NATO’nun 10 Temmuz’daki 75. yıldönümü zirvesinde önemli kararlar açıklandı. Ukrayna’ya gelecek yıl için, ilk kez Amerikan F-16 savaş uçakları da dahil olmak üzere yaklaşık 43,3 milyar dolarlık askeri yardım sözü verildi, Ukrayna’nın gelecekte NATO üyesi olması için “geri dönülemez bir yola girildiği” üzerinde uzlaşıldı ama üyelik için bir tarih belirlenmedi. Ve Türkiye ile ilgili de önemli bir gelişme oldu, 2026’daki NATO zirvesi Türkiye’de düzenlenecek.
Ukrayna’nın ittifakın 33. üyesi olmayacağı belliydi zira ittifak ülkelerinin çoğu Kiev savaşta olduğu sürece resmî bir adım atmanın mümkün olmayacağını düşünüyor çünkü ittifakın 5. Maddesi, birine karşı yapılan saldırının hepsine karşı yapılmış sayılacağını hükme bağlıyor.
Tren şimdilik kaçtı ama konu yine de gündemde. Peki, Rusya işgali altındaki Ukrayna’yı dünyanın en güçlü savunma şemsiyesinin altına almanın bir yolu var mı? ABD’nin Johns Hopkins Üniversitesi’nin uluslararası ilişkiler profesörlerinden M.E. Sorette’ye göre Kiev, tarihi örnekleri izleyerek NATO üyesi olabilir. Prof. Sorette, Foreign Affairs dergisinde önerisini formüle döktü. Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz.
“Tarih, bölünmüş bir devletin, hatta savaştaki bir ülkenin üyeliğinin nasıl sağlanacağına dair emsallerle dolu. Bu tarihi örneklerin, işe yarayacakları kesin değil. Ayrıca Ukrayna’nın topraklarının bölünmesine geçici olarak tahammül etmesini de kapsadığı için ortaya çıkacak maliyetler de yüksek olacaktır. Yine de maliyetlere rağmen bu modelleri ciddiyetle değerlendirmenin zamanı geldi çünkü bir an önce müttefik olabilmek için yaratıcı bir yol bulmayı hak eden bir ülke varsa o da Ukrayna’dır.
5. Madde gerçekten bağlayıcı mı?
NATO’nun 1949 tarihli kurucu anlaşması müttefiklere birine yapılan saldırıyı hepsine yapılmış sayma yükümlülüğü getirse de herkese uyan tek bir üyelik şartı getirmiyor, yani bazı ülkeler ısmarlama şartlar üzerinde pazarlık yapabiliyorlar. Örneğin Fransa, Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle 1960’ların ortalarında NATO’nun askerî kanadından çekildikten sonra bile müttefik olarak kalmıştır. Diğer iki örnek daha da önemlidir: Sırasıyla Moskova’ya yakınlıklarına ve Moskova ile çatışmalarına rağmen ittifaka katılmanın yollarını bulan Norveç ve Batı Almanya.
75 yıl önce Norveç, Ukrayna’nın bugün istediği şeyi istiyordu: Rusya (o zamanlar Sovyetler Birliği’ndeydi) ile sınır komşusu olmasına rağmen bir NATO müttefiki olmak. Moskova hiçbir zaman Norveç’i işgal etmemiş olsa da Çekoslovakya’nın 1948’de Moskova’nın kontrolü altına girmesi onları dehşete düşürmüştü.
Norveç NATO’ya nasıl girdi?
Norveçliler iki seçenek üzerinde tartıştılar: daha güçlü bir Nordik savunma işbirliği ya da transatlantik ittifak. İkinci seçenekte karar kıldı, ancak bir değişiklikle.
Norveç hükümeti ittifakın kurulmasından iki ay önce, 1 Şubat 1949’da tek taraflı bir deklarasyon yayınlayarak “Norveç saldırıya uğramadığı veya saldırı tehdidine maruz kalmadığı sürece Norveç topraklarındaki üsleri yabancı güçlerin silahlı kuvvetlerine açmayacağını” bildirdi. Daha sonra nükleer silahlar konusunda da benzer kısıtlamalar eklendi.
Soğuk Savaş dönemindeki Norveç ile bugünkü Ukrayna arasındaki pek çok farka rağmen Norveç modeli geçerliliğini koruyor ve Rusya ile sınırı olan bir ülkenin NATO’ya nasıl katılabileceğini gösteriyor. Norveç modelinin bir başka yararı daha var. Hem eski Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin hem de halefi Vladimir Putin NATO’nun üyeliğini genişletmesini kınadılar. Ancak çeşitli müzakerelerde iş başa düştüğünde farklı bir sonuç ortaya koydular ve sadece NATO’nun altyapısını genişletmesine karşı çıktılar. Örneğin, “askerî güçlerin ve silahların” geri çekilmesini ve “kara tabanlı orta ve kısa menzilli füzelerin” konuşlandırılmasının engellenmesini talep ettiler.
Batı Almanya NATO’ya nasıl girdi?
Batı Almanya’nın 1955’te üyeliğe giden yolu farklı bir nedenle önemlidir: bir ülkenin bölünmüş olmasına rağmen nasıl müttefik olabileceğini gösterir. Bu modeli savunmak için güçlü feragatler gerekir. İdeal olan Ukrayna’nın Rus işgalcileri püskürtmesi ve 1991 sınırlarına geri dönmesidir. Ancak cesaretlerine rağmen Ukraynalı güçlerin yakın vadede bunu askerî yollarla yapma şansı çok az. Trump Kasım seçimlerini kazanırsa bu ihtimal daha da azalacak.
Dolayısıyla, bölünme ile tutarlı bir üyelik düşünmek korkunç ama acil bir gerekliliktir. Bölünmüş bir Almanya NATO’ya katıldığına göre, bölünmüş bir Ukrayna’nın da katılabileceğini savundular. Ancak bu tarihin ciddi bir şekilde yanlış okunmasıdır çünkü bölünmüş bir Almanya NATO’da değildi. Batı Almanlar NATO’ya girdi; Doğu Almanlar ise yüzüstü bırakıldı.
Açıkça söylemek gerekirse, sınırları belli olmayan hiçbir devlet NATO’ya katılamaz çünkü 5. Maddenin inandırıcı olabilmesi için koruma kapsamının açıkça tanımlanmış olması gerekir. Ancak, bir ülke Batı Almanya örneğini izlediği, yani sınırın geçici olduğunu baştan açıkça belirttiği sürece, tanımlanmış bir sınıra sahip olmak geri dönülemez, hatta uluslararası alanda tanınan bir sınıra sahip olmak anlamına gelmez.
Batı Almanya’nın 1955 yılında NATO üyeliğine giden yolu, bir ülkenin bölünmüş olmasına rağmen nasıl müttefik olabileceğini gösteriyor.
Bu stratejiyi anlamanın en iyi yolu Batı Alman liderlerin stratejiyi nasıl uyguladıklarını hatırlamaktır. Bölünmeye ucu açık bir süre için tahammül etmeleri ve “Almanya’nın yeniden birleşmesini sağlamak için güce başvurmaktan” vazgeçmeleri gerektiğinin farkındaydılar. Ancak Almanya’nın iç sınırlarını tanımayı reddederek bu bölünmeyi kabul ettiklerini değil, buna katlandıklarını açıkça ortaya koydular. Bir anayasa değil ama geçici bir “temel yasa” kabul ederek “tüm Alman halkını … kendi kaderini özgürce tayin ederek Almanya’nın birliğini ve özgürlüğünü sağlamaya” çağırdılar ve ülkenin yasal yapısını ancak bu olaydan sonra tamamlama sözü verdiler. Başkent olarak büyük bir şehri değil, Bonn adında bir kasabayı seçerek Batı Almanya’nın geçici bir yapı olduğu fikrini güçlendirdiler. NATO üyeliğinden 1975 Helsinki Nihai Senedi’ne kadar diplomatik anlaşmalarda birleşme hedefini korudular. Batı Almanya 1955’te NATO’ya katıldıktan sonra hem ekonomik iyileşmesini hem de yeni demokratik normlarını sağlamlaştırarak büyük bir ihracatçı devlet ve güçlü bir NATO müttefiki haline geldi.
Kiev elbette bu acı modelden daha iyisini hak ediyor. Ancak Ukrayna ve destekçileri ülkenin fiili bölünmüşlüğüne son veremediği için bu bölünmüşlük şimdilik bir gerçek. Batı Almanya örneğini takip etmek ve bağımsız Ukrayna’nın NATO’ya tam üyeliğini sağlamak, Kongredeki çekişmeler ve Trump’ın yeniden seçilme ihtimalinin artmasıyla ABD’nin temel desteğinin azalmasını izlemekten daha iyidir.
Ukrayna’ya çözüm önerileri
Bu modellerden alınan dersler ışığında, NATO üyesi ülkelerin liderleri özel olarak Kiev’i üç şeyi yapmaya teşvik etmelidir:
Birincisi, geçici ve askerî açıdan savunulabilir bir sınır tanımlamak.
İkincisi, işgal edilmemiş topraklardaki altyapıya (yabancı askerlerin veya nükleer silahların kalıcı olarak yerleştirilmesi gibi) kendi kendine sınırlamalar getirmeyi kabul etmeli ve bu sınırlamaların sadece Ukrayna saldırı veya saldırı tehdidi altında olmadığı sürece geçerli olduğuna dair önemli bir Norveç feragatnamesi vermelidir.
Üçüncüsü ve en acısı, NATO müttefiklerine Ukrayna üye olur olmaz kendilerini birdenbire Rusya ile savaş halinde bulmayacakları konusunda güvence vermek için Batı Almanların yaptığı gibi meşru müdafaa dışında bu sınırın ötesinde askeri güç kullanmamayı taahhüt etmek. Bu adımın bedeli açık uçlu bir bölünmeyi kabul etmek olacaktır, ancak faydası Ukrayna’nın büyük bölümüne NATO içinde güvenli bir sığınak sağlamak olacaktır.
Riskler de büyük ama…
Bu öneriler önemli risk ve zorlukları da beraberinde getirecektir.
İlk olarak, tüm müttefiklerin Ukrayna’nın üyeliğini onaylaması gerekecektir ki bu da ABD’de Senato’nun onayını gerektirir. Bu, NATO üyeliğine giden her yolda karşılaşılabilecek bir yokuş, yani bu öneriye özgü bir yük değil.
İkinci olarak, Rusya, en hafif tabirle, Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkacaktır. Ancak eski Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’in Ukrayna’nın bölünmesi çağrısında bulunduğu göz önüne alındığında, Moskova’nın bunu bir zafer olarak nitelendirerek yüzünü kurtarma seçeneği olacaktır. Putin’in en büyük önceliğinin kişisel rejiminin bekası olduğu düşünülürse, Ukrayna’nın ittifak üyeliğinin pazarlanabilir bir versiyonu yeterli olabilir. Bundan zarar görecek olanlar, halihazırda Moskova’nın işgali altında olanlardır. Ancak Batı, işgal altındaki toprakları geri almak için ciddi bir gerilime değeceğine karar vermezse, durum her hâlükârda böyle olacaktır.
Üçüncüsü, Moskova herhangi bir gerçek müzakereyi boykot edecektir, çünkü Putin zamanın kendi tarafında olduğunu hissediyor ve bu yüzden anlaşmaya pek hevesi yok. Ancak Putin’in imzalayacağı hiçbir belge inandırıcı olmayacağından bu göründüğünü kadar büyük bir sorun değil. Ukrayna ve destekçileri Putin’siz bir barışı hedefleyebilir ve hedeflemelidir de. Bunun sonucunda Ukrayna’nın uluslararası alanda tanınan bir sınırı olmayacaktır; ancak Batı Almanya’nın da gösterdiği gibi, sınırlar net bir şekilde çizildiği ve askerî açıdan savunulabilir olduğu sürece bu durum üyeliğe engel değildir.
Dördüncüsü, pek çok Ukraynalı bu adımları attığı için başkanları Volodimir Zelenskiy’e saldıracaktır. Kendisini ülke içinde korumak için cevap olarak Batı’yı suçlayabilir ve suçlamalıdır da. Bunun, yorgun ve savaşma isteklerini kaybetmeye başlayan Ukraynalılara büyük bir faydası olacaktır. Bölünmeyi kabul etmekten hazzetmeseler de Ukrayna’nın büyük bir bölümünün güvenli hale geldiğini bilmek onlara moral verecektir.
Son olarak, katılım süreci boyunca bağımsız Ukrayna’yı korumak son derece zor olacaktır. Ancak katılım süreci sırasında geçici bölünme hattı üzerinde uçuşa yasak bir bölgenin aşamalı olarak uygulamaya konmasını kapsayacak şekilde zorlanabilir.
Sonuç olarak zaman daralıyor ve geriye kalan uygulanabilir seçenekler çok az. Eğer Ukrayna ABD’nin desteği azaldıkça çaresizce destek bulmak için çırpınmak zorunda kalmayacaksa, güvenliğini NATO içinde kurumsallaştırmak için ideal olmayanlar da dahil olmak üzere tüm seçenekleri değerlendirmelidir. Norveç ve Batı Almanya bunun nasıl yapılacağını gösterdi.”
Bu yazı ilk kez 11 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.