Geçen on yılın büyüme hızı ölçümlerinde üst sıralarda yer alan ülkelerini barındıran, 2020 – 2030 arası yıllık ortalama yüzde 5 büyüme beklentisi içindeki Sahraaltı Afrika, bu özelliğiyle yakın geleceğin en önemli bölgesel odak noktalarından biri olacak.
Genellikle Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya göre ihmal edilen Sahraaltı Afrika her geçen gün hem dünyanın ekonomik ve dış politik ilgisini kendine çekiyor hem de bölgedeki büyük güçlerin artan rekabetine sahne oluyor. Türkiye’nin bölgedeki aktif siyaseti açısından da dikkatle takip edilmesi gereken bir coğrafya olarak öne çıkıyor.
Ruanda’dan Sudan’a, Orta Afrika’dan Gine ve Liberya’ya kadar yaşanan çatışmalar, soykırımlar ve zorunlu göçlerle birlikte hareketlenen geniş bir nüfus var. Bu hareketliliğin yeni coğrafyalarda yaşadığı imkansızlıklar, entegrasyon sorunları ve sosyolojik-psikolojik problemler kitlelerin sistemle gerilimini tırmandıran sorunlarla birleşiyor. Bu da karşımıza hızla büyüme potansiyeli taşıyan, yüksek insani hareketliliğe ama aynı zamanda güvenlik sorunlarına teşne bir yapı ortaya çıkarıyor.
IŞİD ve El-Kaide’nin artan ilgisi de bölgedeki denklemi daha karmaşık hale getiriyor. IŞİD ve kısmen El-Kaide de aynı coğrafyada önemli varlık göstermeye gayret ediyor. Bu kapsamda özellikle IŞİD, Irak ve Suriye’deki toprak kayıplarını takiben giderek Afrika’daki ağırlığını artırıyor.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan ve terörizm alanında en çok takip edilen veri setlerinden biri olan Küresel Terörizm Endeksi (Global Terrorism Index – GTI) verileri de, bölgenin 2019’da IŞİD bağlantılı ölümlerde dünya toplamının yüzde 40’ına tekabül eder hale geldiğini; küresel bazda terörist hareketliliğin en fazla arttığı 10 ülkeden 7’sinin bu bölgede yer aldığını ve 2018-2019 arasında terörizm kaynaklı ölümler yüzde 15.5 azalırken bölgede terörizm kaynaklı ölümlerin yüzde 67 oranında artış gösterdiğine işaret ediyor.
Bölgedeki terörist hareketlilik
Özellikle Kuzey Afrika ve kısmen Sahraaltı Afrika’dan IŞİD ve El-Kaide gibi yapılara doğrudan katılımların çok olduğu biliniyor. Ancak bölgede daha etkin olan ve bu coğrafyada üzerine çalışmaların en fazla yoğunlaştığı iki örgüt daha var: El-Şebab ve Boko Haram.
Somali orijinli El Şebab, eylemlerinin büyük çoğunluğunu yine bu ülkede gerçekleştiriyor, Kenya’da da kısmen operasyonel varlık gösteriyor.
El Şebab 2008-2011 arası Somali’nin merkezini ve güneyini önemli ölçüde kontrol ediyordu ancak 2011-2016 arası kısmi sessizleşme ve meskûn mahallerden mecburi çekilme dönemi yaşadı.
Nijerya orijinli Boko Haram ise daha ziyade Nijer, Nijerya, Kamerun ve Çad coğrafyasında aktif. 2015’te IŞİD’e biat etti hatta artık örgüt kendini “İslam Devleti’nin Batı Afrika Vilayeti” olarak lanse ediyor. Örgütün varlığı bu şeritte Fransız askerî varlığının -ve dillendirilmese de Fransa’nın neo-emperyalist yaklaşımının- da önemli meşruiyet kaynaklarından biri haline geldi. Örgüt 2009’da ilk lideri Muhammed Yusuf’un öldürülmesi sonrası Ebubekir Şekau liderliğinde çok daha agresif bir tutum benimsedi; kışlalar, karakollar ve Birleşmiş Milletler temsilcilik binalarını hedef aldı. 2015 Martında IŞİD’e bağlılığını ilan ettikten sonra küresel koalisyonun da radarına girdi.
El-Şebab, El-Kaide ile, Boko Haram ise IŞİD ile bağlantılı. Ancak bu yapıların insan kaynağı oldukça geçişken. Aynı zamanda IŞİD’in Somali kolu da, 2016 sonrasında Somali’de adını sıkça duyurarak, bu ülkede hem Kaide hem de IŞİD ile bağlantılı yapıların bulunduğunu gösterdi.
Bölgede faaliyet gösteren örgütler birbirleriyle de rekabet ve çatışma halinde. Mesela IŞİD’in Somali kolu Şebab’la hem çatıştı hem de örgütün önemli komutanlarından ve militanlarından bazılarını kendi saflarına katarak yapısını güçlendirdi. 2015’te eski bir El-Şebab komutanı Abdülkadir Mümin tarafından örgütlenen Somali’deki IŞİD kolunun yıllar içerisindeki güçlendi; halen devam eden El-Şebab ile çatışmaları da halihazırda terör tehdidiyle yüzleşen bölgeye ekstra bir güvenlik krizi daha eklemiş durumda. 2018’de bu yapı 66 saldırıyı üstlendi. Bu rakam, El-Şebab’ın 2016 ve 2017’de üstlendiği saldırılardan daha fazla.
El-Şebab ise son dönemde pek çok saldırıyla anılıyor. 2019 aralık ayında, Somali’nin başkenti Mogadişu’da bomba yüklü araçlarla gerçekleştirdiği ve 80’den fazla kişinin hayatını kaybettiği saldırı, 2020’nin ocak ayında Kenya’da, 3 Amerikan askerinin yaşamını yitirdiği ABD güçlerince kullanılan Manda Askerî Üssü’ne yönelik saldırısı, agresif eylemlerine iki örnek.
Yerel örgütlerin eylemlerinin yanı sıra IŞİD’in 2016 sonrası küresel ağırlık merkezini kaydırması bağlamında Sahraaltı’nın öne çıkmış olması, bölgenin hem El Kaide hem de IŞİD hareketliliği için yeni bir imkân sağlaması bölgeyi ve özelde Somali’yi önemli kılıyor.
Türkiye de hedefte
Türkiye için coğrafyada ayrı bir önemi haiz Somali’de 2013’ten bu yana Türklerin de hayatını kaybetmesine neden olan önemli saldırılar gerçekleşti. Bu saldırılarda Kızılay yardım konvoyu (2013), Büyükelçilik ek binası (2013) ve Maarif Vakfı aracı (2019) doğrudan hedef alınmıştı ancak örgütün farklı saldırılarında da bugüne dek pek çok Türk vatandaşı yaşamını yitirdi. Örgütün bölgede iş yapan Türk müteahhitleri hedef aldığı dönem dönem dile getiriliyor.
Somali, Türkiye için herhangi bir ülke değil. 2011’de güvenlik riskleri dolayısıyla hiçbir uluslararası aktör, devlet ülkeye giremezken, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Somali’yi ziyaret etmişti. Bu ziyaretle Türkiye, ülkeyi 2. Dünya Savaşı’ndan beri ziyaret eden ikinci Afrika dışı ülke oldu. O tarihten bu yana Somali’ye giden yardımlar 1 milyar doları aştı.
Aradan geçen 9 yılda Türkiye – Somali ilişkileri ve iş birliği pek çok alanda çok gelişti. Somali polisinin özel harekat biriminin hem ülkedeki Türk üssü TURKSOM’da hem de Foça Jandarma Komanda Okulu’nda eğitim alması, Türkiye’nin Somali ordusunun üçte birini eğitme hedefi bu iş birliğinin göstergelerinden birkaçı… Türkiye aynı zamanda bölgede deniz haydutluğu ve terörle mücadele bağlamında deniz kuvvetleri unsurlarının bulunmasına yönelik tezkereyi de Ocak 2020 itibariyle yeniden uzattı. Türkiye’nin bölgeye yatırımları, altyapıda iyileştirmelere sunduğu katkı, güvenlik güçlerinin eğitimi ve halklar arasındaki yakınlaşma, El-Şebab başta olmak üzere güç dalgalanmalarından faydalanmak isteyen kriminal yapıların öfkesini çekiyor ki, Türk varlığına karşı saldırıların arkasında bu rahatsızlığın yattığını da söylemek mümkün.
Öte yandan Somali’de terörle mücadelede bir kritik eşik yaklaşıyor. Afrika Birliği’nin ortak kuvveti Afrika Birliği Somali Misyonu (AMISOM) ülkeden 2020 sonunda çekilecek. Bölgeyi koruma sorumluluğunun yaklaşık 20 bin kişilik Somali Ordusu’na bırakılmasıyla hem bölgede bu yapıların hareketliliği artabilecek hem de Türkiye’nin Somali polisine ve ordusuna verdiği eğitimin önemi görülecek.
ABD – Fransa gerilimi ve uluslararası aktörlerin rekabeti
Bölgede etkisi hissedilen bir diğer çekişmenin kaynağında ise ABD ve Fransa var. Çeşitli çıkar çatışmaları nedeniyle zaman zaman baş gösteren Fransa-ABD gerilimi bölgedeki denklemin de önemli bir boyutu.
Fransa, etkisini hem Burkino Faso, Çad, Nijer, Moritanya ve Mali’den oluşan G-5 gibi bölgesel hamleler üzerinde başat dış güç pozisyonu alarak arttırmaya çalışıyor. Ayrıca AB’nin askerî unsurlarını Afrika’daki Fransız varlığını derinleştirmek için kullanmaya çalışıyor. Hal böyleyken, İngiltere’nin de aralık başında Mali’ye Fransa liderliğinde görev yapan 15 bin kişilik Birleşmiş Milletler misyonuna 300 kişilik taze bir kuvvet göndermesi ilgi çekici.
ABD ise Fransa’nın bölgede gücünü artırmaya çalışmasından rahatsız. Zira Fransa’ya geçmişteki tecrübelerine dayanarak güvenemiyor oysa, ABD için Sahraaltı Afrika herhangi bir bölge değil; hem büyük bir potansiyeli barındırıyor hem de Rusya ve Çin gibi ezeli rakiplerinin ilgisine mahzar oluyor.
ABD açısından ciddi bir güvenlik riski de söz konusu. 2018’de AFRICOM Komutanı Waldhauser, Afrika’da ABD’ye yönelik en büyük tehdidin Kaide ve IŞİD bağlantılı gruplardan geldiği açıklamıştı. İşte tüm bu nedenlerle ABD de boş durmuyor. ABD’nin bölgede 6 – 7 bin arası askeri varlığının yanı sıra, bölgede terörle mücadele operasyonlarına aktif olarak destek veriyor. Bunlara ek olarak ABD Agadiz-Nijer’de 800’den fazla ABD askerine de ev sahipliği yapan, 110 milyon dolarlık drone tesisi kurdu.
2007’de teşekkül edilen AFRICOM’un (Afrika Komutanlığı- Afrika bu tarihe kadar Avrupa Komutanlığı altında ele alınıyordu) ağırlığının son dönemde artması, bölgede Fransa’yı kıtada dengeleme isteği olarak görülüyor. Afrika Birliği’nin Somali misyonu AMISOM’a bağlı güçlerin çekilmesiyle bölgede ABD rolünün de büyümesi olası.
Rusya doğrudan değilse de Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde özel askerî şirketler ve teçhizat transferiyle öne çıkan Afrika hamlesiyle bölgede etkili olmaya çabalıyor.
Bölge, Çin’in en önemli yayılma rotalarından biri… Çin, ticaretle girdiği kıtada kendi mütekabiliyet ve uyum söylemiyle örtüşür biçimde sert gücü sahadan uzakta tutarken şirketlerinden yatırıma, hızla artan sosyal bağlardan Konfüçyus Enstitülerine kadar bölgenin başat küresel gücü olmaya yatırım yapıyor. Çin bölgeye güvenlik bağlamında ve/ya terörle mücadele söylemi üzerinden gelmeyerek, hem yerelde daha kabul edilebilir hem de diğer aktörlerle daha az rekabetçi bir politika ortaya koyuyor, daha kalıcı ve derin bir etki yapma potansiyeline de sahip.
Bütün bunların Türkiye ile ilgisi ne?
Bu örgütlerin özellikle Sahraaltı’nda uluslararası rekabetin -isteyerek ya da istemeden, bilinçli ya da bilinçsiz- hem vekilleri hem hızlandırıcıları hem de konjonktürel olarak (bölgenin küresel koalisyonun yeni odağına dönüşmesi halinde) yavaşlatıcıları haline gelebileceğini unutmamak gerekir. Irak ve Suriye’de terör örgütlerinin varlığının yeni aktörlere alan açtığı, eskilerinin gücünü sahada test ettiği ve kimi dönemler kırdığı, böylelikle de bölgede dinamikleri köklü biçimde değiştirdiği hatırlandığında, Afrika’nın geleceğinin hem bölgesel hem küresel düzlemdeki şekillenişinde örgütlerin işlevsel rolünün de büyük olacağı ve bu rollerin de sahadaki kimi aktörler tarafından kullanılabileceğini öngörmek gerçekçi olur. Bu çerçevede bölgede ağırlığını artıran Türkiye de bu genel rekabet ortamının önemli aktörlerinden biri.
Bölgeye yabancı ve öncelikli hareket motivasyonu Türkiye’yi dengelemek olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi aktörlerle Libya krizinde bu ülkelerle birlikte Türkiye’ye karşı cephe alan Fransa’nın tutumu düşünüldüğünde, rekabetin sertleştiği dönemlerde Türkiye’nin bölgedeki ağırlık merkezi Somali’deki saldırılar ilgi çekici bir zamanlama sergiliyor.
Türkiye’nin Cibuti’den Somali ve Libya’ya bölgede artan askerî profili, uluslararası güçlerle birlikte Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti askerî misyonlarına iştirakı ve Afrika’da patlama yapan diplomatik varlığı bölgede uzun vadeli bir dış politik planlamaya işaret ediyor.
Bölgedeki Fransa-ABD-Çin-Rusya rekabeti ve bu rekabette terör örgütlerinin oynayacağı rolün yanı sıra bu planlamanın da hem tüm bu aktörler hem de kıtayı halen sömürgeci pratiklerle yönlendirmek isteyen Fransa açısından doğurduğu rahatsızlık, El-Şebab ve Boko Haram’ın veya bu yapıların isminin önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye karşı da daha fazla kullanılabilmesi ihtimalini güçlendiriyor. Bölgedeki IŞİD ve El-Kaide etkisinin bu biatlı yapılar ve bölgenin uluslararası güvenliğin kör noktası olma özelliğinden faydalanarak artma eğilimini de bu genel uluslararası çerçeveyle ilişkili olarak değerlendirmekte fayda var.
Görünen o ki, El-Şebab ve Boko Haram ile birlikte coğrafyadaki irili ufaklı terör yapılanmaları önümüzdeki on yılda uluslararası terörizmin ana odak noktalarından biri olacak ve bu bölgedeki hareketlilik pek çok uluslararası aktörün bölgedeki varlığını tetikleyecek ya da derinleştirecek.
Dünyanın bu hızla büyüyen coğrafyasında güvenlik riskleri iç savaşlardan terörizme doğru kayarken, bu durum krizlerin çok daha uluslararası hale gelmesini de sağlayacak. Bu çerçevede Türkiye açısından hem kültürel ve tarihi bağları olan hem 2000’lerin başından bu yana savunma sanayinin ana büyüme rotalarından biri olarak değerlendirilen hem de hâlihazırda askerî varlığı bulunan ve suyun öte yanında kendisine karşı oluşturulan ittifaka karşı bir cephe olarak bölge, hayati bir coğrafya olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla kendi varlığı ve menfaatlerini savunmak maksatlı daha derin angajmanın ötesinde bölgedeki terörle mücadeleyi küresel ve ivedi biçimde öncül olarak şekillendirmesi, bölgede büyüyen terör tehdidi üzerinden kendi dizaynlarını gerçekleştirmeyi deneyebilecek aktörlerin bu hamlelerini boşa çıkarmak açısından da Türkiye’nin dış politika vizyonundaki genişlemenin kalıcı hale gelmesi açısından oldukça önemli.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 16 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.