Bitter mi, sütlü mü? Hayatın tatlı-acı dengesini bulmanın 10 yolu

Yaşam hep uçlarda salınıyor: Bir yanda buruk tatlar, diğer yanda ballı kaymaklı kolaylıklar. Peki, dengeyi nerede kuracağız? İşte tatlı-acı terazisini ayarlamak için on yol… Süleyman Kaymaz yazdı.

Cazibesiyle hemen herkesi büyüleyen çikolatanın tarihini 4 bin yıl öncesine dayandıranlar var. İspanyol kaşiflerin Orta Amerika’dan getirdikleri kakao çekirdeklerinden elde edilen çikolata, günümüzdeki adını ve biçimini alana değin pek çok aşamadan geçmiş. Mayaların M.S. 600’lü yıllarda kakao çekirdeklerinden elde ettikleri bir sıvıyı baharatlarla çeşnilendirerek içtikleri biliniyor. Azteklerin, kakao çekirdeklerinin ezilmesi sırasında çıkan ses yüzünden gürültü anlamına gelen “choco” ve su anlamındaki “atle” kelimelerinden türeterek “xocoatl” adını verdikleri bu sıvı genellikle önde gelen insanların içeceğiymiş. İspanyollar, Avrupa’ya götürdükleri bu içkiye şeker katarak içmeye başlamışlar. 16. yüzyılın sonlarında kolaylıkla sıvılaşacak katı çikolatalar üreten İngilizler, 18. yüzyılda da içine süt katarak tüketmeye başlamışlar.

Çikolata ile insan arasında görünenin ötesine geçen bir bağ olsa gerek. Kimi zaman çocukluğun unutulmuş bir anısına, kimi zaman kalp atışlarını hızlandıran bir tutkuya dokunur. Kakao tanelerinin acı özüyle damakta başlayan yolculuk, zihinde ve ruhta tatlı bir teselliye dönüşür. Belki de bu gizli çekimin on anahtarı, binlerce yıldır değişmeyen aynı şifreye çıkar: Tat, koku, doku, renk, ses, hafıza, arzu, suçluluk, huzur ve aşk.

1. Küçük kayıpları tatlandır

Hayatınızda yolunda gitmeyen şeyler mi var? İşleriniz beklediğiniz randımanı vermiyor mu? Ya da çevrenizdekilerin size yeterince kıymet vermediğini mi hissediyorsunuz? Planlarınız aksıyor mu? Tüm bunlar bitter çikolata gibi ağzınızda acı bir tat bırakıyor ve bu durum canınızı sıkıyorsa belki de artık kendinize dönüp sorunun nereden kaynaklandığını düşünmenizde fayda var. Beklentileriniz gerçekleşmiyorsa aksilikleri dramatize etmek yerine mevcut şartları göz önünde tutarak planlarınızı değiştirin. Böylece zorlukları kolaylığa çevirebilir, ağzınızdaki acı tadı gidermek için sorunlara sütlü çikolata muamelesi yapabilirsiniz. Elbette acı-tatlı dengesini kurmayı ihmal etmeden.

Yakın bir dostum dünyada onca tatlı yiyecek varken insanların acı ve ekşi yiyeceklere olan tutkularının akıl dışı olduğunu iddia ediyordu. Sanırım bu tezini ispatlamak için olacak, bir oturuşta bir tepsi sütlü kadayıfı midesine gömmüş; ardından da şeker komasına girmişti. Onu son gördüğümde bir turşu dükkânının önündeydi ve sıkıldığı her hâlinden belli olan turşucuya turşu kurmanın püf noktalarına dair malumat veriyordu.

2. Büyük acıları sindirmek

“Bitter” Almancada “acı” anlamına geliyor. Sütlü çikolata ile bitter çikolatayı ayıran ana sebep bitterdeki kakao ve kakao yağı oranının daha fazla olması. Ağızda bıraktığı acı tat nedeniyle bu çikolata türüne bitter ismi verilmiş. Şimdi gelelim bitterin, yani acının insan yaşamındaki yerine:

Gombrowicz’in günlüğüne düştüğü şu iki cümle zihnime perçinlenmiş: “Eğer, bugüne dek, tarihte acı çekmiş tüm kurbanları yaşama döndürseydiniz, bitmeyen bir geçit töreni olurdu. Yaşamın özünün trajik olduğunu da çok iyi bilmiyor muyum?[1]” Günlüğün aynı sayfasında, “Bunu yazdığım sırada,” diyor Gombrowicz, “Galapagos Adası yakınlarındaki bir küçük balık, cehennemin eşiğinden geçiyor, çünkü başka bir balık kuyruğunu yutuvermiş.”

Evet, yaşamın özü, tatlı yönleri kadar acılarla da dolu. Acılar da göreceli midir acaba? Eugene Grandet’in çilesi, Werther’in çektikleri yanında daha mı az acıdır? Kuyruğunu başka bir balığa kaptırmış küçük balığın acısı onlardan daha mı çoktur? Bu acıların kıvamını kim belirleyebilir? Acıyı çeken mi, yoksa acıya şahit olan mı? Kim, Eugene’in ya da Werther’in, kuyruğunu kaptıran balıktan daha az acı çektiğini iddia edebilir ki? Kötü şeyler her zaman başkalarının başına gelmez ve bana göre acının her türlüsü o acıyı yaşayan için büyüktür.

Acılardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeli. Sindirilmeyen bir acı, sonsuz bir acıya dönüşebilir. Yas mı tutacaksınız kayıplarınıza, tutun ve asla ertelemeyin. Onları yok saymayın, azar azar tadın; zamanla damakta bıraktıkları sertlik, karakterinize derinlik katacaktır. Fakat şunu da biliyorum, acılar aynı da olsa herkesin baş etme biçimi aynı değil.

Bir öğle saati, güzel havayı bahane ederek yolumu uzatmış, bilmediğim sokaklardan keyifle geçerek işe gidiyordum. Girdiğim bir sokakta bulunan camide cenaze vardı. Biriken kalabalıktan dua ve ağlaşmalar işitiliyordu. Teneşirdeki tabutun üzerine eğilmiş bir kadın yaşlı gözleriyle başını kaldırdı, kalabalığa dönüp tabutu göstererek, “Susun!” diye bağırdı. “Çocuğu korkutacaksınız!”

Eve döndüm. Ne yaptım hatırlamıyorum, ama o gün, başkasına ait bir acının iliklerimize kadar hissedilebileceğini öğrendim.

3. Mükemmeliyet tuzağını kırmak

Uzmanlar kaliteli bir çikolatanın damağı ve genzi yakmaması gerektiğini söylüyorlar. Özellikle sütlü çikolatanın ana maddeleri olan süt, şeker, kakao ve kakao yağının dozu kaçırıldığında öngörülen lezzet elde edilemez. Yaşam da böyledir. Acı-tatlı birlikteliğinden ibarettir hayat. Çağımızın en büyük hastalığı olan mükemmeliyet tuzağına düşmemek gerekir. Kişisel gelişimcilerin (!) mal bulmuş mağribi gibi ortaya attıkları mükemmeliyetçilik günümüzde rağbet görüyor. Eğer, her şeye vâkıf gibi görünmeye çabalayan kişisel gelişimciler, sadece insanın doğasını yeterince biliyor olsalardı, ağızlarını burarak brifing vermeyi bırakır; belki biraz da utanırlardı. İnsanı tek tipleştirmeye yönelik mesnedsiz tavsiyelerin kimin işine yarayacağı da başka bir konu!

İnsan karmaşık bir varlık. Yeri gelir mutlu olur, yeri gelir kedere düşer. Ama düşe kalka yol alır ve edindiği tecrübelerden kendine bir rota çizer. Tıpkı çikolata gibi: Sürekli sütlü tatların peşinde koşmak, hayattan öğrenme fırsatlarını elinizden alır. Unutmayın ki sütsüz ve şekersiz lezzetler de vardır. Ufak kusurların, hataların payını bırakın.

Bana her fırsatta mükemmeliyetçilik öğütleyen bir dostum yaşam standartlarını yükseltmek için büyük bir borca girmiş, bu borcu ödeyemeyince de işyerini ve aileden kalan evini satmak zorunda kalmıştı. Ona yıllar sonra garsonluk yaptığı bir kahvehanede rastladım. Dediğine göre patron onu titizliği yüzünden pek bir tutmuş ve kahvehanenin deposunda kalmasına da müsaade etmiş. Tüm bunları bir çırpıda anlattıktan sonra, “Eee dostum,” dedi. “Ben sana hep demişimdir, mükemmeliyetçilik önemli diye!”

4. Zevki ertelemek

Çikolatanın serotonin salınımı tetikleyerek mutluluk verdiğini bilmeyenimiz yoktur sanırım. Yemesi büyük bir zevk olan çikolatanın artık her zevke uygun çeşidi var. Fıstıklısı, bademlisi…

Şüphesiz zevk sahibi olmak mühim bir şey. Bunun önemini zevksiz insanlara baktıkça daha iyi anlıyorum. Çikolata yemenin verdiği zevkin 90’lı yıllardan sonra ortaya çıkan özel televizyon kanallarında yayınlanan çikolata reklamlarında hayli işlendiğini hatırlarsınız. Gerçi bu reklamlar çikolatanın daha çok afrodizyak tarafını öne çıkarıyordu. Hâliyle 90’lı yıllardan sonra çikolata satışında bir patlama yaşandı. Neyse, biz konumuza dönelim: İnsan hayatı kısa. Zevkleri ertelememek gerek. İnsan neyi zevkle yaparsa onda başarılı olur derler. Keyif alarak yapacağımız meslekleri seçmeliyiz. Unutmayın ki başarılı iş insanları genellikle sevdiği işleri yapanlar arasından çıkıyor. Elbette para babalarını saymazsak! Fakat bazı zevkler var ki, her fırsatta onları tatmak alınan keyfi azaltabilir. Mesela çikolata gibi, hemen şekerli olana atlamak yerine bazen sabretmek, tatlıya varınca daha yoğun bir haz verir.

Her öğünde yiyecek kadar pizza seven bir tanıdığım, sonunda bu sevgisini pizza dükkânı açacak kadar da ileri götürmüştü. İşleri çok iyiydi, ama artık pizza yemeyi bırakmıştı. Bunun sebebini sorduğumda çevreyi kolaçan etmiş, sonra fısıldayarak, “Nasıl yapıldığını görünce insanın yiyesi gelmiyor,” demişti.

5. Dost sofraları kurmak

Çikolata bugün sofralarımızdaki birçok tatlı türüne lezzet katmaya devam ediyor. Dondurmalar, kekler, pastalar… Kakao çekirdekleri kalsiyum, demir, magnezyum, potasyum gibi mineraller sayesinde oldukça besleyicidir. Ayrıca yüksek lif barındırır. Obeziteye kucak açtığı ise bazı bilim insanlarınca yalanlanmıştır. Elbette ki avuçlayarak yediğiniz her şeyin zararlı olacağını bilmiyor olamazsınız değil mi? Bir fincan kahvenin yanına konan bir parça çikolatanın zararlı olduğunu kim iddia edebilir ki? Çikolatalı tatlılar yapın ve dost sofraları kurun. Tek başına alınan tat yarım kalır. Acıyı paylaşmak acıyı azaltır; tatlıyı paylaşmak tatlıyı çoğaltır. Dostlarınızla oturduğunuz her sofra lezzete lezzet katacaktır.

Bir gün işe giderken yatak odasının penceresini açık unutmuşum. Döndüğümde mutfağı darmaduman buldum. Hırsız girdiğini düşünüyordum. Bir dedektif dikkatiyle odaları gezerken bir de ne göreyim. Kedim Zarife, yatağımın üstünde on kadar kediyle oturuyordu. Beni görmelerine rağmen istiflerini bozmamaları sinirime dokunmuştu. Hâliyle öfkelendim. Zarife haricinde hepsi açık pencereden tüydüler.

6. Rutinleri tatlandırmak

Eğer çikolatasever biriyseniz rutinleşen çikolata yeme seanslarınıza farklılıklar katabilirsiniz. Her mutfakta bulunabilecek malzemelerle çikolatalı yeni lezzetler hazırlanabilir. Hem de çok çaba harcamadan. Mesela çikolatalı ve kahveli kek. Baharatlı sıcak çikolata. Portakallı çikolata. Tariflerini kolayca bulabilirsiniz. Zamanla da kendi tariflerinizi oluşturmanız ve yeni tatlar bulmanız da mümkün.  Yeter ki deneyin.

Yaşamın içinde de gündelik tekrarları renklendirmek için alışılmadık şeyler deneyin: yeni bir sokakta yürüyün, bilmediğiniz bir yöre mutfağını tadın. Hayat, küçük şaşkınlıklarla dengelenir.

Şaşkınlık demişken: Gündelik rutinlerine renk katmak isteyen bir meslektaşım, oturduğu mahallede bulunan tarihi bir hamama gitmiş. İçeri girer girmez kendisini çığlık atarak kaçışan kadınlar karşılamış. Yaşadığı şoku düşünsenize. Neyse ki dostum tüm şaşkınlığına rağmen, kaçarken elden bırakmadığı peştamalinin içinde kalmayı başarmış. Meğer hamam o gün kadınlara mahsusmuş.  Oradan nasıl çıktığı muamma. Anlattıysa da gülmekten işitmemiş olabilirim.

7. Damak hafızası

Çikolatanın kaliteli olduğunu nasıl anlarsınız? Öncelikle ağızda bıraktığı lezzet hoşnutluk verir. Genzi yakmaz, kokusu insanı mest eder: sindirildikten çok sonra bile damakta tadı hissedilir. Damak hafızasıdır bu. Hatırlanan tat mutluluk vermeye devam eder.

Yaşamın içinde de tatlı anlar var. Hepsini hatırlamakta zorlanabiliriz. Uzmanlar tatlı anlardan çok, acı anların hatırlandığını söylüyorlar. Öyleyse bir defter edinin ve tatlı anları yazın, saklayın; zor günlerde açıp yeniden tadın. Böylece acılar hafifler, tatlılar çoğalır.

Eskiden ben de çantamda tuttuğum bir deftere, daha sonra temize çekerim diye düşünerek gün içindeki tatlı anlarımı alelacele not alırdım. Bir zaman sonra defteri aralar, birtakım anlamsız cümlelere dudak bükerek bakardım. Öyle ki, kendi el yazımı tanımasam, defter başkasının eline geçti sanabilirdim.

8. Bedenin dilini dinlemek

Çikolatada karbonhidrat oldukça yüksek. Kakao çekirdekleri de ortalama % 50 yağdan oluşur. Her ne kadar içinde polifenol adı verilen bir antioksidan barındırsa da, çikolata tüketirken aşırıya kaçılmamalı. Çok şekerli yaşam da, fazla acı da mideyi bozar. Uykunuza, yediklerinize, yürüyüşlerinize dikkat ederek bedeni dengeye çağırın. Eğer dikkat kesilirsek bedenimiz bize sağlığımız için gerekli uyarılarda bulunacaktır. Bazen bir baş dönmesi, bir öksürük ya da yorgunluk hissi kantarın topuzunu kaçırdığımızın habercisi olabilir. Mümkün olduğunca doğal bir yaşamı benimsemeliyiz. Yani besinleri doğada bulundukları şekilde tüketmelisiniz.

Bir arkadaşım sistemden, şehir hayatının sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden ve kalabalıktan şikayet eder, doğal bir yaşam sürmek istediğinden dem vurarak galeyana gelir, “Into the wild (yabana doğru)” diye bağırarak kafamızı şişirip dururdu. Çok geçmeden şehrin merkezinde eski bir binayı kiralayıp kafe açtı. Ondaki bu ani değişimi gördükten sonra kendisiyle alakayı kestim. Bazen kafesinin önünden geçer, onu, eski günlerdeki hâlini anımsatan bir coşkuyla müşterilerine adisyon açarken görürüm ve o an içimden avazımın çıktığı kadar, “Into the wild!” diye bağırıp kaçmak gelir.

9. Lezzeti araya sıkıştırmak

Dünyada türlü lezzetler var. Her tadın da kendine göre bir aroması. Yemeklere onlarca baharat ilave edenleri gördükçe şaşırmaktan kendimi alamam. Hâlbuki her yemeği kendi lezzeti ile tüketmek gerek. Eğer bir yemekte baharatlar baskın gelecekse, lezzet açısından o yemeğin ne olduğunun bir önemi kalır mı? Bir oturuşta farklı yemekler yiyerek lezzet karmaşasına yol açmak da böyle bir şey bana göre. Neyse ki insanoğlunun tatlıları yemeğin sonunda yemek gibi bir adeti var. Çikolata da böyledir. Damakta kendinden sonra gelecek bir tada tahammülü yoktur. Biricik olmak ister, eğer bu şart yerine getirilmezse vereceği hazzı esirger.

Bir kitap fuarında belediyenin tertip ettiği yemekteydik. Tesadüf bu ya, obur bir dostumla masada yan yana gelmiştik. Dostum önüne konan yemekleri çalakaşık yiyor, boşalan tabağını tekrar doldurtuyordu. Bu yetmezmiş gibi masadakilerin yiyemediği yemekleri de, “Ziyan olmasın,” diyerek midesine indiriyordu. Gözümü ondan alamıyordum. Hâliyle iştahım kaçtı. Bir ara baktım karnını tutuyor, “İyi misin?” diye sormamla birlikte dostumdan kapı gıcırtısını andıran bir ses geldi. Yerinden fırladı ve kilosundan beklenilmeyecek bir çeviklikle tuvaletlere doğru koştu. Hem öyle bir koşmak ki, eğer aynı performansı olimpiyatlarda gösterecek olsaydı derece alabilirdi.

10. Çikolata kaplı kişilikler

Saadet Özen’in verdiği bilgilere göre Osmanlı’nın son yüzyılında ithal yollarla ülkeye girmeye başlayan çikolatalar halk tarafından oldukça benimsenmiş. Elbette gümrük vergileri yüzünden pahalı olduğu için bu çikolatalar zengin işiymiş. Merak edenler Osmanlı gümrüklerinden geçen çikolataların 1854 tarihli arşiv belgelerine ulaşabilirler. 1908’de Nestle, padişah tedarikçisi olmak için başvuruda bulunmuş, başvuru kabul edilince Nestle sarayın tedarikçi firması olmuş. 1918’de Zafer Çikolataları, 1920’de Melba çikolataları İstanbul’da kurulmuş. Fakat çikolatanın bir endüstri ürününe dönüşmesi Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan fabrikalar sayesindedir[2].

Şekerleme endüstrisi durur mu? Halk tarafından bunca sevilen çikolatayı keklerin, kurabiyelerin içine koymuş. Bugün çoğu firma, bisküviden tutun da gofretlere kadar birçok ürünü çikolata ile kaplayarak satışa sunuyor ve bu ürünler lezzet düşkünü insanların ilgisini çekiyor.

Şimdi gelelim buradan çıkarılacak derse: Halk arasında şeker gibi insan diye bir deyim var. Sizin de muhakkak çevrenizde böyle insanlar vardır. Yoksa da edinin derim. Kötücül ve her durumda somurtan insanlardan dostlar edinmeyin. Arkadaşlarınız olumlu düşüncelere sahip kişilerden oluşsun. Nerede nasıl davranacağını bilmeyen, sözünün gideceği yeri kestiremeyen insanlar ağzınızın tadını bozacaktır.

Yıllar önce bir antikacı dostumu ziyarete gidiyordum. Yolda karşılaştığım geveze bir tanıdık peşime takıldı, ne yaptıysam onu başımdan savamadım. Dostum bizi sevinçle karşıladı. Dükkânın içindeki antika eşyaları inceliyordum. Geveze tanıdık, duvarda asılı bir kadın fotoğrafını göstererek lakayt bir tavırla, “Bu kocakarı fotoğrafı da satılık mı?” diye sordu. Antikacı dostumun rengi attı: “O kocakarı,” dedi. “Benim annem olur!”

Ağzınızın tadı daim olsun.

Sürçü lisan ettiysek af ola!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Witold Gombrowicz, Günlük 1953-1958, YKY, 2015, s. 264

[2] Saadet Özen, Çukulata – Çikolatanın Yerli Tarihi, YKY, 2014

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bitter mi, sütlü mü? Hayatın tatlı-acı dengesini bulmanın 10 yolu

Yaşam hep uçlarda salınıyor: Bir yanda buruk tatlar, diğer yanda ballı kaymaklı kolaylıklar. Peki, dengeyi nerede kuracağız? İşte tatlı-acı terazisini ayarlamak için on yol… Süleyman Kaymaz yazdı.

Cazibesiyle hemen herkesi büyüleyen çikolatanın tarihini 4 bin yıl öncesine dayandıranlar var. İspanyol kaşiflerin Orta Amerika’dan getirdikleri kakao çekirdeklerinden elde edilen çikolata, günümüzdeki adını ve biçimini alana değin pek çok aşamadan geçmiş. Mayaların M.S. 600’lü yıllarda kakao çekirdeklerinden elde ettikleri bir sıvıyı baharatlarla çeşnilendirerek içtikleri biliniyor. Azteklerin, kakao çekirdeklerinin ezilmesi sırasında çıkan ses yüzünden gürültü anlamına gelen “choco” ve su anlamındaki “atle” kelimelerinden türeterek “xocoatl” adını verdikleri bu sıvı genellikle önde gelen insanların içeceğiymiş. İspanyollar, Avrupa’ya götürdükleri bu içkiye şeker katarak içmeye başlamışlar. 16. yüzyılın sonlarında kolaylıkla sıvılaşacak katı çikolatalar üreten İngilizler, 18. yüzyılda da içine süt katarak tüketmeye başlamışlar.

Çikolata ile insan arasında görünenin ötesine geçen bir bağ olsa gerek. Kimi zaman çocukluğun unutulmuş bir anısına, kimi zaman kalp atışlarını hızlandıran bir tutkuya dokunur. Kakao tanelerinin acı özüyle damakta başlayan yolculuk, zihinde ve ruhta tatlı bir teselliye dönüşür. Belki de bu gizli çekimin on anahtarı, binlerce yıldır değişmeyen aynı şifreye çıkar: Tat, koku, doku, renk, ses, hafıza, arzu, suçluluk, huzur ve aşk.

1. Küçük kayıpları tatlandır

Hayatınızda yolunda gitmeyen şeyler mi var? İşleriniz beklediğiniz randımanı vermiyor mu? Ya da çevrenizdekilerin size yeterince kıymet vermediğini mi hissediyorsunuz? Planlarınız aksıyor mu? Tüm bunlar bitter çikolata gibi ağzınızda acı bir tat bırakıyor ve bu durum canınızı sıkıyorsa belki de artık kendinize dönüp sorunun nereden kaynaklandığını düşünmenizde fayda var. Beklentileriniz gerçekleşmiyorsa aksilikleri dramatize etmek yerine mevcut şartları göz önünde tutarak planlarınızı değiştirin. Böylece zorlukları kolaylığa çevirebilir, ağzınızdaki acı tadı gidermek için sorunlara sütlü çikolata muamelesi yapabilirsiniz. Elbette acı-tatlı dengesini kurmayı ihmal etmeden.

Yakın bir dostum dünyada onca tatlı yiyecek varken insanların acı ve ekşi yiyeceklere olan tutkularının akıl dışı olduğunu iddia ediyordu. Sanırım bu tezini ispatlamak için olacak, bir oturuşta bir tepsi sütlü kadayıfı midesine gömmüş; ardından da şeker komasına girmişti. Onu son gördüğümde bir turşu dükkânının önündeydi ve sıkıldığı her hâlinden belli olan turşucuya turşu kurmanın püf noktalarına dair malumat veriyordu.

2. Büyük acıları sindirmek

“Bitter” Almancada “acı” anlamına geliyor. Sütlü çikolata ile bitter çikolatayı ayıran ana sebep bitterdeki kakao ve kakao yağı oranının daha fazla olması. Ağızda bıraktığı acı tat nedeniyle bu çikolata türüne bitter ismi verilmiş. Şimdi gelelim bitterin, yani acının insan yaşamındaki yerine:

Gombrowicz’in günlüğüne düştüğü şu iki cümle zihnime perçinlenmiş: “Eğer, bugüne dek, tarihte acı çekmiş tüm kurbanları yaşama döndürseydiniz, bitmeyen bir geçit töreni olurdu. Yaşamın özünün trajik olduğunu da çok iyi bilmiyor muyum?[1]” Günlüğün aynı sayfasında, “Bunu yazdığım sırada,” diyor Gombrowicz, “Galapagos Adası yakınlarındaki bir küçük balık, cehennemin eşiğinden geçiyor, çünkü başka bir balık kuyruğunu yutuvermiş.”

Evet, yaşamın özü, tatlı yönleri kadar acılarla da dolu. Acılar da göreceli midir acaba? Eugene Grandet’in çilesi, Werther’in çektikleri yanında daha mı az acıdır? Kuyruğunu başka bir balığa kaptırmış küçük balığın acısı onlardan daha mı çoktur? Bu acıların kıvamını kim belirleyebilir? Acıyı çeken mi, yoksa acıya şahit olan mı? Kim, Eugene’in ya da Werther’in, kuyruğunu kaptıran balıktan daha az acı çektiğini iddia edebilir ki? Kötü şeyler her zaman başkalarının başına gelmez ve bana göre acının her türlüsü o acıyı yaşayan için büyüktür.

Acılardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeli. Sindirilmeyen bir acı, sonsuz bir acıya dönüşebilir. Yas mı tutacaksınız kayıplarınıza, tutun ve asla ertelemeyin. Onları yok saymayın, azar azar tadın; zamanla damakta bıraktıkları sertlik, karakterinize derinlik katacaktır. Fakat şunu da biliyorum, acılar aynı da olsa herkesin baş etme biçimi aynı değil.

Bir öğle saati, güzel havayı bahane ederek yolumu uzatmış, bilmediğim sokaklardan keyifle geçerek işe gidiyordum. Girdiğim bir sokakta bulunan camide cenaze vardı. Biriken kalabalıktan dua ve ağlaşmalar işitiliyordu. Teneşirdeki tabutun üzerine eğilmiş bir kadın yaşlı gözleriyle başını kaldırdı, kalabalığa dönüp tabutu göstererek, “Susun!” diye bağırdı. “Çocuğu korkutacaksınız!”

Eve döndüm. Ne yaptım hatırlamıyorum, ama o gün, başkasına ait bir acının iliklerimize kadar hissedilebileceğini öğrendim.

3. Mükemmeliyet tuzağını kırmak

Uzmanlar kaliteli bir çikolatanın damağı ve genzi yakmaması gerektiğini söylüyorlar. Özellikle sütlü çikolatanın ana maddeleri olan süt, şeker, kakao ve kakao yağının dozu kaçırıldığında öngörülen lezzet elde edilemez. Yaşam da böyledir. Acı-tatlı birlikteliğinden ibarettir hayat. Çağımızın en büyük hastalığı olan mükemmeliyet tuzağına düşmemek gerekir. Kişisel gelişimcilerin (!) mal bulmuş mağribi gibi ortaya attıkları mükemmeliyetçilik günümüzde rağbet görüyor. Eğer, her şeye vâkıf gibi görünmeye çabalayan kişisel gelişimciler, sadece insanın doğasını yeterince biliyor olsalardı, ağızlarını burarak brifing vermeyi bırakır; belki biraz da utanırlardı. İnsanı tek tipleştirmeye yönelik mesnedsiz tavsiyelerin kimin işine yarayacağı da başka bir konu!

İnsan karmaşık bir varlık. Yeri gelir mutlu olur, yeri gelir kedere düşer. Ama düşe kalka yol alır ve edindiği tecrübelerden kendine bir rota çizer. Tıpkı çikolata gibi: Sürekli sütlü tatların peşinde koşmak, hayattan öğrenme fırsatlarını elinizden alır. Unutmayın ki sütsüz ve şekersiz lezzetler de vardır. Ufak kusurların, hataların payını bırakın.

Bana her fırsatta mükemmeliyetçilik öğütleyen bir dostum yaşam standartlarını yükseltmek için büyük bir borca girmiş, bu borcu ödeyemeyince de işyerini ve aileden kalan evini satmak zorunda kalmıştı. Ona yıllar sonra garsonluk yaptığı bir kahvehanede rastladım. Dediğine göre patron onu titizliği yüzünden pek bir tutmuş ve kahvehanenin deposunda kalmasına da müsaade etmiş. Tüm bunları bir çırpıda anlattıktan sonra, “Eee dostum,” dedi. “Ben sana hep demişimdir, mükemmeliyetçilik önemli diye!”

4. Zevki ertelemek

Çikolatanın serotonin salınımı tetikleyerek mutluluk verdiğini bilmeyenimiz yoktur sanırım. Yemesi büyük bir zevk olan çikolatanın artık her zevke uygun çeşidi var. Fıstıklısı, bademlisi…

Şüphesiz zevk sahibi olmak mühim bir şey. Bunun önemini zevksiz insanlara baktıkça daha iyi anlıyorum. Çikolata yemenin verdiği zevkin 90’lı yıllardan sonra ortaya çıkan özel televizyon kanallarında yayınlanan çikolata reklamlarında hayli işlendiğini hatırlarsınız. Gerçi bu reklamlar çikolatanın daha çok afrodizyak tarafını öne çıkarıyordu. Hâliyle 90’lı yıllardan sonra çikolata satışında bir patlama yaşandı. Neyse, biz konumuza dönelim: İnsan hayatı kısa. Zevkleri ertelememek gerek. İnsan neyi zevkle yaparsa onda başarılı olur derler. Keyif alarak yapacağımız meslekleri seçmeliyiz. Unutmayın ki başarılı iş insanları genellikle sevdiği işleri yapanlar arasından çıkıyor. Elbette para babalarını saymazsak! Fakat bazı zevkler var ki, her fırsatta onları tatmak alınan keyfi azaltabilir. Mesela çikolata gibi, hemen şekerli olana atlamak yerine bazen sabretmek, tatlıya varınca daha yoğun bir haz verir.

Her öğünde yiyecek kadar pizza seven bir tanıdığım, sonunda bu sevgisini pizza dükkânı açacak kadar da ileri götürmüştü. İşleri çok iyiydi, ama artık pizza yemeyi bırakmıştı. Bunun sebebini sorduğumda çevreyi kolaçan etmiş, sonra fısıldayarak, “Nasıl yapıldığını görünce insanın yiyesi gelmiyor,” demişti.

5. Dost sofraları kurmak

Çikolata bugün sofralarımızdaki birçok tatlı türüne lezzet katmaya devam ediyor. Dondurmalar, kekler, pastalar… Kakao çekirdekleri kalsiyum, demir, magnezyum, potasyum gibi mineraller sayesinde oldukça besleyicidir. Ayrıca yüksek lif barındırır. Obeziteye kucak açtığı ise bazı bilim insanlarınca yalanlanmıştır. Elbette ki avuçlayarak yediğiniz her şeyin zararlı olacağını bilmiyor olamazsınız değil mi? Bir fincan kahvenin yanına konan bir parça çikolatanın zararlı olduğunu kim iddia edebilir ki? Çikolatalı tatlılar yapın ve dost sofraları kurun. Tek başına alınan tat yarım kalır. Acıyı paylaşmak acıyı azaltır; tatlıyı paylaşmak tatlıyı çoğaltır. Dostlarınızla oturduğunuz her sofra lezzete lezzet katacaktır.

Bir gün işe giderken yatak odasının penceresini açık unutmuşum. Döndüğümde mutfağı darmaduman buldum. Hırsız girdiğini düşünüyordum. Bir dedektif dikkatiyle odaları gezerken bir de ne göreyim. Kedim Zarife, yatağımın üstünde on kadar kediyle oturuyordu. Beni görmelerine rağmen istiflerini bozmamaları sinirime dokunmuştu. Hâliyle öfkelendim. Zarife haricinde hepsi açık pencereden tüydüler.

6. Rutinleri tatlandırmak

Eğer çikolatasever biriyseniz rutinleşen çikolata yeme seanslarınıza farklılıklar katabilirsiniz. Her mutfakta bulunabilecek malzemelerle çikolatalı yeni lezzetler hazırlanabilir. Hem de çok çaba harcamadan. Mesela çikolatalı ve kahveli kek. Baharatlı sıcak çikolata. Portakallı çikolata. Tariflerini kolayca bulabilirsiniz. Zamanla da kendi tariflerinizi oluşturmanız ve yeni tatlar bulmanız da mümkün.  Yeter ki deneyin.

Yaşamın içinde de gündelik tekrarları renklendirmek için alışılmadık şeyler deneyin: yeni bir sokakta yürüyün, bilmediğiniz bir yöre mutfağını tadın. Hayat, küçük şaşkınlıklarla dengelenir.

Şaşkınlık demişken: Gündelik rutinlerine renk katmak isteyen bir meslektaşım, oturduğu mahallede bulunan tarihi bir hamama gitmiş. İçeri girer girmez kendisini çığlık atarak kaçışan kadınlar karşılamış. Yaşadığı şoku düşünsenize. Neyse ki dostum tüm şaşkınlığına rağmen, kaçarken elden bırakmadığı peştamalinin içinde kalmayı başarmış. Meğer hamam o gün kadınlara mahsusmuş.  Oradan nasıl çıktığı muamma. Anlattıysa da gülmekten işitmemiş olabilirim.

7. Damak hafızası

Çikolatanın kaliteli olduğunu nasıl anlarsınız? Öncelikle ağızda bıraktığı lezzet hoşnutluk verir. Genzi yakmaz, kokusu insanı mest eder: sindirildikten çok sonra bile damakta tadı hissedilir. Damak hafızasıdır bu. Hatırlanan tat mutluluk vermeye devam eder.

Yaşamın içinde de tatlı anlar var. Hepsini hatırlamakta zorlanabiliriz. Uzmanlar tatlı anlardan çok, acı anların hatırlandığını söylüyorlar. Öyleyse bir defter edinin ve tatlı anları yazın, saklayın; zor günlerde açıp yeniden tadın. Böylece acılar hafifler, tatlılar çoğalır.

Eskiden ben de çantamda tuttuğum bir deftere, daha sonra temize çekerim diye düşünerek gün içindeki tatlı anlarımı alelacele not alırdım. Bir zaman sonra defteri aralar, birtakım anlamsız cümlelere dudak bükerek bakardım. Öyle ki, kendi el yazımı tanımasam, defter başkasının eline geçti sanabilirdim.

8. Bedenin dilini dinlemek

Çikolatada karbonhidrat oldukça yüksek. Kakao çekirdekleri de ortalama % 50 yağdan oluşur. Her ne kadar içinde polifenol adı verilen bir antioksidan barındırsa da, çikolata tüketirken aşırıya kaçılmamalı. Çok şekerli yaşam da, fazla acı da mideyi bozar. Uykunuza, yediklerinize, yürüyüşlerinize dikkat ederek bedeni dengeye çağırın. Eğer dikkat kesilirsek bedenimiz bize sağlığımız için gerekli uyarılarda bulunacaktır. Bazen bir baş dönmesi, bir öksürük ya da yorgunluk hissi kantarın topuzunu kaçırdığımızın habercisi olabilir. Mümkün olduğunca doğal bir yaşamı benimsemeliyiz. Yani besinleri doğada bulundukları şekilde tüketmelisiniz.

Bir arkadaşım sistemden, şehir hayatının sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden ve kalabalıktan şikayet eder, doğal bir yaşam sürmek istediğinden dem vurarak galeyana gelir, “Into the wild (yabana doğru)” diye bağırarak kafamızı şişirip dururdu. Çok geçmeden şehrin merkezinde eski bir binayı kiralayıp kafe açtı. Ondaki bu ani değişimi gördükten sonra kendisiyle alakayı kestim. Bazen kafesinin önünden geçer, onu, eski günlerdeki hâlini anımsatan bir coşkuyla müşterilerine adisyon açarken görürüm ve o an içimden avazımın çıktığı kadar, “Into the wild!” diye bağırıp kaçmak gelir.

9. Lezzeti araya sıkıştırmak

Dünyada türlü lezzetler var. Her tadın da kendine göre bir aroması. Yemeklere onlarca baharat ilave edenleri gördükçe şaşırmaktan kendimi alamam. Hâlbuki her yemeği kendi lezzeti ile tüketmek gerek. Eğer bir yemekte baharatlar baskın gelecekse, lezzet açısından o yemeğin ne olduğunun bir önemi kalır mı? Bir oturuşta farklı yemekler yiyerek lezzet karmaşasına yol açmak da böyle bir şey bana göre. Neyse ki insanoğlunun tatlıları yemeğin sonunda yemek gibi bir adeti var. Çikolata da böyledir. Damakta kendinden sonra gelecek bir tada tahammülü yoktur. Biricik olmak ister, eğer bu şart yerine getirilmezse vereceği hazzı esirger.

Bir kitap fuarında belediyenin tertip ettiği yemekteydik. Tesadüf bu ya, obur bir dostumla masada yan yana gelmiştik. Dostum önüne konan yemekleri çalakaşık yiyor, boşalan tabağını tekrar doldurtuyordu. Bu yetmezmiş gibi masadakilerin yiyemediği yemekleri de, “Ziyan olmasın,” diyerek midesine indiriyordu. Gözümü ondan alamıyordum. Hâliyle iştahım kaçtı. Bir ara baktım karnını tutuyor, “İyi misin?” diye sormamla birlikte dostumdan kapı gıcırtısını andıran bir ses geldi. Yerinden fırladı ve kilosundan beklenilmeyecek bir çeviklikle tuvaletlere doğru koştu. Hem öyle bir koşmak ki, eğer aynı performansı olimpiyatlarda gösterecek olsaydı derece alabilirdi.

10. Çikolata kaplı kişilikler

Saadet Özen’in verdiği bilgilere göre Osmanlı’nın son yüzyılında ithal yollarla ülkeye girmeye başlayan çikolatalar halk tarafından oldukça benimsenmiş. Elbette gümrük vergileri yüzünden pahalı olduğu için bu çikolatalar zengin işiymiş. Merak edenler Osmanlı gümrüklerinden geçen çikolataların 1854 tarihli arşiv belgelerine ulaşabilirler. 1908’de Nestle, padişah tedarikçisi olmak için başvuruda bulunmuş, başvuru kabul edilince Nestle sarayın tedarikçi firması olmuş. 1918’de Zafer Çikolataları, 1920’de Melba çikolataları İstanbul’da kurulmuş. Fakat çikolatanın bir endüstri ürününe dönüşmesi Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan fabrikalar sayesindedir[2].

Şekerleme endüstrisi durur mu? Halk tarafından bunca sevilen çikolatayı keklerin, kurabiyelerin içine koymuş. Bugün çoğu firma, bisküviden tutun da gofretlere kadar birçok ürünü çikolata ile kaplayarak satışa sunuyor ve bu ürünler lezzet düşkünü insanların ilgisini çekiyor.

Şimdi gelelim buradan çıkarılacak derse: Halk arasında şeker gibi insan diye bir deyim var. Sizin de muhakkak çevrenizde böyle insanlar vardır. Yoksa da edinin derim. Kötücül ve her durumda somurtan insanlardan dostlar edinmeyin. Arkadaşlarınız olumlu düşüncelere sahip kişilerden oluşsun. Nerede nasıl davranacağını bilmeyen, sözünün gideceği yeri kestiremeyen insanlar ağzınızın tadını bozacaktır.

Yıllar önce bir antikacı dostumu ziyarete gidiyordum. Yolda karşılaştığım geveze bir tanıdık peşime takıldı, ne yaptıysam onu başımdan savamadım. Dostum bizi sevinçle karşıladı. Dükkânın içindeki antika eşyaları inceliyordum. Geveze tanıdık, duvarda asılı bir kadın fotoğrafını göstererek lakayt bir tavırla, “Bu kocakarı fotoğrafı da satılık mı?” diye sordu. Antikacı dostumun rengi attı: “O kocakarı,” dedi. “Benim annem olur!”

Ağzınızın tadı daim olsun.

Sürçü lisan ettiysek af ola!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Witold Gombrowicz, Günlük 1953-1958, YKY, 2015, s. 264

[2] Saadet Özen, Çukulata – Çikolatanın Yerli Tarihi, YKY, 2014

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x