Çin-İran anlaşması Orta Doğu’daki güç dengesini nasıl etkileyecek?

İran Batı’dan ümidi keserek Doğu’ya yönelmeye karar verdi ve Çin ile çok önemli bir anlaşma yaptı. Eğer anlaşma Meclis’te onaylanırsa, Ortadoğu’daki tüm dengeler ciddi anlamda değişebilir.

ABD’nin küresel ölçekte de ticaret savaşına tutuştuğu Çin, ABD’nin Ortadoğu’daki düşmanlarından İran ile 25 yıllık ekonomik ve siyasi iş birliği öngören bir anlaşmaya imza attı. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Abbas Musevi’nin “İran diplomasisi açısından gurur verici” olarak tanımladığı fakat henüz İran Meclisi’nin onayından geçmemiş olan anlaşmanın detayları açıklanmadı ancak Petroleum Economist’in yayınladığı rapora göre, anlaşmayla İran, Çin’e enerji alanında büyük çaplı imtiyazlar sağlıyor.

Middle East Eye internet sitesi için yazdığı makalede, Pekin-Tahran anlaşmasının Ortadoğu’daki dengeleri nasıl değiştirebileceğini anlatan Georgetown Üniversitesi’nden Shireen T. Hunter, bu imtiyazlar arasında Çin’e petrol ve doğal gaz alımında büyük indirim, iki yıla kadar erteleme ve yumuşak para birimleriyle ödemeler olduğunu belirtiyor.

Körfez siyaseti üzerine uzmanlaşmış ve bu konudaki çeşitli kitapların yazarı Hunter’in aktardığına göre, anlaşmayla birlikte Çin, İran’daki herhangi bir petrokimyasal projesinde yer alma önceliğine de sahip oldu:

“Anlaşmanın hayata geçmesi halinde, İran ekonomik açıdan büyük ölçüde Çin’e bağımlı hale gelecek, Pekin hükümeti ise Basra Körfezi’nde zemin kazanacağı gibi büyük ve güvenli bir enerji kaynağı elde etmiş olacak.

İran basınında Tahran hükümetinin Kiş Adası’nı Pekin’e bıraktığına yönelik iddialar yer almıştı. Her ne kadar bu iddialar doğrulanmasa da İran’ın Çin’e Basra Körfezi’ndeki limanlarda askeri tesis vereceği biliniyor.

Anlaşma kapsamında, Çin İran’daki projelerini koruma amacıyla 5000 kişiye kadar bir askeri gücü konuşlandırabilecek. Anlaşmanın bu maddesi, İran’ın siyasi bağımsızlığına ciddi anlamda gölge düşürüyor. Söz konusu anlaşmayla birlikte, Çin yalnızca Orta Doğu’da değil Orta Asya ve Kafkasya’da da konumunu büyük ölçüde güçlendirmiş olacak.

Anlaşma çerçevesinde Pekin hükümeti, İran ve Kafkasya üzerinden Avrupa’ya, Gürcistan’ın Karadeniz limanlarından geçişe izin vermesi halinde ise Karadeniz’e karayolu geçiş hakkına sahip olacak.

Çin anlaşma şartlarını yerine getirdiği takdirde, İran ekonomisine enerji sektörü (280 milyar dolar) başta olmak üzere imalat sanayi ve ulaşım altyapısına (120 milyar dolar) nakit aktarımı yapılacak. Böylelikle, bir yandan daha fazla istihdam yaratılarak İran ekonomisi canlandırılacak bir yandan da muhalefet dizginlenerek İslami rejim güç kazanacak.“

Doğu’ya yöneliş

Yazar Hunter, bu anlaşmanın henüz İran Meclisi tarafından onaylanmadığını ve anlaşmaya dair haberlerin İran basınında ilk kez yer almasının ardından, birçok gazetede anlaşmanın İran’ı Çin’e çok fazla bağımlı hale getireceğine dair kaygıların dile getirildiğini hatırlatıyor:

“Bu yorumlarda, İran’ın 1979 İslam Devrimi’yle birlikte ABD’ye onlarca yıldır süren bağımlılığını, Çin’in yarı sömürgesi olmak için sona erdirmediğinin altı çiziliyor.

Ben daha önce bu anlaşmayı İran tarihi açısından utanç verici olan 1872 Reuter İmtiyazı’na benzetmiştim. Londra’da bulunan Times gazetesi, İngiliz vatandaşı Baron Julius de Reuter ile İran Şahı Nasırüddin Şah arasında imzalanan bu anlaşmayı, İran’ın doğal kaynakları ve bağımsızlığını yabancı bir ülkeye peşkeş çekmesi olarak yorumlamıştı.

İran’ın Çin ve diğer Asya ülkelerine doğru kayması, diğer bir ifadeyle ‘Doğu’ya yöneliş’inin altında yatan en büyük neden, ülkenin yıllardır Batı’yla iyi ilişkiler kurma çabalarının başarısız olması. Batı’yla daha iyi siyasi ilişkiler kurmak için ekonomik ilişkilerin genişletilmesi politikalarına Ayetullah Haşimi Rafsancani öncülük etmişti.

Batı’yla uzlaşma çabalarının sonuncusu 2015 yılında nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla gerçekleşti. Bu anlaşmayla İran, Total gibi enerji şirketleri dâhil olmak üzere Amerikan ve Avrupalı firmaları ülkesine kabul edeceğini duyurarak Boeing ve Airbus uçaklarını almayı teklif etti. Ancak, İran’ın uzlaşma önerilerine yanıt olumlu olmadı.

Amerikan Başkanı Donald Trump 2018 yılında nükleer anlaşmadan çekildi, petrol satışları dahil olmak üzere İran’a yeni yıkıcı yaptırımlar uyguladı. Trump’ın bu hamlesiyle, İran’daki çoğu ılımlı grup bile Washington’ın ilişkileri geliştirmek yerine Tahran’da rejim değişikliği istediğine ikna oldu.

Böylelikle, Çin’i kurtarıcı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere ABD’den gelebilecek baskılara karşı bir kalkan olarak gören ve ABD’yle ilişkilerin iyileştirilmesine şiddetle karşı çıkan gruplar da kan tazelemiş oldu.”

Gerginliğin azaltılması

Yazar, Çin-İran anlaşması uygulanırsa, İran ekonomisinin canlanacağını ve ülkenin siyasi açıdan istikrara kavuşabileceğini anlatıyor:

“Ülke ekonomisi ve siyasetindeki bu iyileşme, İran’ın bölgesel konumunu güçlendireceği gibi düşman ülkeleri körü körüne ABD’nin politikalarını benimsemek yerine Tahran yönetimiyle gerginliği azaltmaya yöneltecek. Arap ülkeleri de Çin’le kendi aralarında anlaşma yapmak üzere harekete geçeceklerdir.

Ayrıca, Çin’e İran’da daimî bir zemin sunan bu anlaşma, Pekin’in bölgesel konumunu güçlendireceği gibi ABD’nin Basra Körfezi’ndeki stratejik üstünlüğünü de sarsabilir. Bununla Çin’in uluslararası alandaki konumu da güçlenebilir.

ABD İran’ın Çin’e doğru kaymasını ancak nükleer anlaşmaya geri dönmek, yaptırımları kaldırmak ve Avrupalı ve Amerikan şirketlerin Tahran’la anlaşma yapmasının önünü açmak suretiyle önleyebilir. ABD’nin bu tip hamleleri İran’daki ılımlı grupları canlandıracağı gibi uzun vadede iki ülke arasında siyasi ilişkilerin gelişmesini sağlayabilir.

İran’a yönelik hasmane bir politika izleyen ABD yönetimi, Güneybatı Asya’daki stratejik tercihlerini sınırlamış ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel ortaklarınca yönlendirilmiştir. Çin’in İran’a karşı artan ilgisi, ABD’yi Tahran’a yönelik tutumunu gözden geçirmeye sevk etmelidir.”

Bu yazı ilk kez 23 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.

 

Shireen T. Hunter’ın Middle East Eye’da yayımlanan “Çin-İran Anlaşması Orta Doğu’daki Güç Dengesini Nasıl Etkileyecek?” başlıklı makalesinin bazı bölümleri Zeynep Şartepe tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve editoryal katkılarla yeniden düzenlenmiştir. Makalenin orijinaline ve tamamına şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/how-iran-china-deal-could-alter-middle-easts-balance-power

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Çin-İran anlaşması Orta Doğu’daki güç dengesini nasıl etkileyecek?

İran Batı’dan ümidi keserek Doğu’ya yönelmeye karar verdi ve Çin ile çok önemli bir anlaşma yaptı. Eğer anlaşma Meclis’te onaylanırsa, Ortadoğu’daki tüm dengeler ciddi anlamda değişebilir.

ABD’nin küresel ölçekte de ticaret savaşına tutuştuğu Çin, ABD’nin Ortadoğu’daki düşmanlarından İran ile 25 yıllık ekonomik ve siyasi iş birliği öngören bir anlaşmaya imza attı. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Abbas Musevi’nin “İran diplomasisi açısından gurur verici” olarak tanımladığı fakat henüz İran Meclisi’nin onayından geçmemiş olan anlaşmanın detayları açıklanmadı ancak Petroleum Economist’in yayınladığı rapora göre, anlaşmayla İran, Çin’e enerji alanında büyük çaplı imtiyazlar sağlıyor.

Middle East Eye internet sitesi için yazdığı makalede, Pekin-Tahran anlaşmasının Ortadoğu’daki dengeleri nasıl değiştirebileceğini anlatan Georgetown Üniversitesi’nden Shireen T. Hunter, bu imtiyazlar arasında Çin’e petrol ve doğal gaz alımında büyük indirim, iki yıla kadar erteleme ve yumuşak para birimleriyle ödemeler olduğunu belirtiyor.

Körfez siyaseti üzerine uzmanlaşmış ve bu konudaki çeşitli kitapların yazarı Hunter’in aktardığına göre, anlaşmayla birlikte Çin, İran’daki herhangi bir petrokimyasal projesinde yer alma önceliğine de sahip oldu:

“Anlaşmanın hayata geçmesi halinde, İran ekonomik açıdan büyük ölçüde Çin’e bağımlı hale gelecek, Pekin hükümeti ise Basra Körfezi’nde zemin kazanacağı gibi büyük ve güvenli bir enerji kaynağı elde etmiş olacak.

İran basınında Tahran hükümetinin Kiş Adası’nı Pekin’e bıraktığına yönelik iddialar yer almıştı. Her ne kadar bu iddialar doğrulanmasa da İran’ın Çin’e Basra Körfezi’ndeki limanlarda askeri tesis vereceği biliniyor.

Anlaşma kapsamında, Çin İran’daki projelerini koruma amacıyla 5000 kişiye kadar bir askeri gücü konuşlandırabilecek. Anlaşmanın bu maddesi, İran’ın siyasi bağımsızlığına ciddi anlamda gölge düşürüyor. Söz konusu anlaşmayla birlikte, Çin yalnızca Orta Doğu’da değil Orta Asya ve Kafkasya’da da konumunu büyük ölçüde güçlendirmiş olacak.

Anlaşma çerçevesinde Pekin hükümeti, İran ve Kafkasya üzerinden Avrupa’ya, Gürcistan’ın Karadeniz limanlarından geçişe izin vermesi halinde ise Karadeniz’e karayolu geçiş hakkına sahip olacak.

Çin anlaşma şartlarını yerine getirdiği takdirde, İran ekonomisine enerji sektörü (280 milyar dolar) başta olmak üzere imalat sanayi ve ulaşım altyapısına (120 milyar dolar) nakit aktarımı yapılacak. Böylelikle, bir yandan daha fazla istihdam yaratılarak İran ekonomisi canlandırılacak bir yandan da muhalefet dizginlenerek İslami rejim güç kazanacak.“

Doğu’ya yöneliş

Yazar Hunter, bu anlaşmanın henüz İran Meclisi tarafından onaylanmadığını ve anlaşmaya dair haberlerin İran basınında ilk kez yer almasının ardından, birçok gazetede anlaşmanın İran’ı Çin’e çok fazla bağımlı hale getireceğine dair kaygıların dile getirildiğini hatırlatıyor:

“Bu yorumlarda, İran’ın 1979 İslam Devrimi’yle birlikte ABD’ye onlarca yıldır süren bağımlılığını, Çin’in yarı sömürgesi olmak için sona erdirmediğinin altı çiziliyor.

Ben daha önce bu anlaşmayı İran tarihi açısından utanç verici olan 1872 Reuter İmtiyazı’na benzetmiştim. Londra’da bulunan Times gazetesi, İngiliz vatandaşı Baron Julius de Reuter ile İran Şahı Nasırüddin Şah arasında imzalanan bu anlaşmayı, İran’ın doğal kaynakları ve bağımsızlığını yabancı bir ülkeye peşkeş çekmesi olarak yorumlamıştı.

İran’ın Çin ve diğer Asya ülkelerine doğru kayması, diğer bir ifadeyle ‘Doğu’ya yöneliş’inin altında yatan en büyük neden, ülkenin yıllardır Batı’yla iyi ilişkiler kurma çabalarının başarısız olması. Batı’yla daha iyi siyasi ilişkiler kurmak için ekonomik ilişkilerin genişletilmesi politikalarına Ayetullah Haşimi Rafsancani öncülük etmişti.

Batı’yla uzlaşma çabalarının sonuncusu 2015 yılında nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla gerçekleşti. Bu anlaşmayla İran, Total gibi enerji şirketleri dâhil olmak üzere Amerikan ve Avrupalı firmaları ülkesine kabul edeceğini duyurarak Boeing ve Airbus uçaklarını almayı teklif etti. Ancak, İran’ın uzlaşma önerilerine yanıt olumlu olmadı.

Amerikan Başkanı Donald Trump 2018 yılında nükleer anlaşmadan çekildi, petrol satışları dahil olmak üzere İran’a yeni yıkıcı yaptırımlar uyguladı. Trump’ın bu hamlesiyle, İran’daki çoğu ılımlı grup bile Washington’ın ilişkileri geliştirmek yerine Tahran’da rejim değişikliği istediğine ikna oldu.

Böylelikle, Çin’i kurtarıcı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere ABD’den gelebilecek baskılara karşı bir kalkan olarak gören ve ABD’yle ilişkilerin iyileştirilmesine şiddetle karşı çıkan gruplar da kan tazelemiş oldu.”

Gerginliğin azaltılması

Yazar, Çin-İran anlaşması uygulanırsa, İran ekonomisinin canlanacağını ve ülkenin siyasi açıdan istikrara kavuşabileceğini anlatıyor:

“Ülke ekonomisi ve siyasetindeki bu iyileşme, İran’ın bölgesel konumunu güçlendireceği gibi düşman ülkeleri körü körüne ABD’nin politikalarını benimsemek yerine Tahran yönetimiyle gerginliği azaltmaya yöneltecek. Arap ülkeleri de Çin’le kendi aralarında anlaşma yapmak üzere harekete geçeceklerdir.

Ayrıca, Çin’e İran’da daimî bir zemin sunan bu anlaşma, Pekin’in bölgesel konumunu güçlendireceği gibi ABD’nin Basra Körfezi’ndeki stratejik üstünlüğünü de sarsabilir. Bununla Çin’in uluslararası alandaki konumu da güçlenebilir.

ABD İran’ın Çin’e doğru kaymasını ancak nükleer anlaşmaya geri dönmek, yaptırımları kaldırmak ve Avrupalı ve Amerikan şirketlerin Tahran’la anlaşma yapmasının önünü açmak suretiyle önleyebilir. ABD’nin bu tip hamleleri İran’daki ılımlı grupları canlandıracağı gibi uzun vadede iki ülke arasında siyasi ilişkilerin gelişmesini sağlayabilir.

İran’a yönelik hasmane bir politika izleyen ABD yönetimi, Güneybatı Asya’daki stratejik tercihlerini sınırlamış ve Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel ortaklarınca yönlendirilmiştir. Çin’in İran’a karşı artan ilgisi, ABD’yi Tahran’a yönelik tutumunu gözden geçirmeye sevk etmelidir.”

Bu yazı ilk kez 23 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.

 

Shireen T. Hunter’ın Middle East Eye’da yayımlanan “Çin-İran Anlaşması Orta Doğu’daki Güç Dengesini Nasıl Etkileyecek?” başlıklı makalesinin bazı bölümleri Zeynep Şartepe tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve editoryal katkılarla yeniden düzenlenmiştir. Makalenin orijinaline ve tamamına şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/how-iran-china-deal-could-alter-middle-easts-balance-power

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x