik standartların daha yüksek olduğu Batı sisteminin bir parçası olmayı çıkış yolu olarak benimsediler. Bu ülkeler için Rusya ve Sovyetler geçmişi, Batı ise geleceği temsil ediyordu.
1990’larda moratoryum ilan edecek kadar kötü duruma düşen ve Çeçenistan, Tataristan gibi kendi sınırları içindeki bölgeleri kaybedecek noktaya gelen Rusya; Batı’nın eski Sovyet coğrafyasındaki genişlemesine uzun bir süre karşı koyamadı. Üstelik, 1990’larda Rusya’da liberalleşme paradigması hâkim olmaya başlamıştı. Batılılaşma hevesine girmiş Rus politik elitler, Vladivostok’tan Lizbon’a kadar “Greater Europe” (Büyük Avrupa) dış politika konsepti çerçevesinde Avrupa’nın Rusya’yı eşit ve saygın bir ortak olarak kabul edeceğini sanıyordu.
Rusların ve Rusya’nın Batılılaşma hülyasının sonu
1990’ların sonuna gelindiğinde, Rus toplumu plansız özelleştirmelerin ve oligarkların yarattığı yoksullukla; Rus politik elitleri ise NATO’nun Sırbistan’ı bombalamasıyla Batılılaşma-liberalleşme hülyasından uyandı. Rusya’da muhafazakârların ve Avrasyacıların argümanları daha fazla meşruluk kazanır hale geldi. 1996-1999 yılları arasında Başbakan ve Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Primakov ile birlikte de çok kutupluluk parametresi Rus dış politikasında daha fazla ön plana çıkmaya başladı.
Rusya’da “silovik” diye adlandırılan askerî-bürokratik-istihbarati güç veya müesses nizam diyebileceğimiz kesimin Putin öncülüğünde iktidarı ele geçirmesiyle; Rusya tekrar merkezileşmeye başladı. Dünyada petrol fiyatlarının artması gibi unsurlar sayesinde de Rusya, 2000’lerde ekonomik olarak tekrar toparlanma eğilimine girdi.
Putin ile Rusya’nın dönüşü
2007 yılındaki Münih Zirvesi’ndeki kritik konuşmasında Putin, Rusya’nın artık ABD’nin hegemonyasına karşı koyacağının ve eski Sovyet coğrafyasında genişlemesine daha fazla izin vermeyeceğinin sinyalini vermişti. 2008’de Gürcistan’a müdahale ederek, Batı’nın Sovyet coğrafyasında genişlemesine daha fazla göz yummayacağını fiili olarak göstermiş oldu. 2008 aynı zamanda Rusya’nın neo-emperyal politikalarına dönüşün ve Putin’in eski Çarlık-Sovyet coğrafyasında tekrar Rus İmparatorluğunu inşa etmeye çalışacağının işaretiydi.
Ukrayna meselesi ise ayrı bir kırılma noktası oldu. Çünkü Ukrayna sadece bölgesel değil, küresel ölçekli bir mesele. Rusya için ise ontolojik yani bizatihi Rusya’nın var oluşuna dair bir mesele. ABD eski güvenlik danışmanlarından Brzezinski’nin belirttiği üzere, Ukrayna dünyadaki beş jeopolitik pivot ülkeden birisi. Bu durum Ukrayna’nın ekonomik ve askerî güç olmasından değil; küresel aktörlerin davranışlarını doğrudan etkileyecek hassas jeopolitik konuma sahip olmasından ve Rusya’nın emperyal heveslerini durdurabilme potansiyelinden kaynaklanıyor.
Ukrayna’nın anlamı
Dolayısıyla Ukrayna Savaşı’nın başlaması dünyadaki diğer jeopolitik fay hatlarını da tetikledi. Rusya açısından Ukrayna hem kimlik ve varlık meselesi hem de uluslararası sistemde büyük güç olup olamayacağının yanıtı.
Ukrayna’nın Rusya açısından diğer eski Sovyet ülkelerine nazaran çok daha ayrı bir önemi var. Çünkü Rusya’nın Ukrayna ile Kiev Rusyasına (Kiev Knezliği) uzandığını düşündüğü tarihsel birlikteliği ve Slav-Ortodoksluk bağları var. Ruslar, 9. ve 13. Yüzyılları arasında tarih sahnesinde var olmuş Kiev Knezliğini ilk Rus devleti olarak kabul etmekte ve Ukraynalılarla birlikte kendilerinin ataları olarak görmektedir.
Ancak 24 Şubat 2022’de savaşın başlamasıyla Ukrayna için artık bu bağların tamamen koptuğunu ve Ukrayna’yı Rusya’nın bir daha kazanmasının mümkün olmadığını belirtmek gerekiyor. Hatta şu an dönüşüm yaşayan Ukrayna kimliğinde Rusya’nın artık bir öteki olduğunu söyleyebiliriz.
Jeopolitika ve uluslararası sistem açısından ise Ukrayna, Rusya açısından varlık meselesi, özellikle emperyal iddiaları bakımından. Savaş başladığından beri birçok Rus uzman, gazeteci ve propagandist Rus televizyon kanallarında Rusya’nın bu savaştan mağlup ayrılma şansının olmadığını; mağlup ayrıldığı takdirde dünyadaki etkisinin kalmayacağını ve hatta çöküş sürecine girebileceğini iddia etmekte. Rusya’nın savaşı kaybetme riski ile karşı karşıya kalırsa nükleer silaha başvurması gerektiğini bile söyleyenler oldu.
Kontrol altına aldığı Ukrayna sayesinde, Moskova, uluslararası sistemdeki ağırlığının Washington ayarına çıkacağını Ukraynasız ise Kanada ayarına düşeceğini ve Avrasya imparatoru olamayacağını düşünüyor.
Rusya’nın büyük güç sendromu
“Büyük güç olma sendromu”na sahip Rusya’ya göre, Rusya imparatorluk ve emperyal güç olmak zorunda.
Aksi takdirde Rusya’nın küçüleceğini ve Rusya’nın ulus-devlete dönüşmesinin, Rusya’nın bütün iddialarını kaybetmesi ve sıradan bir Slav devletine dönüşmesi anlamına geleceği özellikle Rus muhafazakârlarında ve Avrasyacılarında hâkim olan bir düşünce. Rusya’nın şu anki dış politikasına baktığımızda Rusya’yı yöneten politik elitlerin ve Putin’in de bu düşünceye sahip olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
Yani özetle, Ukrayna meselesi, Rusya açısından dünyada büyük güç olup olamayacağı meselesi. Savaş başladığından beri Putin, Lavrov ve Medvedev bu savaşın ABD hegemonyasına karşı olduğunu ve dünyanın artık tek kutuplu olmadığını iddia ediyor.
Ortadoğu’da iki blok
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlaması ve Rusya’nın Batı’dan tamamen kopmasıyla birlikte; Rusya, Çin ve İran ile daha fazla yakınlaşmaya başladı. Adeta Rusya-Çin-İran arasında Batı’ya meydan okuyanlar ve Batı’dan dışlananlar bloğu oluşmaya başladı. ABD Başkanı Biden’ın Ortadoğu turu sonrası, 19 Temmuz’da Putin, Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin katılımıyla gerçekleşen Tahran Zirvesi ve Putin’in Tahran’dan verdiği mesajlar, Ortadoğu’da da çift kutupluluğun oluşmaya başladığını gösteriyor: ABD-İsrail-Suudi Arabistan bloğuna karşı Rusya-İran-Suriye bloğu.
Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD’nin Avrupa üzerindeki gücünü tekrar konsolide etmesini, birkaç yıl öncesine kadar Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO’nun tekrar varlık nedeni bulmasını sağladı. Rusya-Ukrayna Savaşı’yla Batı kutbunun tekrar safları sıklaştırdığını, Anglosakson-Kıta Avrupası ayrımının azaldığını ve Almanya’nın bu kutupta inisiyatif kaybettiğini söyleyebiliriz.
2008 sonrası ABD “hiperpower”dan süper güç pozisyonuna düşmeye başladı. Fakat Çin veya Rusya’nın ABD’nin karşısında tek başına ikinci bir kutup ve süper güç olarak çıkacak güce şu an sahip olduğunu söylemek de zor.
Çift kutuplu dünyaya doğru mu?
Rusya-Ukrayna Savaşı; Rusya, Çin ve İran’ın yakınlaşmasını arttırmaya başladı. Ancak bu üç ülkeyi yakınlaştıran tek unsurun Batı’nın karşısında konumlanmaları olduğunu ve üç ülkenin de medeniyetsel, ideolojik, tarihsel ve normatif değerlere bağlı hiçbir ortaklıklarının bulunmadığını da belirtmek gerekiyor.
Burada Batı kutbuna karşı ikinci bir kutbun çıkıp çıkmayacağı ve dünyanın çift kutupluluk sürecine girip girmeyeceği üç unsura bağlı. Bunlardan birincisi Rusya’nın Ukrayna Savaşı’ndan nasıl çıkacağı, ikincisi Çin’in nasıl bir pozisyon alacağı ve üçüncüsü Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin ABD ile ilişkilerinin gidişatının ve dünya sistemindeki yerlerinin nasıl konumlanacağı.
‘Serin Savaş’ın başlangıcı mı?
Rusya’nın bu savaştan zaferle çıkması ise; Transdinyester ve Tayvan meselesi gibi diğer çözülmemiş sorunlar için Rusya ve Çin’in askerî müdahalelere daha rahat başvurmasına, Bosna Hersek’in içindeki Sırp meselesinin tekrar alevlenmesine ve dünyanın daha da militaristleşip, dondurulmuş ihtilafların tekrar ortaya çıktığı ve vekalet savaşlarının arttığı ‘Serin Savaş’ döneminin başlamasına neden olacaktır.
Bu nedenle Rusya-Ukrayna Savaşı dünyanın çift kutupluluğa geçip geçmeyeceğini, ‘Serin Savaş’ın başlayıp başlamayacağını ve dünya siyasetindeki liberal paradigmanın ve Batı etkisinin kırılıp kırılmayacağının da cevabı olacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Ağustos 2022’de yayımlanmıştır.