Ara Güler – Foto muhabiri deklanşör sesi ile yaşar

“Ara Güler 90 yıllık ömründe deklanşör sesi ile yaşamış, geride iki milyon fotoğraf bırakmış, bu ülkenin görsel belleğine en büyük katkıyı sağlamış bir kültür mirasımız.” Ercan Arslan yazdı.

Fotoğrafın en büyük özelliği, insan belleğinin saklayamayacağı anları bir fotoğraf makinesi yardımıyla kalıcı hale getirmesi olarak açıklanır. Kuşkusuz ülkemizde belgeleme işini en iyi yapanların başında Ara Güler gelir.

2018 yılında aramızdan ayrılan usta fotoğrafçı Ara Güler, 90 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü fotoğrafa adamış, deklanşör sesi ile yaşamış, hakkında sayısız röportaj yapılmış, tezler, kitaplar yazılmış, belgeseller çekilmiş bir fotoğraf efsanesidir. Ustayı satırlara sığdırarak anlatmak çok zor ve ona haksızlık olur.

Dünya çapında bir fotoğraf duayeni ve bilge bir kişi olan Ara Güler’in fotoğraftaki uzun ve yalnız yolculuğunun son 22 senesinde, onun gibi kendi dönemini belgelemeye çalışan bir foto muhabiri olarak yakınında olan şanslı kişilerden biri olduğumu düşünüyorum.

Ara Güler’in yol arkadaşlığı ve ‘foto muhabirliği’ üzerine

İlk kez 1996 yılında ofisine, dostu Josef Koudelka ile ilgili bir kitap almak için gitmiştim. O gün çektirdiğimiz bir fotoğrafımız var o efsane olduğu Beyoğlu’ndaki ofisinde, elinde sigarası masasına oturmuş, önünde “Burası Foto muhabiri Ara Gülerin ofisi” diye konuşan telsiz telefonu, ben de çömez bir Foto muhabiri olarak gururlu bir şekilde arkasında ayakta duruyorum, tam da olmak istediğim yerde. O 68 yaşında, ben ise 26 yaşındayım.

Bu tanışma, başlangıçta işini tutku derecesinde severek yapan usta –çırak ilişkisi zemininde iki foto muhabirinin mesleki dayanışması şeklinde başladı. Zamanla fotoğraf üzerinden İstanbul’u, sohbeti ve sofrayı paylaşan yol arkadaşlığına evrildi. Ortak sergiler, televizyon, gazete röportajları ve asistanlıkla taçlanmış yol arkadaşlığı benim açımdan gurur duyulacak mesleki deneyimlerdi.

En son görüşmemiz ise ölümünden bir gün önce idi, yattığı hastanede ziyaretine gitmiştim; yanında dostları vardı, Odasına girdiğimde yatağında, yastıkları dikleştirilmiş, gözleri kapalı derin derin nefes alıyordu. Işığın peşinde koşan adamın yüzüne belki de akşam güneşi son kez vuruyordu.

Asistanı Fatih Aslan, “Ara abi bak Ercan geldi” deyince, gözünü şöyle bir aralamıştı. Yorgun dudaklarında bir kelime çıkmış, sonra da gözlerini kapatmıştı.

Sevdiğiniz biriyle vedalaşınca gözden kayıp olana kadar arkasından bakarsınız ya… İşte öylece uzun uzun baktım ustaya. Daha sonra odaya doktoru girdi, konuşmak istedi, Usta’nın durumu iyi değildi, tepki vermedi.

Türk fotoğrafının 90 yıllık koca çınarı kendisine verilmiş boş film şeridinin tüm karelerini doldurmuş, son yolculuğu için vedaya hazırlanıyordu sanki. Bu hastane odası 22 yıl sonra onunla son kez göz göze geldiğimiz, fotoğraflanmamış anımızdı. Bir gün sonra da kusursuz bir ölümle veda etti bizlere. Fotoğraf dünyası, en parlak yıldızlarından birisini, bize yakın olan birini yitirdik.

Cömert, zarif ve esprili bir insan

Ara Güler son dönemdeki sağlık sorunlarından arta kalan zamanlarını Beyoğlu’nda Ara Kafe’de ortada duran piknik tipi masada geçirirdi. Orası onun hayata bağlandığı, dostlarını ağırladığı yerdi. Her daim yanında birileri olurdu. Yolum düştükçe ben de uğrar, hâl hatır sorar, daha çok onun anılarını dinler, fotoğraf ve memleket meselelerini konuşurduk.

Fotoğraf konusunda egosu çok yüksekti. Kendinden başka fotoğrafçı beğenmezdi, desem yalan olmaz. Ben her şeyi çektim, şimdikiler eziyet çekiyor derdi.

Hiç unutmam; Magnum Ajansı’nın Şef Editörü James A. Fox, Ara Güler için, “O her şeyden önce cömert, zarif ve esprili bir insandır. Tanıdığım en iyi hikâye anlatıcılarından biridir. Onun hayatı, birçok ünlü foto muhabirinin olduğu gibi, anekdotlarla doludur. Bunlar, hiçbir zaman filme yansımayan sadece fotoğraf makinelerince kısmen tespit edilmiş olan yüzyılımızın yaşayan anılarıdır”, demişti. Haklıydı.

Ara Güler’in her zaman doğru yer ve doğru zamanda olabilmek için nasıl çalışıp didindiğin, ne bedeller ödediğini bilmeyen kaldı mı? Merak edenler gazeteci Nezih Tavlaş’la Foto Muhabiri kitabını okuyabilir. Bu nehir söyleşi, onu anlamak için iyi bir seçim olabilir.

Ara Güler’in fotoğraf yolculuğu

Ara Güler, fotoğrafa Büyükada’da çektiği gün batımı fotoğrafları ile başlıyor, Kendi esprili diliyle “sanat” yaparak başlıyor yani. Babasının eczanesinin üst katını da kendine karanlık oda yaparak işi ciddiye aldığını gösteriyor. Bir zaman sonra gün batımı fotoğraflarında kendini sürekli tekrarladığını görünce yeni bir arayışa başlıyor.

2013 senesinde bir röportaj için ilk karanlık odasının olduğu dükkâna uğradık. Tezgâhta duran kişi, “Ara abi üst katta sizin bir sürü fotoğraf vardı hepsini attık” dedi. Benim gözler yerinden çıkacak gibiydi. O ise hiç umursamadı.

Foto muhabirliği

Ara Güler; 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesinde foto muhabirliğine başlıyor. Spor ve polisiye olayların fotoğraflarını çekiyor. Spor foto muhabirliğinde kale arkasında hareketi yakalamayı, polisiye olaylarda anı yakalamanın dışında hızlı olmayı, zamanla yarışmayı, gazeteciliği öğreniyor.

Bu arada, arşivinde henüz bir spor fotoğrafına tesadüf eden çıkmadı. Muhtemelen sadece gazete kupürlerinde görebileceğiz spor fotoğraflarını…

İlk foto-röportaj

Ara Güler sokağın dilini bilen, kolay iletişim kuran bir fotoğrafçıydı; bu fotoğraflarına yansıtırdı. İlk röportajını Kumkapı balıkçıları ile yapmıştı. O gün çektiği fotoğraflardan bazıları onun en güzel İstanbul fotoğrafları arasında yer alır. Balıkçı sohbetlerini sevdiğini söylerdi. Ben İstanbul ile Ara Güler arasında bir aşk olduğunu düşünürdüm, İstanbul tüm güzelliklerini onun objektifine sunuyor, o da bu anları ölümsüzleştiriyordu.

Ara Güler’in efsane olmasında aslan payı İstanbul’undur. İstanbul’da sürekli gittiği, kendini bulduğu, anılarını tazelediği özel yerleri vardı. Bazen, “Hadi Fener’e gidelim, Süleymaniye’ye, Emirgan’a gidelim” derdi, “İşim var usta!” dediğimde fırça atardı.

Ara Güler, Sabahattin Eyüboğlu’ndan çok etkilendiğini, ondan çok şey öğrendiğini söylerdi. Kendini mesleki olarak geliştirmek için zamanın en büyük dergileri Camera ve Leica Photography’nin sıkı takipçisi olunduğunu anlatırdı.  Kameranın bir araç olduğunun farkında, ama ustamız dediği deha düzeyinde yetenekli, daha sonra arkadaşı olan Henri Cartier Bresson ve Robert Capa, Leica kullandıkları için kendisinin de hayali bir Leica sahibi olmaktı.

Fotoğrafın makinadan önce zihinde çekildiğini söylerdi. Dillere pelesenk olmuş, “En iyi daktilolar en iyi romanı yazsaydı, en iyi fotoğraf makinaları de en iyi fotoğrafı çekerdi” sözü fotoğrafçıların fotoğraf makinasına takılıp kalmalarına yönelik bir eleştiriydi. Onların fotoğraflarını içgüdüsel çekmelerini arzulardı.

Saygın dergilerin foto muhabiri

1954’te Hayat dergisinde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başlar Ara Güler.1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto muhabirliği görevlerini üstlenir.

Bu arada dünyanın en saygın foto muhabirleriyle dostluklar kurar. Onlar İstanbul’a geldiklerinde Ara Güler onlara eşlik eder.

Henri Cartier Bresson Robert Capa, Sebastio Salgado, ayrıca benim şahit olduklarım da var. Josef Koudelka, Marc Riboud, Filip Jones Griffiths, Bruno Barbey, Steve McCurry, Nikos Economopoulos, Reza, Raghu Rai bunlardan sadece bazıları…

Ara Güler, “Ben geçici meşhurları değil, daimî meşhurları çekmek isterim” derdi. Dünyadan ve Türkiye’den birçok ünlü kişi onun objektifine poz verdi. O çektiği insanın ruhunu yakalamak için sınırları zorlayan, kendi tabiri ile “doyumsuz” bir fotoğrafçıydı. Ve “Ben olmasam Türk Edebiyatı yüzsüz kalacaktı” sözünde pek de haksız değildi.

Ona göre gazeteciliği boyunca üç önemli röportaj yapmıştı: “Nemrut dağı”, “Nuh’un gemisi” ve “Afrodisias”. Bense en güzel röportajının en uzun soluklu işi olan “İstanbul” olduğunu düşünüyorum.

British Jurnal of Photography Yıllığı, 1960 yılının 7 yıldız foto muhabiri olarak Türkiye’den de Ara Güler’i seçmişti. 1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen “Master of Leica” unvanını kazandı.

Ara Güler 90 yıllık ömründe deklanşör sesi ile yaşamış, geride iki milyon fotoğraf bırakmış, bu ülkenin görsel belleğine en büyük katkıyı sağlamış bir kültür mirasımız.

Ara Güler Müzesi

Ara Güler’in evini, ofisini görenler bilir, boş film kutuları bile durur; sanki bir gün müzesinin kurulacağını önceden görmüş gibidir. Kişisel eşyalarını iyi ki saklamış. Onun ilgi duyduğu, sahip olduğu her şeyi görebiliyoruz böylelikle…

Bir fotoğrafçının yaşayabilmesi için müzenin şart olduğuna söylerdi.

Doğuş Gurubu, 2016’da, Ara Güler’in Beyoğlu’nda, Ara Güler Sokağı 4 numarada bulunan galeri ve ofisini (Güler Apartmanı) yıkarak, yerine Türkiye’nin ilk fotoğrafçı müzesini kurdular: Ara Güler Doğuş Sanat ve Müzecilik A.Ş.

İki yıl boyunca Ara Güler’e ait sayısız fotoğraf ve belge numaralandırılarak Doğuş Grubu’na ait Bomantiada’ya taşınmış, tasnifleri yapılarak dijital ortama aktarılmıştı. Galatasaray’daki müze yapılana kadar, Ara Güler’in fotoğraf dünyası geçici müze mekânı Bomonti’de kapılarını fotoğraf severler için “Islık Çalan Adam” sergisi ile açmıştı.

Serginin açıldığı akşam, gün boyu birlikte idik. Geçici müzenin açılmasından mutlu idi, ancak bir an önce Beyoğlu’ndaki binanın bitmesi gerektiğini söylüyordu.

“Bu güzel güne kiminle gitmek isterdin” diye sormuştum. “Anne ve babamla…” demiş ve eklemişti: “Bak, baba sonunda müze oldu, derdim ona.”

O gün birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız var; üzerimizde tişört, ikimiz de ayakta sevgili Mahmut Genç’in objektifine bakıyoruz.

Beyoğlu’ndaki müze bittiğinde O binanın duvarlarında benim sesim, nefesim olacak. İnsanlar fotoğrafa bakıp konuşacaklar ve ben olanları duyacağım derdi. Ara Güler artık sevdiği dostlarının yanında gerçek dünyada. Onunla fotoğrafları üzerinden konuşmak isterseniz konuşun, o sizi duyacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Ercan Arslan
Ercan Arslan
Foto muhabiri Ercan Arslan 1970 yılında Iğdır'da doğdu. 1993 yılında Milliyet gazetesinde foto muhabiri olarak çalışmaya başladı. 1997'de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf bölümünden mezun oldu.2019 yılında MSGSÜ'de Yüksek Lisansını tamamladı. Fotoğraf dalında çok sayıda ödüle layık görüldü. Arslan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü ile Yıldız Teknik Üniversitesi Fotoğraf ve Video Bölümü'nde "Basın Fotoğrafçılığı" dersleri veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ara Güler – Foto muhabiri deklanşör sesi ile yaşar

“Ara Güler 90 yıllık ömründe deklanşör sesi ile yaşamış, geride iki milyon fotoğraf bırakmış, bu ülkenin görsel belleğine en büyük katkıyı sağlamış bir kültür mirasımız.” Ercan Arslan yazdı.

Fotoğrafın en büyük özelliği, insan belleğinin saklayamayacağı anları bir fotoğraf makinesi yardımıyla kalıcı hale getirmesi olarak açıklanır. Kuşkusuz ülkemizde belgeleme işini en iyi yapanların başında Ara Güler gelir.

2018 yılında aramızdan ayrılan usta fotoğrafçı Ara Güler, 90 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü fotoğrafa adamış, deklanşör sesi ile yaşamış, hakkında sayısız röportaj yapılmış, tezler, kitaplar yazılmış, belgeseller çekilmiş bir fotoğraf efsanesidir. Ustayı satırlara sığdırarak anlatmak çok zor ve ona haksızlık olur.

Dünya çapında bir fotoğraf duayeni ve bilge bir kişi olan Ara Güler’in fotoğraftaki uzun ve yalnız yolculuğunun son 22 senesinde, onun gibi kendi dönemini belgelemeye çalışan bir foto muhabiri olarak yakınında olan şanslı kişilerden biri olduğumu düşünüyorum.

Ara Güler’in yol arkadaşlığı ve ‘foto muhabirliği’ üzerine

İlk kez 1996 yılında ofisine, dostu Josef Koudelka ile ilgili bir kitap almak için gitmiştim. O gün çektirdiğimiz bir fotoğrafımız var o efsane olduğu Beyoğlu’ndaki ofisinde, elinde sigarası masasına oturmuş, önünde “Burası Foto muhabiri Ara Gülerin ofisi” diye konuşan telsiz telefonu, ben de çömez bir Foto muhabiri olarak gururlu bir şekilde arkasında ayakta duruyorum, tam da olmak istediğim yerde. O 68 yaşında, ben ise 26 yaşındayım.

Bu tanışma, başlangıçta işini tutku derecesinde severek yapan usta –çırak ilişkisi zemininde iki foto muhabirinin mesleki dayanışması şeklinde başladı. Zamanla fotoğraf üzerinden İstanbul’u, sohbeti ve sofrayı paylaşan yol arkadaşlığına evrildi. Ortak sergiler, televizyon, gazete röportajları ve asistanlıkla taçlanmış yol arkadaşlığı benim açımdan gurur duyulacak mesleki deneyimlerdi.

En son görüşmemiz ise ölümünden bir gün önce idi, yattığı hastanede ziyaretine gitmiştim; yanında dostları vardı, Odasına girdiğimde yatağında, yastıkları dikleştirilmiş, gözleri kapalı derin derin nefes alıyordu. Işığın peşinde koşan adamın yüzüne belki de akşam güneşi son kez vuruyordu.

Asistanı Fatih Aslan, “Ara abi bak Ercan geldi” deyince, gözünü şöyle bir aralamıştı. Yorgun dudaklarında bir kelime çıkmış, sonra da gözlerini kapatmıştı.

Sevdiğiniz biriyle vedalaşınca gözden kayıp olana kadar arkasından bakarsınız ya… İşte öylece uzun uzun baktım ustaya. Daha sonra odaya doktoru girdi, konuşmak istedi, Usta’nın durumu iyi değildi, tepki vermedi.

Türk fotoğrafının 90 yıllık koca çınarı kendisine verilmiş boş film şeridinin tüm karelerini doldurmuş, son yolculuğu için vedaya hazırlanıyordu sanki. Bu hastane odası 22 yıl sonra onunla son kez göz göze geldiğimiz, fotoğraflanmamış anımızdı. Bir gün sonra da kusursuz bir ölümle veda etti bizlere. Fotoğraf dünyası, en parlak yıldızlarından birisini, bize yakın olan birini yitirdik.

Cömert, zarif ve esprili bir insan

Ara Güler son dönemdeki sağlık sorunlarından arta kalan zamanlarını Beyoğlu’nda Ara Kafe’de ortada duran piknik tipi masada geçirirdi. Orası onun hayata bağlandığı, dostlarını ağırladığı yerdi. Her daim yanında birileri olurdu. Yolum düştükçe ben de uğrar, hâl hatır sorar, daha çok onun anılarını dinler, fotoğraf ve memleket meselelerini konuşurduk.

Fotoğraf konusunda egosu çok yüksekti. Kendinden başka fotoğrafçı beğenmezdi, desem yalan olmaz. Ben her şeyi çektim, şimdikiler eziyet çekiyor derdi.

Hiç unutmam; Magnum Ajansı’nın Şef Editörü James A. Fox, Ara Güler için, “O her şeyden önce cömert, zarif ve esprili bir insandır. Tanıdığım en iyi hikâye anlatıcılarından biridir. Onun hayatı, birçok ünlü foto muhabirinin olduğu gibi, anekdotlarla doludur. Bunlar, hiçbir zaman filme yansımayan sadece fotoğraf makinelerince kısmen tespit edilmiş olan yüzyılımızın yaşayan anılarıdır”, demişti. Haklıydı.

Ara Güler’in her zaman doğru yer ve doğru zamanda olabilmek için nasıl çalışıp didindiğin, ne bedeller ödediğini bilmeyen kaldı mı? Merak edenler gazeteci Nezih Tavlaş’la Foto Muhabiri kitabını okuyabilir. Bu nehir söyleşi, onu anlamak için iyi bir seçim olabilir.

Ara Güler’in fotoğraf yolculuğu

Ara Güler, fotoğrafa Büyükada’da çektiği gün batımı fotoğrafları ile başlıyor, Kendi esprili diliyle “sanat” yaparak başlıyor yani. Babasının eczanesinin üst katını da kendine karanlık oda yaparak işi ciddiye aldığını gösteriyor. Bir zaman sonra gün batımı fotoğraflarında kendini sürekli tekrarladığını görünce yeni bir arayışa başlıyor.

2013 senesinde bir röportaj için ilk karanlık odasının olduğu dükkâna uğradık. Tezgâhta duran kişi, “Ara abi üst katta sizin bir sürü fotoğraf vardı hepsini attık” dedi. Benim gözler yerinden çıkacak gibiydi. O ise hiç umursamadı.

Foto muhabirliği

Ara Güler; 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesinde foto muhabirliğine başlıyor. Spor ve polisiye olayların fotoğraflarını çekiyor. Spor foto muhabirliğinde kale arkasında hareketi yakalamayı, polisiye olaylarda anı yakalamanın dışında hızlı olmayı, zamanla yarışmayı, gazeteciliği öğreniyor.

Bu arada, arşivinde henüz bir spor fotoğrafına tesadüf eden çıkmadı. Muhtemelen sadece gazete kupürlerinde görebileceğiz spor fotoğraflarını…

İlk foto-röportaj

Ara Güler sokağın dilini bilen, kolay iletişim kuran bir fotoğrafçıydı; bu fotoğraflarına yansıtırdı. İlk röportajını Kumkapı balıkçıları ile yapmıştı. O gün çektiği fotoğraflardan bazıları onun en güzel İstanbul fotoğrafları arasında yer alır. Balıkçı sohbetlerini sevdiğini söylerdi. Ben İstanbul ile Ara Güler arasında bir aşk olduğunu düşünürdüm, İstanbul tüm güzelliklerini onun objektifine sunuyor, o da bu anları ölümsüzleştiriyordu.

Ara Güler’in efsane olmasında aslan payı İstanbul’undur. İstanbul’da sürekli gittiği, kendini bulduğu, anılarını tazelediği özel yerleri vardı. Bazen, “Hadi Fener’e gidelim, Süleymaniye’ye, Emirgan’a gidelim” derdi, “İşim var usta!” dediğimde fırça atardı.

Ara Güler, Sabahattin Eyüboğlu’ndan çok etkilendiğini, ondan çok şey öğrendiğini söylerdi. Kendini mesleki olarak geliştirmek için zamanın en büyük dergileri Camera ve Leica Photography’nin sıkı takipçisi olunduğunu anlatırdı.  Kameranın bir araç olduğunun farkında, ama ustamız dediği deha düzeyinde yetenekli, daha sonra arkadaşı olan Henri Cartier Bresson ve Robert Capa, Leica kullandıkları için kendisinin de hayali bir Leica sahibi olmaktı.

Fotoğrafın makinadan önce zihinde çekildiğini söylerdi. Dillere pelesenk olmuş, “En iyi daktilolar en iyi romanı yazsaydı, en iyi fotoğraf makinaları de en iyi fotoğrafı çekerdi” sözü fotoğrafçıların fotoğraf makinasına takılıp kalmalarına yönelik bir eleştiriydi. Onların fotoğraflarını içgüdüsel çekmelerini arzulardı.

Saygın dergilerin foto muhabiri

1954’te Hayat dergisinde fotoğraf bölüm şefi olarak çalışmaya başlar Ara Güler.1958’de Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto muhabirliği görevlerini üstlenir.

Bu arada dünyanın en saygın foto muhabirleriyle dostluklar kurar. Onlar İstanbul’a geldiklerinde Ara Güler onlara eşlik eder.

Henri Cartier Bresson Robert Capa, Sebastio Salgado, ayrıca benim şahit olduklarım da var. Josef Koudelka, Marc Riboud, Filip Jones Griffiths, Bruno Barbey, Steve McCurry, Nikos Economopoulos, Reza, Raghu Rai bunlardan sadece bazıları…

Ara Güler, “Ben geçici meşhurları değil, daimî meşhurları çekmek isterim” derdi. Dünyadan ve Türkiye’den birçok ünlü kişi onun objektifine poz verdi. O çektiği insanın ruhunu yakalamak için sınırları zorlayan, kendi tabiri ile “doyumsuz” bir fotoğrafçıydı. Ve “Ben olmasam Türk Edebiyatı yüzsüz kalacaktı” sözünde pek de haksız değildi.

Ona göre gazeteciliği boyunca üç önemli röportaj yapmıştı: “Nemrut dağı”, “Nuh’un gemisi” ve “Afrodisias”. Bense en güzel röportajının en uzun soluklu işi olan “İstanbul” olduğunu düşünüyorum.

British Jurnal of Photography Yıllığı, 1960 yılının 7 yıldız foto muhabiri olarak Türkiye’den de Ara Güler’i seçmişti. 1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen “Master of Leica” unvanını kazandı.

Ara Güler 90 yıllık ömründe deklanşör sesi ile yaşamış, geride iki milyon fotoğraf bırakmış, bu ülkenin görsel belleğine en büyük katkıyı sağlamış bir kültür mirasımız.

Ara Güler Müzesi

Ara Güler’in evini, ofisini görenler bilir, boş film kutuları bile durur; sanki bir gün müzesinin kurulacağını önceden görmüş gibidir. Kişisel eşyalarını iyi ki saklamış. Onun ilgi duyduğu, sahip olduğu her şeyi görebiliyoruz böylelikle…

Bir fotoğrafçının yaşayabilmesi için müzenin şart olduğuna söylerdi.

Doğuş Gurubu, 2016’da, Ara Güler’in Beyoğlu’nda, Ara Güler Sokağı 4 numarada bulunan galeri ve ofisini (Güler Apartmanı) yıkarak, yerine Türkiye’nin ilk fotoğrafçı müzesini kurdular: Ara Güler Doğuş Sanat ve Müzecilik A.Ş.

İki yıl boyunca Ara Güler’e ait sayısız fotoğraf ve belge numaralandırılarak Doğuş Grubu’na ait Bomantiada’ya taşınmış, tasnifleri yapılarak dijital ortama aktarılmıştı. Galatasaray’daki müze yapılana kadar, Ara Güler’in fotoğraf dünyası geçici müze mekânı Bomonti’de kapılarını fotoğraf severler için “Islık Çalan Adam” sergisi ile açmıştı.

Serginin açıldığı akşam, gün boyu birlikte idik. Geçici müzenin açılmasından mutlu idi, ancak bir an önce Beyoğlu’ndaki binanın bitmesi gerektiğini söylüyordu.

“Bu güzel güne kiminle gitmek isterdin” diye sormuştum. “Anne ve babamla…” demiş ve eklemişti: “Bak, baba sonunda müze oldu, derdim ona.”

O gün birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız var; üzerimizde tişört, ikimiz de ayakta sevgili Mahmut Genç’in objektifine bakıyoruz.

Beyoğlu’ndaki müze bittiğinde O binanın duvarlarında benim sesim, nefesim olacak. İnsanlar fotoğrafa bakıp konuşacaklar ve ben olanları duyacağım derdi. Ara Güler artık sevdiği dostlarının yanında gerçek dünyada. Onunla fotoğrafları üzerinden konuşmak isterseniz konuşun, o sizi duyacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Ercan Arslan
Ercan Arslan
Foto muhabiri Ercan Arslan 1970 yılında Iğdır'da doğdu. 1993 yılında Milliyet gazetesinde foto muhabiri olarak çalışmaya başladı. 1997'de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf bölümünden mezun oldu.2019 yılında MSGSÜ'de Yüksek Lisansını tamamladı. Fotoğraf dalında çok sayıda ödüle layık görüldü. Arslan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü ile Yıldız Teknik Üniversitesi Fotoğraf ve Video Bölümü'nde "Basın Fotoğrafçılığı" dersleri veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x