Ortadoğu’da yeni bir düzene doğru mu?

İran ile Suudi Arabistan’ın yakınlaşması bölgeyi nasıl dönüştürecek? İran, izolasyonu kırmak için, Suudiler güvenlik ve ekonomi için bölge ülkeleriyle daha güçlü ve daha barışçıl ilişkiler kuracak mı? Ortadoğu’da ABD’nin yerini Çin mi alacak?

İran ile Suudi Arabistan’ın Çin’in arabuluculuğunda 6 Mart’ta Pekin’de imzaladığı ilişkilerin normalleştirilmesini öngören anlaşmanın yankıları sürüyor. Bazıları anlaşmanın çok kırılgan olduğunu iddia ederken bazıları da Ortadoğu’da yeni bir düzene doğru gidildiğini öne sürüyor.

Roma Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Maria Fantappie ile ABD’nin Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Fakültesi’nden Vali Nasr, Foreign Policy için kaleme aldıkları yazıda, bölgenin iki büyük gücünü yeniden yakınlaştıran anlaşmanın Ortadoğu’da ilişkiler ağını kökten değiştirebileceğini, Çin’i Ortadoğu’nun büyük aktörü haline getirdiğini ve Pekin’i ABD ile rekabetinde bir adım öteye taşıdığını ileri sürüyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“İran-Suudi anlaşması, bölgenin en önemli rekabetlerinden birini sona erdirme ve ekonomik bağları Körfez geneline yayma potansiyeline sahip. Anlaşmayla İran, ABD’nin Tahran’ı baskı altına almak için desteklediği Arap-İsrail ittifakına karşı yalnız kalmayacak. Varılan mutabakat, İran’ın Arap komşularıyla yakınlaştırma ve bölgedeki ilişkilerini kademeli olarak istikrara kavuşturma potansiyeline de sahip. Bu potansiyeli vurgulayan Suudi Arabistan Maliye Bakanı Muhammed el-Cedan, her şey planlandığı gibi giderse Suudi Arabistan’ın İran ekonomisine yatırım yapmaya hazır olduğu taahhüdünde bile bulundu.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ise, her iki tarafın da bağları güçlendirme niyetinin bir başka işareti olarak, belirsiz bir tarihte Riyad’ı ziyaret etme davetini kabul etti. Böylesine hızlı gelişen bir ilişki bölgeyi derinden etkileyebilir.

Çoklu tehdit altındaki Tahran gözünü Doğu’ya çevirdi

Hem Tahran hem de Riyad, Çin ile birlikte çalışarak bölgesel bağları yeniden tesis etmenin faydasına inanıyor. Her iki ülke için de Pekin ile çalışmak yeni bir gelişme. 2015’te İran’ın önceliği, ABD ile Avrupa ilişkilerini geliştirmekti. İran, komşularıyla müzakerelere ikincil önem atfediyordu. İran ile ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri ve Almanya’nın imza attığı, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) adı verilen ve yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programına son verilmesini öngören nükleer anlaşma bu yaklaşımın sonucu oldu. ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de KOEP’e verdiği desteği geri çekmesinin ardından Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi 2019’da İran’ın Suudi petrol tesislerine düzenlediği saldırının da etkisiyle, hızla İsrail’e yaklaştı. İran ise bunun karşılığında dikkatini komşularıyla ilişkilerine ve bölgesel ticarete verdi.

Bu amaçla, Tahran 2022’de Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile tam diplomatik bağlarını yeniden kurdu. Ancak Suudilerle yapılan Pekin anlaşması, İran’ın beklediğinden de büyük bir ödül oldu. Bu açılıma yakında Bahreyn ve Mısır gibi Arap dünyasının diğer ülkeleri de eklenebilir.

Tahran, Çin’in Ortadoğu’da artan rolünü memnuniyetle karşılıyor, çünkü bu, bölgedeki ABD etkisini azalttığı gibi İran ekonomisini felç eden ABD öncülüğündeki yaptırım rejimini baltalıyor. Çin’in Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle daha iyi ilişkilere sahip olması; Trump yönetiminin arabuluculuk ettiği ve İsrail, Suudi Arabistan ve BAE arasında daha yakın askeri işbirliğini başlatan, sonradan Fas ve Sudan’a kadar genişleyen İbrahim Anlaşmalarının yarattığı riski azaltacaktır.

Tahran, Körfez İşbirliği Konseyi ile İsrail arasında ikili ilişkilerin tesis edilmesini sindirmeye hazır olsa bile, kendisine karşı ABD destekli bir Arap-İsrail askeri ittifakının varlığına müsamaha gösteremez. Böyle bir ittifak, Biden yönetimiyle başarısız nükleer müzakereler, iç siyasi karışıklıklar, İsrail’in Azerbaycan ve Irak’ta artan varlığı ve İsrail’in yeni sağcı hükümetinin savaşmaya can attığı da dikkate alınırsa Tahran için çok daha büyük bir tehdit olacaktır.

Riyad’ın dengeleme siyaseti

Suudi Arabistan açısından Pekin önderliğindeki bu anlaşma, cüretkâr bir strateji değişikliğini ifade ediyor. Riyad ile Washington arasındaki ilişkiler tarihi bir düşüş yaşıyor. Suudi Arabistan’ın ABD’nin bölge politikasından duyduğu memnuniyet, ABD’nin 2003 Irak’ın işgal etmesinden bu yana sürekli azalıyor. Riyad, Irak’ta hükümetin dağılmasından memnun değildi, İran ile nükleer anlaşmadan rahatsızdı, ABD’nin Suriye ve Yemen’de İran’a karşı Suudi Arabistan’ın çıkarlarını destekleme konusundaki isteksizliğine öfke duyuyordu ve İran’ın 2019’da petrol tesislerine saldırmasının ardından ABD’nin Suudi Arabistan’ı savunma taahhüdünü yerine yeterince getirmemesinden dolayı büyük endişe içindeydi.

Riyad, bir zamanlar güçlü müttefiki olan ABD’nin başka önceliklere odaklandığına inanıyor ve İran ile tıkanan nükleer müzakerelerin ardından Washington’ın bölgesel güvenlik için net bir planı olduğuna inanmıyor. Suudi liderler ayrıca Washington’daki mevcut hükümetten memnun değiller. Biden, 2018 yılında Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından ABD başkanlık kampanyası sırasında rejime “parya” [efn_note]Hindistan’da kast sistemi dışında bırakılan, hiçbir toplumsal sınıftan olmayan ve her türlü haklardan yoksun kişiler. Hindistan’da kast sistemi dışında bırakılan, hiçbir toplumsal sınıfta olmayan ve her türlü haklardan yoksun kişiler için kullanılan ifade. (Çev.n.)[/efn_note]muamelesi yapma sözü verdikten sonra ilişkilerini onarmak için yeterince hızlı davranmadı.

Daha büyük ve daha saldırgan komşularının gelişmiş askeri yeteneklerinden yoksun olan Suudi Arabistan, ülke savunmasını her zaman saplantı haline getirmiştir. Tahran ile gerilimi azaltmak bu endişeleri ortadan kaldırmayacak ancak Riyad’a güvenliğini güçlendirmesi ve stratejik seçeneklerini çeşitlendirmesi için daha fazla zaman kazandıracak. Güvenliği sağlama arzusu, Suudi Arabistan’ı son 10 yılda İsrail ile bağ kurmaya yöneltti. Aynı arzu Riyad’ı Çin’e de yaklaştırıyor. Suudi rejimi, Çin, İsrail ve ABD dâhil olmak üzere geniş bir ortaklık ağı oluşturarak ve İran, Suriye ve Türkiye gibi hasımlarla ilişkilerini geliştirerek uzun vadeli istikrarını güçlendirmek istiyor.

ABD’nin bölge politikasının modası geçti

Suudi Arabistan’ın yeni stratejisi ABD’nin, İran’ın tecrit etmek isteyen ve savaş ihtimalini dışlamayan Washington’un bölgesel güvenlik anlayışıyla çelişiyor. Ortadoğulu ortaklarına verdiği taahhütlerde hiçbir şeyin değişmediğini iddia eden ABD, bölgeden uzaklaştığını kabul edemiyor. Aslında Riyad, Suudi çıkarlarına hizmet etmezse ABD ile ittifakına bel bağlamayacağını gösteriyor.

Washington ayrıca, Suudi Arabistan’ın kendisini ABD’nin bir güvenlik şemsiyesinin bir tebaası olarak değil, dünya siyasetinde bağımsız bir rol oynayabilecek bölgesel bir güç olarak gördüğünü anlamakta da yavaş kaldı. Riyad, ABD’nin “Düşük petrol fiyatlarına karşılık güvenlik” şeklindeki eski paradigmasının defterinin dürüldüğüne inanıyor.

Suudi Arabistan’ın stratejik özerklik vizyonu, yalnızca ABD’nin Ortadoğu’daki angajmanının azalmasına bir tepki değil, krallığın emellerinin de bir ifadesi. Riyad, ABD’nin yanı sıra Rusya ve Çin ile de yakım ve bağımsız bağlar istiyor. Ayrıca kendi güvenliğini korumak ve bölgesel nüfuzunu kullanmak için Mısır, İran, İsrail ve Türkiye’yi dengeleyerek bölgede kendisine çok önemli rol biçiyor.

Bu konuma ulaşmak için Suudi Arabistan’ın, tüm komşularıyla ilişkilerini beslemesi gerekiyor. 2022’de Türkiye ile bağlarını yeniden kuran Riyad şimdi de aynısını İran ile yapıyor. Bundan sonra sıra İsrail’e gelecek. İran’la ilişkiler, Suudilere müttefikleri nezdinde çok ihtiyaç duydukları siyasi korumayı sağlayacak. Bu, Suudi Arabistan’ın İsrail’le bir anlaşmanın başka bir Müslüman ülkeye karşı askeri bir eksen arayışı yerine ikili bir anlaşma olarak sunabileceği anlamına geliyor. Pekin anlaşması hem Riyad’ın Ortadoğu’daki statüsüne ilişkin görüşünü teyit ediyor hem de stratejik özerkliğini gösteriyor.

Çin, modern İpek Yolu’nun güvenliğini artırma peşinde

İran-Suudi yakınlaşmasının belki de en rahatsız edici boyutu Çin’in dâhil olmasıdır. Pekin daha önce Ortadoğu’nun karmakarışık ilişkilerinden kaçınmaya itina göstermişti. Ancak orada filizlenen ekonomik çıkarları, diplomatik bir rol üstlenmesini de gerektirdi. Bölge, Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi (KYİ) açısından çok önemli. Örneğin Çin hükümeti, Suudi Arabistan’daki enerji sektörü yatırımlarını Husi füzelerinden koruma ihtiyacı duydu. Dahası Çin, İran’daki ekonomik ayak izini istikrarlı bir şekilde genişletiyor ve Moskova’nın, Rus ticaretinin Süveyş Kanalı’nı kullanmadan küresel pazarlara ulaşmasını sağlayacak İran üzerinden bir geçiş koridoru geliştirme planına ilgi gösteriyor. Bu koridorun geliştirilmesi, Çin’in, ABD ve müttefiklerinin inşa etmekte olduğu müthiş donanma karşısında Malakka Boğazı’nı baypas etmesine de olanak sağlayacak. Pekin, bu stratejik öncelikleri ilerletmek ve Ortadoğu’da nüfuz sahibi olmak için Washington’a meydan okumaya hazırlanıyor.

Çin, İran ve Suudi Arabistan’ın daha geniş stratejik çıkarlarının yakınlaşması, Pekin’in İran ve Suudi Arabistan ile atılımının muhtemelen Ortadoğu’da yeni bir jeopolitik gerçekliğin esasını oluşturacak gibi görünüyor. Bu dönüşüm, ABD için tarihi bir meydan okuma niteliği taşıyor. Washington artık Arap müttefiklerinin Çin’den ayrılmasını ve İran’a karşı savaşmak için kendi liderliğinin arkasında bir araya gelmesini talep edemez. Bu yaklaşımın modası geçtiği gibi artık müttefiklerinin mevcut ihtiyaçlarına da ayak uyduramıyor. Bir Suudi yetkilinin belirttiği üzere, “ABD, çıkarlarımız pahasına müttefik olamayacağımızı anlamıyor.” Suudiler, İran’la savaşın veya Çin’le karşı karşıya gelmenin kendi çıkarlarına hizmet etmeyeceğini görüyorlar.

Pekin’de yaşananlar, İran’ın nükleer ve bölgesel politikalarının yarattığı tehdidi hiçbir şekilde azaltmıyor. Ancak kısa vadede Washington, Ortadoğu’daki tansiyonun düşürülmesini memnuniyetle karşılamalı çünkü bu, ABD’nin bölgeye yönelik kararlı bir taahhüt iddiası olmaksızın diğer küresel önceliklere odaklanmasını sağlıyor. ABD ayrıca Suudi Arabistan ve KİK’i bölgede savaş riskini azaltacak, deniz güvenliğini sağlayacak ve uzun süredir devam eden bölgesel çatışmaları sona erdirmek için işbirliği yapacak daha geniş bir bölgesel güvenlik mimarisi oluşturmaya teşvik etmelidir. Washington ayrıca bölgenin artık kendi çıkarlarını nasıl gördüğüyle uyumlu politikalar formüle etmelidir. Aksi takdirde Çin ve Rusya üzerindeki etkisini kaybetmeye devam edecek ve bölge uyumsuzluğa sürüklenecektir. ABD’nin bölgesel stratejisini yeniden değerlendirmesi, Suudi liderleri Pekin’in kapısına getiren baskı ve fırsatları anlamakla başlamalıdır.”

Bu yazı ilk kez 12 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

 

Maria Fantappie ile Vali Nasr’ın Foreign Policy’de yayınlanan Ortadoğu’ya yeni bir düzen mi geliyor?” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.foreignaffairs.com/china/iran-saudi-arabia-middle-east-relations

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ortadoğu’da yeni bir düzene doğru mu?

İran ile Suudi Arabistan’ın yakınlaşması bölgeyi nasıl dönüştürecek? İran, izolasyonu kırmak için, Suudiler güvenlik ve ekonomi için bölge ülkeleriyle daha güçlü ve daha barışçıl ilişkiler kuracak mı? Ortadoğu’da ABD’nin yerini Çin mi alacak?

İran ile Suudi Arabistan’ın Çin’in arabuluculuğunda 6 Mart’ta Pekin’de imzaladığı ilişkilerin normalleştirilmesini öngören anlaşmanın yankıları sürüyor. Bazıları anlaşmanın çok kırılgan olduğunu iddia ederken bazıları da Ortadoğu’da yeni bir düzene doğru gidildiğini öne sürüyor.

Roma Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Maria Fantappie ile ABD’nin Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Fakültesi’nden Vali Nasr, Foreign Policy için kaleme aldıkları yazıda, bölgenin iki büyük gücünü yeniden yakınlaştıran anlaşmanın Ortadoğu’da ilişkiler ağını kökten değiştirebileceğini, Çin’i Ortadoğu’nun büyük aktörü haline getirdiğini ve Pekin’i ABD ile rekabetinde bir adım öteye taşıdığını ileri sürüyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:

“İran-Suudi anlaşması, bölgenin en önemli rekabetlerinden birini sona erdirme ve ekonomik bağları Körfez geneline yayma potansiyeline sahip. Anlaşmayla İran, ABD’nin Tahran’ı baskı altına almak için desteklediği Arap-İsrail ittifakına karşı yalnız kalmayacak. Varılan mutabakat, İran’ın Arap komşularıyla yakınlaştırma ve bölgedeki ilişkilerini kademeli olarak istikrara kavuşturma potansiyeline de sahip. Bu potansiyeli vurgulayan Suudi Arabistan Maliye Bakanı Muhammed el-Cedan, her şey planlandığı gibi giderse Suudi Arabistan’ın İran ekonomisine yatırım yapmaya hazır olduğu taahhüdünde bile bulundu.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ise, her iki tarafın da bağları güçlendirme niyetinin bir başka işareti olarak, belirsiz bir tarihte Riyad’ı ziyaret etme davetini kabul etti. Böylesine hızlı gelişen bir ilişki bölgeyi derinden etkileyebilir.

Çoklu tehdit altındaki Tahran gözünü Doğu’ya çevirdi

Hem Tahran hem de Riyad, Çin ile birlikte çalışarak bölgesel bağları yeniden tesis etmenin faydasına inanıyor. Her iki ülke için de Pekin ile çalışmak yeni bir gelişme. 2015’te İran’ın önceliği, ABD ile Avrupa ilişkilerini geliştirmekti. İran, komşularıyla müzakerelere ikincil önem atfediyordu. İran ile ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri ve Almanya’nın imza attığı, Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) adı verilen ve yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programına son verilmesini öngören nükleer anlaşma bu yaklaşımın sonucu oldu. ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de KOEP’e verdiği desteği geri çekmesinin ardından Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi 2019’da İran’ın Suudi petrol tesislerine düzenlediği saldırının da etkisiyle, hızla İsrail’e yaklaştı. İran ise bunun karşılığında dikkatini komşularıyla ilişkilerine ve bölgesel ticarete verdi.

Bu amaçla, Tahran 2022’de Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile tam diplomatik bağlarını yeniden kurdu. Ancak Suudilerle yapılan Pekin anlaşması, İran’ın beklediğinden de büyük bir ödül oldu. Bu açılıma yakında Bahreyn ve Mısır gibi Arap dünyasının diğer ülkeleri de eklenebilir.

Tahran, Çin’in Ortadoğu’da artan rolünü memnuniyetle karşılıyor, çünkü bu, bölgedeki ABD etkisini azalttığı gibi İran ekonomisini felç eden ABD öncülüğündeki yaptırım rejimini baltalıyor. Çin’in Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle daha iyi ilişkilere sahip olması; Trump yönetiminin arabuluculuk ettiği ve İsrail, Suudi Arabistan ve BAE arasında daha yakın askeri işbirliğini başlatan, sonradan Fas ve Sudan’a kadar genişleyen İbrahim Anlaşmalarının yarattığı riski azaltacaktır.

Tahran, Körfez İşbirliği Konseyi ile İsrail arasında ikili ilişkilerin tesis edilmesini sindirmeye hazır olsa bile, kendisine karşı ABD destekli bir Arap-İsrail askeri ittifakının varlığına müsamaha gösteremez. Böyle bir ittifak, Biden yönetimiyle başarısız nükleer müzakereler, iç siyasi karışıklıklar, İsrail’in Azerbaycan ve Irak’ta artan varlığı ve İsrail’in yeni sağcı hükümetinin savaşmaya can attığı da dikkate alınırsa Tahran için çok daha büyük bir tehdit olacaktır.

Riyad’ın dengeleme siyaseti

Suudi Arabistan açısından Pekin önderliğindeki bu anlaşma, cüretkâr bir strateji değişikliğini ifade ediyor. Riyad ile Washington arasındaki ilişkiler tarihi bir düşüş yaşıyor. Suudi Arabistan’ın ABD’nin bölge politikasından duyduğu memnuniyet, ABD’nin 2003 Irak’ın işgal etmesinden bu yana sürekli azalıyor. Riyad, Irak’ta hükümetin dağılmasından memnun değildi, İran ile nükleer anlaşmadan rahatsızdı, ABD’nin Suriye ve Yemen’de İran’a karşı Suudi Arabistan’ın çıkarlarını destekleme konusundaki isteksizliğine öfke duyuyordu ve İran’ın 2019’da petrol tesislerine saldırmasının ardından ABD’nin Suudi Arabistan’ı savunma taahhüdünü yerine yeterince getirmemesinden dolayı büyük endişe içindeydi.

Riyad, bir zamanlar güçlü müttefiki olan ABD’nin başka önceliklere odaklandığına inanıyor ve İran ile tıkanan nükleer müzakerelerin ardından Washington’ın bölgesel güvenlik için net bir planı olduğuna inanmıyor. Suudi liderler ayrıca Washington’daki mevcut hükümetten memnun değiller. Biden, 2018 yılında Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından ABD başkanlık kampanyası sırasında rejime “parya” [efn_note]Hindistan’da kast sistemi dışında bırakılan, hiçbir toplumsal sınıftan olmayan ve her türlü haklardan yoksun kişiler. Hindistan’da kast sistemi dışında bırakılan, hiçbir toplumsal sınıfta olmayan ve her türlü haklardan yoksun kişiler için kullanılan ifade. (Çev.n.)[/efn_note]muamelesi yapma sözü verdikten sonra ilişkilerini onarmak için yeterince hızlı davranmadı.

Daha büyük ve daha saldırgan komşularının gelişmiş askeri yeteneklerinden yoksun olan Suudi Arabistan, ülke savunmasını her zaman saplantı haline getirmiştir. Tahran ile gerilimi azaltmak bu endişeleri ortadan kaldırmayacak ancak Riyad’a güvenliğini güçlendirmesi ve stratejik seçeneklerini çeşitlendirmesi için daha fazla zaman kazandıracak. Güvenliği sağlama arzusu, Suudi Arabistan’ı son 10 yılda İsrail ile bağ kurmaya yöneltti. Aynı arzu Riyad’ı Çin’e de yaklaştırıyor. Suudi rejimi, Çin, İsrail ve ABD dâhil olmak üzere geniş bir ortaklık ağı oluşturarak ve İran, Suriye ve Türkiye gibi hasımlarla ilişkilerini geliştirerek uzun vadeli istikrarını güçlendirmek istiyor.

ABD’nin bölge politikasının modası geçti

Suudi Arabistan’ın yeni stratejisi ABD’nin, İran’ın tecrit etmek isteyen ve savaş ihtimalini dışlamayan Washington’un bölgesel güvenlik anlayışıyla çelişiyor. Ortadoğulu ortaklarına verdiği taahhütlerde hiçbir şeyin değişmediğini iddia eden ABD, bölgeden uzaklaştığını kabul edemiyor. Aslında Riyad, Suudi çıkarlarına hizmet etmezse ABD ile ittifakına bel bağlamayacağını gösteriyor.

Washington ayrıca, Suudi Arabistan’ın kendisini ABD’nin bir güvenlik şemsiyesinin bir tebaası olarak değil, dünya siyasetinde bağımsız bir rol oynayabilecek bölgesel bir güç olarak gördüğünü anlamakta da yavaş kaldı. Riyad, ABD’nin “Düşük petrol fiyatlarına karşılık güvenlik” şeklindeki eski paradigmasının defterinin dürüldüğüne inanıyor.

Suudi Arabistan’ın stratejik özerklik vizyonu, yalnızca ABD’nin Ortadoğu’daki angajmanının azalmasına bir tepki değil, krallığın emellerinin de bir ifadesi. Riyad, ABD’nin yanı sıra Rusya ve Çin ile de yakım ve bağımsız bağlar istiyor. Ayrıca kendi güvenliğini korumak ve bölgesel nüfuzunu kullanmak için Mısır, İran, İsrail ve Türkiye’yi dengeleyerek bölgede kendisine çok önemli rol biçiyor.

Bu konuma ulaşmak için Suudi Arabistan’ın, tüm komşularıyla ilişkilerini beslemesi gerekiyor. 2022’de Türkiye ile bağlarını yeniden kuran Riyad şimdi de aynısını İran ile yapıyor. Bundan sonra sıra İsrail’e gelecek. İran’la ilişkiler, Suudilere müttefikleri nezdinde çok ihtiyaç duydukları siyasi korumayı sağlayacak. Bu, Suudi Arabistan’ın İsrail’le bir anlaşmanın başka bir Müslüman ülkeye karşı askeri bir eksen arayışı yerine ikili bir anlaşma olarak sunabileceği anlamına geliyor. Pekin anlaşması hem Riyad’ın Ortadoğu’daki statüsüne ilişkin görüşünü teyit ediyor hem de stratejik özerkliğini gösteriyor.

Çin, modern İpek Yolu’nun güvenliğini artırma peşinde

İran-Suudi yakınlaşmasının belki de en rahatsız edici boyutu Çin’in dâhil olmasıdır. Pekin daha önce Ortadoğu’nun karmakarışık ilişkilerinden kaçınmaya itina göstermişti. Ancak orada filizlenen ekonomik çıkarları, diplomatik bir rol üstlenmesini de gerektirdi. Bölge, Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi (KYİ) açısından çok önemli. Örneğin Çin hükümeti, Suudi Arabistan’daki enerji sektörü yatırımlarını Husi füzelerinden koruma ihtiyacı duydu. Dahası Çin, İran’daki ekonomik ayak izini istikrarlı bir şekilde genişletiyor ve Moskova’nın, Rus ticaretinin Süveyş Kanalı’nı kullanmadan küresel pazarlara ulaşmasını sağlayacak İran üzerinden bir geçiş koridoru geliştirme planına ilgi gösteriyor. Bu koridorun geliştirilmesi, Çin’in, ABD ve müttefiklerinin inşa etmekte olduğu müthiş donanma karşısında Malakka Boğazı’nı baypas etmesine de olanak sağlayacak. Pekin, bu stratejik öncelikleri ilerletmek ve Ortadoğu’da nüfuz sahibi olmak için Washington’a meydan okumaya hazırlanıyor.

Çin, İran ve Suudi Arabistan’ın daha geniş stratejik çıkarlarının yakınlaşması, Pekin’in İran ve Suudi Arabistan ile atılımının muhtemelen Ortadoğu’da yeni bir jeopolitik gerçekliğin esasını oluşturacak gibi görünüyor. Bu dönüşüm, ABD için tarihi bir meydan okuma niteliği taşıyor. Washington artık Arap müttefiklerinin Çin’den ayrılmasını ve İran’a karşı savaşmak için kendi liderliğinin arkasında bir araya gelmesini talep edemez. Bu yaklaşımın modası geçtiği gibi artık müttefiklerinin mevcut ihtiyaçlarına da ayak uyduramıyor. Bir Suudi yetkilinin belirttiği üzere, “ABD, çıkarlarımız pahasına müttefik olamayacağımızı anlamıyor.” Suudiler, İran’la savaşın veya Çin’le karşı karşıya gelmenin kendi çıkarlarına hizmet etmeyeceğini görüyorlar.

Pekin’de yaşananlar, İran’ın nükleer ve bölgesel politikalarının yarattığı tehdidi hiçbir şekilde azaltmıyor. Ancak kısa vadede Washington, Ortadoğu’daki tansiyonun düşürülmesini memnuniyetle karşılamalı çünkü bu, ABD’nin bölgeye yönelik kararlı bir taahhüt iddiası olmaksızın diğer küresel önceliklere odaklanmasını sağlıyor. ABD ayrıca Suudi Arabistan ve KİK’i bölgede savaş riskini azaltacak, deniz güvenliğini sağlayacak ve uzun süredir devam eden bölgesel çatışmaları sona erdirmek için işbirliği yapacak daha geniş bir bölgesel güvenlik mimarisi oluşturmaya teşvik etmelidir. Washington ayrıca bölgenin artık kendi çıkarlarını nasıl gördüğüyle uyumlu politikalar formüle etmelidir. Aksi takdirde Çin ve Rusya üzerindeki etkisini kaybetmeye devam edecek ve bölge uyumsuzluğa sürüklenecektir. ABD’nin bölgesel stratejisini yeniden değerlendirmesi, Suudi liderleri Pekin’in kapısına getiren baskı ve fırsatları anlamakla başlamalıdır.”

Bu yazı ilk kez 12 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.

 

Maria Fantappie ile Vali Nasr’ın Foreign Policy’de yayınlanan Ortadoğu’ya yeni bir düzen mi geliyor?” başlıklı yazısından bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısı ile yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.foreignaffairs.com/china/iran-saudi-arabia-middle-east-relations

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x