Türkiye ile Yunanistan’ın zaman zaman çeşitli konularda siyasi gerginlikler yaşaması yeni değil. Bu gerginliklere Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları uyuşmazlığı da eklendi.
Yunanistan ile Ege deniz yetki alanları uyuşmazlığının 1970’li yıllardan bu yana uzun süredir sonuçlandırılamadığını unutmadan, yine de Doğu Akdeniz uyuşmazlığında müzakere yoluyla uzlaşıya varılabileceğini ve diplomasiye öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Paylaşılamayan aslında ne?
Bugün yaşananları daha iyi anlamlandırabilmek için 2000’lerin başına gitmek yerinde olur. Doğu Akdeniz’de o yıllarda Kıbrıs, Mısır ve İsrail açıklarında bulunan doğal gaz kaynakları küresel rezervlerin yalnızca yüzde 3’üne denk geliyor. Ancak bu gazın üretim maliyeti pahalı, uluslararası piyasalara sevki ise ciddi güçlüklerle karşı karşıya. Bu güçlükleri çözmenin en (belki de) tek ekonomik yoluysa, 300-500 milyon dolarlık yatırım yapıp, Doğu Akdeniz gazını Türkiye’nin mevcut enerji şebekesine entegre etmek. Ancak Kıbrıs sorunu ile Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile ikili ilişkilerinin bozulmuş olması gibi siyasi sorunlar ekonomik mantığın gerektirdiği bu yolu tıkıyor.
Adanın çevresindeki gaz rezervlerini Kıbrıs Türk tarafı ile birlikte yönetmeye/paylaşmaya yanaşmayan ve Türkiye ile ilişkileri bozulan diğer potansiyel üretici İsrail ile birlikte hareket eden Kıbrıs (Rum) Hükümeti başka bir çözümün peşinde. Yunanistan’ın da güçlü desteğiyle 2 Ocak 2020’de Atina’da İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs (Rum) liderleri East – Med Pipeline (Doğu Akdeniz Boru Hattı) adını verdikleri bu proje için imzaları attılar1. Avrupa’nın Rus doğal gazına bağımlılığını azaltma peşindeki Avrupa Birliği ve ABD de ekonomik ve mali açıdan tartışmalı da olsa projeye destek veriyor.
İşte sözü edilen East- Med projesi, Ege’deki Türk-Yunan deniz yetki alanları uyuşmazlığını Doğu Akdeniz’e taşıyor. Zira bu projenin hayata geçebilmesi için Kıbrıs ile Yunanistan’ın Girit Adası arasındaki 750 mil uzunluğundaki denizin Kıbrıs (Rum) ve Yunanistan yetki alanı olarak paylaşılması gerek. Bu da ancak ve ancak Kastellorizo/Meis Adası’na ana kara gibi, yetki alanı tanınmasıyla mümkün. Fakat bu koşulun gerçekleşmesi de, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanının Antalya Körfezi’ne doğru çekilmesi ve 41 bin kilometre ile sınırlanması demek.
Doğu Akdeniz’e en uzun kıyısı olan ülke Türkiye, bu gelişmeler üzerine hak ve çıkarlarını korumak için Kasım 2019’da, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan başkent Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması yaptı. Bu anlaşma ile, Girit Adası’nın doğusunda kalan ve Yunanistan’ın kendi yetki alanı olarak gördüğü bölgeyi Türkiye ile Libya arasında bölüştürüyor. Böylece Ege Denizi’nde olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de de Türk-Yunan yetki alan iddiaları çakıştı ve ortaya hukuken bir uyuşmazlık bölgesi (area in dispute) çıktı.
Türkiye’nin Libya’daki hamlesinin ardından Türk-Yunan gerginliği de tırmanışa geçti. Avrupa Birliği (AB) Dönem Başkanı Almanya’nın girişimiyle başlatılması planlanan Türk-Yunan diyaloğu, 6 Ağustos’ta Yunanistan’ın Mısır ile yaptığı deniz yetki alanı sınırlandırılması anlaşması yüzünden askıya alındı. Türkiye de bu diyaloğa yapıcı bir ortamda başlamak için erteleme kararı aldığı deniz dibi araştırmalarını yeniden başlattı.
Ege’deki ve Doğu Akdeniz’deki sorunun farkı ne?
Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege’de deniz yetki alanları paylaşımı sorunu 1970’lerden beri devam ediyor. Aslında müzakere kapısı bile uzun yıllardır kapalı ama ben yine de gündemde olan Doğu Akdeniz yetki alanları meselesinde daha önce bir makalemde de anlattığım gibi diplomasiye öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ege ile Doğu Akdeniz yetki alanları uyuşmazlığı iki temel nedenle aynı değil: Birincisi, Ege’de uyuşmazlık Türkiye kıyısı boyunca yer alan çok sayıda Yunan adasının coğrafi konumundan kaynaklanıyor. Doğu Akdeniz’deki sorun ise özünde tek bir Yunan adasının, (Kastellorizo/Meis) yetki alanı üzerinde odaklanıyor.
İkincisi de Yunanistan, Ege uyuşmazlığında uluslararası hukuk ve uygulamayı lehine görürken, Doğu Akdeniz’de hukuk ve uygulama Türkiye’nin tutumunu destekler nitelikte.
Meis’in özelliği ne?
Kastellorizo/Meis Türkiye’nin kıyısına iki kilometre, Yunanistan ana karasına ise 570 kilometre uzaklıkta ve üzerinde sadece 492 kişi yaşıyor.
Avrupa Birliği (AB) ve Yunanistan’ın taraf olduğu, Türkiye’nin ise imzalamadığı Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) adalara da, ana karalar gibi, deniz yetki alanları tanıyor. Yunanistan bu anlaşmaya dayanarak Ege’deki sorunlar söz konusu olduğunda, uluslararası hukuku lehine görüyor. Fakat aynı Sözleşme, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasının devletler arasında anlaşma yoluyla, hakkaniyet (equity) ilkesini gözeterek ve her duruma özgü özel koşulları göz önünde bulundurarak yapılmasını da öngörüyor.
Zaten, UNCLOS’un 1994 yılında yürürlüğe girmesinden bu yana Sözleşme’nin getirdiği bu ilkelerin devletlerarası uyuşmazlıklarda somut olarak uygulanması da gösteriyor ki2, egemenliği bir ülkeye ait ada/adaların başka bir ülkeye coğrafi yakınlığı olması durumunda, tıpkı – Meis gibi – o ada/adaların deniz yetki alanları daraltılıyor ve sadece karasularının genişliği ile sınırlı tutuluyor.
Kastellorizo/Meis Adası da nüfusu, Yunanistan’a coğrafi uzaklığı, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip ülke olan Türkiye’ye coğrafi yakınlığı dolayısıyla, UNCLOS sonrası uluslararası uygulama ışığında yetki alanı karasuları ile sınırlandırılması gereken mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Aksi takdirde, Türkiye büyük bir deniz yetki alanı kaybına uğrar ve sadece 41 bin kilometre kare ile sınırlı kalır ki, böyle bir sonuç hakkaniyet ilkesinin vahim ihlali olur.
Türkiye bundan sonra hangi adımları atmalı?
Yeniden artan gerginliğe rağmen, Türkiye’nin diplomasiye öncelik vermesi fikrini güçlendiren koşullar var.
Yunanistan’ın bir süre önce Mısır ile yaptığı sınırlandırma anlaşması, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki hukuki veya fiili konumuna herhangi bir katkı yapmadı, sadece Türkiye-Libya anlaşmasına misilleme olarak kaldı. Bu anlaşmanın Kastellorizo/Meis Adası’nı sınırlandırma kapsamı dışında bırakması da Türkiye açısından önemli; bu, 2013’ten beri Türkiye ile ilişkileri gergin olan Mısır’ın, Türkiye’yi rahatsız edecek bir düzenlemeye yanaşmadığına işaret ediyor.
Kastellorizo/Meis’e ilişkin iddialarını Mısır’a kabul ettiremeyen Yunanistan Hükümeti, anlaşmanın zamanlaması konusunda da kendi ülkesinde de Avrupa Birliği içinde de eleştiri konusu oluyor. Zira, Almanya’nın girişimi ile başlatılacak Türk-Yunan diyaloğuna engel çıkartan taraf konumuna geldi oysa Yunanistan için AB desteğini korumak son derece önemli.
Gelinen aşamada, Ankara’nın yapabilecekleri de şunlar olabilir:
Türkiye, Doğu Akdeniz’de Oruç Reis, Ataman ve Cengiz Han isimli gemileriyle sismik çalışmalarını 23 Ağustos’a kadar sürdürecek. Ankara bu tarihten sonra karşılıklı olarak tek taraflı hareketlerden kaçınılmasını öngören moratoryum ilan edilmesini önerebilir. Uyuşmazlığın özüne ilişkin müzakerelere hazır olduğunu bir kez daha vurgulayabilir. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da bu yönde açıklamalar yaptılar.
Moratoryum neden gerekli?
Moratoryum ilanı bu coğrafya için bir ilk de olmaz. 1976 yılında, Ege uyuşmazlıklarında tek yanlı davranışlardan kaçınmayı öngören bir moratoryum da Bern mutabakatı ile sağlanmıştı. 1980’li-1990’lı yıllarda, zaman zaman Yunanistan tarafından ihlal edilse de, geçerliliği yeniden teyit edilerek bugüne kadar geldi ve Ege’deki nispi sükunetin nedenlerinden biri oldu.
Aynı öneriyi Doğu Akdeniz için yapmak, Türk-Yunan uyuşmazlıklarında bugüne kadar tek taraflı hareketlerden kaçınmış ve müzakerelerden yana olmuş Türkiye’nin geleneksel tutumu ile de uyumlu olacaktır.
Yunanistan’ın moratoryum önerisini kabulü durumunda, Türkiye önümüzdeki Eylül ayında Girit açıklarında öngörülen sondaj faaliyetini iptal edeceğini açıklayarak, Doğu Akdeniz’de Türk-Yunan uyuşmazlığını Türkiye-AB ilişkilerinin konusu yapmak isteyen Yunanistan’ın bu yöndeki çabalarının da önüne geçebilir. Böylece Avrupa Birliği içinde Fransa’nın başını çektiği yaptırım yanlılarının konumunu da zayıflatabilir.
Yunanistan ve Türkiye hangi şartlarda uzlaşabilir?
Peki, Yunanistan’ın Kastellorizo/Meis Adası’na ilişkin hukuk-dışı deniz yetki alanı iddiasının arkasında Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi varsa, neden bundan vazgeçerek Türkiye ile uzlaşmaya varmak isteyebileceği sorusu haklı olarak akla gelebilir.
Cevap ekonomide gizli. Doğu Akdeniz Boru Hattı (East-Med) projesi giderek ekonomik açıdan fizibıl ve uygulanabilir olmaktan çıkıyor. 3 bin metre derinliğe inen ve bin 900 kilometre sürmesi planlanan, maliyetinin 6-7 milyar euro olacağı tahmin edilen proje, bu kadar yatırıma değmeyebilir. Zira, küresel doğal gaz fiyatları düşük seyrediyor; AB doğal gaz gibi fosil bazlı enerjiden yenilenebilir enerjiye yönelişini hızlandırdı; Koronavirüs salgını nedeniyle yaşanan ekonomik daralma ve küresel enerji talebindeki azalma da bunların üstüne eklenince East- Med boru hattı projesinin gündemden çıktığını bile söylemek mümkün.
Aslında “yorgan gitti ama kavga bitmedi” yorumunu yapmak mümkün. Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının tetiklediği deniz yetki alanı uyuşmazlığı, nitelik değiştirip ekonomik değil, siyasal bir çekişmeye dönüştü. Bu gözlemden hareketle, uyuşmazlığın özü üzerinde müzakereler başlayabilirse, karşılıklı esneklik göstermek koşuluyla, Ege’den farklı olarak, Doğu Akdeniz’de uzlaşıya varılması mümkün olabilir.
Türkiye, Yunanistan’ı Kastellorizo/Meis konusunda uzlaşmacı tutuma sevk etmek için, Girit Adası’nın deniz yetki alanını tanıyabilir. Yunan adalarının en büyüğü (8.450 km²) ve en fazla nüfusu (635 bin) olan Girit’in ana karalar gibi deniz yetki alanına sahip olması uluslararası hukuk ve uygulamaya uygun. Türkiye’nin bu yönde bir tutum alması, Avrupa Birliği ve ABD ile diyalogunda etkinliğini arttıracaktır. Böylece Kastellorizo/Meis Adası’na ilişkin görüşümüz anlayışla karşılanabilir, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hakkı olan deniz yetki alanının elinden alınması çabalarına destek vermenin AB ve ABD’nin çıkarına da olmadığı vurgulanabilir.
Türkiye’nin bu tutumu Yunanistan’ın Ege Adaları için emsal yaratmama kaygısını azaltmaya da yardımcı olabilir ve uzlaşı için gerekli esnekliği sergileyebilmesine katkı yapabilir. Yunanistan’ın Türkiye ile ikili bir uzlaşmaya varmasının, Kıbrıs (Rum) yönetimini de Ada’da siyasal bir çözüme yönlendirici yansımaları da olabilir. Almanya’nın girişimi ile Türk-Yunan diyaloğunun başlaması ihtimali bile, Kıbrıs Rum tarafında Yunanistan tarafından yalnız bırakıldığı yorumlarına yol açtı.
Mısır ve İsrail ile normalleşmenin sağlayacağı avantajlar
Doğu Akdeniz’de karşılaşılan sorunlar, Türkiye’nin iki bölge ülkesi, Mısır ve İsrail ile ikili ilişkilerini normalleştirmenin önemini de açıkça gösterdi. Mısır’ın Yunanistan ile yaptığı sınırlandırma anlaşmasında Türkiye’ye yaptığı önemli jest, ilişkilerin normalleşmesi için bir fırsat olarak kullanılabilir ve kanımca kullanılmalıdır.
Libya’daki iç savaşta karşıt tarafları destekleyen ve bu yüzden Türkiye ile doğrudan çatışma riski bulunan Mısır’ın yapmış olduğu ateşkes ve Libyalı taraflar arasında müzakere önerisini yeniden değerlendirmek Türkiye’nin de çıkarlarına uygun gelebilir. Trablus Hükümeti’ne verdiği destek ile Libya iç savaşında dengeleri lehine çeviren Türkiye’nin, bu başarısını pekiştirmeyi tercih etmesi ve uzak bir ülkede ucu açık yeni askeri hedeflerin yol açacağı belirsizliklerden ve ağır ekonomik mali yükten kaçınması yerinde bir siyasal tercih olarak görünüyor. Siyasal sorunlara rağmen, ekonomik ilişkilerimizin gelişmeye devam ettiği Mısır ile karşılıklı büyükelçi değişiminin de zamanı gelmiştir.
İsrail ile de siyasal ilişkilerdeki sorunlara rağmen, ekonomik ilişkiler artmaya devam ediyor. İsrail ile siyasal sorunlar ikili konulardan değil, Netenyahu Hükümet’inin Filistin sorunundaki tutumundan kaynaklanıyor. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında diplomatik ilişkiler kurulduğunu ilan eden resmi açıklamada, İsrail Hükümeti’nin işgal altındaki Batı Yakasının bir bölümünü ilhak planını askıya aldığı belirtiliyor. Batı Şeria’yı işgal etme planı önümüzdeki Kasım seçimlerinde ABD’de Demokrat Biden’in seçilmesi durumunda gündemden tamamıyla da düşebilir. Bu durumda İsrail’in politikalarını eleştirerek, fakat görüş ayrılıklarını husumete dönüştürmeden, karşılıklı çıkarlara dayalı olarak ilişkileri normalleştirmek Doğu Akdeniz’de ve başka alanlarla Türkiye’yi güçlendirecektir.
Doğu Akdeniz Boru Hattı (East- Med) projesinin gündemden çıkması ile İsrail geçmişte ilgi duyduğu fakat siyasal ilişkilerin engellediği Türkiye’ye boru hattı projesi de ileride bir aşamada yeniden ele alınabilir. Türkiye’nin doğal gaz sözleşmelerini yenileyeceği 2021-23 yıllarında ithalatını çeşitlendirmesi için Doğu Akdeniz gazı bir seçenek olabilir.
Yunan-Kıbrıs Rum ikilisinin gerek Batı gerek bölge ülkeleriyle sorunlarından yararlanarak, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de dışlama çabalarını kendi girişimleri ile dengeleyen Türkiye’nin artık diplomasiye öncelik vermesinin koşulları oluşmuştur. Akıllı diplomasi ile Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hak ve meşru çıkarlarını koruyabiliriz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Ağustos 2020’de yayımlanmıştır.
- Mısır kendi deniz alanındaki gazı mevcut sıvılaştırma tesislerine sevk edeceği için East Med projesinin dışında kalmıştır.
- Ukrayna-Romanya Serpents Adası, İngiltere-Fransa Channel Adaları ve benzer diğer başvurularda (Alcatraz, Cerbe ve Filfla Adaları gibi) Uluslararası Adalet Divanı ve Özel Hakem Mahkemesi, bu uygulamanın somut örnekleridir.