Toroslar ile soluk alıp veren bir kent Antalya. Tarihi binlerce yıl önceye dayanan…
II. Attalos tarafından kurulmuş. Bu nedenle “Attalos Yurdu” olarak da anılmış. Daha da geriye gidersek bu coğrafyada Hitit, Pamphylia, Lykia, Kilikya gibi kent devletlerinin kurulduğunu görüyoruz. Sonrasında bölge Pers, Büyük İskender ve onun devamı sayılan Antigonos, Ptolemais (Batlamyus), Selevkos, Bergama Krallığı’nın idaresine girmiş. Roma Devleti de bu eşsiz topraklarda varlığını sürdürenlerden.
Kent Türklerin eline geçtikten sonra gelişimini sürdürmüş. Her gelenin kendinden bir şey kattığı kentin benzersizliği belki de bundan. Her şeyden önemlisi Anadolu’da insana ait bilinen en eski yerleşim yerlerinden birine, Karain Mağarası’na sahip olması.
Karain ve Beldibi Mağaraları
Mağara, Antalya kent merkezine 30 kilometre uzaklıkta Toros Dağları’nın Akdeniz’e bakan yamaçlarında konumlanmış. Karain Mağarası’nda Eski Taş Çağı’nın ilk dönemlerine ait izlere rastlanıyor. Yapılan çalışmalar sırasında Homo Sapiens Neandertalensis’e ait kemik kalıntılarının ele geçirilmiş olması bölge tarihinin eskilere dayandığını gösteriyor.
Beldibi Mağarası da ondan farklı değil. O da, Orta Taş Çağı’ndan veriler sunuyor meraklısına. Anladığımız Eski Taş Çağı’ndan günümüze uzanan muhteşem bir uygarlık dünden bize armağan.
İlk Çağ dönemine baktığımızda ise Hititler karşımıza çıkıyor. Özellikle Perge, Patara gibi coğrafya adları Hititlerden izler taşıyor. Bölgeye Rodoslular ve Dorluların da yollarını düşürdüğünü öğrendiğimizde merakımız iki kat artıyor.
Pamfilya bölgesinin sınırlarının nereleri kapsadığı ise tartışmalı. Fakat büyük bölümü günümüz Antalya sınırları içinde yer alıyor. Bölgenin adının, “ırkların yurdu” anlamına gelmesi oldukça anlamlı. Karışık halk ya da kavimlerin ülkesi anlamına gelen bölge bir zamanlar Arapların yağma ve akınlarına uğramış. Bu kadarla da kalmamış, buna Kıbrıs Krallarının saldırıları, Haçlıların yağmaları eklenmiş. Depremler bölgenin sosyal ve ekonomik bakımdan zarar görmesine neden olmuş. 1176 Miryakefelon Savaşı ile Türkler Anadolu’yu yurt edinmeye başlamışlar. 5 Mart 1207’de Antalya Selçukluların eline geçmiş. İlk Selçuklu egemenliği kısa sürmüş. Sonrasında şehir İzzettin Keykavus tarafından yeniden fethedilmiş. Zaman içerisinde Selçuklu sultanlarının kışlık payitahtlarından biri olmaya devam eden Antalya, Moğollara karşı güvenli bir yer olarak görülmüş.
Eski liman ve Kaleiçi
Ticaret yolları üzerinde bulunduğu için sık sık el değiştirmiş. Bölge Osmanlıların elindeyken Karamanoğulları ve bazı Avrupalı devletlerin saldırılarına uğramış. Bir süre şehzade sancağı olmuş. Şehzade Korkut kentte sekiz sene valilik yapmış. Bu nedenle Antalya’nın Korkuteli ilçesi ismini şehzadeden almış.
Cumhuriyet döneminde ülkenin tamamında olduğu gibi Antalya’da da değişim rüzgârları esmiş. Osmanlı döneminde sancak olan Antalya, Cumhuriyet döneminde il olmuş. Zamanla şehrin nüfusu artmış; 50’li yıllardan itibaren göç almaya başlamış. 60’lı, 70’li yıllarda kentte değişim devam etmiş. Turizm, havalimanı kapasitesinin artırılması, eski liman ve Kaleiçi projelerinin hayata geçirilmesi kente hareketlilik katmış. Katmış katmasına, ama düzensiz yapılaşma, kentin göç alması dokusunun bozulmasına neden olmuş. Yine de şehir ayakta kalmasını bilmiş. Bu nedenle binlerce yıllık geçmişi olan kentin cazibe merkezi olması şaşırtıcı değil. Adımınızı attığınız her yerde bir kalıntı ile karşılaşmanız olası.
Perge – Antik kent
Öte yandan kent; âdeta açık hava müzesi gibi. İnsanı büyülüyor. Diyelim ki kente geldiniz, gezmeniz gereken yerleri sordunuz, alacağınız cevaplardan biri Perge antik kenti oluyor.
Perge, şehir merkezine on altı kilometre uzaklıkta. Bir süre Hititlerin yaşam alanı olmuş; tarihsel süreçte Roma ve Bizans İmparatorluğu’na da ev sahipliği yapmış. Antik kent içerisinde gezilebilecek yapılar arasında tiyatro, stadyum, hamam, Sütunlu Cadde yer alıyor.
Perge denince akla ilk gelenlerden biri de dönemin önemli şahsiyetlerinden biri Plancia Magna oluyor. Perge’nin kızı Plancia Magna, İtalya kökenli bir ailenin kızı. Kent yaşamında etkin rol oynamış, Belediye Başkanlığı yapmış bir kadın.
Antalya Müzesi
Oradan ayrılıp da yönümüzü kent içine çevirdiğimizde, kent tarihine ilişkin önemli veriler edinebileceğimiz bir başka mekâna konuk oluyoruz. Burası Antalya Müzesi. Kentin belleği olarak da düşünebileceğimiz mekân, ziyaretçilerini adeta başka bir dünyaya götürüyor. Müzede Karain mağarası buluntuları başta olmak üzere Bademağacı, Karataş Semayük, Bayındır Tümülüsleri Limyra, Patara, Arykanda gibi kazılardan elde edilen eserler yer alıyor.
Müzenin en ilginç köşelerinden bazıları Prehistorya salonunda yer alan küp mezar, kazılar salonunun orta vitrininde bulunan Elmalı – Bayındır Tümülüslerinden elde edilen buluntular ve İmparatorlar salonundaki siyah beyaz mermerden yapılmış dansöz heykeli…
Noel Baba’nın yaşadığı şehir
Kent ve çevresi öyle zengin ki gez gez bitmiyor. Bunlardan biri de Patara. Likya Birliği’nin başkentliğini üstlenmiş Patara antik kenti dün olduğu gibi şimdi de ilgileri üzerine çekmeye devam ediyor. Kent, Kaş ilçesine bağlı Kalkan beldesinde yer alıyor. Patara da görülebilecek pek çok yapı var. Bunlardan biri meclis binası. Bu yönüyle dünyada bir ilk olarak gösterebileceğimiz kent, Hristiyanlar tarafından da kutsal kabul edilen Noel Baba, yani St. Nicholas’ın da yaşadığı şehir olarak dikkatleri çekmekte. Her yıl binlerce turisti ağırlamakta.
Kentin zenginliği, gezilip görülecek yerleri bu kadarla kalmıyor. Bir de günbatımı ile meşhur Side var. Liman kenti olarak uzun süre kullanılan Side, ziyaret edenlerde farklı duygular uyandırıyor. Günümüze kadar ulaşan Apollon Tapınağı antik kentin önemli parçası olma özelliğini hâlâ koruyor.
Olympos – tanrıların kenti
Kent bu kadarla sınırlı değil. Gezilecek o kadar çok yer var ki!.. Yolumuzu Alanya’ya düşürdüğümüzde ilgi çeken yapılardan biri, Alanya Kalesi karşımıza çıkıyor. Kalenin yapımına Helenistik dönemde başlanmış. Burada pek çok medeniyete ait izler var. Kalede dolaştıkça kendimizi zamanda yolculuğa çıkmış gibi hissediyoruz.
Olympos antik kenti ise doğal ortamıyla dün olduğu gibi şimdi de konuklarını büyülemeye devam ediyor. ‘Tanrıların Kenti’ olarak bilinen Olympos sadece Antalya’nın değil Türkiye’nin önemli yerleşim yerleri arasında yer alıyor. Bu nedenle Likya uygarlığının önemli kentlerinden Olympos’u görmeden buradan ayrılmak büyük eksiklik sayılır.
Xanthos – Likya Birliği’nin başkenti
Xanthos’u ise neredeyse bilmeyen yok. Tarihi binlerce yıl önceye giden kent Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer almakta. Tarihçesine baktığımızda bir zamanlar Pers akınlarına maruz kaldığını ve bu nedenle bölge halkının kenti terk ettiğini öğreniyoruz. Fakat kurtulanlar bir zaman sonra dönerek Xanthos kentini Likya Birliği’nin başkenti olarak kullanmışlar. Bir süre sonra da Roma İmparatorluğu’nun eline geçmiş.
Tarihi kültürel değerleri ile oldukça zengin olan bölge zaman zaman pek çok saldırıya uğramış. Her seferinde küllerinden yeniden doğmuş. Belki de bu nedenle adımımızı attığımız yerden tarih fışkırıyor. İnsanı zenginleştiriyor. Bu zenginliklerden biri de Aspendos antik kenti ve tiyatrosu. Tiyatro, günümüze az tahribatla ulaşabilmiş ender Roma tiyatrolarından. Tiyatronun çevresinde bazilika, agora, su kemeri ve pek çok kalıntı var.
Yürüyüş rotaları
Doğa ile tarihin buluştuğu kentte Türkiye’nin en güzel yürüyüş rotalarından biri bulunmakta. Bu güzergâhta en ilgi çekici yapı Gelidonya Feneri. Fener, Antalya’nın Kumluca ilçesinin Taşlık Burnu’nda tarihî Likya Yolu üzerinde bulunuyor. Fener, 1934 yılında Fransızlar tarafından inşa edilmiş. Türkiye’de bilimsel anlamda ilk sualtı kazısı burada başlamış. Buraya kadar gelip de fenere çıkmamak, Akdeniz’in mavisini doya doya izlememek olmaz.
Öte yandan Antalya güneş, kum ve denizden ibaret değil. Bunu kentin ruhuna dokundukça anlıyorsunuz. Her adımınızı attığınızda sır perdesi aralanıyor. Sır perdesinin aralanmasıyla kent, konuklarına çeşitli imkânlar sunuyor. Kaleiçi de bu yerlerden biri, hatta en önemlilerinden. Neredeyse şehrin kalbi Kaleiçi’nde atıyor. Çünkü kentin Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden günümüze katmanlı bir tarihi var. Birbirine yaslı cumbalı evler, surlar arasında birbirine karışmış asırlık yaşamlarla rüya kent görünümünde Kaleiçi. Bu nedenle kıvrımlı dar Kaleiçi sokakları her daim gezilmeyi hak ediyor.
Üç Kapılar – Aya Yorgi
Bir de her gelenin görüp de hayran kaldığı Üç Kapılar var. Diyelim ki buraya yolunuzu düşürdünüz, günün her saatinde kapı önünde fotoğraf çekinenlere rastlamanız olası. Kapının, adını Roma İmparatorluğu’nun önemli hükümdarlarından Hadrianus’tan aldığı söylenmekte. Kapıdaki bitkisel motifler ve aslan başları ise ziyarete gelenlerin gözlerini kamaştırmakta.
Tarihî kapıdan geçip de yönünüzü denize doğru çevirdiğinizde iki yanınızda restore edilmiş, kimi pansiyon olarak kullanılan Kaleiçi evleri dikkatinizi çekiyor. Elbette hediyelik eşya satan dükkânlar da… Bir süre sonra da karşınıza Suna İnan Kıraç Müzesi çıkıyor. Müze içerisinde iki bina yer alıyor. Biri geleneksel Türk evi diğeri de Ortodoks Kilisesi. Burası Aya Yorgi Kilisesi olarak da anılmakta. Tadilatları yapıldıktan sonra 1995 yılında müze olarak açılmışlar.
Hıdırlık Kulesi – Karaalioğlu Parkı
Sonra mı? Şehir gez gez bitmiyor. Yolunuza devam ettiğinizde ayaklarınız sizi Hıdırlık Kulesi’ne götürüyor. Kentin simgeleşmiş yapılarından biri olan yapı farklı şekillerde kullanılsa da bir Roma mezar anıtı. Deniz tarafında yer alan kule çevresinde yapılan kazılarda yeni buluntulara rastlanmış, antik hamamdaki kalorifer sistemi ortaya çıkartılmış. Kazı çalışmaları şimdilerde sürmekte, çevresinde yapılan kazı çalışmaları da ilgi uyandırmakta.
Kulenin hemen yakınında ise Karaalioğlu Parkı bulunmakta. Bu park dinlenmek, yürüyüş yapmak, kuş cıvıltılarını dinlemek için bir fırsat. Özellikle burada gün batımını izlemek, Toros Dağları’na bakarak çay içmek, insana pek iyi geliyor.
Saat Kulesi – Karatay Medresesi
Bir de kentin simgelerinden tarihî Saat Kulesi var. Kule surların üzerine inşa edilmiş. Kulenin II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılına ithafen yapıldığı düşünülmekte. Şimdilerde tadilat gören Saat Kulesi şehre gelenlerin ilgisini çekmekte.
Lakin kent oldukça büyüleyici. Herkesin kendinden bir iz bıraktığı bu yerleşim yerinde Selçuklulardan da izlere rastlanmakta. Karatay Medresesi bunlardan biri. Çok değil on on beş dakika kadar yürüdükten sonra kendinizi medresede bulabiliyorsunuz. Yok, bulamam derseniz çevrede bulunan esnaftan yardım alabilirsiniz. Medrese II. İzzettin Keykavus döneminde inşa edilmiş, Celaleddin Karatay tarafından yaptırıldığı için de Karatay Medresesi adını almış. Ne yazık ki yapıdan günümüze pek bir şey kalmamış.
Deniz Biyoloji Müzesi
Sonrası mı? Sonrası baharatçılar, dericiler, boncukçu dükkânları… Dükkânların önünden geçerek yönünüzü limana çevirdiğinizde hoş bir manzara ile karşılaşabilirsiniz. Bu manzara sizi etkileyecektir, emin olabilirsiniz. Diyelim ki Türkiye’nin ilk Deniz Biyoloji Müzesi’ni görmek istediniz. Onun da çok yakınında olduğunuzu söyleyebiliriz. Müzeden adımınızı attığınızdan itibaren sizi hoş bir hava karşılayacaktır. Her köşesinde bir deniz canlısının bulunduğu müzede yok yok: vatozlar, sübyeler, kalamarlar, ahtapotlar, karidesler, istakozlar, deniz kestaneleri ve daha neler neler… Özellikle köpek balıkları en çok dikkat çekenlerdendir.
Oyuncak Müzesi
Müzenin çok yakınında da Antalya Oyuncak Müzesi her gün yüzlerce çocuğu ağırlamaktadır. Müzeye adımınızı atmanızla çocukluk yıllarınıza gitmeniz bir olur. Müzede imitasyon da olsa antik dönem oyuncaklarından günümüz oyuncaklarına pek çok oyuncak sergilenmektedir. Doğrusu bu ya insanın buradan çıkası gelmez. Çünkü buradan ayrılsanız sanki çocukluğunuz sizi terk edecektir. Oyuncak Müzesi’nden çıkışta ise sizi Kaleiçi Yat Limanı karşılar. Böylelikle falezler üzerine kurulu antik kentin en eski noktasına varmış olursunuz. Bu tarihî liman şimdilerde yerli yabancı turiste kapılarını açmışsa da varlığı ile sizi binlerce yıl önceye götürür.
Yat Limanı’nın ilgi çekici yapılarından biri de altıgen yapılı İskele Camii’dir. Camii, Teke Mutasarrıfı Bedirhan Paşazadelerden Kenan Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Bu şirin yapı adeta onu izleyenleri cezbeder. Bu nedenle insan bu eski limana gelip de bir zamanlar burada kimlerin hangi düşüncelerle dolaştığını düşünmeden edemez. Belki de insanı hüzünlendiren şey, bir kaptanın ardından sallanmış ıslak mendildir.
Konyaaltı ve Lara plajları
Kırk Merdivenler’in adını ise neredeyse duymayan yoktur. Venedikliler tarafından inşa edilen bu merdivenler, kırk basamaktan oluşur. Merdivenlerden inerken ya da çıkarken dikkatli olmak gerekir çünkü yıllar içindeki aşınmadan kaygan hâle gelmiştir. Yine de insanlar burada fotoğraf çektirmeden duramazlar. Bazen de merdiven başında durup teknelerin mavi suda salınmasını izlerler.
Mavisiyle, yeşiliyle, tarihiyle, kültürel değerleri ile kent, sizi kendisine çeker. Akdeniz ikliminin görüldüğü şehirde yaz aylarında kent sakinleri sıcak ve nemden bunalır, soluğu denizde alırlar. Özellikle Konyaaltı ve Lara plajlarında. Bunların dışında bir plaj daha vardır ki o da Mermerli Plaj’dır. Plaj Kaleiçi’nde bulunur. Burası yaz aylarında serinlemek isteyenler için âdeta bir fırsattır.
Zamora Dondurması – Altın Portakal Film Festivali
Yenikapı tarafına yolunuzu düşürdüğünüzde ise sizleri Yenikapı Hamamı (Yenikapı Rum Hamamı), Yenikapı Rum Kilisesi (Hagios Alypios Kilisesi), Sultan Alaaddin Camii (Panhagia Kilisesi) karşılar. Bu yapıların yakınından geçerken kendinizi yüzyıl öncesinde bir zamanda yaşıyor gibi hissedersiniz. Daha, dersiniz, daha?.. Bilmek, görmek arzusu ile yanıp tutuşup başka bir sokakta soluğu alırsınız. Bitmez şehrin gezilip görülecek yerleri, bitmesin de… Yörükleri, tarihi Antalya Lisesi, meşhur Zamora Dondurması, Altın Portakal Film Festivali…
Eh, bu kadar gezip de acıkmamak olmaz! O zaman bir piyazcının kapısını çalmak gerekir. Öyle de yaparsınız. Hemen önünüze ağzınıza layık tahinli Antalya piyazı gelir. Canınız tatlı mı çekti? Arap Kadayıfı yemeye ne dersiniz? Belki de canınız Balık ekşilemesi, Antalya usulü paça çorbası çekmiştir. Ne diyelim? Afiyet olsun. Onu da siz bilirsiniz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Ağustos 2023’te yayımlanmıştır.