13 Ağustos’ta Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ‘harika bir iş başardık’ diye İsrail-BAE ilişkilerinin normalleşeceğini, diğer Arap ve Körfez ülkelerinin de bu kervana katılacağını duyurması aslında malumun ilamıydı. Zaten uzunca bir süredir Körfez ile İsrail hemen her alanda birlikte iş tutuyordu. Bunun en görünür meyvesi 2013’teki Sisi darbesiydi.
Bir küresel halkla ilişkiler kampanyası olarak ‘İbrahim Mutabakatı’ adıyla üç tek-tanrılı dinin uzlaşması gibi sunulan ABD-İsrail-BAE anlaşmasının zamanlaması, nedenleri ve sonuçları çokça tartışıldı, tartışılacak.
Bu konuda önemli yazılardan biri, Jonathan Cook tarafından 15 Ağustos’ta “İsrail-BAE Anlaşması Düzmece Barış Endüstrisini Nasıl Yeniden İşe Koşuyor?” başlığıyla Middle East Eye internet sitesinde yayınlandı. 2001’den beri İsrail’in kuzeyindeki tarihî ve Hristiyanlık açısından dinî önemi haiz bir kasaba olan Nasıra’da yaşayan ve Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili üç kitabı bulunan İngiliz gazeteci Jonathan Cook, Middle East Eye sitesi için yazılar kaleme alıyor.
Yazar, “Bu hafta -Körfez devletiyle ‘tam normalleşme’ karşılığında İsrail’in Batı Şeria’nın bir kısmını yasadışı ilhak tehdidini geçici olarak ‘askıya alması’nı içeren- İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki anlaşmadan çıkarılacak bir sonuç varsa o da şudur: Barış endüstrisi yeniden işe koyuldu.” cümleleriyle yazısına başlıyor. Ardından, sonu gelmeyen Oslo Anlaşmalarının aksine, bu defaki ‘Ortadoğu barışının’ tamamen Filistinlilerin yokluğunda işleyen bir süreç olduğuna dikkat çekiyor.
‘Dışarıdan içeriye’ stratejisi
Yazar, bu son ‘barış sürecini’ şöyle tanımlıyor:
“Bu barış süreci, Filistinliler ile -Washington’ın bölgedeki vekili- İsrail arasında değil, İsrail ile ABD’ye sadık petrol zengini Arap devletleri arasında. İsrail düşmanı oldukları numarasına artık bir son vermelerini sağlayan bir süreç. Bu, Filistinlilerin devletleşme mücadelesine destek verdikleri yalanını artık bırakabilecekleri anlamına geliyor.”
“Bu, bilfiil hem işgali hem de on yıllardır Filistin topraklarını çalmak için İsrail’in inşa ettiği onlarca yasadışı Yahudi yerleşimini otomatik olarak onaylayan bir barış süreci… Bu, zahiri hedefi, işgali kalıcı olarak sona erdirmekten İsrail’in zaten çalmış olduğu Filistin topraklarını kalıcı olarak ilhak etme arzusunu -biraz daha uzun süre- ertelemeye dönüştüren bir barış süreci… Kısacası bu, BAE önderliğindeki Arap devletlerinin Filistinlilere karşı savaşta resmen İsrail’e katıldığı bir barış süreci…”
Yazar bu gelişmeyi, Trump’ın damadı ve Ortadoğu danışmanı Jared Kushner’in başlattığı sözde ‘yüzyılın anlaşması’nın bir devamı olarak görüyor. Başından beri Kushner’in şahsen yakın olduğu Körfez’e yönelerek ‘dışarıdan içeriye’ stratejisini geliştirmeye çalıştığını vurguluyor. Bu da yazara göre, Trump’ın ‘barış planını imzalatmak için petrol zengini Körfez’den başlayarak mümkün olduğunca çok Arap rejimini devşirmek ve bunlara, Filistinlilerin İsrail diktasına boyun eğmelerini sağlamak için ağırlıklarını koydurtmak ve paralarını kullanmak anlamına geliyor.
Suudiler sırada mı?
Yazar şöyle devam ediyor: “Sürecin nasıl işlediğini sezen Mahmud Abbas’ın kontrolündeki Filistin Yönetimi daha başlarda Trump planına dahil olmayı reddetti ve kısa süre sonra Washington ile tüm bağlantısını kesti. Ama bu hiçbir fark yaratmadı. Zira bu, Filistin halkının geleceklerine ilişkin pazarlığa katılmalarına ihtiyaç duyulmayan bir barış planıydı.”
İsrail’le barış noktasında BAE’yi Bahreyn ve Umman’ın izlemesinin muhtemel olduğunu belirten yazar, asıl darbenin Suudi Arabistan olacağını vurguluyor. Cook’a göre, Riyad yönetimi, muhtemelen BAE ile anlaşmanın nasıl karşılandığını görmek için bekliyor; BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid en-Nahyan’ın Riyad yeşil ışık yakmadan bu adımı attığını düşünmek de zor.
Cook, Trump yönetimi altında işlerin Filistinliler için hızla kötüleştiğini şöyle anlatıyor: “Milyonlarca mülteci yardımlardan mahrum kaldı, Amerikan büyükelçiliği Kudüs’e taşındı, İsrail’in Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni yasadışı ilhakı onaylandı ve yasadışı yerleşimler genişlemeye devam etti.”
Yazara göre her kim, -Trump’ın Kasım ayındaki başkanlık seçimlerini kazanamayacağı varsayımıyla- bunun topal ördek bir başkanın basitçe bocalayıcı ve mantıksızca son hamlesi olduğunu düşünüyorsa hayal kırıklığına uğraması muhtemeldir. Zira Demokrat rakibi Joe Biden da heyecanla güverteye atlayarak anlaşmayı ‘cesurca ve son derece ihtiyaç duyulan bir devlet adamlığı adımı’ olarak niteledi.
Acı zafer
Yazar yine de ironik bir biçimde BAE-İsrail anlaşmasını bir anlamda Filistin liderliği için bir zafer olarak görüyor, ama acı bir zafer. Zira Filistinlilerin -ABD’nin dayattığı Oslo barış sürecinde uzun süreli iş birliğinden sonra- Trump planına katılmayı reddetmesi, yazara göre, ABD-İsrail’in gerçek gündemini faş etti.
Cook, yaklaşık çeyrek asırdır gündemde olan Oslo barış sürecini, en başından itibaren Filistinlilerin anavatanlarında haysiyet içinde yaşama haklarını ortadan kaldırmak için tasarlanmış bir plan olarak görüyor: “Oslo Anlaşmalarının en iyimser yorumuna göre bile, Filistinlilere geçmişteki anavatanlarından ellerinde kalan parçalar üzerinde egemen bir devlet görüntüsüne asla izin verilmeyecekti. Sınırları, hava sahaları, elektromanyetik spektrumu veya diğer devletlerle diplomatik ilişkileri üzerinde hiçbir kontrolleri olmayacaktı. Ve elbette, bir orduları olmasına kesinlikle izin verilmeyeceklerdi.”
“Barış süreci hep İsrail’in tüm topraklar üzerinde kontrolünü sürdürmesiyle ilgiliydi, bir kısım Filistinlinin de orada hapsolmuş şekilde, bağımlı bir halk olarak yaşamasına izin verilecekti. Ya İsrail’e tabiiyetlerini gönüllü olarak kabul ederler ya da ruhlarını ezmek için İsrail’den gelecek daha fazla baskıya maruz kalırlardı.”
Cook’a göre, Washington ve Körfez’deki siyasetçiler ve diplomatlar bunu bir ‘barış süreci’ olarak pazarlayarak dünyayı aldatmak isteseler bile artık bütün bunlar gizlenmiyor. “İsrail, ABD ve BAE tarafından gönderilen mesaj, savaş suçları işlemenin ve uluslararası insani hukuku ihlal etmenin uzun vadede büyük kazançlar sağlayabileceği yönünde.”
Ortak bir gündem
Yazar Cook, ABD-İsrail-Körfez arasındaki ortak gündeme sözü getiriyor:
“Sünni Körfez uzunca bir süredir Ortadoğu’daki ABD-İsrail güvenlik bağlantısına tam dahil olmayı istiyordu. ABD, İsrail ve Körfez ülkeleri hem İran’a hem de onun Lübnan ve Suriye’den Irak ve Yemen’e kadar uzanan bölgedeki Şii dindaş gruplarına karşı derin bir düşmanlığı paylaşıyorlar. İsrail, bu Şii aktörlere karşı; çünkü kendisine ve Washington’ın bölge petrolünü kontrole dayalı emperyal tasarımlarına direnmeye en hazır grup olduklarını ispatladılar.”
“Bu arada, Sünni İslam’ın doğum yeri ve sözde onurunun koruyucusu olarak Körfez, bölgedeki mezhepsel hegemonyasını güvence altına alma noktasında ayrı bir çıkara sahip. Körfez ülkeleri, kâh Suriye ve Irak’taki vekiller aracılığıyla kâh Yemen’deki gibi doğrudan bölgedeki savaşlara daha aktif bir şekilde müdahil olurken son yıllarda İsrail ile yarı gizli de olsa yakın bağlar geliştiriyorlar. Dolayısıyla ABD-İsrail istihbaratına ve gelişmiş askeri teknolojisine daha fazla erişim elde edebilmek için normalleşmeyle ilişkileri halka duyurmakta istekli oldular.”
Emperyal gündem
Yazar, anlaşmanın yumuşak ve olumlu diplomatik ifadeleri bir yana, şu hedefi saklamadığını vurguluyor: “‘Diplomatik, ticari ve güvenlik iş birliğini genişletmek’ üzere yeni bir ‘Ortadoğu için Stratejik Gündem’ geliştirilecek. ABD, İsrail ve BAE ‘bölgedeki tehditlere ve fırsatlara ilişkin benzer bir bakış açısının yanı sıra istikrarı teşvik için ortak bir taahhüdü paylaşır’.”
BAE, ilhakı erteletmek suretiyle kendisini Filistin davasının ve iki devletli çözümün savunucusu olarak sunsa bile, yazara göre, Körfez’in avantajları daha derinlerde:
“Washington’ın emperyal gündemi, özellikle Ortadoğu gibi petrol zengini bir bölgede sonu gelmez savaşları ve ‘savunma’ sanayii için sonsuz kârları meşrulaştırmak üzere kaçınılmaz olarak düşmanlara ihtiyaç duyuyor ve onları besliyor.
Körfez ülkeleri, ABD -petrol sıkıntısı, küresel iklimde bir bozulma ve Çin’in bir süper güç olarak yükselişiyle- daha dalgalı sulara doğru ilerlerken, bu askerî-endüstriyel bölünmüşlüğün doğru tarafında olmak istiyor.”
Diplomatik darbe
Cook, konunun Amerika iç siyasetiyle bağlantısına da giriyor. Yazara göre, gerek Avrupa ve Arap başkentlerinin itirazları gerekse Koronavirüs pandemisinin İsrail içinde öncelikleri hızla değiştirmesi nedeniyle ilhak politikasını sürdürmek Trump yönetimi için beklediğinden çok daha zor oldu. Dolayısıyla “Kaybedeceği tahmin edilen başkanlık seçimine aylar kala Trump, fazlaca ses getiren ‘yüzyılın anlaşması’ ile çok şey vaat edip çok az şey başardıktan sonra Ortadoğu’da diplomatik bir darbeye ihtiyaç duydu. Ve şimdi istediğine ulaştı. Bu hamle, İsrail’e kendini adamış ve onun istediği her şeyi destekleyen geniş Hıristiyan evanjelik seçmen tabanını yatıştırıp gönlünü alacak. (…) Bu ‘tarihi barış anlaşması’, seçim gezilerinde Trump’ı geniş seçmen kitlelerine ABD’nin büyük devlet adamlarından biri olarak satmak için kullanılabilir.”
Savaş hatlarını keskinleştirmek
Yazar, Washington nezdinde bu anlaşmanın faydalarını da şöyle sıralıyor:
“Körfez ülkeleri, Suriye’den Yemen’e Ortadoğu’daki savaşlara daha derinden ve alenen karıştıkça, onları İsrail’le müttefik kılan bu anlaşma, (…) bölgenin savaş hatlarını keskinleştirecek ve -umulduğu gibi- bu teokratik diktatörlüklere daha fazla meşruiyet kazandıracak.”
“İsrail, işgalini sağlamlaştırırken, daha fazla Filistin toprağını çalarken ve Filistinlilere yönelik baskısını yoğunlaştırırken ABD de, BAE’yle -ve daha sonra diğer Körfez ülkeleriyle- anlaşmanın bir kez daha makul bir maskeleyici hikâye sunacağı umudunda.”
“Washington’ın -Filistin liderleri, güya kendileri için neyin iyi olduğunu anlayamayacak kadar beyinsiz olsalar bile- Filistinliler için en iyisinin peşinde ‘dürüst bir arabulucu’ olduğuna dair hayali iddialarını yeniden canlandırmasına imkan verecek.”
“Filistin liderliğini Körfez’le -ve petrol zengini komşularına husumete cesaret edemeyen Ürdün ve Mısır gibi diğer Arap devletleriyle- karşı karşıya getirmek, Filistinlileri daha da yalnızlaştıracak. Bundan böyle -çok daha inandırıcı bir şekilde- en iyi ihtimalle barışın iflah olmaz muhalifleri yahut direnirlerse teröristler olarak sunulabilirler.”
Netanyahu paçayı kurtardı
Cook, anlaşmanın İsrail Başbakanı Netanyahu açısından neden önemli olduğunu da şöyle anlatıyor:
“Başı iyice belada olan Netanyahu, bu anlaşmanın kendisini düştüğü çukurdan çıkarması umudunda. Sağ kanat dahil İsrail toplumunun geniş kesimlerini bir araya getiren bir protesto dalgasıyla mücadele ediyor. Daha evvel görülmemiş bir yolsuzluk davasıyla karşı karşıya. COVID-19 salgınıyla baş etme biçimi giderek felaketvari bir görüntü arz ediyor. İsrail ekonomisi içeriden patlıyor.
Bu bağlamda Batı Şeria’nın ilhakına odaklanması İsrail halkının çoğunu kendisine yabancılaştırdı ve hatta -sadece bölgenin büyük bir kısmını değil, tüm Filistin topraklarını isteyen- yerleşimcileri de tatmin edemedi. BAE’yle ve dolaylı olarak Körfez’in geri kalanıyla bir anlaşma, rağbet görmeyen bir ilhak planından geri adım atmasına izin veriyor.
Netanyahu uzun bir süredir kendisini Bay Güvenlik olarak, yani İsrail çıkarlarının hamisi ve küresel alanda çarpıcı hamleler yapabilen tek lider olarak ilan ediyordu. Burada her ikisini de yapmış görünüyor. Hatta siyasi muhaliflerini bile başarısını övmek zorunda bıraktı.
Netanyahu, yerleşimciler arasındaki destekçilerini yatıştıracak şekilde ilhakın hâlâ ‘masada’ olduğunu iddia ederken bütün bunların altından kalkmayı da başardı.
Anlaşma, hazırlık yaptığı söylenen kış aylarındaki bir seçimi kazanmasına nihayet zemin hazırlayabilir.”
Ödenecek bir bedel yok
“Netanyahu için Filistinliler pahasına Körfez ile stratejik bir ittifak, her zaman işgal altındaki toprakları ele geçirmekten çok daha fazlası oldu,” diyen Cook yazısını şöyle bağlıyor:
“Hiç şüphesiz, ilhaktan -geçici veya başka bir şekilde- vazgeçilmesi, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’da daha fazla Filistin toprağını ele geçirmesini de, sonu gelmeyen etnik temizlik kampanyasını da kesintiye uğratmayacak. Netanyahu İsraillilere haklı olduğunu gösterdi. İsrail uluslararası hukuku ihlal edebilir, toprak çalabilir, savaş suçları işleyebilir; Batı ile Arap devletleri bunların hepsini sindirecektir. İsrail davranışları karşılığında hiçbir bedel ödemek zorunda kalmayacaktır.”
Bu yazı ilk kez 20 Ağustos 2020’de yayımlanmıştır.