İşgalin 20. Yılında Irak: Ne değişti?

2023 yılı itibariyle Irak’ta ABD işgalinin 20. yılı geride kaldı. Bir Saddam’ın gidip bin Saddam’ın geldiği ülkenin durumu ne? Sosyolojik, ekonomik, siyasal yapı nasıl bozuldu? Sorunlar neden çözülemiyor? Bilgay Duman yazdı.

Bir Bağdat seferinde tanıştığım aşiret şeyhi ile sohbetimde “ABD sonrası Irak’ta ne değişti?” diye sormuştum. Şeyhin cevabı Irak’ı okurken hiç aklımdan çıkmayan bir ifade oldu: “Eskiden bir Saddam vardı, şimdi bin Saddam var!”

Belki de sonda söylenmesi gerekenleri başta söylemek daha faydalı olacak. Bugün itibariyle Irak, devlet kurumsallaşmasının gerçekleştirilemediği, etnik, dinî, mezhepsel ve aşiret temelli ayrışmaların her alana hakim olduğu, kamu hizmetlerindeki eksiklikler, yolsuzluk, işsizlik, istikrarsızlık, dış müdahale gibi tüm olumsuzlukları bünyesinde barındıran bir devlet haline geldi.

2003’ten bugüne

ABD’nin 20 Mart 2003’te başlattığı Irak müdahalesi, 9 Nisan’da başkent Bağdat’ın düşmesiyle, işgale dönüşmüş ve hem Irak hem de bölge için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu.

Her ne kadar ABD ve Irak arasında 2008’de yapılan anlaşma gereği ülkedeki ABD işgali fiilen 2011’de son bulmuş olsa da işgalin etkilerini silmek kolay değil. İşgalden bu yana 20 sene geçmesine rağmen her 3-5 yıllık periyodlarda Irak’ın yeni bir döneme girdiğini görüyoruz.

Mezhep Savaşı nasıl başladı?

2003 – 2006 yılları arasında, yaklaşık son 30 senesini diktatöryal bir yönetim altında yaşayan Irak halkı, ülkenin yeniden formatlanma çabalarının “izleyicisi” oldu. Her ne kadar söz konusu dönemde 3 seçim ve bir anayasa referandumu gerçekleştirilmiş olsa bile yeni kurgulanan devlet düzeninde etnik, dini ve mezhepsel hatta aşiretlere bağlı milis grupları devletleşirken, devlet de milisleşti.

Bu anlamıyla kimlik unsuru ile paralize olan bir devlet yapısı ortaya çıktı. Bu devlet yapısı söz konusu gruplar arasında yaşanan çıkar çatışmaları devlet kurumsallaşmasının önüne geçmekle kalmadı, sosyal tabana da yayıldı. Nitekim 2006’da Samarra’daki Şiiler için kutsal sayılan İmam el-Askeri Türbesi’ne yapılan saldırı, Irak’ta “mezhep savaşı”nın miladı oldu.

Mezhepsel kimliğe göre “gettolaşma”

2006 – 2008 yılları arasında daha önce Irak’taki ABD işgaline karşı direnç gösteren Şii ve Sünni milis gruplar bu kez birbirleri ile çatışma içerisine girdi. Bu durum halka da olumsuz yansıdı ve neredeyse tüm yaşam alanlarında etnik ve mezhepsel kimliğe göre “gettolaşma” başladı.

İnsanlar milis gruplar tarafından sadece isimleri bir mezhebi temsil ettiği düşünülen kişilerle aynı olduğu için dahi öldürüldüler. Hatta karşıt kimliklere duyulan kin ve şiddet öyle boyutlara ulaştı ki insanlar aileleri cesetlerini tanıyabilsinler diye vücutlarına isimlerini ya da kendilerini tanıtıcı dövmeler yaptırmaya başladılar.

80 bin can kaybı, ABD askerlerinin zulmü, Iraklıların travmaları

Nitekim 2006’dan ABD işgalinin resmen sona erdiği 2011 yılının sonuna kadar kayıtlara geçtiği şekliyle yaklaşık 80 bin sivil hayatını kaybetti. Sadece mezhep savaşının en yoğun olduğu 2006-2008 yılları arasında 66 binden fazla sivilin hayatını kaybettiği biliniyor. 2006 ve 2007 yılları ülkedeki en fazla sivil kaybın yaşandığı yıllar oldu. Bu rakam ülkenin üçte birinin terör örgütü IŞİD tarafından kontrol edildiği ve yoğun bir savaşın yaşandığı 2014 – 2017 yılları arasında verilen sivil kayıptan bile fazla.

Ayrıca söz konusu yıllar Irak’ta en fazla ABD askeri kaybının yaşandığı yıllar olarak da tarihe geçti. Özellikle 2007 yılı, 904 kayıpla ABD’nin Irak’ta en fazla asker kaybettiği yıl oldu. Bu yüzden işgal yönetiminin “sopası” da bu dönemde Irak halkının üzerinden eksik olmadı. Başta Ebu Garib Cezaevi’nin kötü hatıraları olmak üzere ABD askerlerinin zulmü halen Irak’ta en yerleşik travmaların başında geliyor.

2006 – 2010 yılları arasında Irak’ın her kesimini bir şekilde etkileyen bu süreç işgal sonrası dönemde ülkenin nüfus yapısına uygun olarak çoğunluğu oluşturan Şiilerin yönetimi devralmasıyla bir nevi Sünnilerden “intikam alma” dönemi olurken, Sünniler de iktidarı kaybetmenin hırsıyla Şiilerin yönetici elit konumuna geldiği ülkeyi bir enkaza çevirmeyi hedefledi. Bu durum ülkede büyük bir güç boşluğu ortaya çıkardı ve özellikle terör örgütü el-Kaide başta olmak üzere terör örgütlerine alan açtı. Bununla birlikte Irak, İran, Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin oyun sahası haline geldi.

Egemenlik kime devredildi?

Irak’ta mezhep savaşları yaşanırken ABD ve Irak yönetimi arasında 2008’de egemenliğin devri anlaşması imzalandı ve 2011 sonu itibariyle ABD’nin Irak’taki muharip askerlerinin görevi tamamlanmış oldu. Böylece Iraklılar kendi yönetimlerine sahip olduklarını düşündüler.

Irak’ta 2006’dan sonra 2010’da yapılan seçimlerin ardından ikinci kez başbakan olan Nuri el-Maliki, ABD’nin de muharip askerlerinin çekilmesiyle birlikte ortaya çıkan boşluğun da etkisiyle, İran’la yoğun ilişkiler geliştirdi. Hatta bu dönemde İran için “Irak’ın asıl sahibi” yorumları yapılmaya başlandı.

2011’de tüm Arap dünyasını saran protesto dalgaları Irak’ı da etkilerken, Nuri el-Maliki’nin özellikle Sünni Araplar üzerinde uyguladığı baskı Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı vilayetlerde protesto gösterilerine yol açtı ve yeniden mezhepsel gerginlikler gün yüzüne çıktı. Yoğun mezhepsel savaşın yaşandığı dönemin izleri halen tazeyken, Nuri el-Maliki’nin protestoları sert önlemlerle bastırmaya çalışması, üniversitelere dahi tanklarla girmesi, Sünnilerde “yeni bir diktatör mü doğuyor” endişesini beraberinde getirdi.

Zira Nuri el-Maliki 2006-2010 yılları arasında yürüttüğü ilk başbakanlık döneminde mezhep savaşının ötesinde Irak’ın önde gelen Şii liderlerinde biri olan ve ABD’ye karşı direnişi ile gündeme gelen Mukteda es-Sadr’a bağlı milis gücü Mehdi Ordusu ile hükümet güçleri arasındaki çatışmalarla da akıllara kazınmıştı.

Ülkenin yaşadığı geçiş sancılarıyla birlikte, Ortadoğu’ya yayılan halk gösterileri ve Irak’ta Nuri el-Maliki’nin bu gösterileri sert önlemlerle bastırmaya çalışması, dünya çapında bir “fenomene” dönüşen ve global çapta bir terör örgütü haline gelen IŞİD’in (Irak – Şam İslam Devleti) doğuşunu beraberinde getirdi.

IŞİD’in Irak’a yaptıkları

IŞİD, her ne kadar el-Kaide’nin küllerinden doğmuş olsa da, önce Suriye’de sonra özellikle Irak’ta yaptıkları sebebiyle dünya siyasi tarihinin belki de matematiksel olarak kısa ama etki olarak en fazla iz bırakan dönemlerinden biri yaşandı.

2014 – 2017 yılları arasında Irak ve Suriye topraklarının bir kısmını içerecek şekilde “hilafet devleti” ilan eden IŞİD, uygulamaları ile insanlık tarihinden izi silinmeyecek yaralar açmakla kalmadı. Özellikle Irak’ta az da olsa sağlanan kazanımlar silindiği gibi ülkedeki sosyal, siyasal, ekonomik ve güvenlik yapısı da neredeyse alt üst oldu; ülke bugün halen toparlanma çabası içerisinde. Zira IŞİD’den sonra siyasal istikrarın yakalanabildiğini söylemek çok zor.

Hükümet sorunu

2018’de yapılan seçimlerin ardından kurulan Adil Abdülmehdi hükümeti, ülkedeki yolsuzluk, işsizlik, kamu hizmetlerinde yaşanan aksamalar gibi nedenlerden dolayı yaşanan Ekim 2019 protestoları sebebiyle ancak 1 yıl görevde kalabilirken, söz konusu protestolar ülkede ilk kez bir başbakanın istifa etmesine yol açtı.

Uzun süreli tartışmalardan sonra Mustafa el-Kazımi başbakanlığında kurulan geçici hükümet de ülkeyi erken seçimlere götürdü ve bu seçimler de işgal sonrası ilk erken seçim oldu. Nitekim Irak’ta yapılan son genel seçimler olan 10 Ekim 2021’de seçimlerinden sonra hükümet bir yılı aşkın süre geçtikten sonra Muhammed Şiya es-Sudani tarafından kurulabildi. Bu anlamıyla Irak’taki siyasal dengenin neredeyse tamamen kaybolduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira son hükümeti kurma çabaları sırasında Şii gruplar arasında silahlı müdahaleye kadar dönüşen eylemlerin yaşanması, söz konusu eylemler sırasında yaşanan protesto gösterilerinde göstericilerin “darbe” yaparcasına yasama, yürütme ve yargı erklerini hedef alacak şekilde parlamentoyu, cumhurbaşkanlığı sarayını, Irak Federal Yüksek Mahkemesini bastığı görüntüler halen hafızalarda.

Irak bugün nerede?

ABD’nin Irak’ta oluşturduğu yönetim düzeni ve siyasetin doğası etnik ve mezhepsel temele dayanıyor. Bununla birlikte on yıllarca güçlü merkezi otoriteler tarafından yönetilmiş Irak halkının hiç alışık olmadığı bir biçimde federalizm gibi bir uygulamaya yönlendirilmesi de toplumsal kimliklerinin en küçük birimlerle ifade edilmesine neden oldu. Bireyler Iraklı olmaktan çok aşiret bağları, coğrafi bağlılık ve toplumsal muhafazakâr kimliklerini ortaya koyuyor. Bu durum ABD işgaline kadar on yıllarca otoriter ve güçlü merkezi yapılarla yönetilen Irak’ın bir türlü düzen kuramamasının önündeki en büyük engellerden biri.

Bu anlamıyla Irak toplumunun güçlü, otoriter yönetim şeklini içselleştirdiğini söylemek mümkün. Bu içsel durum, bir anda ABD işgali sonrası federal yapı ile bir arada düşünüldüğünde “yerel krallıklar ülkesini” ortaya çıkardı.  ABD işgali sonrası güçlenen etnik, dinî ya da mezhepsel alt kimliklerin yanı sıra, aşiretçilik, bölgeselcilik gibi yan etkenler federal yapıyla birlikte yerelleşmeyi beraberinde getirdi. Yani her grup güçlü olduğu bölgenin hakim gücü konumuna geldi.

Bu noktada ABD işgali Irak’ı tam bir kaos devletine dönüştürmüş durumda. Ülkedeki hizipleşme artık sadece etnik ve mezhepsel gruplar arasında değil, söz konusu grupların içerisinde bile keskin bir biçimde yaşanıyor. Buradan hareketle Irak’taki ortak yönetim kültürünün neredeyse bittiğini söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar ABD işgalinden bu yana kurulan hükümetlerde Irak’taki bütün kesimlerin temsil edilmesini sağlayacağı düşünülen ve parlamentoya girmeye hak kazanan tüm kesimlerin yer aldığı “ulusal birlik hükümetleri” kurulmuş olsa da uzlaşı ve ortak yönetim bilincine ulaşılabilmiş değil. Bütün kesimler elde ettikleri makamı grupsal çıkarları için kullanıyor. Bu anlamıyla ortak bir devlet kimliğinden bahsetmek zor.

ABD ve İran etkisi

ABD ve İran, Irak’taki her süreçte etkili baş aktörler konumunda. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de mezhep temeli üzerinden Irak’ta pozisyon almaya çalıştığı görülüyor. Diğer taraftan Çin ve Rusya küresel ekonomi ve enerji konusunda Irak’ta konumlanıyor. Türkiye ise dengeli ve istikrar sağlayıcı faktör olma çabası içerisinde. Yine de bugüne kadar ABD ve İran’ın ülkedeki siyaseti yönlendirdiği açık.

Ancak bu durum devlet kurumsallaşmasını çöküşe doğru sürüklemiş durumda. En basit kamu hizmetlerinin dahi sağlanmasında zorluk çekiliyor. Örneğin Birleşmiş Milletler verilerine göre, yaklaşık 42 milyon nüfusa sahip Irak’ta 7,3 milyon kişinin sağlık servislerine ulaşımı sıkıntılı. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, Irak, bölgesindeki ülkeler arasında, kişi başına sağlık harcamaları konusunda 154 dolarla en az kaynak ayıran ülke konumunda.  Irak’ta herhangi bir sağlık sigortası sistemi de bulunmuyor. Hastaneler, hastane kapasiteleri, ilaçlara ulaşım oldukça sıkıntılı. Bu yüzden Iraklıların büyük bölümü önemli hastalıkların tedavisi için Türkiye, İran, Azerbaycan, Hindistan gibi ülkeleri tercih ediyor.

Irak’ta su ve elektrik sıkıntısı

Öte yandan BM verilerine göre, Irak’ta yaklaşık 7 milyon insan, yani ülke nüfusunun altıda biri, temiz suya ulaşımda problem yaşıyor. Bu rakamın 2030’da 13 milyona ulaşabileceğinden korkuluyor. Su kıtlığının yanı sıra, su kirliliği, çölleşme gibi problemler de ciddi boyuta ulaşmış durumda.

Ayrıca Irak’ta devlet elektriği vilayetten vilayete farklılık gösterse de gün içerisinde en fazla 20 saat verilebiliyor. Bu anlamıyla devlet tarafından elektriğin tam gün sağlanabildiği bir bölge neredeyse yok. Bazı vilayetlerde bu süre 10 saatin altına dahi inebiliyor. Geri kalan saatlerde mahalle jeneratörleri ya da şahsi jeneratörlerden elektrik sağlanıyor.

Diğer taraftan işgal, savaş ve şiddetin en fazla zarar verdiği alanlardan biri de eğitim. BM verilerine göre Iraklıların yaklaşık beşte biri okur-yazar değil. Kadınlarda bu oran yüzde 24’e çıkarken, erkeklerde yüzde 11 civarında. Bu anlamıyla işgal ve savaşın kadınlar üzerindeki etkisinin daha fazla olduğu görülüyor.

Irak’ta kadınlar

Her ne kadar kadınlar toplumda geri planda tutulsa da işgal sonrası siyasete katılım sağlamaları için pozitif ayrımcılık var. Irak Anayasası’na göre her 4 milletvekilinden biri kadın olmak zorunda. Yani kadınlar için yüzde 25’lik bir kota sağlanmış. Bu kota Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yüzde 30. Irak nüfusunda kadın erkek sayısı neredeyse eşit.

Ancak toplumda aynı eşitliğin olduğunu söylemek mümkün değil. Nitekim Irak yasaları birden fazla evliliğe, diğer eş ya da eşlerin iznine tabi olmak koşuluyla, imkan veriyor. Ancak Irak toplumunda neredeyse her 5 kadından birinin şiddete maruz kaldığı düşünüldüğünde ikinci veya daha fazla eş talep eden erkeğin baskısını kaldırabildiğini söylemek zor.

2022 verilerine göre Irak’ta halen 1 milyon 200 bin insan halen ülkedeki savaş ve çatışmalardan dolayı iç göçmen durumunda ve bunun dışında yaklaşık 200 bin kişi de kamplarda yaşıyor.

Yaklaşık 2,5 milyon insan insani yardıma muhtaç.  Dünya Bankası verilerine göre ülkedeki fakirlik oranı yaklaşık yüzde 25.  Ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 19’u ise fakirlik sınırının altında yaşıyor.

Irak’ta işsizlik

Irak’ta işsizlik de ciddi boyutlarda. Özel sektörün sınırlı olduğu ülkede iş gücünün yaklaşık yüzde 60’ı kamuda. Bu yüzden devlet büyük bir iş kapısı olarak görülüyor. Nitekim hizipler arasındaki mücadelenin temellerinden birini de bu oluşturuyor. Devlette elde edilecek pozisyon grup taraftarları ya da aşiret üyeleri için bir iş kapısı ve rantın devamının garantisi olarak görülüyor. Zira Irak’taki devlet yapısındaki bozuk düzen, hizipçilik ve nepotizm ülkeyi büyük bir çıkmaza sürüklüyor.

Irak, kadın ve gençlerin işgücüne en az katılım sağladığı ülke. BM verilerine göre, Irak nüfusunun yarısından fazlasını 25 altı nüfus oluşturuyor.  2003’ten sonra savaş, terör ve şiddet nedeniyle yaklaşık 2,5 milyon kadın dul kaldı. İşgücüne katılım sağlayabilecek olan kadınların yüzde 55’ten fazlası ise işsiz. Bununla birlikte BM verilerine göre kadınların sadece yüzde 14’ü iş gücüne katılım sağlayabilirken, iş gücüne katılım sağlayabilen kadınların yaklaşık yüzde 70’i de tarımsal alanda çalışabiliyor.

Irak adeta bir genç işsizler ordusuna sahip. Ülke nüfusunun yüzde 70’inden fazlasını oluşturan 35 yaş altı genç nüfusun yüzde 40’ı işsiz.

Irak ekonomisi zorda

ABD işgali ve yıllardır devam eden savaş ülke ekonomisini harap etmiş durumda.

2009 yılından başlayarak Irak Dinarı yabancı para birimlerine karşı yüzde 1500’leri bulan oranlarda devalüasyon yaşadı. 2023’ün ilk ayları itibariyle de Irak’ta sabit kur rejimi uygulanmasına rağmen, ABD Merkez Bankası’nın Iraklı bazı bankalara yönelik uyguladığı yeni kısıtlamalar ve denetimler nedeniyle Irak dinarı dolar karşısında yüzde 30’a yakın değer kaybı yaşadı.

2003’ten bu yana 450 milyar dolar kamu fonunun kayıp olduğu hesap ediliyor. Bu yüzden Irak’ta milli yatırım ve yapılanma neredeyse yok gibi.

Bazı istatistiklere göre Irak’taki binaların neredeyse yüzde 70’i 40 yıl önce yapılmış. Sosyal yaşam alanları yok denecek kadar az. Bu yüzden insanlar dışarıda yemek yemek, nargile içmek, çayhanelerde çay sohbetleri yapmak ve domino oynamak gibi aktiviteleri sosyal olarak önceliyor. Bu aktiviteler de şiddetin arttığı dönemlerde durma noktasına geliyor ve insanlar neredeyse evlerine kapanıyor. Bu anlamıyla Irak’ta savaşın ortaya çıkardığı yıkımın siyasetten ekonomiye, sağlıktan kültürel aktivitelere kadar hemen her alanda kendisini gösterdiğini söylemek yanlış olmaz.

Buradan hareketle siyasal, askerî, sosyal ve ekonomik gücü olmayan Türkmenler, çeşitli azınlık grupları, engelliler gibi farklı dezavantajlı grupların oluşturduğu nüfusun azımsanmayacak bir kısmı da ülkedeki gelişmelerden olumsuz yönde etkileniyor, zorunlu kimlik ve yer değiştirme politikalarına maruz kalıyor, ülke içerisinde ve ülke dışına göç etmek zorunda kalıyor.

2023 yılı itibariyle Irak’ta ABD işgalinin 20. yılı geride kalırken, ülkenin bir düzene girebildiğini söylemek zor. ABD işgalinin ülkenin sosyolojik yapısından devlet yönetimine, kültüründen ekonomisine verdiği zarar ve ortaya çıkardığı etki uzun yıllar telafi edilemeyecek boyutta. Zira ABD işgali net bir biçimde toplumda bozulmaya yol açtı.

Bugün Irak toplumunun belki de en belirgin özelliği güvensizlik. Irak halkındaki güvensizlik tümevarımsal bir biçimde bireyden toplumun ve devletin en üst kademesine kadar çıkıyor. Bu anlamıyla Irak halkının “toplumsal bir tükenmişlik sendromu” içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Irak’ın bu sendromdan kurtulması kısa vadede çok da kolay olmayacak gibi.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Mart 2023’te yayımlanmıştır.

Bilgay Duman
Bilgay Duman
Dr. Bilgay Duman - ORSAM bünyesinde Irak Çalışmaları Koordinatörü. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora eğitimini tamamladı. Sıklıkla Ortadoğu coğrafyasında saha çalışmaları yapmakla birlikte, Birleşmiş Milletler gözlemcisi olarak Irak ve Afganistan seçimlerinde uluslararası gözlemci ekiplerinde yer aldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İşgalin 20. Yılında Irak: Ne değişti?

2023 yılı itibariyle Irak’ta ABD işgalinin 20. yılı geride kaldı. Bir Saddam’ın gidip bin Saddam’ın geldiği ülkenin durumu ne? Sosyolojik, ekonomik, siyasal yapı nasıl bozuldu? Sorunlar neden çözülemiyor? Bilgay Duman yazdı.

Bir Bağdat seferinde tanıştığım aşiret şeyhi ile sohbetimde “ABD sonrası Irak’ta ne değişti?” diye sormuştum. Şeyhin cevabı Irak’ı okurken hiç aklımdan çıkmayan bir ifade oldu: “Eskiden bir Saddam vardı, şimdi bin Saddam var!”

Belki de sonda söylenmesi gerekenleri başta söylemek daha faydalı olacak. Bugün itibariyle Irak, devlet kurumsallaşmasının gerçekleştirilemediği, etnik, dinî, mezhepsel ve aşiret temelli ayrışmaların her alana hakim olduğu, kamu hizmetlerindeki eksiklikler, yolsuzluk, işsizlik, istikrarsızlık, dış müdahale gibi tüm olumsuzlukları bünyesinde barındıran bir devlet haline geldi.

2003’ten bugüne

ABD’nin 20 Mart 2003’te başlattığı Irak müdahalesi, 9 Nisan’da başkent Bağdat’ın düşmesiyle, işgale dönüşmüş ve hem Irak hem de bölge için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu.

Her ne kadar ABD ve Irak arasında 2008’de yapılan anlaşma gereği ülkedeki ABD işgali fiilen 2011’de son bulmuş olsa da işgalin etkilerini silmek kolay değil. İşgalden bu yana 20 sene geçmesine rağmen her 3-5 yıllık periyodlarda Irak’ın yeni bir döneme girdiğini görüyoruz.

Mezhep Savaşı nasıl başladı?

2003 – 2006 yılları arasında, yaklaşık son 30 senesini diktatöryal bir yönetim altında yaşayan Irak halkı, ülkenin yeniden formatlanma çabalarının “izleyicisi” oldu. Her ne kadar söz konusu dönemde 3 seçim ve bir anayasa referandumu gerçekleştirilmiş olsa bile yeni kurgulanan devlet düzeninde etnik, dini ve mezhepsel hatta aşiretlere bağlı milis grupları devletleşirken, devlet de milisleşti.

Bu anlamıyla kimlik unsuru ile paralize olan bir devlet yapısı ortaya çıktı. Bu devlet yapısı söz konusu gruplar arasında yaşanan çıkar çatışmaları devlet kurumsallaşmasının önüne geçmekle kalmadı, sosyal tabana da yayıldı. Nitekim 2006’da Samarra’daki Şiiler için kutsal sayılan İmam el-Askeri Türbesi’ne yapılan saldırı, Irak’ta “mezhep savaşı”nın miladı oldu.

Mezhepsel kimliğe göre “gettolaşma”

2006 – 2008 yılları arasında daha önce Irak’taki ABD işgaline karşı direnç gösteren Şii ve Sünni milis gruplar bu kez birbirleri ile çatışma içerisine girdi. Bu durum halka da olumsuz yansıdı ve neredeyse tüm yaşam alanlarında etnik ve mezhepsel kimliğe göre “gettolaşma” başladı.

İnsanlar milis gruplar tarafından sadece isimleri bir mezhebi temsil ettiği düşünülen kişilerle aynı olduğu için dahi öldürüldüler. Hatta karşıt kimliklere duyulan kin ve şiddet öyle boyutlara ulaştı ki insanlar aileleri cesetlerini tanıyabilsinler diye vücutlarına isimlerini ya da kendilerini tanıtıcı dövmeler yaptırmaya başladılar.

80 bin can kaybı, ABD askerlerinin zulmü, Iraklıların travmaları

Nitekim 2006’dan ABD işgalinin resmen sona erdiği 2011 yılının sonuna kadar kayıtlara geçtiği şekliyle yaklaşık 80 bin sivil hayatını kaybetti. Sadece mezhep savaşının en yoğun olduğu 2006-2008 yılları arasında 66 binden fazla sivilin hayatını kaybettiği biliniyor. 2006 ve 2007 yılları ülkedeki en fazla sivil kaybın yaşandığı yıllar oldu. Bu rakam ülkenin üçte birinin terör örgütü IŞİD tarafından kontrol edildiği ve yoğun bir savaşın yaşandığı 2014 – 2017 yılları arasında verilen sivil kayıptan bile fazla.

Ayrıca söz konusu yıllar Irak’ta en fazla ABD askeri kaybının yaşandığı yıllar olarak da tarihe geçti. Özellikle 2007 yılı, 904 kayıpla ABD’nin Irak’ta en fazla asker kaybettiği yıl oldu. Bu yüzden işgal yönetiminin “sopası” da bu dönemde Irak halkının üzerinden eksik olmadı. Başta Ebu Garib Cezaevi’nin kötü hatıraları olmak üzere ABD askerlerinin zulmü halen Irak’ta en yerleşik travmaların başında geliyor.

2006 – 2010 yılları arasında Irak’ın her kesimini bir şekilde etkileyen bu süreç işgal sonrası dönemde ülkenin nüfus yapısına uygun olarak çoğunluğu oluşturan Şiilerin yönetimi devralmasıyla bir nevi Sünnilerden “intikam alma” dönemi olurken, Sünniler de iktidarı kaybetmenin hırsıyla Şiilerin yönetici elit konumuna geldiği ülkeyi bir enkaza çevirmeyi hedefledi. Bu durum ülkede büyük bir güç boşluğu ortaya çıkardı ve özellikle terör örgütü el-Kaide başta olmak üzere terör örgütlerine alan açtı. Bununla birlikte Irak, İran, Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin oyun sahası haline geldi.

Egemenlik kime devredildi?

Irak’ta mezhep savaşları yaşanırken ABD ve Irak yönetimi arasında 2008’de egemenliğin devri anlaşması imzalandı ve 2011 sonu itibariyle ABD’nin Irak’taki muharip askerlerinin görevi tamamlanmış oldu. Böylece Iraklılar kendi yönetimlerine sahip olduklarını düşündüler.

Irak’ta 2006’dan sonra 2010’da yapılan seçimlerin ardından ikinci kez başbakan olan Nuri el-Maliki, ABD’nin de muharip askerlerinin çekilmesiyle birlikte ortaya çıkan boşluğun da etkisiyle, İran’la yoğun ilişkiler geliştirdi. Hatta bu dönemde İran için “Irak’ın asıl sahibi” yorumları yapılmaya başlandı.

2011’de tüm Arap dünyasını saran protesto dalgaları Irak’ı da etkilerken, Nuri el-Maliki’nin özellikle Sünni Araplar üzerinde uyguladığı baskı Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı vilayetlerde protesto gösterilerine yol açtı ve yeniden mezhepsel gerginlikler gün yüzüne çıktı. Yoğun mezhepsel savaşın yaşandığı dönemin izleri halen tazeyken, Nuri el-Maliki’nin protestoları sert önlemlerle bastırmaya çalışması, üniversitelere dahi tanklarla girmesi, Sünnilerde “yeni bir diktatör mü doğuyor” endişesini beraberinde getirdi.

Zira Nuri el-Maliki 2006-2010 yılları arasında yürüttüğü ilk başbakanlık döneminde mezhep savaşının ötesinde Irak’ın önde gelen Şii liderlerinde biri olan ve ABD’ye karşı direnişi ile gündeme gelen Mukteda es-Sadr’a bağlı milis gücü Mehdi Ordusu ile hükümet güçleri arasındaki çatışmalarla da akıllara kazınmıştı.

Ülkenin yaşadığı geçiş sancılarıyla birlikte, Ortadoğu’ya yayılan halk gösterileri ve Irak’ta Nuri el-Maliki’nin bu gösterileri sert önlemlerle bastırmaya çalışması, dünya çapında bir “fenomene” dönüşen ve global çapta bir terör örgütü haline gelen IŞİD’in (Irak – Şam İslam Devleti) doğuşunu beraberinde getirdi.

IŞİD’in Irak’a yaptıkları

IŞİD, her ne kadar el-Kaide’nin küllerinden doğmuş olsa da, önce Suriye’de sonra özellikle Irak’ta yaptıkları sebebiyle dünya siyasi tarihinin belki de matematiksel olarak kısa ama etki olarak en fazla iz bırakan dönemlerinden biri yaşandı.

2014 – 2017 yılları arasında Irak ve Suriye topraklarının bir kısmını içerecek şekilde “hilafet devleti” ilan eden IŞİD, uygulamaları ile insanlık tarihinden izi silinmeyecek yaralar açmakla kalmadı. Özellikle Irak’ta az da olsa sağlanan kazanımlar silindiği gibi ülkedeki sosyal, siyasal, ekonomik ve güvenlik yapısı da neredeyse alt üst oldu; ülke bugün halen toparlanma çabası içerisinde. Zira IŞİD’den sonra siyasal istikrarın yakalanabildiğini söylemek çok zor.

Hükümet sorunu

2018’de yapılan seçimlerin ardından kurulan Adil Abdülmehdi hükümeti, ülkedeki yolsuzluk, işsizlik, kamu hizmetlerinde yaşanan aksamalar gibi nedenlerden dolayı yaşanan Ekim 2019 protestoları sebebiyle ancak 1 yıl görevde kalabilirken, söz konusu protestolar ülkede ilk kez bir başbakanın istifa etmesine yol açtı.

Uzun süreli tartışmalardan sonra Mustafa el-Kazımi başbakanlığında kurulan geçici hükümet de ülkeyi erken seçimlere götürdü ve bu seçimler de işgal sonrası ilk erken seçim oldu. Nitekim Irak’ta yapılan son genel seçimler olan 10 Ekim 2021’de seçimlerinden sonra hükümet bir yılı aşkın süre geçtikten sonra Muhammed Şiya es-Sudani tarafından kurulabildi. Bu anlamıyla Irak’taki siyasal dengenin neredeyse tamamen kaybolduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira son hükümeti kurma çabaları sırasında Şii gruplar arasında silahlı müdahaleye kadar dönüşen eylemlerin yaşanması, söz konusu eylemler sırasında yaşanan protesto gösterilerinde göstericilerin “darbe” yaparcasına yasama, yürütme ve yargı erklerini hedef alacak şekilde parlamentoyu, cumhurbaşkanlığı sarayını, Irak Federal Yüksek Mahkemesini bastığı görüntüler halen hafızalarda.

Irak bugün nerede?

ABD’nin Irak’ta oluşturduğu yönetim düzeni ve siyasetin doğası etnik ve mezhepsel temele dayanıyor. Bununla birlikte on yıllarca güçlü merkezi otoriteler tarafından yönetilmiş Irak halkının hiç alışık olmadığı bir biçimde federalizm gibi bir uygulamaya yönlendirilmesi de toplumsal kimliklerinin en küçük birimlerle ifade edilmesine neden oldu. Bireyler Iraklı olmaktan çok aşiret bağları, coğrafi bağlılık ve toplumsal muhafazakâr kimliklerini ortaya koyuyor. Bu durum ABD işgaline kadar on yıllarca otoriter ve güçlü merkezi yapılarla yönetilen Irak’ın bir türlü düzen kuramamasının önündeki en büyük engellerden biri.

Bu anlamıyla Irak toplumunun güçlü, otoriter yönetim şeklini içselleştirdiğini söylemek mümkün. Bu içsel durum, bir anda ABD işgali sonrası federal yapı ile bir arada düşünüldüğünde “yerel krallıklar ülkesini” ortaya çıkardı.  ABD işgali sonrası güçlenen etnik, dinî ya da mezhepsel alt kimliklerin yanı sıra, aşiretçilik, bölgeselcilik gibi yan etkenler federal yapıyla birlikte yerelleşmeyi beraberinde getirdi. Yani her grup güçlü olduğu bölgenin hakim gücü konumuna geldi.

Bu noktada ABD işgali Irak’ı tam bir kaos devletine dönüştürmüş durumda. Ülkedeki hizipleşme artık sadece etnik ve mezhepsel gruplar arasında değil, söz konusu grupların içerisinde bile keskin bir biçimde yaşanıyor. Buradan hareketle Irak’taki ortak yönetim kültürünün neredeyse bittiğini söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar ABD işgalinden bu yana kurulan hükümetlerde Irak’taki bütün kesimlerin temsil edilmesini sağlayacağı düşünülen ve parlamentoya girmeye hak kazanan tüm kesimlerin yer aldığı “ulusal birlik hükümetleri” kurulmuş olsa da uzlaşı ve ortak yönetim bilincine ulaşılabilmiş değil. Bütün kesimler elde ettikleri makamı grupsal çıkarları için kullanıyor. Bu anlamıyla ortak bir devlet kimliğinden bahsetmek zor.

ABD ve İran etkisi

ABD ve İran, Irak’taki her süreçte etkili baş aktörler konumunda. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de mezhep temeli üzerinden Irak’ta pozisyon almaya çalıştığı görülüyor. Diğer taraftan Çin ve Rusya küresel ekonomi ve enerji konusunda Irak’ta konumlanıyor. Türkiye ise dengeli ve istikrar sağlayıcı faktör olma çabası içerisinde. Yine de bugüne kadar ABD ve İran’ın ülkedeki siyaseti yönlendirdiği açık.

Ancak bu durum devlet kurumsallaşmasını çöküşe doğru sürüklemiş durumda. En basit kamu hizmetlerinin dahi sağlanmasında zorluk çekiliyor. Örneğin Birleşmiş Milletler verilerine göre, yaklaşık 42 milyon nüfusa sahip Irak’ta 7,3 milyon kişinin sağlık servislerine ulaşımı sıkıntılı. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, Irak, bölgesindeki ülkeler arasında, kişi başına sağlık harcamaları konusunda 154 dolarla en az kaynak ayıran ülke konumunda.  Irak’ta herhangi bir sağlık sigortası sistemi de bulunmuyor. Hastaneler, hastane kapasiteleri, ilaçlara ulaşım oldukça sıkıntılı. Bu yüzden Iraklıların büyük bölümü önemli hastalıkların tedavisi için Türkiye, İran, Azerbaycan, Hindistan gibi ülkeleri tercih ediyor.

Irak’ta su ve elektrik sıkıntısı

Öte yandan BM verilerine göre, Irak’ta yaklaşık 7 milyon insan, yani ülke nüfusunun altıda biri, temiz suya ulaşımda problem yaşıyor. Bu rakamın 2030’da 13 milyona ulaşabileceğinden korkuluyor. Su kıtlığının yanı sıra, su kirliliği, çölleşme gibi problemler de ciddi boyuta ulaşmış durumda.

Ayrıca Irak’ta devlet elektriği vilayetten vilayete farklılık gösterse de gün içerisinde en fazla 20 saat verilebiliyor. Bu anlamıyla devlet tarafından elektriğin tam gün sağlanabildiği bir bölge neredeyse yok. Bazı vilayetlerde bu süre 10 saatin altına dahi inebiliyor. Geri kalan saatlerde mahalle jeneratörleri ya da şahsi jeneratörlerden elektrik sağlanıyor.

Diğer taraftan işgal, savaş ve şiddetin en fazla zarar verdiği alanlardan biri de eğitim. BM verilerine göre Iraklıların yaklaşık beşte biri okur-yazar değil. Kadınlarda bu oran yüzde 24’e çıkarken, erkeklerde yüzde 11 civarında. Bu anlamıyla işgal ve savaşın kadınlar üzerindeki etkisinin daha fazla olduğu görülüyor.

Irak’ta kadınlar

Her ne kadar kadınlar toplumda geri planda tutulsa da işgal sonrası siyasete katılım sağlamaları için pozitif ayrımcılık var. Irak Anayasası’na göre her 4 milletvekilinden biri kadın olmak zorunda. Yani kadınlar için yüzde 25’lik bir kota sağlanmış. Bu kota Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yüzde 30. Irak nüfusunda kadın erkek sayısı neredeyse eşit.

Ancak toplumda aynı eşitliğin olduğunu söylemek mümkün değil. Nitekim Irak yasaları birden fazla evliliğe, diğer eş ya da eşlerin iznine tabi olmak koşuluyla, imkan veriyor. Ancak Irak toplumunda neredeyse her 5 kadından birinin şiddete maruz kaldığı düşünüldüğünde ikinci veya daha fazla eş talep eden erkeğin baskısını kaldırabildiğini söylemek zor.

2022 verilerine göre Irak’ta halen 1 milyon 200 bin insan halen ülkedeki savaş ve çatışmalardan dolayı iç göçmen durumunda ve bunun dışında yaklaşık 200 bin kişi de kamplarda yaşıyor.

Yaklaşık 2,5 milyon insan insani yardıma muhtaç.  Dünya Bankası verilerine göre ülkedeki fakirlik oranı yaklaşık yüzde 25.  Ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 19’u ise fakirlik sınırının altında yaşıyor.

Irak’ta işsizlik

Irak’ta işsizlik de ciddi boyutlarda. Özel sektörün sınırlı olduğu ülkede iş gücünün yaklaşık yüzde 60’ı kamuda. Bu yüzden devlet büyük bir iş kapısı olarak görülüyor. Nitekim hizipler arasındaki mücadelenin temellerinden birini de bu oluşturuyor. Devlette elde edilecek pozisyon grup taraftarları ya da aşiret üyeleri için bir iş kapısı ve rantın devamının garantisi olarak görülüyor. Zira Irak’taki devlet yapısındaki bozuk düzen, hizipçilik ve nepotizm ülkeyi büyük bir çıkmaza sürüklüyor.

Irak, kadın ve gençlerin işgücüne en az katılım sağladığı ülke. BM verilerine göre, Irak nüfusunun yarısından fazlasını 25 altı nüfus oluşturuyor.  2003’ten sonra savaş, terör ve şiddet nedeniyle yaklaşık 2,5 milyon kadın dul kaldı. İşgücüne katılım sağlayabilecek olan kadınların yüzde 55’ten fazlası ise işsiz. Bununla birlikte BM verilerine göre kadınların sadece yüzde 14’ü iş gücüne katılım sağlayabilirken, iş gücüne katılım sağlayabilen kadınların yaklaşık yüzde 70’i de tarımsal alanda çalışabiliyor.

Irak adeta bir genç işsizler ordusuna sahip. Ülke nüfusunun yüzde 70’inden fazlasını oluşturan 35 yaş altı genç nüfusun yüzde 40’ı işsiz.

Irak ekonomisi zorda

ABD işgali ve yıllardır devam eden savaş ülke ekonomisini harap etmiş durumda.

2009 yılından başlayarak Irak Dinarı yabancı para birimlerine karşı yüzde 1500’leri bulan oranlarda devalüasyon yaşadı. 2023’ün ilk ayları itibariyle de Irak’ta sabit kur rejimi uygulanmasına rağmen, ABD Merkez Bankası’nın Iraklı bazı bankalara yönelik uyguladığı yeni kısıtlamalar ve denetimler nedeniyle Irak dinarı dolar karşısında yüzde 30’a yakın değer kaybı yaşadı.

2003’ten bu yana 450 milyar dolar kamu fonunun kayıp olduğu hesap ediliyor. Bu yüzden Irak’ta milli yatırım ve yapılanma neredeyse yok gibi.

Bazı istatistiklere göre Irak’taki binaların neredeyse yüzde 70’i 40 yıl önce yapılmış. Sosyal yaşam alanları yok denecek kadar az. Bu yüzden insanlar dışarıda yemek yemek, nargile içmek, çayhanelerde çay sohbetleri yapmak ve domino oynamak gibi aktiviteleri sosyal olarak önceliyor. Bu aktiviteler de şiddetin arttığı dönemlerde durma noktasına geliyor ve insanlar neredeyse evlerine kapanıyor. Bu anlamıyla Irak’ta savaşın ortaya çıkardığı yıkımın siyasetten ekonomiye, sağlıktan kültürel aktivitelere kadar hemen her alanda kendisini gösterdiğini söylemek yanlış olmaz.

Buradan hareketle siyasal, askerî, sosyal ve ekonomik gücü olmayan Türkmenler, çeşitli azınlık grupları, engelliler gibi farklı dezavantajlı grupların oluşturduğu nüfusun azımsanmayacak bir kısmı da ülkedeki gelişmelerden olumsuz yönde etkileniyor, zorunlu kimlik ve yer değiştirme politikalarına maruz kalıyor, ülke içerisinde ve ülke dışına göç etmek zorunda kalıyor.

2023 yılı itibariyle Irak’ta ABD işgalinin 20. yılı geride kalırken, ülkenin bir düzene girebildiğini söylemek zor. ABD işgalinin ülkenin sosyolojik yapısından devlet yönetimine, kültüründen ekonomisine verdiği zarar ve ortaya çıkardığı etki uzun yıllar telafi edilemeyecek boyutta. Zira ABD işgali net bir biçimde toplumda bozulmaya yol açtı.

Bugün Irak toplumunun belki de en belirgin özelliği güvensizlik. Irak halkındaki güvensizlik tümevarımsal bir biçimde bireyden toplumun ve devletin en üst kademesine kadar çıkıyor. Bu anlamıyla Irak halkının “toplumsal bir tükenmişlik sendromu” içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Irak’ın bu sendromdan kurtulması kısa vadede çok da kolay olmayacak gibi.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Mart 2023’te yayımlanmıştır.

Bilgay Duman
Bilgay Duman
Dr. Bilgay Duman - ORSAM bünyesinde Irak Çalışmaları Koordinatörü. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora eğitimini tamamladı. Sıklıkla Ortadoğu coğrafyasında saha çalışmaları yapmakla birlikte, Birleşmiş Milletler gözlemcisi olarak Irak ve Afganistan seçimlerinde uluslararası gözlemci ekiplerinde yer aldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x