Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan savaş, bu iki ülkeyle arasında sınırlı değil, hatta Batı ve Rusya arasındaki mücadeleyle de sınırlı değil; mevcut savaş aynı zamanda uluslararası sistemin dönüşümü ve bu dönüşümün karşıt saflarında yer alan büyük güçlerin stratejileriyle de ilgili.
Bugün itibarıyla uluslararası sistem, bir anlaşmazlığa göre şekilleniyor: ABD’nin öncülüğünü yaptığı Batı Dünyası’nın hegemonyasını sürdürme anlayışıyla, Çin ve Rusya’nın uluslararası sistemin çok kutuplu/merkezli bir yapıya dönüştürülmesini talep etmesi arasındaki bir anlaşmazlık bu.1 Çeşitli bölgelerde yer alan ve “bölgesel aktör” konumuna erişmiş birçok ülke de çok kutuplu/merkezli dünya fikrine sıcak bakıyor.2 Ancak Batı hegemonyasına dayalı sistem yapısının değişimi yönünde en fazla çaba gösteren aktörlerin Çin ve Rusya olduğu aşikâr. Her iki ülke de özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde oynadıkları rol ve gerek kendi coğrafyalarındaki ülkelerle kurdukları ikili ve kurumsal ilişkiler, gerekse de birbirleriyle olan ekonomik/ticari ve askerî temaslarıyla, bu anlayışı açıkça yansıtan bir pozisyondalar.
Çin ve Rusya’nın dünyayı dönüştürme çabası
Batı’nın Ukrayna’yı kandırdığını, bu gidişle Ukrayna’nın bir felaketle karşılaşacağını oysa ülkenin ekonomik olarak güçlendirilip, Batı ve Rusya arasında kapışma sahnesi olmaktan çıkartılması gerektiğini iddia eden 2015’deki bir konuşması bugünlerde tekrar hatırlatılan ABD’li siyaset bilimi profesörü John Mearsheimer’in de altını çizdiği gibi Çin ve Rusya’nın dünyayı çok kutuplu hale getirebilmesi için öncelikle kendi bölgelerinde hegemon olmaları gerekiyor.3
Çin, bu adımı İndo-Pasifik özelinde geliştirdiği ikili temaslar ve özellikle de Kuşak ve Yol İnisiyatifi ile atıyor. Hatta Pekin’in küresel bazda bir etkinlik elde ettiği de ifade edilebilir. Çin, ekonomik gücü sayesinde bu adımları atabiliyor. Ne var ki, aynı durumun Rusya için söz konusu olduğu söylenemez. Enerji kaynakları ve silah sanayi dışında ekonomik anlamda fazla gelişkin bir ülke olmayan Rusya, çok kutupluluğa entegre olabilmek için Avrasya geneli ve eski Sovyet coğrafyası özelinde bölgesel bir lider/hegemon olması gerektiğini düşünüyor. Bu anlamda da bahsedilen coğrafyadaki ülkelerle Avrasya Ekonomik Birliği gibi çeşitli temas alanları geliştirmeye çalışıyor.
Rusya’nın zorlandığı yer
Amerikalı siyaset bilimi profesörü Joseph Nye tarafından ortaya atılan, kültür ve değerler gibi sembolik kaynaklar vasıtasıyla, ikna ve cezbetme yöntemlerini kullanarak başka ülkeleri etkileme gücü olarak tanımlanabilecek “yumuşak güce” sahip olmayan bunun da farkında olan Rusya, etki alanını genişletmekte epey zorlanıyor.4 Bu durum da Moskova’nın siyasal ve askerî baskı olanakları ya da enerji ve ticari imkânları birer ‘ceza’ unsuru olarak kullandığı “sert güç” imkânlarına yönelmesine yol açıyor. Kuşkusuz, bu durum bölge ülkelerinin egemenlik, toprak bütünlüğü ve eşitlik gibi ilkeler temelinde Moskova’ya tepki duymasına ve ondan daha da uzaklaşmasına yol açıyor.
Bu ülkelerin, genel itibarıyla yöneldikleri aktörler ise kurumsal bazda NATO ve AB. AB’nin lider ülkeleri ve ABD, bu süreci koordine eden ülkeler olarak ön plana çıkıyor. Çin, Rusya’nın bölgesel anlamda kontrol etmek istediği belli coğrafyalar üzerinde de ekonomik, ticari ve siyasal olarak belli bir etkinlik oluşturdu. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Güney Kafkasya’da giderek artan Çin görünürlüğü bu duruma örnek teşkil ediyor.
Rusya’nın özel etki alanı
Ukrayna, tam olarak Rusya’nın bölgesel hegemonya sahası olarak gördüğü bir bölgede. Zira bu sahanın sınırları Doğu Avrupa’dan Karadeniz Havzası’na, oradan da Hazar ve Orta Asya’ya kadar uzanıyor. Rusya, bahsedilen bölge ekseninde daha önce de rahatsızlığını gösteren ve buraların kendi ‘özel’ etki alanı olduğunu belirtmeyi amaçlayan çeşitli söylemler ve hatta eylemlerde bulunmuştu.
NATO’yu kendisine yönelik en önemli tehditlerden biri ve Batı hegemonyasını güvenlik odaklı olarak kurumsallaştıran bir yapı olarak gördüğü için, bu örgütün kendi ‘yakın çevresine’ genişlemesini asla istemiyor.5
AB’nin genişlemesi hususunda ise NATO’ya gösterdiği tepki kadar ileri gitmese de Brüksel’in doğuya doğru yaptığı hamlelerden de hoşnut olmadığı biliniyor. Zira Moskova, NATO ve AB genişlemelerinin birbirine paralel olarak gerçekleştiğini ve bu birlikteliğin hedefinin Batı’nın hegemonik değerlerini, Rusya’nın bölgesel hegemonya alanı olarak gördüğü coğrafyalara yaymak olduğunu düşünüyor. Bu çerçevede, eski Sovyet cumhuriyetlerinin özellikle NATO’ya üye olma yönündeki arzularına epey sert bir tepki veriyor. Bu yönde, hem bahsedilen ülkeleri askerî, ekonomik ve siyasal yönden tehdit ediyor hem de NATO ve AB özelinde tepkisini ortaya koyarak, uluslararası politikaya yansıyan gerginliğin artmasına yol açıyor.
Sırada Moldova mı var?
Bu çerçevede, Rusya onları kendi etki sahasında gördüğü için Ukrayna’daki savaşın ayrıca yansımalarının olması beklenen belli ülkeler var. Bunlar arasında ilk planda Moldova geliyor.
Ukrayna’ya batıdan komşu durumdaki Moldova, bağımsızlığının ilk yıllarından bu yana, ‘Dinyester ötesi’ anlamına gelen Transdinyester Bölgesi’ne ilişkin bir ayrılıkçılık sorunuyla karşı karşıya. 1990’ların başında yaşanan kısa süreli bir savaşın ardından, bu bölge kimsenin tanımadığı bağımsızlığını ilan etmişti. Bu bölgeyi Moldova’nın geri kalanından ayıran hat boyunca Rus askerleri ‘barış gücü’ adı altında yerleşti.6 Fiilen bağımsız hareket eden, Rusya yanlısı bir yapıya sahip olan ve yaklaşık yarım milyon nüfuslu bu bölge, Ukrayna’nın Odessa şehrine bitişik bir noktada.
Moldova’nın karşı karşıya olduğu ayrılıkçılık sorunu, ülkede siyasetin Batı (ABD/AB) yanlıları ve Rusya yanlıları olarak kutuplaşmasına yol açıyor. Rusya’nın, Transdinyester’deki ayrılıkçı hareketi bir koz olarak kullanması nedeniyle, Moldova, NATO üyeliği yolunda adım atamıyor. Ukrayna’daki savaşın ortaya çıkaracağı tablo, Moldova’nın NATO ve hatta AB ile yakınlaşma sürecini ve birçok kez Rusya tarafından ilhak edilmek istediğini kaydeden Transdinyester’in geleceğini de doğrudan etkileyecek.
Balkanları bekleyen tehlike
Ukrayna’daki savaşın yansımalarının olacağı bir diğer bölge de Balkanlar. Bölgedeki birçok ülkede tarihsel ve sosyo-kültürel nedenlerle Rusya yanlısı belli kesimler ya da gruplar bulunuyor. Moskova, bu grupları kendi bölgesel etkinliğine yönelik girişimler çerçevesinde kullanmaya çalışıyor.
Örneğin, Bosna-Hersek’teki Bosna Sırp Cumhuriyeti ve lideri Milorad Dodik, bu anlamda en önde gelen aktörlerden. Uzun bir süredir Bosna’daki ayrılıkçı hareketin liderliğini yapan ve aynı zamanda Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi üyesi olan Dodik, Putin’le olan yakın ilişkileri özelinde Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğüne ve özellikle NATO ve AB yönünde atmak istediği adımlara karşı hamlelerde bulunuyor. Moskova da onun bu yöndeki hamlelerine dolaylı yoldan destek veriyor. (9 Ocak 2022’de düzenlenen ve Bosna Anayasa Mahkemesi tarafından yasadışı ilan edilen Bosna Sırp Cumhuriyeti Günü’ne Rusya’nın Sarajevo Büyükelçisi’nin katılması gibi).7
Ukrayna’daki süreç, hiç şüphesiz son derece pragmatik bir isim olan Dodik’in politikalarına ve Bosna-Hersek’in geleceğine de etki etme kapasitesine sahip.
Balkanlar’da bu yönde bahsedilmesi gereken bir diğer ülke ise Kosova. Sırbistan ve Rusya tarafından bağımsızlığı tanınmayan ve bu nedenle BM üyesi de olamamış bu ülkenin statüsünün ve Batı’yla olan temaslarının belirlenmesinde Moskova’nın Belgrad’a verdiği desteğin önemli bir rolü var. Rusya’nın Belgrad Büyükelçisi’nin, 2021 yılı içerisinde, Priştine’nin bağımsızlığını tanımayan Sırpların ağırlıkla yaşadığı Kuzey Kosova’da gerginliğin arttığı bir dönemde, sınır hattında tatbikat yapan Sırp Ordusu’na destek verircesine bölgede bulunması, bu anlamda önemli bir gelişme.
Rusya’nın, Karadağ’da Sırp Ortodoks Kilisesi ve yine Moskova taraftarı ve geçtiğimiz hükümette yer alan Demokratik Cephe adlı siyasi parti üzerinden ülke siyasetine yön vermek istediği bilinen bir husus.8 Karadağ, NATO üyesi olmasına rağmen, Moskova’nın Karadağ siyaseti üzerinde hâlâ ciddi bir ağırlığı bulunuyor. Benzer bir durum Kuzey Makedonya’da merkez sağ parti konumundaki VMRO-DPMNE (İç Makedon Devrimci Örgütü-Makedonya’nın Ulusal Birliği Demokrat Partisi) ve Bulgaristan’daki Slav kimliğine odaklı milliyetçi partilerin oy tabanları hususunda da geçerli.
Ukrayna Savaşı Güney Kafkasya’ya nasıl yansır? Risk nerede?
Rusya’nın bölgesel etkinlik sahasında gördüğü Güney Kafkasya’da da benzer bir durum var. Ukrayna’da savaşın çıktığı ilk günlerde, Putin’in Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’le Moskova’da yaptığı görüşme bu anlamda önemli.9 Zira Rusya, Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü hususunda anahtar ülke konumunu 2020’deki savaşın ardından daha da güçlendirdi. Türkiye’yi Nahcıvan üzerinden Azerbaycan’a bağlaması planlanan Zengezur Koridoru beklentisi ve yine Laçın Koridoru gibi jeopolitik unsurlar, Rusya’nın hem Azerbaycan hem Ermenistan hem de Türkiye’yi doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren konulardaki etkinliğini gösteriyor.
Benzer şekilde, Gürcistan’da, iktidardaki Gürcü Rüyası’nın Bidzina Ivanişvili’nin koordinasyonunda Moskova’ya yönelik, Saakaşvili dönemine oranla daha ılımlı bir pozisyonda olduğu görülüyor. Savaş sürecinde AB’ye üyelik başvurusu gündeme gelmiş olsa da NATO üyeliği hususunda ön plana çıkabilecek açıklamalar yapmayan Tiflis, 2008’de yaşanan savaşın ardından, tıpkı Donetsk ve Luhansk gibi, Rusya tarafından bağımsız ilan edilen Abhazya ile Güney Osetya’nın statüleri hususunu ise sürekli gündemde tutuyor.
Ukrayna’daki savaşın sonunda oluşabilecek tablo, Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve bahsedilen iki bölgenin geleceği hususunda farklı bir tablo ortaya çıkmasına yol açabilir.
Donmuş sorunlarda yeni pencereler
Ukrayna’daki savaşın sonucunda ortaya çıkacak olan tablo, eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeler ve Rusya’nın birer ‘koz’ olarak kullandığı donmuş çatışma bölgelerinin statüsünde yeni pencereler açılmasına yol açabilir.
Batılı aktörler, doğal olarak, konuyu şimdi NATO ve AB üyesi de olmuş Doğu ve Orta Avrupa’daki eski Sovyet ya da Doğu Bloğu ülkelerinin (özellikle de Baltık cumhuriyetleri, Polonya, Romanya ve Çekya) güvenliği özelinde ele alıyor olsa da Moldova, Balkanlar ve Güney Kafkasya’daki dengeler açısından da Ukrayna’daki savaşın ortaya çıkaracağı sonucun ciddi yansımaları olacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 8 Mart 2022’de yayımlanmıştır.
- Susan Haynes, “Russia, China and a Multipolar World Order: The Danger in the Undefined”, Asian Perspective, Cilt 33, No. 1, 2009, s. 159-184.
- M. Erkut Ayvaz, “BMGK Reformu: Almanya ve Türkiye’nin Karşılaştırmalı Pozisyonları”, SETA Analiz, No. 295, 2019.
- John J. Mearsheimer, The Tragedy of Great Power Politics, New York: W.W.Norton Publishing, 2001.
- Joseph S. Nye, “Soft Power: The Evolution of a Concept”, Journal of Political Power, Cilt 14, No. 1, 2021, s. 196-208.
- Michael Rywkin, “Russia and the Near Abroad Under Putin”, American Foreign Policy Interests, Cilt 37, No. 4, 2015, s. 229-237.
- Göktürk Tüysüzoğlu, “Rusya Dış Politikası’nın Etkin Silahı: Donmuş Çatışma Bölgeleri”, Güvenlik Stratejileri, Cilt 13, No. 26, 2017, s. 185-219.
- “Bosnia Sends Protest Notes to Russian, Chinese, Serbian Embassies”, AA, 11.1.2022, https://www.aa.com.tr/en/europe/bosnia-sends-protest-notes-to-russian-chinese-serbian-embassies/2470425, (Erişim Tarihi 4.3.2022).
- “Why it is Not Just Religion Inflaming Tensions Between Serbia and Montenegro”, Euronews, 9.9.2021, https://www.euronews.com/my-europe/2021/09/09/why-it-s-not-just-religion-enflaming-tensions-between-serbia-and-montenegro, (Erişim Tarihi 4.3.2022).
- Heydar Isayev ve Joshua Kucera, “Ahead of Ukraine Invasion, Azerbaijan and Russia Cement Alliance”, Eurasianet, 24.2.2022, https://eurasianet.org/ahead-of-ukraine-invasion-azerbaijan-and-russia-cement-alliance, (Erişim Tarihi 4.3.2022).