Bir süredir beklenen Türkiye – İsrail ilişkilerinin normalleşme hamlesi Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İsrail Başbakanı Yair Lapid’in telefon görüşmesinden sonra geldi. Bu görüşmede iki ülke 4 yıl aradan sonra tekrar karşılıklı büyükelçi atama kararı aldı.
Esasen bu hamle, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında 2021’in Temmuz ayında gerçekleşen telefon görüşmesinden beri gündemdeydi. Bu görüşmeyle yeniden filizlenen ilişkiler bir yıllık zaman diliminde tedrici olarak gelişti ve karşılıklı büyükelçi atanması kararı alındı.
Şimdi konuyla ilgili sorular; farklı dinamikler barındıran çok boyutlu ikili ilişkide neden uzlaşıya ihtiyaç duyulduğu ve bundan sonraki serencamın nasıl şekilleneceği üzerine yoğunlaşıyor. Zira 7 Ocak 1950’de kurulan diplomatik ilişkiler, o günden beri bölgesel faktörler ve Filistin özelinde yaşanan gelişmeler nedeniyle her daim dalgalanan periyotlar yaşıyor.
Her daim kriz potansiyeli
Öncelikle Türkiye- İsrail arasındaki ilişkide en belirleyici faktörün Filistin meselesi olduğunun altı çizilmesi gerekiyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 242 sayılı kararı dâhil olmak üzere uluslararası merciler ve aktörler İsrail’in 1967’de Filistin topraklarını işgal ettiğine hükmediyor. İsrail’in hukuk dışı ve orantısız güç kullanımı içeren aksiyonları, Türkiye ile arasında her daim bir kriz potansiyeli barındırıyor.
Nitekim bu krizlerin son halkası 2010’daki Mavi Marmara gemisinin basılması ve 8’i Türk 9 kişinin İsrail Ordusu tarafından öldürülmesiydi. Bu olayın ardından ilişkiler siyasi bağlamda da dibe vurmuştu. İkili ilişkilerin tekrar canlandırıldığı ve varılan mutabakat neticesinde karşılıklı büyükelçilerin atandığı 2016’daki diyalog süreci de uzun sürmemiş, 30 Mart 2018 tarihinde başlayan “Büyük Dönüş Yürüyüşü” gösterilerine katılan Filistinli sivillere yönelik orantısız güç kullanımının ardından ilişkiler yine geçici maslahatgüzar seviyesine indirilmişti.
Uzlaşı iklimi nasıl doğdu?
İki ülke arasında son yıllarda minimuma inmiş diyalog sürecini yeniden canlandıran iklimi oluşturan faktörlerin siyasi, ekonomik ve askerî boyutları bulunuyor.
İsrail’in bölgesindeki ülkelerle dinamik bir şekilde gerçekleştirdiği normalleşme süreçlerinin (Abraham Anlaşmaları kapsamında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Fas) verdiği rüzgâr, benzer bir arayışta olan Türkiye (Mısır, BAE) için de diyalog kapısını araladı.
Tarafların ortak noktada buluşabileceği bölgesel gelişmeler etüt edildiğinde öncelikli madde olarak, İran’ın Suriye’de artan nüfuzu ve bu tesirin Suriye’deki etkileri bulunuyor. Bu konuda iki taraf da şikâyetçi ve farklı biçimlerde de olsa rahatsız olunan unsurlara karşı askerî müdahalede bulunuyorlar. ABD’nin öncelik listesinde arka sıralara attığı bir Ortadoğu tablosunda İsrail için de Türkiye, yanında olması daha tercih edilebilir bir aktör.
Diğer yandan iki ülke de yakın zamanda, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki savaşta fiili olarak aynı safta yer almışlardı. Türkiye ve İsrail menşeili İHA-SİHA’ları kullanan Azerbaycan için, savaşın lehine bitmesinde önemli faktör bu araçlar olmuştu. İki ülkeyle de ilişki düzeyi yüksek seviyede olan Azerbaycan’ın da bu normalleşme kanallarının açılmasında etkisi olduğu belirtiliyor.
Ortak çıkarlar da var
İki ülke için de müşterek çıkar kesişmeleri bulunuyor. Bunlardan en önemlisi enerji alanında kümelenen beklenti havuzu.
İsrail hariç yedi ülkeyi – Mısır, Fransa, Yunanistan, Filistin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY), Ürdün ve İtalya – bir araya getiren Doğu Akdeniz Gaz Forumu 2020’de resmî olarak kurulmuştu. Ancak bu projede ilerleme sağlanamamış ve Ocak 2022’de Yunan medyasına yansıyan haberler (ABD’nin, EastMed’e ilişkin çekincelerini gayriresmî bir yazı ile Yunanistan, İsrail ve GKRY’ne ilettiği bilgisi medyada yer almıştı) ardından Nisan ayında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın EastMed için “zaman ve para harcamanın gerek olmadığını” açıklaması sonucunda proje ABD desteğinden mahrum kalmıştı. EastMed projesinde bir ilerleme kaydedilememesi sonucunda Türkiye’nin denklem dışı bırakılabileceği bir senaryonun çok da işlevsel olmadığı gerçeği ortaya çıktı.
İsrail’in yanı sıra Ürdün ve Mısır’a da kaynak sağlayan Leviathan doğal gaz sahasının üretiminde yıllık 12 milyar metreküp olan üretim rakamını 21 milyar seviyesine çıkarmak hedefi bulunuyor. Bunun daha ucuz ve işlevsel yöntemi Türkiye’yle kurulacak bir boru hattı projesi. Düşünülen ancak siyasi nedenlerle somutlaşmayan İsrail’in Leviathan doğal gaz sahasından Türkiye’ye bağlantı kurulacak bir boru hattı projesi iki taraf için de kazançlı bir anlaşma olacaktır. Projeyi İsrail açısından avantajlı kılan, Türkiyesiz bir denklemde gerçekleşecek enerji projelerine kıyasla maliyetinin çok daha düşük olması. Eastmed projesindeki ortalama maliyetler 6 milyar dolarken, Türkiye’yle kurulacak bir boru hattı maliyeti bunun dörtte biri seviyesinde olması öngörülüyor.
Son dönemde uluslararası yaptırımlara maruz kalan Rusya gerçeği ortadayken, alternatif ve AB ülkelerine de ulaşacak uygulanabilir bir rota, bölgesel olarak da hiç olmadığı kadar değerli bir girişim olabilir. Nitekim Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası ortaya çıkan konjonktür, savaş öncesi AB doğal gaz ithalatının yüzde 40’ını oluşturan Rusya’nın AB ülkeleri için artık güvenilir bir tedarikçi olmayacağını ortaya koydu. Rusya’nın Avrupa’ya Kuzey Akım 1 üzerinden gaz akışını kesmesinin AB ülkelerine faturası eylül ayının ilk haftası itibariyle gaz fiyatlarının yüzde 30’dan fazla artması oldu.
Bir diğer potansiyel kesişim alanı da savunma sanayii. Bu alandaki işbirliği 90’lı yıllarda zirve dönemini yaşamıştı. Her ne kadar bir diplomat olarak ketum bir dil kullansa da İsrail Maslahatgüzarı Irit Lillian 25 Ağustos’ta Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada bu iki konu hakkındaki soruları da cevaplamıştı. Lillian, burada Türkiye ile ilgili enerji ve savunma sanayii gibi alanlardaki olası iş birliği ihtimallerinin kısa vadenin gündemi olmadığını ve normalleşme süreci daha da olgunlaştıktan sonra konuşulabileceğini kaydetmişti.
İsrail denge sağlayabilecek mi?
İki ülke arasındaki ilişkilerde değinilmesi gereken bir başka boyut olarak Güney Kıbrıs- Yunanistan ekseni göze çarpıyor. Türkiye ile ilişkilerin olumsuz bir düzeyde seyrettiği dönemde İsrail’in bu iki ülkeyle ilişkileri hiç olmadığı kadar büyük bir ivme kazandı.
Bu üç ülke arasında savunma alanında ortak tatbikatlar/çalışmalar yapıldı, turizm alanında yoğunluk arttı. Son olarak da Güney Kıbrıs’ın İsrail’den Demir Kubbe (Iron Dome) füze savunma sistemi alımı konusunda girişimlerin olduğu basına yansıdı. Üç ülke arasında yakalanan momentum, İsrail’in Türkiye ile ilgili kullandığı/kullanacağı temkinli dilin de arkasındaki sebeplerden biri olarak görülmelidir.
Ekonomik ilişkilerin potansiyeli
İki ülke arasında en somut ve kısa vadeli geri dönüşlerin alınacağı alanın ise ekonomik iş birlikleri olacağı ifade edilebilir. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıkladığı takvime göre Eylül ayında Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon toplantısının gerçekleşmesi bekleniyor.
Yine bu bağlamda atılan bir başka olumlu adım da Ekonomi ve Ticaret Ofisi’nin yeniden açılması kararı olmuştu. Önemli bir başka hamle de Türkiye ile İsrail arasında Temmuz ayında imzalanan Sivil Havacılık Ön Anlaşması. Ön anlaşma çerçevesinde, İsrail hava yollarının Türkiye’ye uçuşlarını yeniden başlatması söz konusu. Bu da ilişkiler de önemli bir eşik olacak.
İç siyasete ilişkin talepler
Diğer yandan iki ülkenin birbirlerinden bazı ülke içi siyasi ajandalarına ilişkin talepleri bulunuyor.
İsrail’in Türkiye’den ülkedeki Hamas unsurlarını kontrol altına almasını istediği belirtilmişti.
Türkiye’nin İsrail’den dolaylı beklentisi ise daha uzun erimli bir geçmişe dayalı. ABD Kongresinde düğümlenen talep (F-16 modernizasyonu ve satım alımı) ve daha kronik meselelerinde (Yunanistan, Ermenistan kaynaklı) Türkiye için İsrail lobisi desteği her daim tercih edilesi bir opsiyon.
Son 10 yılda ABD’deki İsrail lobisinin desteğinden uzak kalan Türkiye için orta vadede bu desteğin geri gelmesinin pozitif yansımaları olacağı aşikâr.
Gelecek senaryosu: Netanyahu geri dönerse?
Sürecin akıbeti için bir başka soru işareti de 1 Kasım’da genel seçim sonrası İsrail’de olası bir sağ cephe eksenli hükümetin bu normalleşme sürecine etkisinin nasıl olacağı.
Son 3,5 yılda 5. seçimini yapacak olan İsrail, bu süreçte tarihinin en uzun süre başbakanlık yapan ismi ve en kutuplaştırıcı siyasi figürü Binyamin Netanyahu yörüngesinde epey yıpratıcı ve istikrarsız bir dönem yaşamıştı.
Yeni seçimde ön plana çıkan projeksiyonların başında bir önceki seçimde kıl payı hükümet kurma şansını kaçıran Netanyahu’nun bu kez sağ partilerden teşekkül edecek bir blokla geri dönmesi geliyor. Bu ihtimal vuku bulursa tüm bu normalleşme süreci nereye evrilir sorusu gündeme gelecektir.
Tüm cepheleşmelere karşın İsrail siyasetinde son döneme etki eden yönelim, dış politikada elde edilen kazanımların muhafazası şeklinde oluşuyor. Bir yıldan fazla süredir ülkeyi yöneten Naftali Bennett-Yair Lapid koalisyonunun, Netanyahu’dan kalan diplomatik kazanımları ve mirası korudular. Olası sağ bir koalisyonun da, kendilerinin başlatmasının zor olduğu Türkiye ile yeni sayfa açılması politikasını devam ettirmenin kendileri için de daha az zahmetli bir rota olacağı düşünülebilir. Bazen iç politikadaki hasımların açtığı dış politika kanalları, taraflar için getirisi yüksek bir kazanca da tahvil edilebiliyor.
Normalleşme sürecini bitirecek en muhtemel potansiyel faktörün Filistin’de patlak verecek yeni bir şiddet olayı olması senaryolar arasında yer alıyor. Bu konuda tarafların nasıl reaksiyon vereceğini gözlemlemek içinse süreci takip etmek gerekiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 13 Eylül 2022’de yayımlanmıştır.