Mısır, İsrail-Filistin sorunu ile farklı bağlamlarda en belirleyici aktörlerden biri.
İsrail’in Filistin’e yönelik işgal politikalarının başladığı yıllarda Filistin’e askerî ve siyasi destek verdi. İsrail ile iki kez savaşa girdi öte yandan İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi de oldu.
Ayrıca, İsrail tarafından kuşatılmış Gazze’nin dışarı açılan tek kapısı.
Bütün bunlar Mısır’ın Filistin meselesinin doğal bir tarafı olarak görülmesine neden oluyor.
Son Hamas-İsrail çatışmasında da Mısır bir ikilemle karşı karşıya. İlkeleri başka, çıkarları başka türlü davranmasını gerektiriyor.
Mısır’ın yaşadığı bu ikilemin kökleriyse yakın dönem tarihinde yatıyor.
Mısır’ın Filistin meselesi tarihi
Mısır’ın Filistin konusundaki girişimleri her ne kadar İsrail’in işgal politikaları karşısında kayda değer bir sonuç alınmasını sağlayamasa da, Tel-Aviv yönetimleri nezdinde Mısır gibi Arap dünyasının en güçlü ülkelerinden birisinin Filistin davasına sahip çıkması belirli oranda bir caydırıcılığı beraberinde getirdi.
Arap milliyetçisi Cemal Abdül Nasır dönemindeki gerilimli ilişkilerin ardından göreve gelen Enver Sedat, Mısır’ın dış politika yönelimini kalıcı biçimde değiştirdi. Bu anlamda en kritik adımı İsrail ile attı.
17 Eylül 1978’de Enver Sedat liderliğindeki Mısır ile İsrail, dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Jimmy Carter gözetiminde Camp David Sözleşmesine imza attı.
Böylece, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’nin yanı sıra, Golan Tepeleri’ni de işgal ettiği Altı Gün (1967) Savaşı ve Yom Kippur (1973) savaşlarının ardından ilk kez bir Arap ülkesi İsrail’i tanımış oldu.
Camp David’de temeli atılan Mısır ile İsrail arasındaki kalıcı barış anlaşması ise 1979’da imzalandı.
Bu girişim Mısır’ın özellikle Filistin meselesi bağlamında Arap coğrafyasındaki lider konumuna halel getiren bir gelişme olarak görüldü. Öyle ki Arap Ligi, Mısır’ın üyeliğini askıya aldı ve merkezini Tunus’a taşıdı.
Mısır’ın Arap Ligi’ne yeniden kabul edilmesi için on, Arap Ligi’nin yeniden Kahire’ye dönmesi için ise on bir yıl geçmesi gerekti.
Ancak bütün bunlar, İsrail’in Arap devletleri tarafından tanınmasının da önünü açtı. Nitekim izleyen yıllarda Ürdün de İsrail ile barış anlaşması imzalandı.
Bu anlaşmalar esasında 2020 yılında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn ile başlayan ve Sudan ile devam ederek Kuzey Afrika’nın Atlantik kıyılarına, Fas’a kadar ulaşan Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme dalgasının da temeli olarak kabul edilebilir.
Dolayısıyla Filistin’deki İsrail işgaline karşı Arap ülkeleri temelli yürütülebilecek bir mücadelenin Mısır’ın 1978’deki imzasıyla ilk darbeyi aldığı söylenebilir.
Filistinliler de her geçen yıl mücadelelerini kendi kendilerine vermek zorunda olduklarını anladılar.
Filistin meselesinde Mısır’ın arabulucu rolü
Camp David anlaşmasının bir başka sonucu da bu tarihten itibaren İsrail ile diplomatik bağlarını güçlendiren Mısır’ın tarihsel akış içinde İsrail’in Filistin politikalarına karşı açık bir tutum almasının zorlaşması oldu.
Bu durum Mısır’ı daha çok arabulucu ya da krizin tırmanmasını önleyen bir aktör konumuna yerleştirdi. Ortadoğu’da değişen dinamikler ve geçmiş Mısır yönetimleri tarafından izlenen realist politikalar doğrultusunda Kahire’yi İsrail’in bölgesel müttefiki haline getirdi.
Bununla birlikte Mısır’ın Filistin konusunda Arap dünyasındaki en önemli aktörlerden birisi olduğu gerçeği değişmedi. Gerek Filistinli aktörler üzerindeki nüfuzu, gerek İsrail’e karşı caydırıcı bir aktör oluşu ve gerekse de Arap ve İslam coğrafyasındaki aktörler nezdinde İsrail-Filistin meselesini gündeme getirmede birleştirici bir rol oynaması Mısır’ı 7 Ekim’den bu yana yaşanan krizde de ön plana çıkardı.
Dolayısıyla 7 Ekim tarihinde patlak veren Hamas-İsrail çatışmasına yönelik Mısır’ın yaklaşımı, bazı ulusal kaygıların yanında bu arka plan dâhilinde okunmalı.
7 Ekim krizi ve Mısır
Bu bağlamda bazı temellendirmeler ya da ön kabuller yaparak başlamak yerinde olabilir.
Öncelikle Mısır, Filistin davasına bağlılığını her platformda açıkça ifade ediyor.
Bir adım ötesine geçersek Mısır dış politikasında Filistin, kendi kaderini tayin etme arayışı haklı argümanlara oturan bir ülke olarak Arap ve İslam dünyasının öncelikli gündemi.
Diğer taraftan Mısır, Ortadoğu’daki güç dengeleri içinde milli güvenlik ve siyasi kaygıları neticesinde İsrail’i direkt olarak karşına alma noktasında çelişkilere sahip.
1979 yılından beri Mısır’ın, Filistin’in yararına ve İsrail’e karşı herhangi bir askerî müdahalesi söz konusu olmadı.
Son olarak Abdulfettah Sisi yönetimini merkeze aldığımızda Mısır ile Hamas arasındaki ideolojik farklılıklar, İsrail ile müttefiklik ilişkisinin pragmatist boyutunu ortaya koyuyor.
Güvenlik kaygıları
Mısır, Gazze Şeridi’nin İsrail tarafından kontrol edilmeyen tek sınır kapısına sahip. Bu yönüyle Refah sınır kapısı, coğrafi olarak Mısır’ın Filistin-İsrail meselesindeki kilit rolünü temsil eder nitelikte.
Mısır, geçmişte Gazze’deki çatışma hareketliliğine bağlı olarak Refah sınır kapısını dönem dönem kapadı.
Bunun en büyük nedenlerinden biri, Gazze’den Mısır’a silah ve militan geçişini önlemek.
Bir diğer husus, kontrolsüz sınır geçişlerinin kalıcı ikamete dönüşmesi ve bu senaryonun hali hazırda kırılgan olan güvenlik durumunu olumsuz yönde etkilemesi ihtimali. Zira, Sina Yarımadası’nda uzun yıllardır terörle mücadele faaliyetlerini sürdüren Mısır ordusu için bu tip yeni bir tehdit, mevcut kapasiteyi fazlasıyla zorlayabilir.
Öte yandan böyle bir senaryoda Sisi yönetiminin daha büyük bir endişesi, sınır geçişi yapan kişilerin Hamas ile bağlantılı silahlı militanlar olma ihtimali.
Sisi yönetimi açısından Hamas ile ilişkili bu kişilerin Sina üzerinden İsrail’e gerçekleştireceği potansiyel saldırılar, İsrail ile ilişkileri baltalayabilir.
Ayrıca Hamas-İsrail arasındaki çatışmaların uzaması ve İsrail tarafından başlatılacak bir kara harekâtı, Mısır açısından daha büyük sorunlara yol açabilir.
Bu senaryonun Gazze Şeridi sınırı boyunca Mısır’ı muhtemel silah kaçakçılığı ve militan giriş-çıkışlarıyla karşı karşıya bırakacağını söylemek yanlış olmaz. Sınırdaki istikrarsızlık ve sızmalarla oluşacak atmosferin Sina’da faaliyet gösteren IŞİD başta olmak üzere pek çok terör örgütüne motivasyon kazandıracağı yaklaşımı ise Mısır’ı kaygılandıran bir diğer unsur.
Mısır tünelleri neden kapadı?
Mısır’ın bu anlamda attığı adımlardan birisi de Gazze’nin dış dünya ile bağlantısında kritik rol oynayan tünellerin kapatılması oldu.
2014’de şekillenen bu politika dahilinde Mısır ordusu sistematik biçimde bu tünelleri kapatma sürecini başlattı. Bu faaliyetler izleyen yıllarda hızlanarak devam etti.
Mısır ordusu, tünellerin kapatılmasına gerekçe olarak silah kaçakçılığı ve yasadışı diğer faaliyetleri gerekçe gösterirken Gazze’deki Hamas liderliği Mısır’ın bu politikasını eleştirdi.
İsrail’in geniş kapsamlı ablukası altındaki Gazze’nin can damarları olarak kabul edilen bu tünellerin kapatılmasının İsrail’e hizmet ettiği, o dönemde gündeme getirilen argümanlardan birisi oldu.
Yine o dönemde tartışılan konulardan birisi Mısır’ın tünelleri İsrail’in talebi doğrultusunda kapatıp kapatmadığı oldu. Her ne kadar bu anlamda net bir açıklama getirilememiş olsa da Mısır tarafı güvenlik endişelerini öne çıkarmayı yeğledi.
Siyasi boyut
İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik hava saldırılarına ve insan haklarına aykırı yaptırımlarına karşı Sisi yönetimini söylemde etkin ancak icraatta pasif bırakan bir diğer husus, Hamas’ın “siyasal İslam” ve Müslüman Kardeşler hareketiyle ilişki olduğu iddiası.
Bu varsayımdan hareketle Mısır, Hamas’ı Filistin davasının temel savunucusu olarak görmüyor, bölgesel ve uluslararası platformlarda destek vermiyor ve hatta zaman zaman Hamas aleyhinde bir politika izliyor.
Son dönemde Hamas ile ilişkilerde daha olumlu bir tablo ve arabuluculuk yönünde atılan adımlar öne çıkmış olsa da tarih boyunca Mısır, bir devlet dışı silahlı aktör statüsünde ele aldığı Hamas’a karşı mesafeli yaklaştı. Öyle ki 2015 yılında Mısır’daki bir mahkeme önce Hamas’ın askerî kanadı olan İzzettin Kassam Tugayları’nın ülkedeki faaliyetlerini yasakladı, daha sonra da Hamas’ı terör örgütü ilan etti.
Bu durum, Sisi yönetiminin sessiz kalmak yoluyla dolaylı yoldan İsrail’e alan açma stratejisini rasyonel bir çizgiye taşıdı.
Bu noktada Sisi yönetiminin göreve gelişinin ardından Gazze’ye yönelik attığı bazı adımlar, Kahire’nin bu konuda Tel-Aviv’le koordinasyon içerisinde hareket ettiği izlenimini veriyor.
Tartışmalı tampon bölge uygulaması
Özellikle 2014 yılında alınan bir kararla Gazze sınırının Mısır tarafında bir tampon bölge oluşturmak istemesi ve bu politikayı yerel halkın rızası olmaksızın katı biçimde uygulaması, Sisi yönetiminin motivasyonunun sorgulanmasına neden oldu.
Nitekim tampon bölge kararı ile Gazze sınırındaki yaklaşık 70 bin nüfuslu Refah şehrinin tamamen boşaltılması öngörülürken, Kahire’nin bu kararı rasyonel biçimde gerekçelendirememesi tartışma yarattı.
Sisi’nin bu kararının arkasında Hamas’ın hareket alanını daraltmak ve o dönem darbe sonrası yoğun baskı altında tutulan Müslüman Kardeşler hareketine olası desteğini kesmek olabileceği düşünülmüştü.
2014’teki kararın ardından sınırın Mısır tarafında kalan yerleşim alanları Mısır ordusu tarafından tamamen temizlenirken, o bölgede yaşayan halk da daha iç kesimlere sürüldü.
Sisi yönetimi bu politikasını izleyen dönemde de devam ettirdi. 2018’e gelindiğinde Refah şehri neredeyse tamamen boşaltıldı.
Bu politikalar 2021 yılına kadar devam etti. Mısır, Gazze sınırındaki onbinlerce evi yıkarak tampon bölgeyi kademeli olarak genişletti.
İbrahim Anlaşmaları ve ABD
Son olarak Mısır’ın çatışmaların uzamaması yönünde geliştirdiği retorik ve hamlelerin arka planında İsrail’in Arap ülkeleri ile başlattığı normalleşme sürecinin ve İbrahim Anlaşmalarının olumsuz etkileneceği yönündeki beklentilerden söz edilebilir.
Mısır, normalleşme anlaşmalarını destekledi. İsrail’in bu açılımının Ortadoğu’daki jeopolitik denklemde Mısır’a alan ve bölgesel liderlik kazandırdığı argümanı, bu siyasi manevrada etkili olmuş olabilir.
Bununla beraber Mısır, ABD’den önemli miktarda askerî yardım alıyor. Sınır güvenliği noktasında ise Mısır ve İsrail, Sina Yarımadası’ndaki terör aktivitelerine yönelik koordinasyon ve istihbarat paylaşımı yapıyor.
Bu askerî yardımlar, Mısır’ın askerî kapasitesini artırmanın yanı sıra Kuzey Afrika ülkesinin bölgesel bir güç olarak daha etkin bir role sahip olmasına zemin hazırlıyor. Nitekim, bu yardımların temelinde Camp David Anlaşması’nın ilgili maddelerinin olduğu düşünüldüğünde, Mısır’ın ABD ve İsrail ekseninden çıkma fikri pek olası gözükmüyor ve Mısır dış politikasında Filistin meselesinin dış ağırlığını düşürüyor.
Toplumsal taban ve Filistin meselesi
Devlet düzeyindeki bu politika tercihlerine rağmen Mısır’da kitlelerin Filistin davasına son derece duyarlı ve bağlı olduğu söylenebilir. Tarihsel bağlar ile dini ve etnik müştereklikler, halkları birbirine bağlayan olgular arasında gösterilebilir. Halen Mısır halkı içinde 1979 Camp David Anlaşması’nın Filistin-İsrail meselesindeki duruşu etkilediği yönünde güçlü bir eleştiri vardır.
Buna paralel olarak 2020 yılında İsrail ile Arap ülkeleri arasında gerçekleşen normalleşme anlaşmaları da, Mısır halkının yoğun tepkisini çekmişti. Filistin meselesindeki hassasiyet karşısında Sisi yönetimi de esnek bir tutum izlerken 2013’teki kitlesel gösterilerden bu yana ilk kez Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda Filistin’e destek amacıyla geniş katılımlı gösterilere izin verildi.
7 Ekim’den günümüze gelen süreçte Gazze’de ortaya çıkan insani krizler kapsamında Filistin halkına yardım çabaları, Mısır halkı nezdinde yeniden ciddi bir duyarlılığa neden oldu ve insani yardım çabalarını arttırdı.
Ayrıca 7 Ekim’deki süreçle birlikte Gazze’de sivil halkın yaşadıkları, pek çok Müslüman çoğunluklu ülkede olduğu gibi Mısır’da da İsrail karşıtlığını artırdı.
Bu tablo, çıkarlar ve ilkeler arasında sıkışan Sisi yönetimi üzerinde baskı unsuru teşkil ediyor.
Dolayısıyla çatışmaların zamana yayılması, kara harekatının başlaması ve sivil kayıpların artması, Arap Birliği’nin güç merkezi olan Kahire’yi zor durumda bırakabilir.
Bu sebeple Mısır, Gazze’ye daha fazla insani yardım gönderiyor ve insani krizlere yönelik tutumunu iç ve dış kamuoyunda keskin ifadelerle anlatıyor.
Mısır arabulucu olabilir mi?
Ancak Mısır açısından öncelikli hedef, geçici ateşkes ve kısa-orta vadede arabuluculuk rolü edinerek müzakerelerde aktif rol üstlenmek.
Bu anlamda Mısır, Hamas ile İsrail arasındaki sorunun çözümüne odaklanan bir Barış Konferansı düzenleyerek bu konuda diplomasiye şans verdiğini gösterdi.
Bu süreçte Mısır’ın Türkiye ile işbirliğine önem verdiği de gözlerden kaçmadı.
Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşmesine ilaveten dışişleri bakanları arasında diplomasi trafiği de yoğun biçimde devam ediyor.
Bu görüşmelerden alınabilecek olumlu bir sonucun Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilere de yansımalarının olması beklenebilir.
Sonuç olarak Mısır’ın Hamas-İsrail çatışmasında güvenlik temelli, siyasi ve sosyal bazı endişelerinin bulunduğu ortada. Öte yandan Mısır’ın Filistin meselesindeki tarihsel sorumluluğu ve bu yönde tabandan gelen talepler, Sisi yönetimi üzerinde en kısa zamanda ateşkesin sağlanması ve sorunun çözüme kavuşturulması konusunda baskı oluşturuyor.
Bu açıdan değerlendirildiğinde sınır sorunları, bölgesel siyasetteki rolü ve toplumsal tabanın Filistin meselesine yönelik duyarlılığı, Sisi yönetimini yakın zamanda politika tercihlerini yeniden gözden geçirmeye itebilir.
Filistin meselesinin kitleleri hareketlendirme riskini de barındırması ve bu bağlamda yakın geçmişte yaşanan tecrübeler nedeniyle, Kahire ve küresel müttefiklerinin Mısır’da bu nedenle yaşanabilecek bir toplumsal hareketlenme riskini almak istemeyecekleri de unutulmamalı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.