Hizbullah: Bölgeselleşen bir vekil aktörün kısa portresi

Hizbullah ne zaman kuruldu? Hangi şartlar bölgesel bir aktör olmasını sağladı? Lübnan’da devlet içinde devlet olan örgüt, İsrail-Gazze savaşına müdahil olacak mı? Hamza Haşıl yazdı.

Modern Ortadoğu tarihindeki en zorlu krizlerden biri olan ve kısa vadede siyasi bir çözüme ulaşması pek mümkün görünmeyen Filistin meselesi, tarafların askerî yöntemlere sık sık başvurması sebebiyle yeniden uluslararası kamuoyunun gündemine oturdu.

7 Ekim’den itibaren Hamas ve İsrail arasında yaşanan gelişmeler, yerel ölçekle sınırlı kalmayarak önce bölgesel, sonrasında ise küresel bir etki yaratmaya başladı.

Washington yönetimi başta olmak üzere Batılı ülkelerin İsrail’e sınırsız bir destek sunması, Müslüman dünyanın ve anti-emperyalist ideolojiyi benimseyen birçok ülkenin tepkisini çekti. Ancak Ortadoğu hükümetlerinin nispeten zayıf tepkisi bölge halklarını pek de memnun etmediği için, kamuoyunun gözü İsrail sınırındaki devlet dışı aktörlere çevrildi. Bu aktörlerin en başında şüphesiz ki Lübnan Hizbullah’ı geliyor.

Daha önce Lübnan’ın güneyinde İsrail’e karşı uzun süre mücadele vermiş olması ve 2006 savaşında İsrail ordusuna verdirdiği kayıplarla Ortadoğu’da güçlü bir popülarite kazanmış olması, Hizbullah’ı öne çıkaran faktörlerden. Örgütün kuruluş amacının da İsrail’e karşı savaşmak olduğu dikkate alınırsa bu beklentinin yersiz olmadığı söylenebilir.

Fakat 7 Ekim’den itibaren gelişen İsrail saldırılarında onlarca militanını yitiren, karargâhları ve cephanelikleri bombalanan Hizbullah’ın neden cephe genişleterek savaşa girmediği kamuoyu nezdinde bir muamma olarak duruyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın olaylar başladıktan yaklaşık bir ay sonra 3 Kasım’da yaptığı ilk açıklama ise kamuoyunda pek bir karşılık bulmadı. Bu durum, Hizbullah’ın varoluş misyonunun bir kez daha sorgulanmasına ve Ortadoğu’da önemli ölçüde imaj kaybetmeye başlamasına yol açtı. Bu çerçevede, Gazze’deki olaylar şiddetlenerek devam ederken Hizbullah’ın nasıl bir strateji izleyeceğini anlamak için örgütün kısa bir tarihsel anatomisini çizmek önemli.

Hizbullah tarihi ne söylüyor?

İsrail’in Lübnan’a yönelik ilk saldırı ve işgal girişimlerinin temelinde, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi 1968’de işgal etmesinden sonra, 1970 yılından başlayarak Lübnan’a sığınan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü etkisiz hale getirme stratejisi yatar.

İsrail’in bu amaçla yaptığı askerî operasyonlarda en fazla zarar gören bölge Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı güney bölgesi oldu.

Örneğin, 1978 yılı Mart ayında, Hayfa şehrinden Tel Aviv’e giden bir otobüse düzenlenen saldırıda 35 İsraillinin öldürülmesinin ardından, İsrail Güney Lübnan’a karşı üç ay sürecek bir işgal başlattı.

Litani Operasyonu adı verilen bu işgal sırasında yaklaşık 285 bin Lübnanlı güney bölgelerden göç ederek Beyrut’un kenar mahallelerine yerleşmek zorunda kaldı. İsrail’in Güney Lübnan’ı tekrar işgal ettiği 1982 sonrasında ise bu rakamlar katlanarak arttı.

Gerek 1978’deki Litani Operasyonu’nda gerekse de 1982’deki işgal girişiminde çatışmalar hep ülkenin güneyinde yoğunlaştı.

Lübnan’ın güneyinde kaosun hakim olmasına sebebiyet veren İsrail’in işgal girişimleri, Hizbullah’ın doğuşuna zemin hazırlayan süreci de başlattı.

Hizbullah’ın kuruluşunda İran Devrimi etkisi

İsrail’in Lübnan müdahalelerine ek olarak, 1979 İran Devrimi ile oluşan mezhepsel ideolojiyi, Şii azınlığın bulunduğu ülkeler başta olmak üzere dünyaya ihraç etmek isteyen Tahran yönetimi, Lübnan’daki Şii azınlığı bölgesel hedefleri doğrultusunda stratejik bir varlık olarak gördü.

Fakat, İran açısından bu kitlenin temsilcisinin Lübnan’daki Emel Hareketi gibi seküler tarzda bir yapının olamayacağı açıktı. Bunun için de İran’daki devrim ideolojisine bağlı yeni bir örgütlenmenin oluşması Tahran için hayati önem arz ediyordu. Nitekim, devrim önderleri ABD’yi “büyük şeytan”, İsrail’i de onun bölgedeki temsilcisi olarak nitelendirdikleri için İran’ın Ortadoğu’daki “ötekisi” İsrail oldu. Hizbullah da bu öteki ile yürütülecek uzun soluklu vekâlet savaşının en önemli unsuru olarak ortaya çıktı.

Hizbullah toplumda nasıl karşılık buldu?

1982 İsrail işgalinin ortaya çıkardığı toplumsal, siyasi ve ekonomik sorunlar Hizbullah’ın Lübnan toplumunda karşılık bulmasına zemin hazırladı. Hizbullah’ın halkta karşılık bulmasını üç faktör üzerinden incelemek mümkün.

Ülkedeki Müslümanların, özellikle de Şiilerin Hizbullah’a destek vermesinin en temel sebebi ideolojik. İşgal sebebiyle halk arasında yükselen İsrail karşıtlığı, işgale karşı silahlı mücadele yürütmek amacıyla kurulan Hizbullah’ı benimsemelerinde en önemli etken oldu.

Örgütün özellikle Şii tabanda destek kazanmasındaki diğer bir etken ise siyasi. Lübnan’da Hristiyanların başat aktör olduğu bir kurumsal yapı var. Bu yapının kökleri Fransız manda yönetimine kadar uzanır. Lübnan’daki nüfus oranları Müslümanlar lehine değişmesine rağmen siyasi yapıda bir revizyona gidilmemiş ve bu durum 1975 Lübnan İç Savaşı’na zemin hazırlamıştı. Ülkedeki diğer bileşenlerin Hristiyanlar ile eşit söz hakkına sahip olmaması başta Şiiler olmak üzere Müslümanların kısmi dışlanmasını beraberinde getirdi. Bu konjonktürde ortaya çıkan Hizbullah, Şiilerin sesi olma misyonunu da yüklendi. Şiilerin Lübnan siyasi yapısı içindeki bu konumunu iyi değerlendiren örgüt, özellikle Şiiler nazarında siyasi bir meşruiyet kazanmaya başladı.

Hizbullah’ın halkta karşılık bulmasında etkili olan faktörlerden biri de ekonomik.

Müslüman unsurlar, devletin ekonomik kaynaklarından Hristiyanlarla aynı ölçüde istifade edemiyordu. Bu durum, Müslüman bileşenler için sadece siyasi değil ekonomik bir dışlanmışlık duygusu da yarattı. Lübnan hükümetinin bütün halka eşit ve yeterli hizmeti götürememesini fırsata çeviren Hizbullah, özellikle Şiilerin yoğun yaşadığı bölgelerde sosyal hizmet faaliyetleri yürüterek halka ekonomik olarak yardım etti.

Dolayısıyla Hizbullah, sadece sert güç yönüyle değil aynı zamanda yumuşak güç yönüyle de halk nazarında meşruiyet kazanmaya başladı. İran destekli bir örgüt olarak Hizbullah bu süreçte Tahran’dan sadece silah desteği değil aynı zamanda yoğun bir ekonomik destek de aldı. İran, bu tür destekleri sadece Hizbullah üzerinden Lübnan’da değil, kendisine bağlı örgütler üzerinden Irak ve Suriye’de de halka ulaştırarak bölgedeki varlığını yumuşak güç üzerinden perçinleme stratejisi izler. Nitekim, ekonomik zorluk yaşayan halkta karşılık bulmanın en kolay yolu bu tür yardımlar. İran’ın bu stratejisini başarılı bir şekilde Lübnan’da uygulayan Hizbullah, İsrail karşıtlığı üzerinden askerî bir güç olarak yükselirken, sağladığı sosyal hizmetler yönüyle de yumuşak güç olarak halkta karşılık buldu.

Bu noktada, İran’dan gelen desteği Lübnan’ın tek ekonomik kaynağı olarak görmek yanlış olur. Batı Afrika ve Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan Lübnan diasporasının Şii kesimi Hizbullah’ın en büyük ekonomik destekçileri arasında. Uyuşturucu üretimi başta olmak üzere birçok illegal alanda da faaliyet yürüten Hizbullah, çeşitli ekonomik kaynaklara sahip. Bu kaynakları gerek askerî, siyasi ajandası ve gerekse de sosyal hizmet fonu olarak kullanan örgüt, meşruiyetini sağlama ve sağlamlaştırma çabası içinde.

İsrail’i Lübnan’dan çekilmesinde Hizbullah etkisi

İsrail, 1982’deki Lübnan işgali ile FKÖ’yü ülkeden çıkararak istediğini büyük oranda elde etmesine rağmen Güney Lübnan’dan çekilmedi. Bu durum, Hizbullah’ın bölgede meşruiyet kazanmaya başlamasının önünü açtı.

Dolayısıyla, ülkedeki İsrail varlığı Lübnan’ın bütünlüğü için bir tehdit olsa da İran destekli örgüt için bölgede tutunabilmenin ve meşruiyet kazanabilmenin anahtarıydı.

Gerilla taktikleri ile İsrail ordusuna zarar vermeye başlayan Hizbullah, İsrail’in bölgeden çekilmesinde etkili oldu. 2000 yılında Ehud Barak yönetimindeki Tel Aviv hükümetinin tek taraflı olarak Lübnan’dan çekilmesi Ortadoğu’da büyük bir sevinçle karşılandı ve bu durum Hizbullah’ın popülaritesini artırdı.

Fakat İsrail’in tek taraflı olarak çekilmesinin aslında bir strateji bağlamında olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Tel Aviv tek taraflı çekilerek herhangi bir barış anlaşması yapmak istemediğini göstermiş oldu ve bölgeyi sürekli olarak hava operasyonları ile vurmaya devam etti. Dolayısıyla, İsrail’in çekilme kararı almasında Hizbullah’ın vurkaç taktiklerinin etkisi olsa da bu kararın tek taraflı olarak alınması bir Hizbullah başarısı değil, İsrail stratejisidir.

Hizbullah’ı büyüten bölgesel dinamikler

Hizbullah’ın bölgede büyüyen bir aktöre dönüşmesini sadece İsrail ile giriştiği mücadele üzerinden okumak eksik olur.

Bu noktada, bölgesel dinamikler göz ardı edilmemelidir.

Suriye rejiminin 1976 yılında Lübnan’a müdahale etmesi, 1980’lerden itibaren İran ve Suriye arasında güçlü diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi ve her iki aktör tarafından tehdit olarak algılanan Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın 2003 yılında ABD işgali ile fiili bir parçalanma yaşaması gibi sebepler Hizbullah’ın Tahran’dan Beyrut’a kadar uzanan hat boyunca neredeyse kesintisiz bir desteğe kavuşmasını beraberinde getirdi.

Özellikle Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonra bu ülkede artan İran etkisi, Hizbullah ile Tahran arasında kara bağlantısı kurulmasını sağladı. Süreç, İran’ın Ortadoğu’ya açılmasının önündeki engelleri kaldırması açısından da kritik bir gelişme oldu. Bu durum, ilk kez Ürdün Kralı II. Abdullah tarafından 2004’te dile getirilen “Şii Hilali’nin” kurulmaya çalışıldığı süreci yansıtır. Hizbullah bu nüfuz alanının kurulmasında Tahran için en kilit noktadaki vekil unsurlardan biridir.

Ancak Irak’ın işgalinden sonra İran’ın Ortadoğu’daki nüfuz alanının böylesine genişlemesi Riyad yönetimini oldukça tedirgin etti. Bu tedirginliğin bir sebebi bölgesel nüfuz alanının daralması olsa da en önemli sebebi Suudi Arabistan’ın doğusunda yaşayan ve hiç azımsanmayacak orandaki Şii azınlıktır.

İran’ın Arabistan Şiilerini de harekete geçirmesi ihtimali Riyad’ın daha saldırgan bir refleks oluşturmasına yol açtı. Lübnan’ın güçlü Sünni ailelerinden Hariri ailesi ile iyi ilişkiler geliştiren Riyad, Refik Hariri’ye büyük bir destek sunarak Lübnan siyasetinde etkili olmaya çalıştı. Böylece, İran-Suudi Arabistan rekabeti Lübnan’a taşınmış oldu. Her iki aktör de Lübnan’ı güç mücadeleleri için bir oyun alanı olarak gördü ve bu rekabeti vekil unsurlar üzerinden yürütmeyi seçtiler.

Riyad’ın politikalarının Lübnan iç siyasetine güçlü yansımalarının olmaya başlaması Hizbullah ve İran’ın tepkisini çekti. Eski Başbakan Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta kurban gitmesi, Lübnan’ın yeni bir kaosa sürüklenmesinin yolunu açarken Riyad yönetiminin de elini zayıflatan bir gelişme oldu.

Suikastla ilgili olarak üç Hizbullah üyesi gıyaben suçlu bulunsa da örgüt bu olaya karışmadığını ileri sürdü.

Sünniler üzerinden İran’ı Lübnan’da dengeleme politikası izlemek isteyen Suudi Arabistan, suikastın ardından hızla ülkedeki nüfuzunu kaybetmeye başlarken Hizbullah’ın her geçen gün daha da güçlendiği ters orantılı bir denklem oluştu.

Hizbullah için dönüm noktası

Hizbullah’ı Ortadoğu arenasında yükselten en kritik gelişme şüphesiz ki 2006 savaşı oldu. İsrail’in Gazze’de sivilleri hedef alan bir saldırısının ardından Hizbullah’ın da İsrailli iki askeri kaçırması ve sekizini öldürmesi üzerine başlayan ve binlerce Lübnanlı sivilin ölümüyle sonuçlanan savaşta Hizbullah askerî kapasite olarak da kendisini kanıtladı.

Bu savaşla birlikte Hizbullah’ın Lübnan kamuoyundaki ve Ortadoğu’daki imajı hiç olmadığı kadar güçlendi. Irak işgal altındayken Lübnan’da böyle bir gelişmenin yaşanması, Hizbullah’ın başarısının geniş kitlelere ulaşmasında hızlandırıcı etki yaptı.

Bu yıllarda Lübnan lideri Hasan Nasrallah’ın Ortadoğu’daki en güçlü siyasi figür olarak lanse edilmesi 2006 savaşının sağladığı yumuşak güçle ilgilidir.

Suriye İç Savaşı ve Hizbullah

Ancak Hizbullah’ın bu imajı 2011 Suriye İç Savaşı ile bir anda kırılma gösterdi. Öyle ki, amacı İsrail’in Lübnan’daki varlığı ile savaşmak olan örgüt bir anda Suriye’de Müslümanları öldürmeye başladı. 2013’te Hizbullah’ın gerçekleştirdiği El Kuseyr Savaşı bunun en somut göstergesi oldu. Esad rejimi ile Hizbullah ilişkisi iç savaş öncesine dayansa da bu savaşla birlikte İran’ın ve dolayısıyla Hizbullah’ın Esad’a sınırsız bir destek sunduğu görüldü.

Bu desteğin altındaki temel dinamik, mezhepsel motivasyonlarla ilgili değil, daha çok varoluşsal bir kaygının eseridir, yani pragmatik gerekçelere dayalıdır. Esad’ın iktidarını korumasının kesinleşmesinin ardından Hizbullah’ın Suriye’deki ilk askerî geçit töreni Kasım 2016’da El Kuseyr’de gerçekleşti ve bu gövde gösterisi ile Hizbullah’ın Suriye’de kalıcı bir varlık göstereceği bir nevi tescillenmiş oldu. Fakat Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı ve icraatları, örgütün kuruluş felsefesi ve Lübnan’a olan aidiyeti ile tamamen ters düşmüş oldu.

Hizbullah’ın askerî varlığı önemli ölçüde Suriye’ye kaydı ve savaşın kısmen durağanlaşması ile örgüt bu ülkeden ayrılmadığı gibi burada Captagon üretim ve ihracı başta olmak üzere çeşitli yasa dışı faaliyetlere yöneldi.

Bu süreç, Hizbullah’ın askerî ve ekonomik olarak daha da güçlenmesini beraberinde getirse de örgütün yumuşak gücünü ve 2006’da kazandığı güçlü imajı büyük oranda zedeledi. Lübnan kamuoyu da Hizbullah’ı ülkenin bir bileşeni olarak görmekten çok İran’ın bölgedeki vekili olarak görmeye başladı.

2011’de başlayan Arap ayaklanmalarının ikinci dalgası olarak görülen ve 2019’da başlayan protesto dalgaları Lübnan’ı derinden etkiledi. Ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik kırılganlıkları bu süreçte gün yüzüne çıkmış oldu.

Kovid-19 salgını ile tüm dünyada başlayan kısmi izolasyonlar, Ağustos 2020’deki Beyrut Limanı patlaması, Ukrayna krizi ile yaşanan gıda krizi, Mişel Avn’dan sonra ülkedeki cumhurbaşkanlığı krizinin devam ediyor olması, Lübnan’ın bir türlü toparlanma sürecine girememesindeki en önemli etkenler oldu. Ülkedeki istikrarsız ortamı fırsat olarak gören Hizbullah, Lübnan’da yürüttüğü çeşitli sosyal yardım faaliyetleri ile bozulan imajını düzeltmeye çalıştı. Fakat bu kampanyanın halkta karşılık bulduğunu söylemek pek mümkün değil.

Hizbullah: Devlet içinde devlet

Gelinen noktada Hizbullah, güçlü silahlı yapısı, siyasi temsiliyeti ve çeşitli ekonomik kaynakları ile Lübnan’da “devlet içinde devlet” olarak ifade edilebilir.

2006’nın son aylarından itibaren Hizbullah ile hükümet arasında yaşanan kriz ve ülkenin her tarafını sarmaya başlayan sıcak çatışmalar, tam bir iç savaşa evrilmeden önce Katar’ın arabuluculuğunda çözüme kavuştu. Doha’da Mayıs 2008’de yapılan anlaşma sonucunda Hizbullah, mecliste veto yetkisine sahip bir aktör konumuna yükselmekle kalmadı, bazı kilit bakanlıklara kendi desteklediği adayların getirilmesinin de önünü açtı. Ayrıca, Hizbullah’ın “silahlı” örgüt olarak Lübnan’daki varlığını sürdürmesi meşru bir zemine kavuştu. Bu gelişmeden sonra Hizbullah, Lübnan siyasetinin en güçlü aktörlerinden biri oldu. Diğer bir ifadeyle, ülkedeki kritik meselelerde Hizbullah’a rağmen siyasi karar alınamayacağı anlaşıldı.

Son olarak Ekim 2022’de Lübnan ve İsrail arasında ABD arabuluculuğunda imzalanan deniz yetki alanları anlaşması yine Hizbullah’ın rızası alınarak onaylanabilmişti.

Ülkedeki cumhurbaşkanlığı krizi de aynı şekilde Hizbullah’ın istediği adayın diğer muhalif partiler tarafından onaylanmaması sebebiyle yaşanıyor ve örgüt uzlaşıdan uzak bir tavır sergiliyor.

Dolayısıyla Hizbullah’ın Lübnan siyasetinin ayrılmaz bir parçası olduğu bir gerçek. Bunun da ötesinde Hizbullah’a rağmen ülkede herhangi bir kararın alınmasının pek de mümkün olmadığı bir denklem mevcut.

Hizbullah, Gazze savaşında İsrail’e cephe açacak mı?

Hizbullah’ın künyesi niteliğinde çizilen bu çerçeveden hareketle, örgütün Hamas-İsrail çatışmasına yönelik nasıl bir tepki vereceği daha net görülebilir.

Nasrallah, 3 Kasım’daki konuşmasında 7 Ekim saldırısından önceden haberdar olmadıklarını ve bu saldırıda ne kendilerinin ne de Tahran’ın bir dahli olmadığını altını çizerek ifade etti.

Bu ifadeler Hizbullah’ın İsrail’e karşı cepheyi genişletme niyetinde olmadığının en açık göstergesi niteliğinde. Her ne kadar Hizbullah ve İran Hamas’ın bu savaşı kaybetmesini istemese de savaşa doğrudan dahil olma gibi bir opsiyonu değerlendirmesi şu an için söz konusu gözükmüyor. Nitekim, ABD’nin savaş gemileri ile Doğu Akdeniz’de oluşturduğu caydırıcılık İran’ın bölgesel çıkarlarını tehdit etmekte.

Dolayısıyla, pragmatik bir örgüt olan ve İran’ın politikalarına tam bağlılık gösteren Hizbullah’ın ideolojik bir yaklaşımla Gazze’deki savaşa dahil olacağını beklemek yanıltıcı bir çıkarım olabilir.

Son tahlilde Hizbullah, savaşa doğrudan dahil olmak yerine, İsrail’in kuzey sınırlarında icra edeceği bazı küçük çaplı saldırılar ve popülist söylemlerle kendisinden beklentisi olan kitleyi bir arada tutma stratejisi izleyebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Hamza Haşıl
Hamza Haşıl
Hamza Haşıl - Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Tarih (anadal) ve Sosyoloji (yandal) bölümlerinden 2015 yılında mezun olmuştur. Kuveyt Hükümet bursunu kazanarak gittiği Kuveyt Üniversitesi Filoloji Merkezi’nde 2015-2016 yılları arasında Arapça eğitimi almıştır. ODTÜ Orta Doğu Araştırmaları bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Bölge Çalışmaları bölümünde doktora eğitimini sürdürmektedir. Haziran 2018’den itibaren ORSAM Levant Çalışmaları Koordinatörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Suriye ve Lübnan başta olmak üzere, Ortadoğu ve Afrika üzerine bölgelerarası çalışmalar yapmaktadır. Ulusal ve uluslararası yayın platformlarına yorum, görüş ve yazıları ile katkı sunmaktadır. İleri düzeyde İngilizce ve Arapça, başlangıç düzeyinde Farsça ve Fransızca bilmektedir.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Hizbullah: Bölgeselleşen bir vekil aktörün kısa portresi

Hizbullah ne zaman kuruldu? Hangi şartlar bölgesel bir aktör olmasını sağladı? Lübnan’da devlet içinde devlet olan örgüt, İsrail-Gazze savaşına müdahil olacak mı? Hamza Haşıl yazdı.

Modern Ortadoğu tarihindeki en zorlu krizlerden biri olan ve kısa vadede siyasi bir çözüme ulaşması pek mümkün görünmeyen Filistin meselesi, tarafların askerî yöntemlere sık sık başvurması sebebiyle yeniden uluslararası kamuoyunun gündemine oturdu.

7 Ekim’den itibaren Hamas ve İsrail arasında yaşanan gelişmeler, yerel ölçekle sınırlı kalmayarak önce bölgesel, sonrasında ise küresel bir etki yaratmaya başladı.

Washington yönetimi başta olmak üzere Batılı ülkelerin İsrail’e sınırsız bir destek sunması, Müslüman dünyanın ve anti-emperyalist ideolojiyi benimseyen birçok ülkenin tepkisini çekti. Ancak Ortadoğu hükümetlerinin nispeten zayıf tepkisi bölge halklarını pek de memnun etmediği için, kamuoyunun gözü İsrail sınırındaki devlet dışı aktörlere çevrildi. Bu aktörlerin en başında şüphesiz ki Lübnan Hizbullah’ı geliyor.

Daha önce Lübnan’ın güneyinde İsrail’e karşı uzun süre mücadele vermiş olması ve 2006 savaşında İsrail ordusuna verdirdiği kayıplarla Ortadoğu’da güçlü bir popülarite kazanmış olması, Hizbullah’ı öne çıkaran faktörlerden. Örgütün kuruluş amacının da İsrail’e karşı savaşmak olduğu dikkate alınırsa bu beklentinin yersiz olmadığı söylenebilir.

Fakat 7 Ekim’den itibaren gelişen İsrail saldırılarında onlarca militanını yitiren, karargâhları ve cephanelikleri bombalanan Hizbullah’ın neden cephe genişleterek savaşa girmediği kamuoyu nezdinde bir muamma olarak duruyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın olaylar başladıktan yaklaşık bir ay sonra 3 Kasım’da yaptığı ilk açıklama ise kamuoyunda pek bir karşılık bulmadı. Bu durum, Hizbullah’ın varoluş misyonunun bir kez daha sorgulanmasına ve Ortadoğu’da önemli ölçüde imaj kaybetmeye başlamasına yol açtı. Bu çerçevede, Gazze’deki olaylar şiddetlenerek devam ederken Hizbullah’ın nasıl bir strateji izleyeceğini anlamak için örgütün kısa bir tarihsel anatomisini çizmek önemli.

Hizbullah tarihi ne söylüyor?

İsrail’in Lübnan’a yönelik ilk saldırı ve işgal girişimlerinin temelinde, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi 1968’de işgal etmesinden sonra, 1970 yılından başlayarak Lübnan’a sığınan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü etkisiz hale getirme stratejisi yatar.

İsrail’in bu amaçla yaptığı askerî operasyonlarda en fazla zarar gören bölge Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı güney bölgesi oldu.

Örneğin, 1978 yılı Mart ayında, Hayfa şehrinden Tel Aviv’e giden bir otobüse düzenlenen saldırıda 35 İsraillinin öldürülmesinin ardından, İsrail Güney Lübnan’a karşı üç ay sürecek bir işgal başlattı.

Litani Operasyonu adı verilen bu işgal sırasında yaklaşık 285 bin Lübnanlı güney bölgelerden göç ederek Beyrut’un kenar mahallelerine yerleşmek zorunda kaldı. İsrail’in Güney Lübnan’ı tekrar işgal ettiği 1982 sonrasında ise bu rakamlar katlanarak arttı.

Gerek 1978’deki Litani Operasyonu’nda gerekse de 1982’deki işgal girişiminde çatışmalar hep ülkenin güneyinde yoğunlaştı.

Lübnan’ın güneyinde kaosun hakim olmasına sebebiyet veren İsrail’in işgal girişimleri, Hizbullah’ın doğuşuna zemin hazırlayan süreci de başlattı.

Hizbullah’ın kuruluşunda İran Devrimi etkisi

İsrail’in Lübnan müdahalelerine ek olarak, 1979 İran Devrimi ile oluşan mezhepsel ideolojiyi, Şii azınlığın bulunduğu ülkeler başta olmak üzere dünyaya ihraç etmek isteyen Tahran yönetimi, Lübnan’daki Şii azınlığı bölgesel hedefleri doğrultusunda stratejik bir varlık olarak gördü.

Fakat, İran açısından bu kitlenin temsilcisinin Lübnan’daki Emel Hareketi gibi seküler tarzda bir yapının olamayacağı açıktı. Bunun için de İran’daki devrim ideolojisine bağlı yeni bir örgütlenmenin oluşması Tahran için hayati önem arz ediyordu. Nitekim, devrim önderleri ABD’yi “büyük şeytan”, İsrail’i de onun bölgedeki temsilcisi olarak nitelendirdikleri için İran’ın Ortadoğu’daki “ötekisi” İsrail oldu. Hizbullah da bu öteki ile yürütülecek uzun soluklu vekâlet savaşının en önemli unsuru olarak ortaya çıktı.

Hizbullah toplumda nasıl karşılık buldu?

1982 İsrail işgalinin ortaya çıkardığı toplumsal, siyasi ve ekonomik sorunlar Hizbullah’ın Lübnan toplumunda karşılık bulmasına zemin hazırladı. Hizbullah’ın halkta karşılık bulmasını üç faktör üzerinden incelemek mümkün.

Ülkedeki Müslümanların, özellikle de Şiilerin Hizbullah’a destek vermesinin en temel sebebi ideolojik. İşgal sebebiyle halk arasında yükselen İsrail karşıtlığı, işgale karşı silahlı mücadele yürütmek amacıyla kurulan Hizbullah’ı benimsemelerinde en önemli etken oldu.

Örgütün özellikle Şii tabanda destek kazanmasındaki diğer bir etken ise siyasi. Lübnan’da Hristiyanların başat aktör olduğu bir kurumsal yapı var. Bu yapının kökleri Fransız manda yönetimine kadar uzanır. Lübnan’daki nüfus oranları Müslümanlar lehine değişmesine rağmen siyasi yapıda bir revizyona gidilmemiş ve bu durum 1975 Lübnan İç Savaşı’na zemin hazırlamıştı. Ülkedeki diğer bileşenlerin Hristiyanlar ile eşit söz hakkına sahip olmaması başta Şiiler olmak üzere Müslümanların kısmi dışlanmasını beraberinde getirdi. Bu konjonktürde ortaya çıkan Hizbullah, Şiilerin sesi olma misyonunu da yüklendi. Şiilerin Lübnan siyasi yapısı içindeki bu konumunu iyi değerlendiren örgüt, özellikle Şiiler nazarında siyasi bir meşruiyet kazanmaya başladı.

Hizbullah’ın halkta karşılık bulmasında etkili olan faktörlerden biri de ekonomik.

Müslüman unsurlar, devletin ekonomik kaynaklarından Hristiyanlarla aynı ölçüde istifade edemiyordu. Bu durum, Müslüman bileşenler için sadece siyasi değil ekonomik bir dışlanmışlık duygusu da yarattı. Lübnan hükümetinin bütün halka eşit ve yeterli hizmeti götürememesini fırsata çeviren Hizbullah, özellikle Şiilerin yoğun yaşadığı bölgelerde sosyal hizmet faaliyetleri yürüterek halka ekonomik olarak yardım etti.

Dolayısıyla Hizbullah, sadece sert güç yönüyle değil aynı zamanda yumuşak güç yönüyle de halk nazarında meşruiyet kazanmaya başladı. İran destekli bir örgüt olarak Hizbullah bu süreçte Tahran’dan sadece silah desteği değil aynı zamanda yoğun bir ekonomik destek de aldı. İran, bu tür destekleri sadece Hizbullah üzerinden Lübnan’da değil, kendisine bağlı örgütler üzerinden Irak ve Suriye’de de halka ulaştırarak bölgedeki varlığını yumuşak güç üzerinden perçinleme stratejisi izler. Nitekim, ekonomik zorluk yaşayan halkta karşılık bulmanın en kolay yolu bu tür yardımlar. İran’ın bu stratejisini başarılı bir şekilde Lübnan’da uygulayan Hizbullah, İsrail karşıtlığı üzerinden askerî bir güç olarak yükselirken, sağladığı sosyal hizmetler yönüyle de yumuşak güç olarak halkta karşılık buldu.

Bu noktada, İran’dan gelen desteği Lübnan’ın tek ekonomik kaynağı olarak görmek yanlış olur. Batı Afrika ve Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan Lübnan diasporasının Şii kesimi Hizbullah’ın en büyük ekonomik destekçileri arasında. Uyuşturucu üretimi başta olmak üzere birçok illegal alanda da faaliyet yürüten Hizbullah, çeşitli ekonomik kaynaklara sahip. Bu kaynakları gerek askerî, siyasi ajandası ve gerekse de sosyal hizmet fonu olarak kullanan örgüt, meşruiyetini sağlama ve sağlamlaştırma çabası içinde.

İsrail’i Lübnan’dan çekilmesinde Hizbullah etkisi

İsrail, 1982’deki Lübnan işgali ile FKÖ’yü ülkeden çıkararak istediğini büyük oranda elde etmesine rağmen Güney Lübnan’dan çekilmedi. Bu durum, Hizbullah’ın bölgede meşruiyet kazanmaya başlamasının önünü açtı.

Dolayısıyla, ülkedeki İsrail varlığı Lübnan’ın bütünlüğü için bir tehdit olsa da İran destekli örgüt için bölgede tutunabilmenin ve meşruiyet kazanabilmenin anahtarıydı.

Gerilla taktikleri ile İsrail ordusuna zarar vermeye başlayan Hizbullah, İsrail’in bölgeden çekilmesinde etkili oldu. 2000 yılında Ehud Barak yönetimindeki Tel Aviv hükümetinin tek taraflı olarak Lübnan’dan çekilmesi Ortadoğu’da büyük bir sevinçle karşılandı ve bu durum Hizbullah’ın popülaritesini artırdı.

Fakat İsrail’in tek taraflı olarak çekilmesinin aslında bir strateji bağlamında olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Tel Aviv tek taraflı çekilerek herhangi bir barış anlaşması yapmak istemediğini göstermiş oldu ve bölgeyi sürekli olarak hava operasyonları ile vurmaya devam etti. Dolayısıyla, İsrail’in çekilme kararı almasında Hizbullah’ın vurkaç taktiklerinin etkisi olsa da bu kararın tek taraflı olarak alınması bir Hizbullah başarısı değil, İsrail stratejisidir.

Hizbullah’ı büyüten bölgesel dinamikler

Hizbullah’ın bölgede büyüyen bir aktöre dönüşmesini sadece İsrail ile giriştiği mücadele üzerinden okumak eksik olur.

Bu noktada, bölgesel dinamikler göz ardı edilmemelidir.

Suriye rejiminin 1976 yılında Lübnan’a müdahale etmesi, 1980’lerden itibaren İran ve Suriye arasında güçlü diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi ve her iki aktör tarafından tehdit olarak algılanan Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın 2003 yılında ABD işgali ile fiili bir parçalanma yaşaması gibi sebepler Hizbullah’ın Tahran’dan Beyrut’a kadar uzanan hat boyunca neredeyse kesintisiz bir desteğe kavuşmasını beraberinde getirdi.

Özellikle Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonra bu ülkede artan İran etkisi, Hizbullah ile Tahran arasında kara bağlantısı kurulmasını sağladı. Süreç, İran’ın Ortadoğu’ya açılmasının önündeki engelleri kaldırması açısından da kritik bir gelişme oldu. Bu durum, ilk kez Ürdün Kralı II. Abdullah tarafından 2004’te dile getirilen “Şii Hilali’nin” kurulmaya çalışıldığı süreci yansıtır. Hizbullah bu nüfuz alanının kurulmasında Tahran için en kilit noktadaki vekil unsurlardan biridir.

Ancak Irak’ın işgalinden sonra İran’ın Ortadoğu’daki nüfuz alanının böylesine genişlemesi Riyad yönetimini oldukça tedirgin etti. Bu tedirginliğin bir sebebi bölgesel nüfuz alanının daralması olsa da en önemli sebebi Suudi Arabistan’ın doğusunda yaşayan ve hiç azımsanmayacak orandaki Şii azınlıktır.

İran’ın Arabistan Şiilerini de harekete geçirmesi ihtimali Riyad’ın daha saldırgan bir refleks oluşturmasına yol açtı. Lübnan’ın güçlü Sünni ailelerinden Hariri ailesi ile iyi ilişkiler geliştiren Riyad, Refik Hariri’ye büyük bir destek sunarak Lübnan siyasetinde etkili olmaya çalıştı. Böylece, İran-Suudi Arabistan rekabeti Lübnan’a taşınmış oldu. Her iki aktör de Lübnan’ı güç mücadeleleri için bir oyun alanı olarak gördü ve bu rekabeti vekil unsurlar üzerinden yürütmeyi seçtiler.

Riyad’ın politikalarının Lübnan iç siyasetine güçlü yansımalarının olmaya başlaması Hizbullah ve İran’ın tepkisini çekti. Eski Başbakan Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta kurban gitmesi, Lübnan’ın yeni bir kaosa sürüklenmesinin yolunu açarken Riyad yönetiminin de elini zayıflatan bir gelişme oldu.

Suikastla ilgili olarak üç Hizbullah üyesi gıyaben suçlu bulunsa da örgüt bu olaya karışmadığını ileri sürdü.

Sünniler üzerinden İran’ı Lübnan’da dengeleme politikası izlemek isteyen Suudi Arabistan, suikastın ardından hızla ülkedeki nüfuzunu kaybetmeye başlarken Hizbullah’ın her geçen gün daha da güçlendiği ters orantılı bir denklem oluştu.

Hizbullah için dönüm noktası

Hizbullah’ı Ortadoğu arenasında yükselten en kritik gelişme şüphesiz ki 2006 savaşı oldu. İsrail’in Gazze’de sivilleri hedef alan bir saldırısının ardından Hizbullah’ın da İsrailli iki askeri kaçırması ve sekizini öldürmesi üzerine başlayan ve binlerce Lübnanlı sivilin ölümüyle sonuçlanan savaşta Hizbullah askerî kapasite olarak da kendisini kanıtladı.

Bu savaşla birlikte Hizbullah’ın Lübnan kamuoyundaki ve Ortadoğu’daki imajı hiç olmadığı kadar güçlendi. Irak işgal altındayken Lübnan’da böyle bir gelişmenin yaşanması, Hizbullah’ın başarısının geniş kitlelere ulaşmasında hızlandırıcı etki yaptı.

Bu yıllarda Lübnan lideri Hasan Nasrallah’ın Ortadoğu’daki en güçlü siyasi figür olarak lanse edilmesi 2006 savaşının sağladığı yumuşak güçle ilgilidir.

Suriye İç Savaşı ve Hizbullah

Ancak Hizbullah’ın bu imajı 2011 Suriye İç Savaşı ile bir anda kırılma gösterdi. Öyle ki, amacı İsrail’in Lübnan’daki varlığı ile savaşmak olan örgüt bir anda Suriye’de Müslümanları öldürmeye başladı. 2013’te Hizbullah’ın gerçekleştirdiği El Kuseyr Savaşı bunun en somut göstergesi oldu. Esad rejimi ile Hizbullah ilişkisi iç savaş öncesine dayansa da bu savaşla birlikte İran’ın ve dolayısıyla Hizbullah’ın Esad’a sınırsız bir destek sunduğu görüldü.

Bu desteğin altındaki temel dinamik, mezhepsel motivasyonlarla ilgili değil, daha çok varoluşsal bir kaygının eseridir, yani pragmatik gerekçelere dayalıdır. Esad’ın iktidarını korumasının kesinleşmesinin ardından Hizbullah’ın Suriye’deki ilk askerî geçit töreni Kasım 2016’da El Kuseyr’de gerçekleşti ve bu gövde gösterisi ile Hizbullah’ın Suriye’de kalıcı bir varlık göstereceği bir nevi tescillenmiş oldu. Fakat Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı ve icraatları, örgütün kuruluş felsefesi ve Lübnan’a olan aidiyeti ile tamamen ters düşmüş oldu.

Hizbullah’ın askerî varlığı önemli ölçüde Suriye’ye kaydı ve savaşın kısmen durağanlaşması ile örgüt bu ülkeden ayrılmadığı gibi burada Captagon üretim ve ihracı başta olmak üzere çeşitli yasa dışı faaliyetlere yöneldi.

Bu süreç, Hizbullah’ın askerî ve ekonomik olarak daha da güçlenmesini beraberinde getirse de örgütün yumuşak gücünü ve 2006’da kazandığı güçlü imajı büyük oranda zedeledi. Lübnan kamuoyu da Hizbullah’ı ülkenin bir bileşeni olarak görmekten çok İran’ın bölgedeki vekili olarak görmeye başladı.

2011’de başlayan Arap ayaklanmalarının ikinci dalgası olarak görülen ve 2019’da başlayan protesto dalgaları Lübnan’ı derinden etkiledi. Ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik kırılganlıkları bu süreçte gün yüzüne çıkmış oldu.

Kovid-19 salgını ile tüm dünyada başlayan kısmi izolasyonlar, Ağustos 2020’deki Beyrut Limanı patlaması, Ukrayna krizi ile yaşanan gıda krizi, Mişel Avn’dan sonra ülkedeki cumhurbaşkanlığı krizinin devam ediyor olması, Lübnan’ın bir türlü toparlanma sürecine girememesindeki en önemli etkenler oldu. Ülkedeki istikrarsız ortamı fırsat olarak gören Hizbullah, Lübnan’da yürüttüğü çeşitli sosyal yardım faaliyetleri ile bozulan imajını düzeltmeye çalıştı. Fakat bu kampanyanın halkta karşılık bulduğunu söylemek pek mümkün değil.

Hizbullah: Devlet içinde devlet

Gelinen noktada Hizbullah, güçlü silahlı yapısı, siyasi temsiliyeti ve çeşitli ekonomik kaynakları ile Lübnan’da “devlet içinde devlet” olarak ifade edilebilir.

2006’nın son aylarından itibaren Hizbullah ile hükümet arasında yaşanan kriz ve ülkenin her tarafını sarmaya başlayan sıcak çatışmalar, tam bir iç savaşa evrilmeden önce Katar’ın arabuluculuğunda çözüme kavuştu. Doha’da Mayıs 2008’de yapılan anlaşma sonucunda Hizbullah, mecliste veto yetkisine sahip bir aktör konumuna yükselmekle kalmadı, bazı kilit bakanlıklara kendi desteklediği adayların getirilmesinin de önünü açtı. Ayrıca, Hizbullah’ın “silahlı” örgüt olarak Lübnan’daki varlığını sürdürmesi meşru bir zemine kavuştu. Bu gelişmeden sonra Hizbullah, Lübnan siyasetinin en güçlü aktörlerinden biri oldu. Diğer bir ifadeyle, ülkedeki kritik meselelerde Hizbullah’a rağmen siyasi karar alınamayacağı anlaşıldı.

Son olarak Ekim 2022’de Lübnan ve İsrail arasında ABD arabuluculuğunda imzalanan deniz yetki alanları anlaşması yine Hizbullah’ın rızası alınarak onaylanabilmişti.

Ülkedeki cumhurbaşkanlığı krizi de aynı şekilde Hizbullah’ın istediği adayın diğer muhalif partiler tarafından onaylanmaması sebebiyle yaşanıyor ve örgüt uzlaşıdan uzak bir tavır sergiliyor.

Dolayısıyla Hizbullah’ın Lübnan siyasetinin ayrılmaz bir parçası olduğu bir gerçek. Bunun da ötesinde Hizbullah’a rağmen ülkede herhangi bir kararın alınmasının pek de mümkün olmadığı bir denklem mevcut.

Hizbullah, Gazze savaşında İsrail’e cephe açacak mı?

Hizbullah’ın künyesi niteliğinde çizilen bu çerçeveden hareketle, örgütün Hamas-İsrail çatışmasına yönelik nasıl bir tepki vereceği daha net görülebilir.

Nasrallah, 3 Kasım’daki konuşmasında 7 Ekim saldırısından önceden haberdar olmadıklarını ve bu saldırıda ne kendilerinin ne de Tahran’ın bir dahli olmadığını altını çizerek ifade etti.

Bu ifadeler Hizbullah’ın İsrail’e karşı cepheyi genişletme niyetinde olmadığının en açık göstergesi niteliğinde. Her ne kadar Hizbullah ve İran Hamas’ın bu savaşı kaybetmesini istemese de savaşa doğrudan dahil olma gibi bir opsiyonu değerlendirmesi şu an için söz konusu gözükmüyor. Nitekim, ABD’nin savaş gemileri ile Doğu Akdeniz’de oluşturduğu caydırıcılık İran’ın bölgesel çıkarlarını tehdit etmekte.

Dolayısıyla, pragmatik bir örgüt olan ve İran’ın politikalarına tam bağlılık gösteren Hizbullah’ın ideolojik bir yaklaşımla Gazze’deki savaşa dahil olacağını beklemek yanıltıcı bir çıkarım olabilir.

Son tahlilde Hizbullah, savaşa doğrudan dahil olmak yerine, İsrail’in kuzey sınırlarında icra edeceği bazı küçük çaplı saldırılar ve popülist söylemlerle kendisinden beklentisi olan kitleyi bir arada tutma stratejisi izleyebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Hamza Haşıl
Hamza Haşıl
Hamza Haşıl - Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Tarih (anadal) ve Sosyoloji (yandal) bölümlerinden 2015 yılında mezun olmuştur. Kuveyt Hükümet bursunu kazanarak gittiği Kuveyt Üniversitesi Filoloji Merkezi’nde 2015-2016 yılları arasında Arapça eğitimi almıştır. ODTÜ Orta Doğu Araştırmaları bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Bölge Çalışmaları bölümünde doktora eğitimini sürdürmektedir. Haziran 2018’den itibaren ORSAM Levant Çalışmaları Koordinatörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Suriye ve Lübnan başta olmak üzere, Ortadoğu ve Afrika üzerine bölgelerarası çalışmalar yapmaktadır. Ulusal ve uluslararası yayın platformlarına yorum, görüş ve yazıları ile katkı sunmaktadır. İleri düzeyde İngilizce ve Arapça, başlangıç düzeyinde Farsça ve Fransızca bilmektedir.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x