Benyamin Netanyahu ya da İsrail’deki kısaltmasıyla Bibi’nin biyografisini yazan Anshel Pfeffer, İsrail Başbakanı için “Düşünmeye istekli olduğu tek barış, İsrail’in Filistinlilere zorbalık yaparak boyun eğdirdiği barıştır” diye yazıyor.
Bibi’nin bu seferki girişimi, Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu’na verdiği yanıt, zorbalığın ötesinde geçerek bir katliam boyutuna ulaşmış durumda. Çünkü Netanyahu yıllardır iktidarda olmanın “nobranlığı, kibri ve dünyanın umursamazlığından aldığı cesaretle” Gazze’ye saldırdı.
Uzun süredir İsrail’in en güçlü liderlerinden biri olarak görülen Başbakan, aslında siyasi hayatının da son perdesini oynuyor.
Birçoklarının öne sürdüğü “kendisi hakkında devam eden yargılama sürecinden ve İsrail’in içinden geçmekte olduğu siyasi-hukuki krizden kurtarmak için Gazze katliamını bir paravan olarak kullandığı”, “Hamas saldırısına bilerek göz yumduğu” iddiaları ne kadar doğru ne kadar komplo teorisi bilinmez. Hatta bugünün olağanüstü koşulları içinde alıcısı da olabilir. Ancak yakın bir gelecekte görüntü daha netleşecektir. Ama Netanyahu, Gazze saldırısının geldiği noktada, yaşananlar göz önüne alındığında, kendisinin şimdiden tarihin çöplüğüne atıldığını bilecek niteliğe sahip bir isim. Gazze saldırısı da İsrail kamuoyu önünde kendisini kurtaramayacağını görmesi çok uzun sürmeyecek.
Benyamin Netanyahu, İsrail’in kurucu babası ve ilk başbakanı Ben-Gurion ile bir özelliği paylaşıyor: Siyonist ideolojiye koşulsuz bağlılık ve İsrail’in bir Yahudi devleti olarak bağımsızlığının her ne olursa olsun korunması gerektiğine dair inanç da buna dâhil.
Netanyahu, belki de İsrail’in yeni kurucusu olma iddiasında. Çünkü Ben Gurion’dan daha uzun süre iktidarda kalabilen tek isim: 15 yıl. Ancak Bibi, dünyanın değişmiş olduğunun ve dönemin kurucu babalarının dönemi olmadığının da farkında.
Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı El Aksa Tufanı saldırısına hazırlıksız yakalanmış olmasının zaten ikiye bölünmüş İsrail toplumunda yarattığı algı ile Gazze saldırısıyla başlayan katliam silsilesinin dünyada yarattığı tepkinin önünde durması çok zor.
Seküler ailenin gönüllü komando oğlu
İsrail kurulduktan sonra doğan ilk Başbakan olan Netanyahu, Avrupa kökenli ve seküler bir ailenin çocuğu.
İlginç olan, Netanyahu taraftarları, onun ailesi gibi aileleri şimdi seçkinci diye eleştiriyor ve onların kurduğu düzeni değiştirmeye çalışıyor.
Çocukluğu Kudüs’te, ergenliği babası Varşova doğumlu tarihçi Ord. Prof. Benzion Netanyahu’nun Yahudi tarihi öğrettiği ABD’deki Philadelphia’da geçen Netanyahu, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi işgal ettiği 1967 savaşının sona ermesinden iki ay sonra, henüz 18 yaşındayken askerlik görevi için İsrail’e döndü.
Ağabeyi Yonatan’ın (Yoni) izinden giderek ünlü komando birliği Sayeret Matkal’a katıldı. Bu birlikte altı yıl görev yaptı.
1968 yılında üst üste iki İsrail uçağının kaçırılmasına misilleme olarak Beyrut’ta MEA ve Libya Havayolları’na ait 14 uçağının havaya uçurulması katıldığı görevler arasında. Sayeret Matkal’daki diğer görevleri tam olarak bilinmese de en az bir kez ağır yaralandığı ve ölümden döndüğü biliniyor.
Kariyerindeki köşe taşı: Abisinin ölümü
Netahyahu, kariyerini işte bu askerî geçmişe borçlu. Ama kariyerindeki asıl köşe taşlarından biri, Amerika’da MIT’deki eğitimini 1973’de Yom Kippur Savaşı nedeniyle bırakması değil, ağabeyi Yonatan’ın 1976’daki ünlü Entebbe baskınındaki başarısı ve bu baskın sırasında ölümü.
Netanyahu, ağabeyinin ismini hayatı boyunca “kullanmış”, bunun üzerine kitap, film ve araştırma endüstrisi inşa etmiş bir mirasyedi.
Ağabeyinin ismine adanmış uluslararası terörizm konferansları düzenleyen Netanyahu, 1982 yılında İsrail Dışişleri Bakanlığına girdi. İki yıl sonra ülkesinin Birleşmiş Milletler’deki büyükelçisiydi. 1988’de ülkesine dönünce merkez sağ Likud Partisi’nden milletvekili seçildi. Milletvekiliyken, Dışişleri Bakan yardımcılığı da yaptı. O yıllarda ilk intifada yaşanıyordu.
1991 yılındaki ilk Körfez Savaşı ona uluslararası bir ün getirdi. Ülkesinin sözcülüğünü üstlenen Netanyahu, Irak’tan gelen bir iki füzeyi bahane ederek başta CNN olmak üzere, canlı yayınlara gaz maskesiyle çıkıyordu.
İlk başbakanlık döneminde de yolsuzluk iddiaları vardı
1993 yılında sağcı Likud için yapılan genel başkanlık yarışını kazanan Netanyahu’nun başbakanlık yolu, Filistin ile barış imzalamış İzak Rabin’in 1995’te radikal bir Yahudi tarafından öldürülmesiyle açıldı.
Suikasttan sonra ülke erken genel seçimlere gitti. Ancak o dönemde barış anlaşmasından memnun olmayan Hamas’ın üstlendiği intihar saldırıları, İsrail seçmenlerini sağa yöneltti. Böylece Netanyahu 1996’da ilk kez Başbakanlık koltuğuna oturdu.
Başbakanlığının birinci yılında Hamas liderlerinden Halid Meşal’in öldürülmesi emrini verdi. Ancak Mossad’ın Meşal’e karşı Ürdün’de düzenlediği suikast hem başarısız oldu hem de Ürdün’ü kızdırdı. Netanyahu, aralarında Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Yasin de olmak üzere, 61 Filistinli mahkûmu serbest bırakmak zorunda kaldı.
İlk başbakanlığı da uzun sürmedi. O dönemde de tıpkı şimdi olduğu gibi yolsuzluk yapmakla suçlandı ancak yeteri kadar delil bulanamadığı için yargılanmadı. Bütün bu başarısızlıklar ona seçim kaybettirdi. 1999 seçimlerinde İşçi Partisi lideri Ehud Barak’ın koalisyonuna yenildi. İstifa edip özel sektörde çalışmaya başladı.
Siyasete kesin dönüş
Siyasete 2003 yılında Ariel Şaron’un maliye bakanı olarak döndü. Netanyahu, maliye bakanıyken, İsrail’in sosyal devlet olma özelliğinden epey kesintiye gitti ve neo-liberal bir ekonomi modeli uyguladı. 2004 yılında, Şaron’un, Gazze’den tek taraflı çekilme kararına itiraz ettiği için istifa etti. Ancak siyasetten çekilmedi ve Şaron’un yerine yeniden Likud’un başına geçip 2009’daki seçimlere kadar ana muhalefet liderliği yaptı.
2009’da tekrar başbakan seçildi. 2021’e kadar da kurduğu koalisyonlar değişse de 12 yıl boyunca kesintisiz başbakanlık yaptı. Bu dönemin sonuna doğru çeşitli yolsuzluk iddiaları ve davalarıyla uğraşmak zorunda kaldı.
2021’de bu davalar nedeniyle başbakanlığı bırakmak zorunda kaldı. Ancak, Netanyahu’ya muhalefet edenlerin ideolojik olarak bambaşka yerlerden gelmeleri ve tek ortak noktalarının Netanyahu karşıtlığı olması, ülkenin üst üte seçimlere gitmesine ve istikrarsızlığa neden oldu.
2022’nin Kasım’ında yapılan erken genel seçimde, dönemin muhalefet lideri Netanyahu’nun başını çektiği sağ bloktaki partiler, 120 sandalyeli Meclise 64 milletvekili göndererek açık bir zafer kazandı. Son dört yılda 5’inci kez yapılan seçimler ona yeniden başbakanlık yolunu açtı.
İsrail’in 37’nci hükümetinde siyasi kariyerinde 6’ncı kez başbakanlık koltuğuna oturdu. İsrail’de 1996-1999 ve 2009-2021 yıllarında olmak üzere 15 yıl başbakanlık yapan Bibi, ülkede en uzun süreli başbakanlık görevinde bulunan siyasetçi olma özelliğini taşıyor.
Netanyahu’nun ilk 12 yıllık iktidarı döneminde, İsrail ordusu, 2012’de Savunma Sütunu ve 2014’te Koruyucu Hat adını verdiği harekatların yanı sıra Gazze Şeridi’ne çeşitli saldırılar düzenledi.
İsrail ordusunun Mayıs 2021’deki Surların Muhafızı adını verdiği 11 gün süren saldırılarında 66’sı çocuk, 39’u kadın olmak üzere 255 Filistinli hayatını kaybetti, 2 bine yakın kişi yaralandı.
Netanyahu iktidarında İsrail uçakları, Tel Aviv’in “İran’ın sınırları yakınında konuşlanmasını önleme” çabalarının bir parçası olarak Suriye’deki İran hedeflerine de bir dizi saldırı düzenlendi.
Netanyahu’nun mirası: İbrahim Anlaşmaları
Netanyahu’nun en önemli miraslarından biri de önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın yüzyılın anlaşması olarak gördüğü, İbrahim Anlaşmaları olarak adlandırılan anlaşmalar oldu.
İsrail, 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşme anlaşmalarını imzaladı.
İbrahim Anlaşmaları, Arap Halk hareketleri ya da Arap Baharı’yla birlikte Filistin sorununun gündemin geri sıralarına atılmasıyla başlayan bir sürecin sonunda ulaşılan bir “başarı” gibiydi.
Birçok Arap ülkesi de bu sürece ve suça ortak oldu.
İki devletli çözüm dâhil olmak üzere tüm olasılıklar çöpe atılmıştı. Belki Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu’nun motivasyonu ve (doğru ya da yanlış) Filistin’in sesinin bu şekilde duyurulmasıyla, sorunun yeniden dünya gündemine getirilmesinin temelinde o suni normalleşme süreci yatıyordu.
Bibi, İsrail tarihindeki sağ, pragmatik lider tipinin en belirgin örneği. Siyasi “başarıları”nı farklı kesimlerle, ilkesizlik temelinde işbirliği yaparak aşmasına bağlayanlar oldu. Bunun temelinde ise aile boyu yolsuzluklar zinciri yatıyordu. Nitekim Netanyahu hakkında 2019 yılında “rüşvet, emanete ihanet ve kişisel amaçlar için görevi kötüye kullanma” suçlamalarıyla dava açıldı.
Görevdeyken yargılanan ilk İsrail Başbakanı
Netanyahu “görevdeyken yargılanan ilk İsrail Başbakanı” olarak tarihe geçti.
Rüşvet, dolandırıcılık, askerî alımlarda yolsuzluk, karısı ve oğlu ile ilgili kayırmacılık dâhil olmak üzere birçok iddia ile yargılanırken 2022’de İsrail tarihinin en sağcı, dinci ve gerici koalisyon kurarak bu davalardan kurtulma planları yaptı.
Bu davalarda son sözü söyleyecek, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yetkilerini ve yapısını değiştiren kanun değişikliği, haftalarca kitlesel gösterilere neden oldu.
“Yürütmeyi yargının denetiminde çıkarma hamlesi” ülkeyi ayağa kaldırdı. “Kendini kurtarma operasyonu” ülkeyi ikiye böldü.
Yüzbinlerce kişi sokaklara döküldü. Güçler ayrılığına vurmaya çalıştığı darbe endişeleri beraberinde getirdi; aralarında binlerce yedek askerin de bulunduğu, Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının dâhil olduğu protestolar yaşandı.
Gazze saldırı sonrası Bibi’ye yönelik eleştirilerin temel nedenlerinden birisi de bu… Çünkü son 6 ayda İsrail ordusunun savaşa hazırlık durumunun zayıflamaya başladığı uyarıları yapılmıştı.
Gücünü yitirmeye başlamıştı
7 Ekim’den hemen önceki dönemde İsrail basını ve siyasi analistler yorumlarında, Netanyahu’nun aşırı dindar ve aşırı sağcı ortaklarının taleplerine karşı tavizkar durumunda kalması ve onlara kabinesinde geniş yetkiler vermesine dikkati çekerek, bunun Netanyahu’yu zayıflattığını vurguluyordu.
Ancak, Netanyahu’nun kendi siyasi geleceği ve yolsuzluk davalarından kurtulabilmek için geliştirdiği strateji 7 Ekim sabahı çöktü.
Zaten hep şiddet yanlısıydı.
Her ne kadar 2015’de, seçimlerden bir gün önce İsrail haber kuruluşu NRG’ye verdiği röportajda, “Filistin devleti kurmak için harekete geçen veya bölgeden çekilmeyi düşünen herkes, yalnızca İsrail’e yönelik radikal İslamcı terör saldırılarına toprak bırakıyor demektir” açıklaması yaparak sağ koalisyondan destek almayı amaçlasa da Bibi hayatı boyunca bir Filistin devletine inanmadı.
Zaten Bibi’li yıllarda Batı Şeria’daki yasadışı yerleşimlerin artması, aşırı dinci Yahudi grupların Batı Şeria’daki işgal ve ihlallerine göz yumulması, Kudüs’te Şeyh Cerrah’daki İsrail vatandaşı Filistinlilerin mülklerine el konulması gibi girişimlerin Bibi dönemine denk gelmesi tesadüf değildi. Keza Batı Şeria ve Golan Tepeleri’nin ilhak edileceği açıklaması bir seçim vaadinden öte hayalini kurduğu düşlerdendi. Trump’la birlikte ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıdığı gün, bunu protesto eden Gazze sınırında Filistinlilere saldırıyordu.
Yorumcular Netanyahu’nun siyasi “zaferi”ni bir dizi faktöre bağlıyor. Bunlardan birisi, sağ pragmatizm. Bir diğeri ise İsrail’de nüfusun çoğunluğunun sağa kayması ve solun fiilen ortadan kalkması. Bunun Filistin meselesine teşmil edersek; sağ siyonizmin fütursuz biçimde Filistin topraklarını küçültmesi, insanların Gazze’de insanlık dışı koşullara mahkûm edilmesi, kendi vatandaşı olan Filistinlilerin haklarının budanması ve Filistin sorununun ülkenin gündeminden çıkarılması.
Netanyahu’nun öyküsünün iki boyutu
Netanyahu’nun öyküsünün iki boyutu var. Birincisi, kişisel ikbali için İsrail “demokrasisi”ini kendi lehine kullanmak, bu yolda türlü yolu mübah görmek ve yargı kararları dışında kalabilmek için her türlü siyasi birlikteliğe evet diyebilmek.
İkincisi ve önemlisi, iktidarda geçirdiği yıllar boyunca sağa kayan kamuoyunun desteği ile Filistin’i sadece bir “terör” meselesi olarak ele alarak görmezden gelmek. Hatta böylesi bir özgüvenle olabilecekleri öngörememek.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, İsrail tarihinde “yenilmiş” bir lider olarak anılacakken, kimilerine göre bölge tarihinde bir dönüm noktası oluşturacak Gazze saldırısıyla da “katil” sıfatını fazlasıyla hak edecektir.
Netanyahu’nun iktidarda kaldığı uzun yıllar boyunca barışı seçmek yerine güç kullanmayı tercih ettiği biliniyor. Bu nedenle “Kral Bibi” olarak anılıyor. Ama son yaşananlardan sonra da “Gazze kasabı” olarak anan yorumcular da var.
Biyografisini yazan Pfeffer ile bitirelim: “… Netanyahu’nun ayrılmasının ertesi günü, onun nihai mirası daha güvenli bir ulus değil, derinden parçalanmış bir İsrail toplumu olacaktır.”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 22 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.