Ruslar dış politikada nasıl düşünür?

Ruslar dış politikalarını belirlerken hangi tarihsel arka plana göre hareket ediyorlar? Neden aslında yalnızlar? Bu bir tercih mi? Rus real-politiğinin arkasında ne var?

“Rusya’nın diğer devletlerle olan ilişkilerine bakanlar, aslında onun ne denli ‘yalnız’ olduğunu göreceklerdir. Rusya, Avrupa, Atlantik topluluğu ya da Batı gibi uluslararası geniş bir ailenin parçası değil. Asyalıların gözünden Rusya, bir Asyalı da değildir.”

Bu sözler, “Moskova’nın gözüyle dünya: Klasik Rus perspektifi” adlı makalenin yazarı, ünlü Rus strateji uzmanı Dmitri Trenin’e ait.

Carnegie Düşünce Kuruluşu uzmanlarından Trenin, Rusya’nın dış politikasını şekillendiren temel zihniyet kurgusunun, Rus olmayanlar tarafından anlaşılamadığının farkında olarak kaleme aldığı makalesinde, Rusya dış siyaseti ile ilgilenenlere ipuçları vermeye çalışıyor.

Trenin’e göre, Moskova’nın dünyaya nasıl baktığını anlamaya çalışanlar, önce Rus toplumsal hafızasında devletin üstünlüğü ilkesinin ne denli önemli olduğu gerçeğiyle yüzleşirler:

“Dış işgallerin Rusya’da yarattığı tahribat her ne kadar çoğu Amerikalının tasavvurunun ötesinde olsa da, aslında iç karışıklık ve huzursuzluklar ülkede daha büyük yıkımlara yol açmıştır. 1917 ve 1991 örneklerinden hatırladığımız üzere, iç karışıklık devlet ve ekonominin çökmesine ve Rusya’nın uluslararası arenadan silinmesine sebep olmuştu.

Ülkeyi içten içe çökerten bu yıkıcı güç, Rusya’yı tarih boyunca birçok kez uçurumun eşiğine getirdi. Fakat Rusya, birçok açıdan seleflerinin ‘meşru varisi’ olarak her defasında tarih sahnesine geri döndü. Rus tarihi, eski Novgorod ve Kiev Knezliklerinden Moskova Çarlığı’na, St. Petersburg Rusya İmparatorluğu’ndan Sovyetler Birliği’ne ve şimdiki Rusya Federasyonu’na kadar bir süreklilik arz eder. Rusya’nın tekrar tekrar devlet kurarak var olması ender bir durum değil, aksine zaman içinde kendini kanıtlamış tarihsel bir olgudur.”

Rus uzman Trenin bu anlattıklarının ışığında, iç istikrar ve dış güvenlik kaygılarının Rus devlet politikalarının belirlenmesinde ana unsurlardan biri olduğunu ifade ediyor. Ona göre, “Moskova’nın batısından Berlin ve Paris’e uzanan düzlükler, Hazar ve Orta Asya’dan güneydoğuya kadar uzanan bozkırlarda yaşayan göçebe savaşçı topluluklar gelmiş geçmiş birçok Rus liderlerde bulunan derin güvensizlik duygusunu perçinliyor.

“Rus tarihi ve siyaseti çalışanlar, Rus otoriterliğinin köklerinin çok eskiye dayandığının ve bunun yerine demokratik bir yönetim kurmanın kolay olmadığının bilincindedirler. Nitekim tarihsel olarak devletin bekasının sürdürülmesi, ülkenin temel önceliği olmuş ve bu da demokrasiye geçişin önünü tıkamıştır. Bu nedenle, ekonomik ve ticari meseleler ile insanların yaşam koşulları gibi konular, görece ikinci planda kalmıştır. Bu, aslında bizlere Rusya’da temsili ve şeffaf bir hükümetin imkânsız olduğunu değil, başarılı bir yönetim modelinin yine ancak ülkenin kendi içinden çıkacağına işaret eder.”

Rusya neden yalnız?

Trenin Rus real-politiğini analiz ederken de başka bir noktaya daha dikkat çekiyor: Rusya’nın yalnız bir ülke olduğu gerçeğine…

“Etnik bakımdan Doğu Slavları grubuna giren Rusya, kültürel açıdan daha ziyade Ortodoks Hristiyanlığın etkisi altındadır. Rusya, İstanbul’un fethinden sonra asırlar boyunca Katolik ve İslam dünyası arasındaki tek bağımsız Doğu Ortodoks milleti olarak varlığını sürdürmüştür.

Rusya’nın imparatorluk geçmişi de kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İmparatorluğun sınırları bir noktada Finlandiya’nın Åland Adaları’ndan Stockholm’e, İran’ın kuzeyinden Çin’in kuzeydoğusuna kadar uzanmıştır. Sınırlarını genişlettikçe Rusya; Türk, Fin-Ugor halkları ve Moğolların yaşadığı geniş topraklar ile Kafkaslar ve diğer bölgelerdeki çok çeşitli etnik toplulukları bünyesine dâhil etmiştir. Böylelikle dini ve kültürel çeşitliliğin korunduğu, oldukça kapsayıcı bir yönetim biçimi benimsemiştir. Rusya bir yandan Avrupa güç siyasetine dâhil olurken, diğer yandan Asya’da İngiliz İmparatorluğu’yla “Büyük Oyun” mücadelesinin de içindedir.

Sovyetler döneminde Rusya, devrimci coşkuyla birlikte dünyanın geri kalanından ayrıldı. Süper güçlerin hâkimiyet mücadelesi ise ‘küreselleşme’ ve ‘Demir Perde’ olgularını beraberinde getirdi. Sovyetler Birliği’ni ve süper güç statüsünü geride bırakan Moskova, şimdi yeniden ayakta; küresel açıdan etkin, ancak dünyada ‘yalnız’ bir konumda.”

Rus dış politikasının dayandığı temel ilke ne?

Trenin’e göre, bu tek başına duruşunun ardındaki kırılganlığın üstesinden ustaca gelen Rusya, diğer devletler tarafından büyük güç olarak kabul ediliyor.

“Bu konum, gelişmiş Batılı ülkelerin tepeden baktığı, ‘geri kalmış’ ve ‘barbar’ olarak addettiği ve hep gerilerden gelerek güç yarışına katılan Rusya için oldukça önemli. Çünkü bugün ‘büyük güç’ dediğimizde, muazzam bir milli egemenlik duygusuna sahip, dış baskılar karşısında güçlü duran ve dilediğini yapabilen devletleri kastetmiş oluyoruz. Geçmişte Rusya’nın başkasının hâkimiyeti altına girmek yerine büyük bedeller ödemeyi tercih ettiğini biliyoruz. İkinci Dünya Savaşı veya Rusların deyimiyle Hitler’in işgaline karşı yürütülen ‘Büyük Vatanseverlik Savaşı’ bunun en bariz örneği. Sayısız felaketin ardından nihai bir zafer getiren bu savaş tecrübesi, Rus toplumsal hafızasının en ‘kutsal’ kısmını oluşturuyor.”

Yazar, böyle bir toplumsal hafızaya Rusya’nın dış politikasının özellikle Sovyet Devrimi sonrası tamamen realpolitiğin ilkelerine göre oluşturulduğunu, önemli olan hususun güç ve irade olduğunu da söylüyor:

“Zayıflar yenilir, korkaklar da sindirilir. Dengeli bir dış politika, ulusal çıkarlara hizmete eder, temkin ve pragmatizmi gerekli kılar.”

Rus şüpheciliği Batı’nın ikiyüzlülüğü

Trenin’e göre, düşünce pratiği böyle şekillenmiş Rusya’nın gözünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mevcut hali, uluslararası sorunları çözmek için en ideal model:

“Bu şekilde Rusya isteklerini diğer devletlere dayatamasa da kendi çıkarlarına karşı bir kararın alınmasına da müsaade etmemiş oluyor. Komünizmin acı hatıralarını unutmayan Rus liderlere göre, tüm ideolojiler birer kandırmacadan ibarettir ve ‘yüksek değerler’ hep aldatıcıdır. Bu noktada, uluslararası ilişkilerin doğasına yönelik Rus şüpheciliği ile Rusların ‘Batı ikiyüzlülüğü’ algısının da çatıştığını görüyoruz.”

Yazara göre, Batı’nın ikiyüzlü olduğunu düşünen Rusya’nın gözünde, Sovyet sisteminin dağılmasından sonra ortaya çıkan ülkelerin ABD’ye yanaşmaya çalışmasının arkasında demokrasi arayışından çok kendi iktidarlarını güçlendirmek ve güvenliklerini sağlama amacı var.

Ukrayna’sız Rusya imparatorluk olur mu?

Trenin, Moskova’nın Gürcistan ve Ukrayna’da daha çok kaos, oligarşi ve halk yığınlarının yönetimini görmeyi yeğlediğini iddia ediyor:

“Ancak Rusya, Amerika’nın yakın çevresindeki askeri varlık ve faaliyetlerinden oldukça rahatsız. Ve Rusya, ABD’nin komşu ülkelerle arasındaki tarihsel ve güncel problemleri tetiklemeye yönelik verdiği desteğe karşı son derece temkinli durumda.

Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılması, tarihsel süreçte en zor ve sancılı olaylardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan bakıldığında, bu kopuş bir dış politika meselesi olarak görülebilir. Ancak, gerçek anlamda bir Rusya-Ukrayna ayrımının yaşanması ve bunun Rusya’da kabul görmesi yıllar ve nesiller boyunca sürebilir. Ukrayna açısından ulus inşa süreci ise Rusya’ya dair her şeyin reddine ve Rusya’yla tüm bağların koparılmasına dayanıyor.

Zbigniew Brzezinski’nin o meşhur “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz” sözlerinin ışığında düşünüldüğünde Moskova’ya göre, Amerika’nın Ukrayna’daki politikaları Rusya’nın büyük güç konumunu zedeleyerek zayıflatmayı amaçlıyor. Ve hatta ABD’nin bu politikaları Moskova’da bir rejim değişikliğinin provası olarak yorumlanıyor.

Rusların perspektifinden ABD politikasının en tehlikesi unsuru ise, Washington’ın Ukrayna’nın NATO üyeliğine verdiği destek. Rusların gözünde Atlantik Paktı, Rusya’ya baskı kurarak zayıflatmayı ve hatta kimilerine göre Rusya’yı merkezden çökertmeyi amaçlayan ABD’ye ait bir oluşum. NATO’nun doğuya doğru genişlemesi bu korkuyu tetiklemiş olsa da, Rus halkı, Hitler’in 1941’deki ani saldırısının anılarının canlı olduğu Rus güvenlik ve askeri topluluklarına güveniyor.”

Rusya, ABD’den ne bekliyor?

Yazara göre, Moskova, Washington’un ikili ilişkileri iyileştirecek bir adım atmasını beklemiyor.

“En azından orta vadede iki ülke arasındaki ilişkinin seyri daha ziyade çatışma ekseninde olacak gibi duruyor. ABD ile Rusya arasındaki olası bir iş birliği ise önümüzdeki beş yıl içinde zor görünüyor. 2020 seçim sonuçları ne olursa olsun, Amerikan siyasal mekanizmasının bir ‘düşman’ olarak Rusya’ya ihtiyacı olacak gibi gözüküyor. Ve bu da yaptırımların artarak devam etmesi anlamına geliyor. Buna karşılık olarak, Kremlin ve müttefikleri ‘Amerikan tehdidini’ Rus milliyetçilik ve vatanseverliğini pekiştirmek üzere kullanmaya devam edeceklerdir.

Başkan Donald Trump’ı Amerikan milli çıkarlarını gözeten realist bir siyasetçi olarak gören Vladimir Putin, iki ülkenin çıkarları temelinde iş yapılabileceğini düşünüyor. Ancak, Putin’in, Trump’ın Rusya’ya karşı hasmane bir tutum içerisinde olan medya ve Kongre karşısındaki zor durumunu da göz ardı etmemesi gerekiyor. Kremlin’e göre ise, Ukrayna’daki altı yıllık çatışma dönemi dışında Obama ve Trump yönetimleri arasında ABD’nin Ukrayna’daki tutumunda büyük bir değişiklik bulunmuyor.

Rusya’ya göre Ukraynalı liderlerin yapmaya çalıştığı şey, Beyaz Saray’da gücü elinde bulunduran ve Amerikan Başkanlık seçimlerinden galip çıkması beklenen tarafa (2016 Clinton ve 2020 Trump örnekleri) şirin gözükmeye çalışmak. Bu noktada, Başkan Trump’ın azil sürecini başlatan görevi kötüye kullanması hamleleri dahi görmezlikten gelinmiş durumda.

Bu zor süreçte, ABD ve Rusya’nın doğrudan bir askeri çatışmadan geri durması gerekiyor. Yalnız bu kez Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi önceden planlanmış, topyekûn bir savaş tehdidi görünmüyor; aksine kazalar, bazı olaylar ve vekâlet savaşları gerilimi tırmandırıyor. Çatışmanın önlenmesi ve yönetimi ise, her şeyden önce iki ülkenin askeri ve güvenlik birimleri arasında doğrudan ve sürekli iletişimin kurulmasından geçiyor. Daha kalıcı bir diyaloğun kurulması şu an için oldukça zor görünüyor.”

Bu yazı ilk kez 12 Mart 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ruslar dış politikada nasıl düşünür?

Ruslar dış politikalarını belirlerken hangi tarihsel arka plana göre hareket ediyorlar? Neden aslında yalnızlar? Bu bir tercih mi? Rus real-politiğinin arkasında ne var?

“Rusya’nın diğer devletlerle olan ilişkilerine bakanlar, aslında onun ne denli ‘yalnız’ olduğunu göreceklerdir. Rusya, Avrupa, Atlantik topluluğu ya da Batı gibi uluslararası geniş bir ailenin parçası değil. Asyalıların gözünden Rusya, bir Asyalı da değildir.”

Bu sözler, “Moskova’nın gözüyle dünya: Klasik Rus perspektifi” adlı makalenin yazarı, ünlü Rus strateji uzmanı Dmitri Trenin’e ait.

Carnegie Düşünce Kuruluşu uzmanlarından Trenin, Rusya’nın dış politikasını şekillendiren temel zihniyet kurgusunun, Rus olmayanlar tarafından anlaşılamadığının farkında olarak kaleme aldığı makalesinde, Rusya dış siyaseti ile ilgilenenlere ipuçları vermeye çalışıyor.

Trenin’e göre, Moskova’nın dünyaya nasıl baktığını anlamaya çalışanlar, önce Rus toplumsal hafızasında devletin üstünlüğü ilkesinin ne denli önemli olduğu gerçeğiyle yüzleşirler:

“Dış işgallerin Rusya’da yarattığı tahribat her ne kadar çoğu Amerikalının tasavvurunun ötesinde olsa da, aslında iç karışıklık ve huzursuzluklar ülkede daha büyük yıkımlara yol açmıştır. 1917 ve 1991 örneklerinden hatırladığımız üzere, iç karışıklık devlet ve ekonominin çökmesine ve Rusya’nın uluslararası arenadan silinmesine sebep olmuştu.

Ülkeyi içten içe çökerten bu yıkıcı güç, Rusya’yı tarih boyunca birçok kez uçurumun eşiğine getirdi. Fakat Rusya, birçok açıdan seleflerinin ‘meşru varisi’ olarak her defasında tarih sahnesine geri döndü. Rus tarihi, eski Novgorod ve Kiev Knezliklerinden Moskova Çarlığı’na, St. Petersburg Rusya İmparatorluğu’ndan Sovyetler Birliği’ne ve şimdiki Rusya Federasyonu’na kadar bir süreklilik arz eder. Rusya’nın tekrar tekrar devlet kurarak var olması ender bir durum değil, aksine zaman içinde kendini kanıtlamış tarihsel bir olgudur.”

Rus uzman Trenin bu anlattıklarının ışığında, iç istikrar ve dış güvenlik kaygılarının Rus devlet politikalarının belirlenmesinde ana unsurlardan biri olduğunu ifade ediyor. Ona göre, “Moskova’nın batısından Berlin ve Paris’e uzanan düzlükler, Hazar ve Orta Asya’dan güneydoğuya kadar uzanan bozkırlarda yaşayan göçebe savaşçı topluluklar gelmiş geçmiş birçok Rus liderlerde bulunan derin güvensizlik duygusunu perçinliyor.

“Rus tarihi ve siyaseti çalışanlar, Rus otoriterliğinin köklerinin çok eskiye dayandığının ve bunun yerine demokratik bir yönetim kurmanın kolay olmadığının bilincindedirler. Nitekim tarihsel olarak devletin bekasının sürdürülmesi, ülkenin temel önceliği olmuş ve bu da demokrasiye geçişin önünü tıkamıştır. Bu nedenle, ekonomik ve ticari meseleler ile insanların yaşam koşulları gibi konular, görece ikinci planda kalmıştır. Bu, aslında bizlere Rusya’da temsili ve şeffaf bir hükümetin imkânsız olduğunu değil, başarılı bir yönetim modelinin yine ancak ülkenin kendi içinden çıkacağına işaret eder.”

Rusya neden yalnız?

Trenin Rus real-politiğini analiz ederken de başka bir noktaya daha dikkat çekiyor: Rusya’nın yalnız bir ülke olduğu gerçeğine…

“Etnik bakımdan Doğu Slavları grubuna giren Rusya, kültürel açıdan daha ziyade Ortodoks Hristiyanlığın etkisi altındadır. Rusya, İstanbul’un fethinden sonra asırlar boyunca Katolik ve İslam dünyası arasındaki tek bağımsız Doğu Ortodoks milleti olarak varlığını sürdürmüştür.

Rusya’nın imparatorluk geçmişi de kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İmparatorluğun sınırları bir noktada Finlandiya’nın Åland Adaları’ndan Stockholm’e, İran’ın kuzeyinden Çin’in kuzeydoğusuna kadar uzanmıştır. Sınırlarını genişlettikçe Rusya; Türk, Fin-Ugor halkları ve Moğolların yaşadığı geniş topraklar ile Kafkaslar ve diğer bölgelerdeki çok çeşitli etnik toplulukları bünyesine dâhil etmiştir. Böylelikle dini ve kültürel çeşitliliğin korunduğu, oldukça kapsayıcı bir yönetim biçimi benimsemiştir. Rusya bir yandan Avrupa güç siyasetine dâhil olurken, diğer yandan Asya’da İngiliz İmparatorluğu’yla “Büyük Oyun” mücadelesinin de içindedir.

Sovyetler döneminde Rusya, devrimci coşkuyla birlikte dünyanın geri kalanından ayrıldı. Süper güçlerin hâkimiyet mücadelesi ise ‘küreselleşme’ ve ‘Demir Perde’ olgularını beraberinde getirdi. Sovyetler Birliği’ni ve süper güç statüsünü geride bırakan Moskova, şimdi yeniden ayakta; küresel açıdan etkin, ancak dünyada ‘yalnız’ bir konumda.”

Rus dış politikasının dayandığı temel ilke ne?

Trenin’e göre, bu tek başına duruşunun ardındaki kırılganlığın üstesinden ustaca gelen Rusya, diğer devletler tarafından büyük güç olarak kabul ediliyor.

“Bu konum, gelişmiş Batılı ülkelerin tepeden baktığı, ‘geri kalmış’ ve ‘barbar’ olarak addettiği ve hep gerilerden gelerek güç yarışına katılan Rusya için oldukça önemli. Çünkü bugün ‘büyük güç’ dediğimizde, muazzam bir milli egemenlik duygusuna sahip, dış baskılar karşısında güçlü duran ve dilediğini yapabilen devletleri kastetmiş oluyoruz. Geçmişte Rusya’nın başkasının hâkimiyeti altına girmek yerine büyük bedeller ödemeyi tercih ettiğini biliyoruz. İkinci Dünya Savaşı veya Rusların deyimiyle Hitler’in işgaline karşı yürütülen ‘Büyük Vatanseverlik Savaşı’ bunun en bariz örneği. Sayısız felaketin ardından nihai bir zafer getiren bu savaş tecrübesi, Rus toplumsal hafızasının en ‘kutsal’ kısmını oluşturuyor.”

Yazar, böyle bir toplumsal hafızaya Rusya’nın dış politikasının özellikle Sovyet Devrimi sonrası tamamen realpolitiğin ilkelerine göre oluşturulduğunu, önemli olan hususun güç ve irade olduğunu da söylüyor:

“Zayıflar yenilir, korkaklar da sindirilir. Dengeli bir dış politika, ulusal çıkarlara hizmete eder, temkin ve pragmatizmi gerekli kılar.”

Rus şüpheciliği Batı’nın ikiyüzlülüğü

Trenin’e göre, düşünce pratiği böyle şekillenmiş Rusya’nın gözünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mevcut hali, uluslararası sorunları çözmek için en ideal model:

“Bu şekilde Rusya isteklerini diğer devletlere dayatamasa da kendi çıkarlarına karşı bir kararın alınmasına da müsaade etmemiş oluyor. Komünizmin acı hatıralarını unutmayan Rus liderlere göre, tüm ideolojiler birer kandırmacadan ibarettir ve ‘yüksek değerler’ hep aldatıcıdır. Bu noktada, uluslararası ilişkilerin doğasına yönelik Rus şüpheciliği ile Rusların ‘Batı ikiyüzlülüğü’ algısının da çatıştığını görüyoruz.”

Yazara göre, Batı’nın ikiyüzlü olduğunu düşünen Rusya’nın gözünde, Sovyet sisteminin dağılmasından sonra ortaya çıkan ülkelerin ABD’ye yanaşmaya çalışmasının arkasında demokrasi arayışından çok kendi iktidarlarını güçlendirmek ve güvenliklerini sağlama amacı var.

Ukrayna’sız Rusya imparatorluk olur mu?

Trenin, Moskova’nın Gürcistan ve Ukrayna’da daha çok kaos, oligarşi ve halk yığınlarının yönetimini görmeyi yeğlediğini iddia ediyor:

“Ancak Rusya, Amerika’nın yakın çevresindeki askeri varlık ve faaliyetlerinden oldukça rahatsız. Ve Rusya, ABD’nin komşu ülkelerle arasındaki tarihsel ve güncel problemleri tetiklemeye yönelik verdiği desteğe karşı son derece temkinli durumda.

Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılması, tarihsel süreçte en zor ve sancılı olaylardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan bakıldığında, bu kopuş bir dış politika meselesi olarak görülebilir. Ancak, gerçek anlamda bir Rusya-Ukrayna ayrımının yaşanması ve bunun Rusya’da kabul görmesi yıllar ve nesiller boyunca sürebilir. Ukrayna açısından ulus inşa süreci ise Rusya’ya dair her şeyin reddine ve Rusya’yla tüm bağların koparılmasına dayanıyor.

Zbigniew Brzezinski’nin o meşhur “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz” sözlerinin ışığında düşünüldüğünde Moskova’ya göre, Amerika’nın Ukrayna’daki politikaları Rusya’nın büyük güç konumunu zedeleyerek zayıflatmayı amaçlıyor. Ve hatta ABD’nin bu politikaları Moskova’da bir rejim değişikliğinin provası olarak yorumlanıyor.

Rusların perspektifinden ABD politikasının en tehlikesi unsuru ise, Washington’ın Ukrayna’nın NATO üyeliğine verdiği destek. Rusların gözünde Atlantik Paktı, Rusya’ya baskı kurarak zayıflatmayı ve hatta kimilerine göre Rusya’yı merkezden çökertmeyi amaçlayan ABD’ye ait bir oluşum. NATO’nun doğuya doğru genişlemesi bu korkuyu tetiklemiş olsa da, Rus halkı, Hitler’in 1941’deki ani saldırısının anılarının canlı olduğu Rus güvenlik ve askeri topluluklarına güveniyor.”

Rusya, ABD’den ne bekliyor?

Yazara göre, Moskova, Washington’un ikili ilişkileri iyileştirecek bir adım atmasını beklemiyor.

“En azından orta vadede iki ülke arasındaki ilişkinin seyri daha ziyade çatışma ekseninde olacak gibi duruyor. ABD ile Rusya arasındaki olası bir iş birliği ise önümüzdeki beş yıl içinde zor görünüyor. 2020 seçim sonuçları ne olursa olsun, Amerikan siyasal mekanizmasının bir ‘düşman’ olarak Rusya’ya ihtiyacı olacak gibi gözüküyor. Ve bu da yaptırımların artarak devam etmesi anlamına geliyor. Buna karşılık olarak, Kremlin ve müttefikleri ‘Amerikan tehdidini’ Rus milliyetçilik ve vatanseverliğini pekiştirmek üzere kullanmaya devam edeceklerdir.

Başkan Donald Trump’ı Amerikan milli çıkarlarını gözeten realist bir siyasetçi olarak gören Vladimir Putin, iki ülkenin çıkarları temelinde iş yapılabileceğini düşünüyor. Ancak, Putin’in, Trump’ın Rusya’ya karşı hasmane bir tutum içerisinde olan medya ve Kongre karşısındaki zor durumunu da göz ardı etmemesi gerekiyor. Kremlin’e göre ise, Ukrayna’daki altı yıllık çatışma dönemi dışında Obama ve Trump yönetimleri arasında ABD’nin Ukrayna’daki tutumunda büyük bir değişiklik bulunmuyor.

Rusya’ya göre Ukraynalı liderlerin yapmaya çalıştığı şey, Beyaz Saray’da gücü elinde bulunduran ve Amerikan Başkanlık seçimlerinden galip çıkması beklenen tarafa (2016 Clinton ve 2020 Trump örnekleri) şirin gözükmeye çalışmak. Bu noktada, Başkan Trump’ın azil sürecini başlatan görevi kötüye kullanması hamleleri dahi görmezlikten gelinmiş durumda.

Bu zor süreçte, ABD ve Rusya’nın doğrudan bir askeri çatışmadan geri durması gerekiyor. Yalnız bu kez Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi önceden planlanmış, topyekûn bir savaş tehdidi görünmüyor; aksine kazalar, bazı olaylar ve vekâlet savaşları gerilimi tırmandırıyor. Çatışmanın önlenmesi ve yönetimi ise, her şeyden önce iki ülkenin askeri ve güvenlik birimleri arasında doğrudan ve sürekli iletişimin kurulmasından geçiyor. Daha kalıcı bir diyaloğun kurulması şu an için oldukça zor görünüyor.”

Bu yazı ilk kez 12 Mart 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x