Anlaşılmak ayıp mıdır?

Bazen bir metin okuruz, anlamayız. Sonra o metnin yere göğe konulamadığını görür, kendimizi suçlarız. Önümüzde dağ gibi bir sorun vardır: Yazar anlaşılmamak için mi yazmıştır? Okur yazılanı anlamamış mıdır? Peki, anlaşılır yazmak basitlik midir? Yazar okuru düşünerek mi yazmalı? Bircan Çelik yazdı.

“(…) Bir metni yorumlamak, sözcükleri yorumlayarak, o sözcüklerin neden bu şeyleri değil de şu şeyleri yaptığını açıklamak demektir.” der Umberto Eco Açık Yapıt’ta. Bu mantıkla yazının alımlanması doğru bir çatının kurulmasına destek olur.

Anlam ve karşıtı anlamsızlık kavramı edebî metinlerde alanına göre farklı algılanırken, bilimsel metinlerde sözlük anlamıyla algılanır.

Bazen yazar metnine duygularını, ideolojisini, yaşam pratiğini katar ve bir nedenle anlatmak istediğinin dışına çıkabilir. Belki de bundan, yazar metne okur gözünden de bakabilmeli, dilsel olduğu kadar anlamı genişletme aşaması da estetik olmalı.

Bir edebî metinde mantıkla çelişen bir durum varsa, biçim ve içeriğin okura sunulan kadarına koşullu bakmak gerekir. Zıtlıkların anlam ilişkisine göreceli yaklaşılırsa yeniden farklı bir üretim söz konusu olacaktır.

Yazar okuru düşünmek zorunda mıdır?

Dil’le yaratılan açık ya da kapalı yapıtların algıya ‘açık’lığı, modernitenin yönlendirmesiyle gerçekleşen bir doktrin değildir. Eser, okura uygunsa estetik haz verir, bu doğru. Fakat yazar metni yaratırken “okuru” düşünmek zorunda mıdır? Bence değildir. Buna, yazarına göre de değişkenlik gösteren bir durum olarak bakmak gerek.

Sanatsal metnin yapı özeliklerini okur duyumsamak ister, öğretide de ‘açık’lığı tercih eder. Dolayısıyla özgün metinlerde, hem entelektüel –tartışılır- doyuma ulaşma arzusu, hem de arınmanın lezzetine varma istenciyle yola çıkıldığını düşünmek olası.

Bazı yapıtlar okuru merkeze alarak estetiğin sınırlarını geniş tutabilir. Başka bir açıdan ise yazın insanının ‘ben ürettiğim metni ne kadar karmaşık yazarsam değeri o kadar kıymetli olur’ düşüncesiyle kalemi eline aldığını düşünmüyorum.

Cöntürk ve Çağının Eleştirisi

Eleştirmen ve yayıncı Hüseyin Cöntürk bir yazısında şöyle diyor: “Dile uymayan felsefi yazılara ‘anlaşılmaz’ denir. ‘Saçma’ da denebilir. Uyanlara ‘anlaşılır’ ya da ‘anlamlı’ denir.”[1]

Felsefede dil’in mantıksal bütünlüğünü önceliyor Cöntürk. Ayrıca Çağının Eleştirisi’inde (2. cilt), şiir konusunda “anlamsız” ve “anlamlı” yazan yazarlar üzerine deneme yazıları da mevcut.

Çağımızın edebiyat ürünleri neredeyse postmodernizmin dayattığı değişim sürecine uygun temellendiriliyor. Bildiğimiz üzre postmodernizm modernizme bir tepki olarak doğdu. Elbette modernitenin ilkelerine aykırı olması çok doğal. Genelde bu durum kurmaca metinlerde karşımıza daha çok çıkıyor. Genç okur  / yazar içinde bulunduğumuz çağı şekillendirdiğine ve daha çok bu kültürden yararlandığına göre, kurmaca, fantastik, –film senaryoları dâhil- bunları gerçekdışı, anlamsız-saçma, bilinç sapması vb. olduğunu söylemenin ve var olana karşı çıkmanın da bir faydası yok gibi. Burada sorunlu olan çağ ve dayatılan uygarlıklar olduğunu düşünebiliriz.

Şiir hakkında çok duyduğumuz bir yargı vardır: “Bu şiir şimdi ne anlatmak istemiş, ben bir şey anlamadığım gibi şiirin keyfine de varamadım.” vb. Şiir sanatı üzerine yazılar ve şiirler her zaman eleştirilere açıktır. Metnin temelinde bir muğlaklık, anlamsızlık, açık ya da kapalılık olsun olmasın, her daim tartışılmıştır. Çünkü hiçbir metin anlaşılmamak üzere yazılmamıştır. Zaten şiirin bir şey anlatmasını beklemek hatadır, arızalı bekleyiştir. Bence bu duruma okur sorunu olarak bakmak daha akılcı. Yazar da okurunu şuuraltından harekete geçirecek metinlerin yolunu yordamını bilen biriyse eğer böyle metinlerin karşılığı yeniden üretime açık olacaktır.

“Sözcüklerin anlamları yoktur”

Yazının anlam ve anlamsızlık, anlaşılırlık ve anlaşılmazlık üzerine seyrini dönüp dolaşıp şiire getirmezsem olmazdı.

“Sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımları vardır.diyor J. C. Giroud. İlhan Berk ise “İyi bir şiir, direticiliğe, buyrukçuluğa, tek anlama her zaman kapalıdır. İyi bir şiir yalvaç sözü gibi çok boyutlu ve bütün yorumlara açıktır.”[2]

İlhan Berk şiirini ve bazı şairlerin şiirlerini ‘anlamsız’, ‘saçma’, anlaşılmaz olarak ifade edenlere yanıt gene şairden geliyor. “Bir şiire bombalar yerleştirilmeli, ses bombaları, kulak istiyor bunu.”[3] Bir nevi ses ve müziği anlamdan önce yeğlediğinin işaretidir Berk’in söylediği.

Ece Ayhan şiiri de anlamsız, saçma ve anlaşılmaz odağında en çok tartışılanlar arasındadır. Genç kuşağın şiirinde en çok tartışılan -anlaşılır ya da anlaşılmaz-ın poetikasına ise hiç girmeyeceğim. Keza kuramsal poetikası henüz temellendirilmiş değil yeni şiirin.

Şiir metinleri üzerindeki yargılara, anlaşılan ya da anlaşılmayanın üstünlüğü üzerinden düşüncelere, göreceli yaklaşmak yeni düzenlemelere de alan açacaktır düşüncesindeyim.

İyi yazılmış kötü bir metni sevebiliriz; eğer tesadüfen yolda karşılaşıp el ele tutuşan benzemezler değilse. Ancak buradaki samimiyeti ‘dil’ üzerinden deneyimleyebiliriz.

Varolanı yıkmak!

“Anlam kafalarımızın içindeki tesadüfi bir süreç değil, kurallarla yönetilen toplumsal bir pratiktir” der edebiyat ve kültür teorileri uzmanı, İngiliz akademisyen Terry Eagleton.

Yazar düzyazı için söylemiş olabilir bu sözü, değilse şiirde bütün kurallara karşı çıkarak, varolanı yıkarak, “anlamsız” denilen bir metni bile (!) meşrulaştırma özgürlüğü olmalıdır şairlerin.

Sözcüklerin anlamı her daim özgürdür, bunun yanında belli başlı anlam kurallarına başvurmama hakları vardır yazarların. Bu duruma en iyi örnek Yeraltı Edebiyatı olabilir. Yazar bile isteye fantastik kurgunun içerisine okuru çekebilir. Fakat yaratının fantastik olması, bütünün kural dışı, dil’i yıkan bir metin olması demek değildir. Bile isteye böyle bir gövde üzerine kurulan metinlerin ‘anlaşılmazlığı ya da ‘saçmalığı’ tartışmaları ise okurla ilişkili bir durumdur. Bilinçli ve seçici okur, metni yeniden inşa edecektir.

Sanatsal metin – bilimsel metin

Sanatsal metinler soyut olana ulaşmak için vardır. (Bilimsel metinler kuralcıdır.) Sanatsal metinlerin anlam tutamakları temel anlam dayatmalarının dışında değerlendirilir ve yeni anlam tutamakları önermesi açısından da önemlidirler. Dilin yarattığı sanat yapıtları görülebilen, sözcüklerin çözünürlüğü, eğretileme ile de sürüklenebilen olması tercih edilir. Bu bir kuralsa eğer, yazarın ürününün sınırlarını çizdiği biçim, okurla uzlaşma sorunu yaşayabilir ve metin amacından da uzaklaşmış olur. Ancak unutulmamalıdır ki, sanatsal yapıtlara dayatılan bütün kurallar görecelidir.

Bilimsel metinler bilgi vermek ve öğretmek için üretilmişlerdir. Edebî eserlerin farklı dalları, kendi üslupları ve kuralları içinde değerlendirilebilir. Şiir ise algının, dille doğru yapılandırıldığı sürece soyuttan somutluğa ulaşır. Algıya uzak olan şiirin çatısı, temeli nice olur? Kuramsal yanıyla tartışılır bu. Şiiri ise tanımlayamayız, işlevi kendindedir çünkü. Şiir sorun çözmez ki, adeta sorun yaratır ve tanımlayarak o üst dile sınır çizemeyiz.

Garip ve İkinci Yeni

Türk şiirinde “anlam” ve “anlamsız”lık tartışmaları Garip akımı ve İkinci Yeni şiirleri üzerine hararetli bir şekilde yapıldı, kitaplar yazıldı[4] ve halen bu tartışmalar edebî otoritelerce sürdürülmekte.

Bilindiği üzere Garip akımı, modernizmin getirisi olan avangart şiirle, eskinin yerine farklı anlayış ve yöntemlerle geldi. ‘Yıkıcı, başkaldıran, anlamsız, anlaşılmaz, saçma, sansasyonel’ denildi bu şiire. Geleneğe karşı olan Garip şiiri, o güne kadar hiç görülmemiş sanat olayı olarak 1940’lı yıllarda Türk şiirinde yeni bir alan açtı.

“Bu güne kadar hiçbir şekilde şiir yoktu.” dedi O. Veli. Şiirde benzetmeyi, mecazı, musikiyi, imgeyi, ölçüyü, anlamı ve şairaneliği bütünüyle dışladıklarını bir manifestoyla Garip Kitabı’nda duyurdular. Ahmed Hâşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” yazısına kinayeli dizelerle O. Veli karşı çıktı ve diğer Garipçiler de destek verdi.

Eleştirilen yazıda ne diyordu Ahmed Hâşim: “(…) Şairin lisanı ‘nesir’ gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır.” Ve ayrıca: “(…) Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. “Anlam araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını titreten zavallı kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et parçacığı, susturulan o büyülü sesin yerine geçebilir mi?”[5] (…)demişti şair.

Hâşim’in poetikası, önce sesi ve müziği duymalı ve hissetmeli ilkesi üzerine kurulmuştu. Anlaşılır ve anlaşılmaz şiir, -kapalı-açık- şiir üzerine tartışanları da ‘bilgisiz’ diye tanımlıyordu.

Anlaşılırlık – Anlaşılmazlık ve Açık Yapıt

Sonuç olarak yazının odağı edebî yapıtların nasıl algılandığı ve “anlaşılır’lık”- “anlaşılmaz’lık” üzerine. Kuramsal, fantastik, bilimsel ve şiir sanatı, Umberto Eco’nun Açık Yapıt[6] kavramları üzerinden metinlerin inceleme alanına girmeden kendi bakış açıma göre olasılıkları, ikircilikleri bu havuza dâhil ederek değerlendirdim.

Eco, “sanat yapıtları”nda neyi nasıl anlamalıyız sorusunu da kendimize sormamızı istiyordu:

“Yorumların ardışıklığına, bakış açılarının evrimine olanak veren, ama aynı zamanda bunları düzenleyen yapısal özelliklerle donanmış bir nesne.” demesi üzerine metin ve okur diyalektiğini sanat yapıtlarında farklı açılardan izlendiği ve algılandığı oranda estetik değer kazanabileceğini savundum.

Yapıtın, ‘anlaşılır’, ‘anlaşılmaz’, (kapalı-açık, farklı kavramlar) kavramları bireysel müdahaleye açık, ancak eleştirilerin biçim dışı, yapıtın ve yazarın değeri üzerinden acımasız, yersiz yaklaşılması, edebî olmadığı gibi etik de değildir.

Yapıtlar sonsuz okumalara açık olmalı, hayal gücünü harekete geçirmeli, belirsizliğin –kapalılığın- bile kusursuzluğu okuru etki alanına almalı; tek anlamlılık metin dışında bırakılması gereken bir durumdur. Yapıtlardaki kodlar, alımlayıcı tarafından çözümlenebilmeli, böylece eserlerin yeniden üretilebileceğinin yolu da açılmış olur demeye çalıştım. Yapıtların kuramsal alanı ise akademik çalışmaların bu konu üzerinde uzlaşmasıyla vücut bulacağını düşünüyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi –I, YKY Birinci Baskı, s. 573

[2] Aktaran: Ali K. Metin, Hece Dergisi, Özel Sayı: 16,  Haziran – Temmuz – Ağustos 2008

[3] İlhan Berk, Enis Batur’a Mektuplar (1975- 2005), Noktürn Yayınları, Birinci Basım: Şubat 2014, İst.

[4]Garip şiiri ve İkinci Yeni Şiiri üzerine kitaplar ve inceleme yazıları yazıldı.: Hakan Sazyek, Garip Hareketi, Akçağ Yayınları. – Asım Bezirci, İkinci Yeni Olayı, Evrensel Basım Yayın. – M. Erdost, İkinci Yeni Kitabı ve vb. yayınlar bulunmakta.

[5] Ahmed Hâşim, Bir Günün Sonunda Arzu- Bütün Şiirleri. Günümüz diline uyarlayan: Kemal Bek, Can Yayınları, 2. Basım.

[6] Umberto Eco, Açık Yapıt hakkında Aktaran: Haluk Aşar, Temâşâ Temmuz 2016, Sayı: 5

Bircan Çelik
Bircan Çelik
BİRCAN ÇELİK – Şair, yazar ve ressam. 1 Temmuz 1960, Samsun (Bafra) doğumlu. İlköğretim ve lise öğrenimini Alaçam ilçesinde tamamladı. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkçe Bölümü’nden (Eğitim Enstitüsü) 1979 yılında ülkenin siyasi çıkmazı nedeniyle ayrılmak zorunda kaldı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde Ön Lisans eğitimini tamamladı. Ankara Yüksek Sanat Okulu El Sanatları Tasarım ve Resim Bölümü’nde okudu. Bu alanda eğitimci olarak çeşitli illerde görev yaptı. Ödül alan birçok yağlı boya resim tablosu bulunmakta. 2003-2007 yılları arasında Haber gazetesinde yer alan Bircan Hanım’dan Mektup Var Kültür Sanat köşesinde şiir, öykü ve güncel konularla ilgili makaleler yazdı. Poetika üzerine yaptığı incelemeleri, deneme ve söyleşileri birçok edebiyat dergisinde yayınlandı. Başta Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitede, liselerde ve Tüyap Kitap Fuarlarında “Kadın Şiddet Şiir” ve “Türk Şiiri” üzerine konuşmalar yaptı. Aynı temaları konuşmacı olarak davet edildiği Romanya Uluslararası Şiir Festivali kapsamında düzenlenen etkinliklerde de işledi. Fransızca, Rumence, Hintçe, İngilizce, İtalyanca ve Farsçaya çevrilen şiirleri ve söyleşileri yurtdışında yayımlanan birçok şiir antolojisinde, şiir yıllıklarında, şiir seçkilerinde ve edebiyat dergilerinde yer aldı. Hâlihazırda birçok edebiyat dergisinde şiir, deneme, şiir inceleme ve söyleşileriyle yer almakta ve bu dergilerin dosya çalışmalarına da editör olarak katkı sunmaktadır. Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), Bilim Sanat Edebiyat Derneği (BİSED) üyesidir. Başlıca eserleri: Tutkularına Asılarak, Yıldız Evi Yanık Su, Geceyi Kırsam, Şiirin Mor Kanatları, Raylar Yeşil İspinoz, Esmer Nehir, İncelikler Okulu…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Anlaşılmak ayıp mıdır?

Bazen bir metin okuruz, anlamayız. Sonra o metnin yere göğe konulamadığını görür, kendimizi suçlarız. Önümüzde dağ gibi bir sorun vardır: Yazar anlaşılmamak için mi yazmıştır? Okur yazılanı anlamamış mıdır? Peki, anlaşılır yazmak basitlik midir? Yazar okuru düşünerek mi yazmalı? Bircan Çelik yazdı.

“(…) Bir metni yorumlamak, sözcükleri yorumlayarak, o sözcüklerin neden bu şeyleri değil de şu şeyleri yaptığını açıklamak demektir.” der Umberto Eco Açık Yapıt’ta. Bu mantıkla yazının alımlanması doğru bir çatının kurulmasına destek olur.

Anlam ve karşıtı anlamsızlık kavramı edebî metinlerde alanına göre farklı algılanırken, bilimsel metinlerde sözlük anlamıyla algılanır.

Bazen yazar metnine duygularını, ideolojisini, yaşam pratiğini katar ve bir nedenle anlatmak istediğinin dışına çıkabilir. Belki de bundan, yazar metne okur gözünden de bakabilmeli, dilsel olduğu kadar anlamı genişletme aşaması da estetik olmalı.

Bir edebî metinde mantıkla çelişen bir durum varsa, biçim ve içeriğin okura sunulan kadarına koşullu bakmak gerekir. Zıtlıkların anlam ilişkisine göreceli yaklaşılırsa yeniden farklı bir üretim söz konusu olacaktır.

Yazar okuru düşünmek zorunda mıdır?

Dil’le yaratılan açık ya da kapalı yapıtların algıya ‘açık’lığı, modernitenin yönlendirmesiyle gerçekleşen bir doktrin değildir. Eser, okura uygunsa estetik haz verir, bu doğru. Fakat yazar metni yaratırken “okuru” düşünmek zorunda mıdır? Bence değildir. Buna, yazarına göre de değişkenlik gösteren bir durum olarak bakmak gerek.

Sanatsal metnin yapı özeliklerini okur duyumsamak ister, öğretide de ‘açık’lığı tercih eder. Dolayısıyla özgün metinlerde, hem entelektüel –tartışılır- doyuma ulaşma arzusu, hem de arınmanın lezzetine varma istenciyle yola çıkıldığını düşünmek olası.

Bazı yapıtlar okuru merkeze alarak estetiğin sınırlarını geniş tutabilir. Başka bir açıdan ise yazın insanının ‘ben ürettiğim metni ne kadar karmaşık yazarsam değeri o kadar kıymetli olur’ düşüncesiyle kalemi eline aldığını düşünmüyorum.

Cöntürk ve Çağının Eleştirisi

Eleştirmen ve yayıncı Hüseyin Cöntürk bir yazısında şöyle diyor: “Dile uymayan felsefi yazılara ‘anlaşılmaz’ denir. ‘Saçma’ da denebilir. Uyanlara ‘anlaşılır’ ya da ‘anlamlı’ denir.”[1]

Felsefede dil’in mantıksal bütünlüğünü önceliyor Cöntürk. Ayrıca Çağının Eleştirisi’inde (2. cilt), şiir konusunda “anlamsız” ve “anlamlı” yazan yazarlar üzerine deneme yazıları da mevcut.

Çağımızın edebiyat ürünleri neredeyse postmodernizmin dayattığı değişim sürecine uygun temellendiriliyor. Bildiğimiz üzre postmodernizm modernizme bir tepki olarak doğdu. Elbette modernitenin ilkelerine aykırı olması çok doğal. Genelde bu durum kurmaca metinlerde karşımıza daha çok çıkıyor. Genç okur  / yazar içinde bulunduğumuz çağı şekillendirdiğine ve daha çok bu kültürden yararlandığına göre, kurmaca, fantastik, –film senaryoları dâhil- bunları gerçekdışı, anlamsız-saçma, bilinç sapması vb. olduğunu söylemenin ve var olana karşı çıkmanın da bir faydası yok gibi. Burada sorunlu olan çağ ve dayatılan uygarlıklar olduğunu düşünebiliriz.

Şiir hakkında çok duyduğumuz bir yargı vardır: “Bu şiir şimdi ne anlatmak istemiş, ben bir şey anlamadığım gibi şiirin keyfine de varamadım.” vb. Şiir sanatı üzerine yazılar ve şiirler her zaman eleştirilere açıktır. Metnin temelinde bir muğlaklık, anlamsızlık, açık ya da kapalılık olsun olmasın, her daim tartışılmıştır. Çünkü hiçbir metin anlaşılmamak üzere yazılmamıştır. Zaten şiirin bir şey anlatmasını beklemek hatadır, arızalı bekleyiştir. Bence bu duruma okur sorunu olarak bakmak daha akılcı. Yazar da okurunu şuuraltından harekete geçirecek metinlerin yolunu yordamını bilen biriyse eğer böyle metinlerin karşılığı yeniden üretime açık olacaktır.

“Sözcüklerin anlamları yoktur”

Yazının anlam ve anlamsızlık, anlaşılırlık ve anlaşılmazlık üzerine seyrini dönüp dolaşıp şiire getirmezsem olmazdı.

“Sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımları vardır.diyor J. C. Giroud. İlhan Berk ise “İyi bir şiir, direticiliğe, buyrukçuluğa, tek anlama her zaman kapalıdır. İyi bir şiir yalvaç sözü gibi çok boyutlu ve bütün yorumlara açıktır.”[2]

İlhan Berk şiirini ve bazı şairlerin şiirlerini ‘anlamsız’, ‘saçma’, anlaşılmaz olarak ifade edenlere yanıt gene şairden geliyor. “Bir şiire bombalar yerleştirilmeli, ses bombaları, kulak istiyor bunu.”[3] Bir nevi ses ve müziği anlamdan önce yeğlediğinin işaretidir Berk’in söylediği.

Ece Ayhan şiiri de anlamsız, saçma ve anlaşılmaz odağında en çok tartışılanlar arasındadır. Genç kuşağın şiirinde en çok tartışılan -anlaşılır ya da anlaşılmaz-ın poetikasına ise hiç girmeyeceğim. Keza kuramsal poetikası henüz temellendirilmiş değil yeni şiirin.

Şiir metinleri üzerindeki yargılara, anlaşılan ya da anlaşılmayanın üstünlüğü üzerinden düşüncelere, göreceli yaklaşmak yeni düzenlemelere de alan açacaktır düşüncesindeyim.

İyi yazılmış kötü bir metni sevebiliriz; eğer tesadüfen yolda karşılaşıp el ele tutuşan benzemezler değilse. Ancak buradaki samimiyeti ‘dil’ üzerinden deneyimleyebiliriz.

Varolanı yıkmak!

“Anlam kafalarımızın içindeki tesadüfi bir süreç değil, kurallarla yönetilen toplumsal bir pratiktir” der edebiyat ve kültür teorileri uzmanı, İngiliz akademisyen Terry Eagleton.

Yazar düzyazı için söylemiş olabilir bu sözü, değilse şiirde bütün kurallara karşı çıkarak, varolanı yıkarak, “anlamsız” denilen bir metni bile (!) meşrulaştırma özgürlüğü olmalıdır şairlerin.

Sözcüklerin anlamı her daim özgürdür, bunun yanında belli başlı anlam kurallarına başvurmama hakları vardır yazarların. Bu duruma en iyi örnek Yeraltı Edebiyatı olabilir. Yazar bile isteye fantastik kurgunun içerisine okuru çekebilir. Fakat yaratının fantastik olması, bütünün kural dışı, dil’i yıkan bir metin olması demek değildir. Bile isteye böyle bir gövde üzerine kurulan metinlerin ‘anlaşılmazlığı ya da ‘saçmalığı’ tartışmaları ise okurla ilişkili bir durumdur. Bilinçli ve seçici okur, metni yeniden inşa edecektir.

Sanatsal metin – bilimsel metin

Sanatsal metinler soyut olana ulaşmak için vardır. (Bilimsel metinler kuralcıdır.) Sanatsal metinlerin anlam tutamakları temel anlam dayatmalarının dışında değerlendirilir ve yeni anlam tutamakları önermesi açısından da önemlidirler. Dilin yarattığı sanat yapıtları görülebilen, sözcüklerin çözünürlüğü, eğretileme ile de sürüklenebilen olması tercih edilir. Bu bir kuralsa eğer, yazarın ürününün sınırlarını çizdiği biçim, okurla uzlaşma sorunu yaşayabilir ve metin amacından da uzaklaşmış olur. Ancak unutulmamalıdır ki, sanatsal yapıtlara dayatılan bütün kurallar görecelidir.

Bilimsel metinler bilgi vermek ve öğretmek için üretilmişlerdir. Edebî eserlerin farklı dalları, kendi üslupları ve kuralları içinde değerlendirilebilir. Şiir ise algının, dille doğru yapılandırıldığı sürece soyuttan somutluğa ulaşır. Algıya uzak olan şiirin çatısı, temeli nice olur? Kuramsal yanıyla tartışılır bu. Şiiri ise tanımlayamayız, işlevi kendindedir çünkü. Şiir sorun çözmez ki, adeta sorun yaratır ve tanımlayarak o üst dile sınır çizemeyiz.

Garip ve İkinci Yeni

Türk şiirinde “anlam” ve “anlamsız”lık tartışmaları Garip akımı ve İkinci Yeni şiirleri üzerine hararetli bir şekilde yapıldı, kitaplar yazıldı[4] ve halen bu tartışmalar edebî otoritelerce sürdürülmekte.

Bilindiği üzere Garip akımı, modernizmin getirisi olan avangart şiirle, eskinin yerine farklı anlayış ve yöntemlerle geldi. ‘Yıkıcı, başkaldıran, anlamsız, anlaşılmaz, saçma, sansasyonel’ denildi bu şiire. Geleneğe karşı olan Garip şiiri, o güne kadar hiç görülmemiş sanat olayı olarak 1940’lı yıllarda Türk şiirinde yeni bir alan açtı.

“Bu güne kadar hiçbir şekilde şiir yoktu.” dedi O. Veli. Şiirde benzetmeyi, mecazı, musikiyi, imgeyi, ölçüyü, anlamı ve şairaneliği bütünüyle dışladıklarını bir manifestoyla Garip Kitabı’nda duyurdular. Ahmed Hâşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” yazısına kinayeli dizelerle O. Veli karşı çıktı ve diğer Garipçiler de destek verdi.

Eleştirilen yazıda ne diyordu Ahmed Hâşim: “(…) Şairin lisanı ‘nesir’ gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır.” Ve ayrıca: “(…) Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. “Anlam araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını titreten zavallı kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et parçacığı, susturulan o büyülü sesin yerine geçebilir mi?”[5] (…)demişti şair.

Hâşim’in poetikası, önce sesi ve müziği duymalı ve hissetmeli ilkesi üzerine kurulmuştu. Anlaşılır ve anlaşılmaz şiir, -kapalı-açık- şiir üzerine tartışanları da ‘bilgisiz’ diye tanımlıyordu.

Anlaşılırlık – Anlaşılmazlık ve Açık Yapıt

Sonuç olarak yazının odağı edebî yapıtların nasıl algılandığı ve “anlaşılır’lık”- “anlaşılmaz’lık” üzerine. Kuramsal, fantastik, bilimsel ve şiir sanatı, Umberto Eco’nun Açık Yapıt[6] kavramları üzerinden metinlerin inceleme alanına girmeden kendi bakış açıma göre olasılıkları, ikircilikleri bu havuza dâhil ederek değerlendirdim.

Eco, “sanat yapıtları”nda neyi nasıl anlamalıyız sorusunu da kendimize sormamızı istiyordu:

“Yorumların ardışıklığına, bakış açılarının evrimine olanak veren, ama aynı zamanda bunları düzenleyen yapısal özelliklerle donanmış bir nesne.” demesi üzerine metin ve okur diyalektiğini sanat yapıtlarında farklı açılardan izlendiği ve algılandığı oranda estetik değer kazanabileceğini savundum.

Yapıtın, ‘anlaşılır’, ‘anlaşılmaz’, (kapalı-açık, farklı kavramlar) kavramları bireysel müdahaleye açık, ancak eleştirilerin biçim dışı, yapıtın ve yazarın değeri üzerinden acımasız, yersiz yaklaşılması, edebî olmadığı gibi etik de değildir.

Yapıtlar sonsuz okumalara açık olmalı, hayal gücünü harekete geçirmeli, belirsizliğin –kapalılığın- bile kusursuzluğu okuru etki alanına almalı; tek anlamlılık metin dışında bırakılması gereken bir durumdur. Yapıtlardaki kodlar, alımlayıcı tarafından çözümlenebilmeli, böylece eserlerin yeniden üretilebileceğinin yolu da açılmış olur demeye çalıştım. Yapıtların kuramsal alanı ise akademik çalışmaların bu konu üzerinde uzlaşmasıyla vücut bulacağını düşünüyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi –I, YKY Birinci Baskı, s. 573

[2] Aktaran: Ali K. Metin, Hece Dergisi, Özel Sayı: 16,  Haziran – Temmuz – Ağustos 2008

[3] İlhan Berk, Enis Batur’a Mektuplar (1975- 2005), Noktürn Yayınları, Birinci Basım: Şubat 2014, İst.

[4]Garip şiiri ve İkinci Yeni Şiiri üzerine kitaplar ve inceleme yazıları yazıldı.: Hakan Sazyek, Garip Hareketi, Akçağ Yayınları. – Asım Bezirci, İkinci Yeni Olayı, Evrensel Basım Yayın. – M. Erdost, İkinci Yeni Kitabı ve vb. yayınlar bulunmakta.

[5] Ahmed Hâşim, Bir Günün Sonunda Arzu- Bütün Şiirleri. Günümüz diline uyarlayan: Kemal Bek, Can Yayınları, 2. Basım.

[6] Umberto Eco, Açık Yapıt hakkında Aktaran: Haluk Aşar, Temâşâ Temmuz 2016, Sayı: 5

Bircan Çelik
Bircan Çelik
BİRCAN ÇELİK – Şair, yazar ve ressam. 1 Temmuz 1960, Samsun (Bafra) doğumlu. İlköğretim ve lise öğrenimini Alaçam ilçesinde tamamladı. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkçe Bölümü’nden (Eğitim Enstitüsü) 1979 yılında ülkenin siyasi çıkmazı nedeniyle ayrılmak zorunda kaldı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde Ön Lisans eğitimini tamamladı. Ankara Yüksek Sanat Okulu El Sanatları Tasarım ve Resim Bölümü’nde okudu. Bu alanda eğitimci olarak çeşitli illerde görev yaptı. Ödül alan birçok yağlı boya resim tablosu bulunmakta. 2003-2007 yılları arasında Haber gazetesinde yer alan Bircan Hanım’dan Mektup Var Kültür Sanat köşesinde şiir, öykü ve güncel konularla ilgili makaleler yazdı. Poetika üzerine yaptığı incelemeleri, deneme ve söyleşileri birçok edebiyat dergisinde yayınlandı. Başta Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitede, liselerde ve Tüyap Kitap Fuarlarında “Kadın Şiddet Şiir” ve “Türk Şiiri” üzerine konuşmalar yaptı. Aynı temaları konuşmacı olarak davet edildiği Romanya Uluslararası Şiir Festivali kapsamında düzenlenen etkinliklerde de işledi. Fransızca, Rumence, Hintçe, İngilizce, İtalyanca ve Farsçaya çevrilen şiirleri ve söyleşileri yurtdışında yayımlanan birçok şiir antolojisinde, şiir yıllıklarında, şiir seçkilerinde ve edebiyat dergilerinde yer aldı. Hâlihazırda birçok edebiyat dergisinde şiir, deneme, şiir inceleme ve söyleşileriyle yer almakta ve bu dergilerin dosya çalışmalarına da editör olarak katkı sunmaktadır. Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), Bilim Sanat Edebiyat Derneği (BİSED) üyesidir. Başlıca eserleri: Tutkularına Asılarak, Yıldız Evi Yanık Su, Geceyi Kırsam, Şiirin Mor Kanatları, Raylar Yeşil İspinoz, Esmer Nehir, İncelikler Okulu…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x