Ünlü tarihçi Yuval Noah Harari, The Atlantic web sitesi için kaleme aldığı yazısında, Ukrayna’daki savaşın, dünyada bir süreden beri egemen olan barış dönemini sona erdirebileceğini ve insanlığın yeni bir savaşlar çağına sürüklenebileceğini öne sürüyor.
Harari, yazısında dünyanın çeşitli savaş dönemlerinden geçtiğini ama en sonunda İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bir dünya düzeni kurulduğunu anımsatıyor. Ona göre, barış kelimesi de zaman içinde anlam değişikliğine uğradı; bir zamanlar ‘barış’ yalnızca “savaşın geçici olarak yokluğu” anlamına gelirken, şimdi “savaşın olanaksızlığı” anlamına geliyor.
Fakat Harari şimdi Rusya’nın Ukrayna’yı insanlığın yeni bir savaşlar çağına sürüklenebileceğini öne sürüyor.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini özetleyerek paylaşıyoruz:
“Birkaç yıl önce, 21. Yüzyıl İçin 21 Ders adlı bir kitap yayınladım ve bölümlerden birini savaşların geleceğine ayırdım. ‘Asla insanın aptallığını küçümsemeyin’ alt başlığını taşıyan bölüm, 21. yüzyılın ilk on yılının insanlık tarihinin en barışçıl dönemi olduğunu ve savaşın artık ekonomik ya da jeopolitik açıdan pek bir anlam ifade etmediğini öne sürüyordu. Ancak bu hakikatler barışı kesinlikle güvence altına almadı, çünkü “insan aptallığı tarihteki en önemli etkenlerden biridir” ve “rasyonel liderler bile sıklıkla çok aptalca şeyler yaparlar.”
Bu düşüncelerime rağmen, Şubat 2022’de Vladimir Putin, Ukrayna’yı işgale kalkıştığında şok oldum. Rusya’nın kendisi ve tüm insanlık için yaratacağı sonuçlar o kadar yıkıcıydı ki, soğukkanlı bir megaloman için bile beklenmedik bir hamleydi. Ancak bu Rus otokrat, insanlık tarihinin en barışçıl dönemini sona erdirmeyi ve insanlığı daha önce gördüğümüz her şeyden daha kötü olabilecek yeni bir savaş dönemine sürüklemeyi tercih etti. Bu durum gerçekten de türümüzün varlığını sürdürmesini tehdit edebilir.
Özellikle de son yıllarda savaşın doğanın kaçınılmaz bir gerçeği olmadığı görülmüşken, bu durum tam bir trajedidir. Savaş, yerden yere ve zamandan zamana değişen bir insan tercihidir. Büyük güçler arasında 1945’ten bu yana tek bir savaş örneğine ya da uluslararası alanda tanınan bir devletin zorla fethedilerek yok edildiği tek bir hadiseye şahit olmadık. Nispeten daha sınırlı bölgesel ve yerel çatışmalar yaşanmaya devam etti.
İç savaşlar, isyanlar ve terör dikkate alındığında bile, son yıllarda savaşlar intihar, trafik kazaları veya obeziteye bağlı hastalıklardan çok daha az sayıda insanın ölümüne neden oldu. 2019 yılında yaklaşık 70 bin kişi silahlı çatışmalarda veya polis kurşunuyla öldürüldü, yaklaşık 700 bin kişi intihar etti, 1 milyon 300 bin kişi trafik kazalarında öldü ve 1,5 milyon kişi diyabet nedeniyle hayatını kaybetti.
Ancak barış, sadece sayılarla ilgili bir mesele değildir. Son yıllarda yaşanan belki de en önemli değişim psikolojik açıdan oldu. Binlerce yıl boyunca barış, “savaşın geçici olarak yokluğu” anlamına geliyordu. Siyaset, ekonomi ve kültür, sürekli savaş beklentisiyle şekillendi.
Barış, savaşın olanaksızlığı mı?
Barış kelimesinin anlamı 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında değişti. Bir zamanlar ‘barış’ yalnızca “savaşın geçici olarak yokluğu” anlamına gelirken, şimdi “savaşın olanaksızlığı” anlamına geliyor. Hepsi olmasa da dünyanın pek çok bölgesinde ülkeler, komşuları tarafından istila edilip yok olma korkusunu geride bıraktı. Ülkelerin böyle şeyler için endişelenmediğini nasıl anlayabiliriz? Devlet bütçelerine bakarak.
Askeriye, yakın zamana kadar her imparatorluğun, sultanlığın, krallığın ve cumhuriyetin bütçesindeki en önemli kalemdi. Devletler sağlık hizmetlerine ve eğitime çok az para harcadılar, çünkü kaynaklarının çoğu askerlerin maaşlarına, surlar inşa etmeye ve savaş gemileri yapmaya harcanıyordu. Roma İmparatorluğu bütçesinin yaklaşık yüzde 50 ila 75’ini orduya harcıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise bu oran 17. yüzyılın sonlarında yüzde 60 civarındaydı. Yirminci yüzyılın büyük savaşlarında hem demokrasiler hem de totaliter rejimler makineli tüfekler, tanklar ve denizaltılar tedarik etmek için borç batağına saplandılar. Komşularımız tarafından her an istilaya maruz kalmaktan, şehirlerimizin yağmalanmasından, insanlarımızın köleleştirilebilmesinden ve topraklarımızın ilhak edilmesinden korktuğumuzda bu durum oldukça makul görünüyor.
Yeni Barış dönemindeki devlet bütçeleri, şimdiye kadar yazılmış tüm barışsever risalelerden çok daha fazla umut vadediyor. 21. yüzyılın başlarında, devletlerin ortalama askeri harcamaları yalnızca yüzde 6,5 seviyesindeydi ve tek süper güç olan ABD’nin dahi üstünlüğünü korumak için yaptığı harcama yalnızca yüzde 11 civarındaydı. İnsanlar artık istila korkusuyla yaşamadıkları için devletler askeriye yerine sağlık, refah ve eğitime çok daha fazla para harcayabiliyordu. Bugün sağlık bütçesinin askeri bütçeden daha büyük olması pek çok kişinin dikkatini çekmiyor. Ancak Yeni Barış’ı önemsemez ve bu nedenle ihmal edersek, kısa süre içinde onu kaybedebiliriz.
Yeni Barış nedir?
Yeni Barış üç temel değişimin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Birincisi, teknolojik gelişmeler ve özellikle nükleer silahların ortaya çıkması, bilhassa süper güçler arasında savaşın bedelini büyük ölçüde arttırdı. Atom bombası süper güçler arasında gerçekleşebilecek bir savaşı çılgınca bir toplu intihar eylemine dönüştürdü ve bu yüzden Hiroşima ve Nagazaki’den bu yana süper güçler birbirleriyle doğrudan savaşa girmedi.
İkinci olarak, ekonomik gelişmeler savaşların kârlılığını büyük ölçüde azalttı. Önemli ekonomik varlıklar bir zamanlar güç kullanılarak fethedilebilecek maddi kaynaklardı. Ancak son yıllarda bilimsel, teknik ve organizasyonel bilgi birçok yerde en önemli ekonomik varlık haline geldi. Microsoft ve Google gibi trilyon dolarlık şirketler, ayaklarının altındaki topraktan ziyade mühendislerin ve girişimcilerin zihinlerindeki üzerine inşa edildi. Gümüş madenlerini zorla ele geçirmesi kolay olsa da bilgiyi bu şekilde elde edemezsiniz. Bu ekonomik hakikat, fetihlerin kârlılığında keskin bir düşüşe yol açtı.
Maddi kaynaklar için yapılan savaşlar, Ortadoğu gibi dünyanın bazı bölgelerinde devam etse de, 1945’ten sonraki dönemin ekonomik güçleri emperyalist fetihler yapmadan büyüdü. Almanya, Japonya ve İtalya ordularının dağıldığını ve topraklarının küçüldüğüne şahit oldu; ancak savaştan sonra ekonomileri hızla yükseldi. Çin ekonomik mucizesi 1979’dan bu yana herhangi bir büyük savaşa girilmeksizin gerçekleştirildi.
Kasım ayı başında ben bu satırları yazarken Rus askerleri Ukrayna’nın Herson kentini yağmalıyor, Ukraynalıların evlerinden çaldıkları halı ve tost makineleriyle dolu kamyonları Rusya’ya geri gönderiyorlardı. Bu Rusya’yı zengin etmeyecek ve Rusların savaşta katlandığı muazzam bedelleri telafi etmeyecek. Ancak Putin’in Ukrayna’yı işgalinin de kanıtladığı gibi, teknolojik ve ekonomik değişimler Yeni Barış’ı sürdürmek için tek başına yeterli olmadı. Bazı liderler öylesine güce aç ve öylesine sorumsuzdur ki, ülkelerini ekonomik olarak yıkıma uğratacak ve tüm insanlığı nükleer kıyamete sürükleyecek olsa bile bir savaş başlatabilirler. Bu doğrultuda, Yeni Barış’ın üçüncü temel dayanağı kültürel ve kurumsal nitelikte oldu.
Düzen liberal idealler üzerine kurulu
Mevcut küresel düzen, tüm insanların aynı temel özgürlükleri hak ettiği, hiçbir insan topluluğunun diğerlerinden doğuştan üstün olmadığı ve tüm insanların temel deneyimleri, değerleri ve çıkarları paylaştığı liberal idealler üzerine kuruludur. Bu idealler liderleri savaştan kaçınmaya ve bunun yerine ortak değerlerimizi korumak ve ortak çıkarlarımızı ilerletmek için birlikte çalışmaya teşvik etti. Liberal küresel düzen, evrensel değerlere olan inancı küresel kurumların barışçıl işleyişine bağladı.
Mevcut küresel düzen kusursuz olmasa da, yalnızca İngiltere ve ABD gibi eski sömürge imparatorluğu merkezlerinde değil, aynı zamanda Hindistan’dan Brezilya’ya, Polonya’dan Çin’e kadar dünyanın pek çok yerinde insanların yaşamlarını iyileştirdi. Bütün kıtalardaki ülkeler küresel ticaret ve yatırımlardaki artıştan faydalandı ve hemen hemen bütün ülkeler barışın sağladığı kazanımlardan yararlandı.
Liberal küresel düzenin kusurları hakkında atıp tutan herkes öncelikle basit bir soruya cevap vermelidir: İnsanlığın 2010’lardan daha iyi durumda olduğu başka bir dönem söyleyebilir misiniz? Sizin kayıp altın çağınız hangi dönem? Acaba Birinci Dünya Savaşı’nın ve Bolşevik Devrimi’nin yaşandığı, ABD’de Jim Crow yasalarının[efn_note]19. ve 20. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin güney eyaletlerinde çıkartılmış ırksal ayırmacı (segregationist) yerel yasalardır. Yasalar, ABD’deki yeniden yapılanma döneminde Siyahilerin elde etmiş olduğu politik ve ekonomik kazançlara karşı çıkartılmıştır.[/efn_note] hâlâ geçerli olduğu ve Avrupa imparatorluklarının Afrika ve Asya’nın büyük bölümünü acımasızca sömürdüğü 1910’lu yıllar mı? Yoksa Napolyon Savaşları’nın korkunç boyutlara ulaştığı, Rus ve Çinli köylülerin aristokrat derebeyleri tarafından ezildiği, Doğu Hindistan Şirketi’nin Hindistan’ın kontrolünü ele geçirdiği ve köleliğin Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve dünyanın diğer birçok yerinde hala yasal olduğu 1810’lu yıllar mı? Belki de İspanya Veraset Savaşı’nın, Büyük Kuzey Savaşı’nın, Babür veraset savaşlarının cereyan ettiği ve dünyanın her yerinde çocukların üçte birinin yetişkinliğe ulaşamadan yetersiz beslenme ve hastalıktan öldüğü 1710’lu yılları hayal ediyorsunuzdur?
Yeni Barış ilahi bir mucize sonucu ortaya çıkmadı. İnsanlar daha iyi seçimler yaparak ve işleyen bir küresel düzen inşa ederek bunu başardılar. Ne yazık ki çok sayıda insan bu başarının kıymetini bilemedi. Belki de Yeni Barış’ın esas olarak teknolojik ve ekonomik güçler tarafından güvence altına alındığını ve üçüncü ayağı olan liberal küresel düzen olmadan da ayakta kalabileceğini varsaydılar. Sonuç olarak, bu düzen önce ihmal edildi ve ardından artan bir şiddetle saldırıya uğradı.
Saldırı İran gibi düzen karşıtı devletler ve Putin gibi düzen karşıtı liderlerle başladı, ancak bunlar tek başlarına Yeni Barış’ı sona erdirecek kadar güçlü değillerdi. Küresel düzenin altını asıl oyan şey, hem bu düzenden en çok faydalanan ülkelerin (Çin, Hindistan, Brezilya ve Polonya gibi) hem de en başta bu düzeni inşa eden ülkelerin (özellikle İngiltere ve ABD) bu düzene sırtlarını dönmeleriydi. Brexit oylaması ve 2016’da Donald Trump’ın seçilmesi bu dönüşümün bir göstergesiydi.
Evrensel değerler ve küresel kurumlar
Küresel liberal düzene meydan okuyanlar çoğunlukla savaş istemiyorlardı. Onlar sadece ülkelerinin çıkarları olarak gördükleri hususları ilerletmek istiyorlardı ve her ulus-devletin kendi mukaddes kimliğini ve geleneklerini savunması ve geliştirmesi gerektiğini savunuyorlardı. Asla anlatmadıkları şey ise evrensel değerlerin ve küresel kurumların yokluğunda tüm bu farklı ulusların birbirleriyle nasıl muhatap olacaklarıydı. Küresel düzen karşıtları belirgin bir alternatif sunamadı. Bir şekilde farklı ulusların iyi geçineceğini ve dünyanın duvarlarla çevrili ama dostane kalelerden oluşan bir ağ haline geleceğini düşünüyor gibiydiler.
Ancak kaleler nadiren dost canlısıdır. Her ulusal kale genellikle komşuları pahasına kendisi için biraz daha fazla toprak, güvenlik ve refah ister, evrensel değerler ve küresel kurumların yokluğunda rakip kaleler ortak kurallar çerçevesinde uzlaşamaz. Bu kaleler ağı fikri felakete davetiye çıkarıyordu.
Bu felaketin gerçekleşmesi fazla gecikmedi. Pandemi, etkin bir küresel işbirliğinin yokluğunda insanlığın virüsler gibi ortak tehditlere karşı kendini koruyamayacağını gösterdi. Ardından, belki de COVID-19’un küresel dayanışmayı nasıl daha da aşındırdığını gözlemleyen Putin, Yeni Barış döneminin en büyük tabusunu çiğneyerek öldürücü darbeyi indirebileceği sonucuna vardı. Putin, Ukrayna’yı ele geçirip Rusya’ya bağladığında bazı ülkelerin dehşet içinde kalacağını ve onu kınayacağını ama kimsenin ona karşı harekete geçmeyeceğini düşünüyordu.
Putin’in bir Batı saldırısını önlemek için Ukrayna’yı isteksizce işgal etmeye zorlandığı iddiası saçma bir propagandadan ibaret. Muğlak bir Batı tehdidi, bir ülkeyi yok etmek, şehirlerini yağmalamak, vatandaşlarına tecavüz ve işkence etmek ve on milyonlarca erkek, kadın ve çocuğa tarifsiz acılar çektirmek için meşru bir bahane olamaz. Putin’in başka seçeneği olmadığına inananlar, 2022’de Rusya’yı işgal etmeye hazırlanan ülkenin adını söylesinler. Alman ordusunun sınırı geçmek için yığınak yaptığını mı düşünüyorsunuz? Napolyon’un mezarından çıkıp Grande Armée’yi[efn_note]Büyük Ordu, Napolyon Savaşları sırasında I. Napolyon tarafından oluşturulan ve yönetilen ordu. 1804’ten 1809’a kadar Grande Armée, Fransız İmparatorluğu adına Avrupa üzerinde eşi görülmemiş bir zafer elden tarihi bir ordu oldu.[/efn_note] bir kez daha Moskova’ya sürdüğünü ve Putin’in yaklaşan Fransız saldırısını önlemekten başka çaresi kalmadığını mı hayal ediyorsunuz? Putin’in Ukrayna’yı aslında 2022’de değil 2014’te işgal ettiğini de unutmayın.
Putin’in oynadığı kumar
Putin istilasını uzun bir süre planladı. Rus İmparatorluğu’nun çöküşünü asla kabullenmedi ve Ukrayna, Gürcistan ya da diğer eski Sovyet cumhuriyetlerini hiçbir zaman meşru bağımsız uluslar olarak görmedi. Daha önce de belirtildiği üzere, ortalama askeri harcamalar dünya genelinde devlet bütçelerinin yaklaşık yüzde 6,5’ini, ABD’de ise yüzde 11’ini oluştururken, Rusya’da bu oran çok daha yüksek seyrediyor. Tam olarak ne kadar yüksek olduğunu bilmiyoruz, çünkü bu bir devlet sırrı. Ancak tahminler bu oranın yüzde 20 civarında olduğunu ve hatta yüzde 30’dan fazla olabileceğini gösteriyor.
Putin’in oynadığı kumar başarılı olursa, bunun sonucu küresel düzenin ve Yeni Barış’ın nihai çöküşü olacaktır. Dünyanın dört bir yanındaki otokratlar fütuhat savaşlarının artık mümkün olduğunu görecek ve demokrasiler de kendilerini savunmak için silahlanmak zorunda kalacaktır. Rus saldırganlığının Almanya gibi ülkeleri bir gecede savunma bütçelerini hızla arttırmaya ve İsveç gibi ülkeleri zorunlu askerliği yeniden yürürlüğe koymaya sevk ettiğini gördük. Öğretmenlere, hemşirelere ve sosyal hizmet çalışanlarına gitmesi gereken para bunun yerine tanklara, füzelere ve siber silahlara gidecek. Dünyanın her yerinde gençler 18 yaşında zorunlu askerlik hizmetini yerine getirecek. Tüm dünya aşırı büyük bir orduya ve personel sayısı yetersiz hastanelere sahip bir ülke olan Rusya’ya benzeyecek. Bunun sonucunda yeni bir savaş, sefalet ve hastalık çağı başlayacak. Diğer yandan Putin durdurulur ve cezalandırılırsa, küresel düzen onun yaptıkları yüzünden yıkılmayacak, aksine güçlenecektir. Uyarıya ihtiyaç duyan herkes böyle şeylerin yapılamayacağını yeniden anlayacaktır.
Bu iki senaryodan hangisi gerçekleşecek? Herkesin şansına, askeri hazırlıklarına rağmen Putin çok önemli bir konuda feci şekilde hazırlıksız yakalandı: Ukrayna halkının cesareti. Ukraynalılar Kiev, Harkov ve Herson yakınlarında bir dizi etkileyici zaferle Rusları geri püskürttü. Ancak Putin şu ana kadar hatasını kabullenemedi ve yenilgiye daha da acımasız hale gelerek tepki verdi. Ordusunun cephede Ukrayna askerlerinin üstesinden gelemeyeceğini gören Putin, şimdi de Ukraynalı sivilleri evlerinde dondurarak öldürmeye çalışıyor. Yeni Barış’ın kaderi gibi savaşın nasıl sona ereceğini tahmin etmek de mümkün değil.
Tarihin akışı asla önceden belirlenmemiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından pek çok kişi barışın kaçınılmaz olduğunu ve küresel düzeni ihmal etsek bile barış halinin devam edeceğini düşündü. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından bazıları karşıt görüşe savruldu. Barışın her zaman bir hayalden ibaret olduğunu, savaşın tabiatın hükmedilemez bir gücü olduğunu ve insanların sahip olduğu tek seçeneğin av veya avcı olmak olduğunu iddia ettiler.
Her iki tutum da yanlış. Savaş ve barış birer seçimdir, kaçınılmazlık değil. Savaşları insanlar çıkarır, doğa kanunları değil. İnsanlar savaş yapabildikleri gibi barış da yapabilirler. Ancak barış yapmak tek sefere mahsus bir karar değildir. Barış yapmak, evrensel normları ve değerleri korumak ve işbirliğine dayalı kurumlar inşa etmek için uzun vadeli bir çabadır.
Küresel düzeni yeniden inşa etmek, 2010’larda çöken sisteme geri dönmek anlamına gelmiyor. Ortaya çıkacak yeni ve daha iyi bir küresel düzen, bu düzenin bir parçası olmak isteyen Batılı olmayan güçlere daha önemli roller vermelidir. Bu yeni düzen ayrıca ulusal aidiyetin önemini de kabul etmelidir. Küresel düzen, her şeyden önce, vatansever bağlılıkların küresel işbirliği ile çeliştiğini savunan popülist güçlerin saldırısı nedeniyle dağıldı. Popülist politikacılar, eğer vatanseverseniz, küresel kurumlara ve küresel işbirliğine karşı çıkmanız gerektiğini söylüyordu. Ancak vatanseverlik ve küreselcilik arasında özünde bir çelişki yoktur, çünkü vatanseverlik yabancılardan nefret etmek değildir. Vatanseverlik kendi yurttaşlarını sevmektir. Eğer 21. yüzyılda yurttaşlarınızı savaştan, salgın hastalıklardan ve ekolojik çöküşten korumak istiyorsanız, bunu yapmanın en iyi yolu yabancılarla işbirliği yapmaktır.”
Bu yazı ilk kez 15 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.