Son 10 günde Suriye’nin kuzeyinde kısa vadede yerel dengeleri, uzun vadede ise Suriye’deki pek çok dengeyi değiştirecek olaylar silsilesi yaşandı.
Detayını yazının içinde bulacaksınız, ancak sabırsızlananlar için özetleyeyim. 3 yıldır İdlib’in hâkimi konumunda olan Heyet Tahrir El Şam (HTŞ), Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) kontrolündeki Afrin’i kısa süreliğine kontrol etti. Azez’e doğru ilerleyerek Suriye Milli Ordusu’nun bazı grupları ile çatıştı. Çatışma bir gün sürdükten sonra bir ateşkes yapıldı. Ateşkesin ertesi günü Rus uçakları Afrin’i ve Azez yakınlarını vurarak olan biten karşısındaki tavrını ortaya koydu. Ateşkes şartlarının ağırlığı SMO’da yenilen grupların durumu kabul etmemesine ve anlaşmayı tanımamasına neden oldu. Bunun üzerine çatışma tekrar başladı. HTŞ, bazı SMO gruplarıyla işbirliği yaparak diğerlerini yendi. Ardından Türkiye araya girdi ve yeni bir ateşkes yapıldı. Sonuçta, HTŞ üstünlüğünü Afrin’den El Bab’a kadar bir alanda dolaylı olarak kabul ettirdi.
Suriye’deki onlarca detay ve karmaşık ilişkiler bütünü içinde kaybolmak istemeyenler için yazı burada bitti. Fakat olup bitenin nedenlerini, aktörlerini ve nelere yol açacağını merak edenler için şimdi başlıyor.
Sürecin temel dinamikleri neler?
Son günde yaşananların kronolojisini verip, “Bakın işte bunlar oldu. Zaten bu gruplar hep böyle” anlamında sözlerle kolayca işin içinden sıyrılabilirdim. Hatta daha kolayı var; “…Suriye’deki grupların hepsi aynı. Hepsi sakallı ve silahlı, amaaan ne farkı var…” minvalinde bir genelleştirme üzerine bir analiz de bina edebilirdim. Fakat, zor yolu seçeceğim. Yaşananlar o kadar önemli ki; sürecin ana çerçevesini bilmeden gelişmeleri anlatmak, neden sonuç ilişkisi kurabilmek için yeterli olmaz.
El Kaide’nin Suriye’deki kolu olan Nusret Cephesi’nden koparak kurulan HTŞ’nin şimdilik etki sahasının, uzun vadede kontrol alanının genişlemesiyle sonuçlanabilecek bu sürecin temel dinamikleri üç ana eksene oturtulduğu zaman anlaşılabilir: SMO içinde bitmek bilmeyen güç mücadelesi, HTŞ’nin yaşayabilmek için genişleme “mecburiyeti” ve Ukrayna’daki savaşın Suriye üzerindeki etkileri.
SMO içine bitmek bilmeyen güç mücadelesi
İlk dinamik ile başlayalım. Özgür Suriye Ordusu ya da bugün dönüştüğü haliyle SMO 11 yıldır sadece Şam Yönetimi’yle değil birbiriyle de mücadele eden çok sayıda grubu barındırıyor. Bu grupların aralarında sadece ideolojik farklılıklar yok. Liderlik mücadelesi, aşiret anlaşmazlıkları, çeşitli bölgelerden gelenler arasında ekonomik ve sosyal farklılıklar, “ganimet” paylaşımından doğan husumetler yıllardır devam ediyor.
Pek çok grubun tek ortak noktası Esad Yönetimi’ne karşı olmak. Ancak zaman içinde bazıları bu duruşunu bile kaybetti. Ülkenin güneyindeki bazı ÖSO grupları bugün Esad Yönetimi ile aynı saflarda. Fakat, haksızlık etmemek lazım, Suriye’nin kuzeyindeki SMO gruplarının neredeyse tamamına yakını Esad Yönetimi ile savaştı ve ona karşı olmaya devam ediyor. Yine de bu ortak nokta aralarındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya yetmiyor.
2018’den bu yana Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve sonrasında 2019’dan beri Barış Pınarı bölgelerinde ÖSO’yu yeniden örgütleyerek tek bir çatı altında toplanmasına dair çok sayıda girişim yapıldı. Bugün SMO adını alması ve Suriye Geçici Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı çatısı altına alınmasındaki ilerlemeler bu girişimlerin sonucu.
Ancak, tüm çabalara rağmen halen bu gruplar tek bir hedefe yönelen bir askerî örgütlenme geliştiremediler. Sadece son iki yılda SMO çatısı altında en az dört üst oluşum ya da yeni gruplaşma ortaya çıktı. Üstelik, bu gruplaşmaların her birinde bir grup oradan çıktı, diğerine geçti. Oysa dünya tarihinde merkezi hükümete karşı silahlanan tüm devlet dışı aktörlerin hikâyelerinden görülebileceği gibi merkezi ve sürekli bir hiyerarşi altında örgütlenemeyen silahlı gruplar, hedefleri ne kadar benzer olursa olsun, bir süre sonra silahlarını birbirlerine doğrultuyorlar. Suriye’nin kuzeyinde de bu ilke bozulmadı.
Daha spesifik konuşmak gerekirse, 2020 yılından bu yana Suriye’nin kuzeyinde en büyük SMO grubu olan Şam Cephesi (yaygın bilinen adıyla Şamiyye) yanına bazı küçük grupları alarak Doğu Guta’daki kimyasal saldırıdan kaçarak El Bab’a yerleşen İslam Ordusu (Ceyş ül İslam) ile büyük bir ittifak kurdu.
Aşağıda detaylarını anlatacağım bir süreçten sonra bu ittifak SMO Üçüncü Kolordu’su adı altında SMO’daki sayıca en kalabalık birlikteliğe dönüştü. Bu birlikteliğin Afrin’den Tel Abyad’a kadar Suriye’nin kuzeyindeki büyük yerleşim yerlerinin çoğunu kendi aralarında paylaşmaya yönelmesiyle SMO’daki diğer gruplarla arasında büyük huzursuzluklar çıkmaya başladı.
SMO içinde birçok grup için asıl tehdit artık dışarıdan değil içeriden geliyordu. Onlar da desteği bu yeni ittifakı dengeleyecek tek “muhalif” güç konumundaki HTŞ’de aramaya başladılar. Bu sürecin başlamasından bu yana yaklaşık 15 ay geçmesine rağmen doğru dürüst gündem olmadı.
HTŞ neden genişlemek zorunda?
Sıra geldi ikinci dinamiği tartışmaya… İdlib’de 2800 km2lik bir alanı ve 20 binden fazla doğrudan kendisine bağlı militana sahip olan (bağlı grupların gücü bu sayıya dahil değil) HTŞ’nin söylemlerinden ve davranışlarından hayatta kalabilmek için genişlemek ve daha çok alana hükmetmek zorunda hissettiği anlaşılıyor. Neden?
Bir kere HTŞ’nin büyüme ve güçlenme hikayesi, diğer silahlı grupları yenerek kendisine dâhil etmekten veya zayıflamalarına neden olan şartlardan faydalanarak bünyesine katmaktan geçiyor. Bir zamanlar El Kaide’nin Suriye kolu olan Nusret Cephesi ve onun ardıllarıyla yaşadıkları ortada.
Ayrıca eski rakipleri Ahrar el Şam, Nureddin Zengi, Zafer Ordusu ve daha nice küçük birimleri de benzer şekilde kontrol etti. Ancak askerî büyüme HTŞ’nin hikâyesinin sadece bir parçası.
HTŞ İdlib’de ne yapmaya çalışıyor?
HTŞ, 2019 ortalarından itibaren İdlib’i kontrol eden temel güç haline geldi ve ardından paradoksal olarak önemli bir sorunla karşı karşıya kaldı.
Muhaliflerin kontrol ettiği toplam alanın yaklaşık üçte biri kadar bir coğrafi alanda, o bölgelerdeki nüfusun 1.5 katı kadar bir topluluğu ekonomik ve politik olarak idare etmek için bir yapı inşa etmeye girişti. Politik olarak idare etme kısmı pek de zor olmadı. Yerel güvenlik gücü sayısını artırarak baskıcı bir düzeni oturtunca içerideki tepkileri kontrol etmek mümkündü. Ancak ekonomik yaşamın başka dinamikleri var.
İdlib, doğal kaynağın bulunmadığı, tarımsal üretimin yetersiz kaldığı, endüstriyel üretimin neredeyse sıfır olduğu bir bölge. HTŞ’nin on binlerce silahlı adamın maaş, teçhizat, eğitim ve diğer masraflarını karşılaması için ticaret yollarını kontrol etmesi gerekiyordu. Türkiye sınırındaki Bab el Hawa (Cilvegözü’nün Suriye’deki karşılığı) yetersiz kaldığından Esad Yönetimi ile sınır kapısı açmak için çok uğraştı. Kısmen yerel tepkiler, kısmen Rusya’nın engellemesi gibi nedenlerle bu hedefinde pek başarılı olamadı. İşte bu nedenle HTŞ ekonomik anlamda ayakta kalabilmek için Türkiye sınırındaki başka kapıların ve İdlib’e göre çok daha zengin olan Afrin, Azez ve El Bab gibi yerlerde ekonomik yaşamın kontrolüne ihtiyaç duyuyor.
Afrin zeytin nedeniyle endüstriyel tarım açısından, Azez tam bir kavşak olduğu için ticaret yollarının kontrolü nedeniyle, El Bab da bölgede az da olsa sanayi faaliyet yapılabilen nadir yerlerden birisi olması nedeniyle ekonomik olarak cezbedici.
Suriye’de kendisine bağlı silahlı adamların maaşlarını ödeyemeyen ve ekonomik yaşamı düzenleyemeyen hiçbir grubun yaşam şansı yok. İdeolojisi ne olursa olsun tüm gruplar buna odaklanıyor. Bu nedenle HTŞ genişlemezse çökeceğini düşünüyor.
Suriye’nin kuzeyinin selefilikten uzak bir toplumsal dokuya sahip olması, HTŞ için büyük bir engel değil. İdlib’in de büyük kısmı selefi pratiklerden uzaktı. Biraz HTŞ değişti biraz İdlib halkı, bir şekilde buluştular.
Elbette, Suriye’nin kuzeyi daha geniş ve toplumsal yapıya hakim olmak daha maliyetli. Ancak anlaşılan HTŞ, İdlib’e sıkışıp kalmayı yok olmayı beklemekle eşdeğer görüyor. Bu algı bizi üçüncü faktöre götürüyor: Ukrayna’daki savaşın etkileri.
Ukrayna’daki savaşın etkileri
Ukrayna’daki savaşın etkilerini daha önce başka bir yazıda tartışmıştık. O yüzden detayına girmeyeceğim, fakat son dönemi anlayabilmek için küçük bir hatırlatma gerekiyor.
Rusya, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Suriye’deki askerî varlığını azaltmak zorunda kalınca hem SMO hem HTŞ üzerindeki Rusya baskısı azaldı. Özellikle İdlib’e yönelik bombardımanın azalması HTŞ’nin kendisini daha güçlü hissetmesine ve diğer bölgelere yönelebilecek enerjiyi bulmasına neden oldu.
Rusya ve Şam’a karşı SMO’nun desteğine ihtiyaç duyan ve 2020’de çatışmalarda onlardan destek uman HTŞ, üzerindeki askerî baskı azalınca çevresine karşı güç projeksiyonu yapabilecek kadar güçlü hissetti. Bu etken, HTŞ’yi teşvik eden iki temel faktörden birisiydi. Ancak diğer faktör biraz daha keskin ve önemli.
Moskova-Ankara-Şam hattı
Son haftalarda Suriye denilince ilk akla gelen konu, Ankara-Şam arasında olası görüşmeler. Bu süreci teşvik edenin Moskova olduğunu bilmeyen yok. Moskova ile Ankara arasında Suriye konusunda pek çok konuda görüşler uzlaştırılabiliyor, bazı konularda ise görüş ayrılıkları açıkça devam ediyor. Görüş ayrılıkları listesinin en başında ve belki de en çözümlenemez olanı ise İdlib.
Türkiye, Şam Yönetimi’nin İdlib’e girmesi halinde üç milyon kişilik bir göç dalgası başlayabileceğini düşünüyor. Bu nedenle, İdlib’de statükonun devamından yana.
Fakat, Rusya ve Esad Yönetimi için İdlib’in en azından güneyinin kontrol altına alınması hem Halep hem Lazkiye için stratejik önem taşıyor.
Rusya’nın en önemli kozu ise HTŞ’nin İdlib’deki varlığı. HTŞ İdlib’de kaldıkça, İdlib hedef olacak. Çünkü Rusya, Şam Yönetimi’nin ülkede tam olarak hakimiyetinin önündeki en büyük iki engelden birisi olarak gördüğü için (diğeri PYD) HTŞ’yi hiçbir şekilde İdlib’de hatta Suriye’de istemiyor.
HTŞ neyin peşinde?
HTŞ’yi kurtarabilecek yegâne formül, adını görünümünü değiştirip daha kuzeye ve doğuya, Şam’ın ve Moskova’nın birinci dereceden önem atfetmediği bölgelere doğru kaymak olabilir. İdlib’de bölgeyi doğu-batı ekseninde kat eden otoyol M4 ve civarında yaşanabilecek çatışmalarda olası topraksal alan ve ticari gelir kaybını telafi ederken uzun vadede artık adı sanı da HTŞ’ye benzemeyen SMO ile yoğrulup yeni bir görünüm kazanmak bir çeşit çıkış yolu olarak görülüyor olabilir.
Bu durum, Ankara ile Şam arasındaki önemli engellerden birisini ortadan kaldırabilir. Ayrıca ikilinin arasında Moskova’nın da dâhil olmasıyla kurulabilecek güvenlik mekanizmaları Türkiye-Suriye uzlaşısının önündeki engellerden birisinin eksilmesine neden olabilir.
Yani, Ukrayna Savaşı’nın Türkiye’yi Rusya ile yeni bir ilişkiler yumağına sürüklediği bir süreçte Suriye ile kurulabilecek yeni ilişkilerin anahtarlarından birisi, HTŞ’nin İdlib’den, en azından bir kısmından çekilmesi ve görünümünü değiştirmesinden geçiyor.
Bunun için de Suriye’de iç savaş başladığından beri yaşanan temel döngülerden birisini yine görüyoruz: Bir bölgede tutunamayacaksan bir başkasına git.
Olayların arka planı
Şimdi gelelim 10 günde ne olduğuna… 10 günün hikâyesini anlatmak için sizi 1.5 yıl geriye götüreceğim. Çünkü şöyle sorular artıyor: Bir anda ne oldu da bu Kaideciler Azez’e kadar geldi? Bunun ciddi bir geçmişi var. Hadi başlayalım…
Daha Ukrayna Savaşı ortalarda yokken ve dünya COVID ile uğraşırken Haziran 2021’de Afrin’de El Kakaa Ordusu (Jeyşh El Ka’kaa) diye küçük bir silahlı grup kuruldu. Liderliğini eski bir Nusret Cephesi elemanının yaptığı 50 kişilik bir grup, kendisini HTŞ’nin Afrin’deki kolu gibi lanse etmeye çalıştı. Doğrusu, ne bu grup HTŞ’yi temsil edebilirdi, ne de Afrin’de bir köye hâkim olabilirdi. Fakat, HTŞ’nin Afrin’e geçme isteğinin ilk somut işareti olması açısından not edilmişti.
Nitekim aradan bir ay bile geçmeden Temmuz’un ortalarında HTŞ’nin en önde gelen komutanlarından birisi (aynı zamanda son birkaç günde Şam Cephesi’yle ateşkes müzakerelerini yürüten kişi), Azez ve civarına bir ziyaret yaptı. Bu ziyaretinde başta Şam Cephesi olmak üzere bazı SMO gruplarının liderleriyle buluştu. HTŞ’nin bölgeye yönelik iştahı, başta Şam Cephesi için ekonomik fayda yaratacak bir fırsat gibi görüldü. Ancak Şam Cephesi kısa sürede HTŞ tarafından yutulacağını anlayınca, diğer grupları yanına alarak bir askerî denge arayışına gitti.
Bunun sonucunda Temmuz 2021 sonlarına doğru Şam Cephesi, Sultan Murat Tümeni (SMT) ve Ahrar Şarkiye, Sultan Melikşah ve diğer birkaç küçük grup SMO içinde Azm adında yeni bir yapı oluşturdu. Bu oluşumun ilanından birkaç gün sonra Suriyeli muhalifler arasında dinî açıdan büyük bir saygı gören Suriye İslam Konseyi Başkanı Usame Rıfai, Azez ve civarını ziyaret etti. Zira, Şam Cephesi ve diğerleri HTŞ’yi sadece askerî olarak değil “dinî” olarak da dengelemek istiyordu. Karşılıklı denge çabaları Eylül 2021’den itibaren SMO içinde yeni ittifaklar kurulması ve bazı grupların bir ittifaktan çıkıp diğerine geçme örneklerinin artmasına neden oldu. Örneğin Eylül 2021’de Hamza, Mutasım, Şukur el Şimal ve Süleyman Şah vb gruplar Suriye Kurtuluş Cephesi (SKC) adı altında bir araya geldi. Şam Cephesi, İslam Ordusu, Barış Tugayı vb. gibi gruplar da kendilerine 3. Kolordu dedikleri yeni bir yapı altında işbirliği yapmaya başladılar. Aynı günlerde SMO’nun başka grupları (örneğin başını Sultan Murat Tümeni’nin çektiği bir grup) ise kendilerini Devrimciler Hareketi olarak adlandırır hale geldi.
İlk kıvılcım
Bir dönem bu geçişkenlik ve isimler öyle bir hal aldı ki; ÖSO’nun hangi grubunun hangi çatı altında olduğu, konuyu her gün izleyenler için bile karıştırılır olmuştu. Fakat bu süreçte karıştırılamayacak bir olgu vardı. SMO’nun içindeki bu grupların hepsi ayrı ayrı HTŞ ile açıktan veya el altından görüşüyordu. Kimi zaman birbirlerine temsilci gönderiyor, kimi zaman da “işbirliği” olanaklarını görüştükleri yarı gizli (saklansa da açık kaynaklara düşen) ziyaretler yapıyorlardı.
2022 ile birlikte bu görüşmeler sıklaştı. Ancak, bu görüşme silsilesi içinde başka bir denklem ortaya çıktı. Başını Şam Cephesi ve İslam Ordusu’nun çektiği gruplar bir kutup haline gelirken, diğer SMO grupları bunlardan büyük bir tehdit algılamaya başladı. Bu nedenle HTŞ ile yakınlaşma konusunda tereddütleri azaldı. Ne de olsa HTŞ uzak tehditken, Şam Cephesi en yakın ve onları yutmaya en hazır olan tehdit haline gelmişti. Karşılıklı gerilimin dozunun yükselmesi, SMO grupları arasında çıkan çatışmalara ilişkin haberlerin artmasıyla kendisini gösterdi. 2021 yılında tek tük ve birçoğu kişisel nedenlerle yaşanan yerel çatışma (aslında çoğu asayiş) olayları 2022’de grupların daha büyük kitleler halinde bazen 1-2 gün süren silahlı kavgalarına dönüştü. Nitekim, bu olaylar sonunda ilk kıvılcıma neden oldu.
18 Haziran’da El Bab’da eskiden Suriyeli muhaliflerin en büyük gruplarından birisi olan Ahrar El Şam’dan ayrılan bir gruba Şam Cephesi ve İslam Ordusu operasyon düzenledi.
El Bab’da başlayan olaylar sonucunda HTŞ müttefiki sayılan Ahrar El Şam Doğu Grubu’na yardıma gelmek için Afrin’e dayandı. Bunun üzerine SMO’nun bağlı olduğu Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı kendi kontrolü altındaki tüm grupları yardıma çağırdı. Suriye İslam Konseyi de HTŞ’nin askerî hamlesine karşı beyan yayınladı. Hamza Tümeni, Sultan Murat, Şam Kolordusu vb. büyük SMO gruplarının hiçbiri HTŞ’ye karşı çıkmadı. HTŞ, zorlanmadan Afrin’in bazı köy ve kasabalarına girdi. Ateşkes yapılıp, müttefikini garantiye alınca ardında küçük gözlem birlikleri bırakarak İdlib’e döndü. Haziran ortasında yaşanan bu olaylar bugünlerin provası gibiydi.
Doğrusu Haziran’da ne olduysa bir adım ötesi Ekim başında yaşandı. 7 Ekim’de El Bab’ta bir medya aktivisti ve eşinin öldürülmesi olayından sorumlu tutulan birkaç kişi ile, SMO’nun en büyük ve aynı zamanda Türkiye’ye en yakın bileşenlerinden olan Hamza Tümeni arasında bağlantı olduğu iddia edildi. Bunun üzerine Şam Cephesi’nin başını çektiği 3. Kolordu, Hamza Tümeni’ne El Bab’da saldırmaya başladı. Bu gruplar arasında yaşanan çatışma sırasında HTŞ 11 Ekim’de yine Afrin’e dayandı. Şam Cephesi ve en yakın müttefiki olan İslam Ordusu bir anda kendisini iki cepheli bir çatışma içinde buldu. Üstelik, bu sefer, uzun süredir baskı altına aldığı Sultan Süleyman Şah Tugayı da HTŞ’nin yanında yer aldı. Bunun sonucunda iki günden kısa bir süre içinde Afrin’in tamamına yakını HTŞ ve onunla işbirliği yapan SMO gruplarının kontrolüne girdi. Hemen ertesi günü HTŞ, Azez’in giriş kapısı olarak nitelenebilecek son doğal direniş noktası olan Kfer Cenne’ye yığınak yaptı. 3. Kolordu en güçlü olduğu yer olan Azez’e çekilirken HTŞ ile bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı.
10 maddelik anlaşma şartları HTŞ’nin bölgedeki üstünlüğünün kabulü anlamına geliyordu. Gün ağardığında çatışmalar durdu duracak derken, Rus uçakları geldi. Hem Afrin’i hem de gecenin en sıcak çatışma hattı olan Kfer Cenne’yi bombaladı.
Ateşkesin şartları
Ateşkesin ilk gününün ilerleyen saatlerinde 3. Kolordu’nun bazı unsurları bazı küçük gruplardan da destek alarak anlaşmayı tanımadığını ilan etti. Böylece 17 Ekim’de HTŞ Azez civarına tekrar ve çok güçlü bir biçimde saldırdı. Kfer Cenne ve civarını ele geçirdi. Azez’e girmek üzereyken araya Türkiye girdi ve çatışmaları durdurdu. Aksi taktirde bugün Azez’de HTŞ bayrağı dalgalanıyor olacaktı. Sonuçta yeni bir ateşkes yapıldı.
Anlaşmaya dair genel hatlar şöyle özetlenebilir: HTŞ, Afrin’in merkezinden çekilirken, civarda varlığını ve hâkimiyetini sürdürebilecek; çatışmada HTŞ’nin yanında duran bazı SMO grupları Afrin merkezi kontrolünde tutacak; HTŞ’nin sivil örgütleri Afrin’den El Bab’a kadar neredeyse her yerde sivil yönetimlere katılacak ve HTŞ’nin neredeyse tüm ticaret ve sınır kapılarının gelirlerinden faydalanacağı bir mekanizma kurulacak.
HTŞ’nin kendi sözleriyle; Suriye’nin kuzeyi “birleşik bir sivil irade” tarafından idare edilecek, yerel güvenlik, dolaylı olarak HTŞ’ye bağlı bir güvenlik birimi tarafından sağlanacak ve SMO yerleşim merkezlerinden çekilerek sivil yönetimlere karışmayacak. Tek bir cümleyle ifade edecek olursa, Suriye’nin kuzeyinde SMO’nun askerî ve Suriye Geçici Hükümeti’nin siyasi ve idari (ne kadar varsa!) hakimiyeti sona ererken HTŞ devri başladı.
Süreç nereye gider?
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Yukarıdaki kabaca özetlenmiş olan çerçevede yapılan bir anlaşmayı kabul etmek SMO için sonun başlangıcı anlamına geliyor. Belki de 10 yılda Şam’ın başaramadığını 1.5 yılda HTŞ başardı demek çok da yanlış olmaz. Bundan sonra karşımızda dört olasılık var:
İlk olasılık, SMO’da HTŞ’nin bölgeye gelmesine karşı olmayan ya da onunla işbirliği yapan grupların “yağmurdan kaçarken doluya tutulduklarını” düşünmeye başlaması. Bu gerçekleşirse Suriye’nin kuzeyinde SMO ve HTŞ arasında yeni bir çatışma döngüsü başlayabilir.
İkinci olasılık, önümüzdeki dönemde HTŞ’nin adında ve görünür yapısında değişim yaşanması. Nasıl Nusret Cephesi’nden HTŞ’ye dönüştüyse yakın gelecekte SMO büyük gruplarının da katılmasıyla yeni bir isim ve yeni bir imaj elde etmeye çalışabilir.
Üçüncü olasılık ise, Rusya’nın bombardıman sahasının epey genişlediği, büyük bir İdlib’in ortaya çıkması. HTŞ’nin varlığını gerekçe gösteren Rusya ve Suriye Hükümeti’nin İdlib’in güneyinde haritada bile zor gösterilen köylerin yerine daha büyük ve kalabalık yerleri vurmaya başlaması bu senaryonun en çarpıcı yanı olur.
Fakat atlamamamız gereken bir husus var. Ukrayna’daki savaş devam ederken Rusya’nın Suriye’de yeni bir maceraya girişmesi mümkün değil. Üstelik, Türk-Rus ilişkilerinin mevcut hali dikkate alınırsa iki ülkenin Suriye’de karşı karşıya gelmektense ortak hamleler yapması kulağa daha mantıklı görünüyor.
Bir ihtimal daha var
Bu durum ise bizi yukarıdaki üç olasılığın farklı ölçeklerdeki bileşimi olan son olasılığa götürüyor. HTŞ’nin hâkimiyetini kabul etmediği için ona yerel direnç gösteren gruplar, buna karşı değiştiğini iddia eden bir HTŞ, ikisini de “terörist” gören ve çok geniş bir alanı vuran bir Rusya.
Ne dersiniz, tüm bu sürecin sonu aslında Ankara-Şam arasında işbirliği ihtiyacını artırmaz mı? Belki de HTŞ’nin kendini en güçlü hissettiği an, düşüşe geçtiği noktanın başlangıcı, Suriye’de istikrarın sağlanmasının ise dönüm noktası olur. Neyse, spekülasyona gerek yok, üç dört aya yukarıdaki yönlerden hangisinin ana güzergâh olacağını daha net görürüz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 19 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.