Konu “abece” (alfabe) ve Türk abeceleri olunca tarihin derinliklerine gitmek gerekiyor. Ağızdan çıkan seslerin biçimlendirilmesi konusu önemli ve eski damgalardan (tamka>tamga) Runik yazıya, oradan günümüze gelinceye değin Türklerin abece (alfabe) seçimlerindeki tutumlarının bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türklerde tarih boyunca dil ve sözlük çalışmalarının yetersiz kaldığını, Türkoloji alanında hiç çalışılmadığını, salt Cumhuriyet sonrasında bu alana yönelinse de Batıdaki Türkologların çalışmalarının çok daha önde olduğunu da belirterek Cumhuriyet yıllarında başlayan ve günümüze sarkan, diğer Türk dilleriyle ‘ortak abece çalışmaları’ sürecinden söz edelim önce.
İlk kongre Gaspıralı İsmail Bey ve Wilhelm Radlaff şerefine
Birinci Türkoloji Kurultayı 26 Şubat-6 Mart 1926’da Bakü’de yapılmıştı. Etnografya, Tarih, Dillerin Akrabalığı, Türk Dilleri, Yazım (imla), Edebiyat Dilleri, Derslerin Yöntemi, Edebiyat Tarihi ve Kültürel Kazanım başlıklı konular ele alınmıştı. Türkiye’yi Mehmet Fuat Köprülü, Hüseyinzade Ali Turan ve İsmail Hikmet Ertaylan temsil etmişlerdi.
İlk kongrenin Gaspıralı İsmail Bey ve Wilhelm Radloff şerefine yapılması kararlaştırılmış, 131 delegenin çoğunluğu Türkler olmak üzere Rus, Alman, Ukraynalı dilbilimciler, gazeteci, politikacı, edebiyatçılardan oluşmuştu. 17 oturum düzenlenmiş, 31 bildiri sunulmuş, ağırlıklı olarak terim ve abece konuları ele alınmıştı.
Bu önemli kurultayın zamanlaması da önemlidir. Tarihsel süreç Türkler açısından henüz uluslaşma aşamasının başlangıcını imlemektedir. Öncesinde gerek Osmanlı Devleti’nde gerekse Çarlık Rusya’sında yaşayan Türklerde henüz kendi kimlikleri üzerinden kendilerine bakış oluşmamıştır. Bu nedenle de ne dil ne tarih bilinci vardır. Dolayısıyla bunlara yönelik çalışmalar yeterli değildir. Kurultayda Rus Lev İvanoviç Jirkov adlı dilbilimcinin, orada bulunan Türk delegeleri şu sözleriyle eleştirmesi bu bağlamda önemlidir:
“Burada birçok yoldaş, bilim çalışmalarını haklı olarak birçok konuyu çözmemeleriyle kınıyorlar. Size sorduklarımızı yanıtlamıyorsunuz. Doğrudan çözümler, şunu yap, bunu yapma şeklinde vermiyorsunuz. Ben konuya farklı yaklaşıyorum. Ben bu durumda şöyle derdim: Pekiyi sizler nerelerdesiniz, âlim Türkler? Neden sayınız bu kadar az? Sizin sayınız kat kat fazla olmalıdır, bu sayı tam konuları kendi kendimize çözeceğimiz ve bu çözümün Avrupa’daki daha mutlu hayat ortamlarına malik halklarınkinden hiç de kötü olmayacağı derecesine ulaşmalıdır…” (K. V. Nerimanoğlu, M. Öner, Bakü Türkoloji Kurultayı Tutanakları, TDK yay. s.57)
Kurultayda, tartışmalar sonunda Ege kıyılarından Çin sınırlarına kadar bütün Türklerin Latin harflerini kullanmasının uygun olacağı görüşüne varılır.
Türklerin abece ile sınavı
Şimdi biraz daha gerilere gidelim ve Türklerin abece (alfabe) ile sınavını gözden geçirelim.
Tarih boyunca Türkler kadar abece değişikliğine gitmiş bir topluluk var mıdır, bilmiyorum. Bunun yerleşik olamamakla ilgisi olduğu kadar yerleşik olanlara duyulan hayranlıkla da bir ilgisi var sanıyorum, ama hepsinden önemlisinin de dinî inancın bayraklaştırılması olduğunu düşünüyorum.
Geçmişe bakıldığında Türklerin hep benimsedikleri dine ait olan kutsal kitabın harflerini, dolayısıyla yazıldığı abeceyi öğrenme merakına tanık oluruz. İnancı yücelttikleri için kendi abecelerini terk ederek bağlandıkları dinî inancın abecesine geçme gibi bir alışkanlıkları vardır. Köktürklerden -ki bilinen ilk Türk abecesi runik yazıyla Köktürk abecesidir- sonraki süreçte Kutluk Bilge Kül Kağan’ın önderliğinde 744’te kurulan Uygur Kağanlığı, Maniheizm ve Budizm inancını benimser benimsemez abece değişikliğine gitmiştir. Göktürk abecesini terk etmiş, Sogd abecesini kendi seslerine uyarlayarak Uygur abecesini oluşturmuştur. Nedeni din değişikliğidir. Bulunan Uygurca metinler de hep Maniheizm’e ve Buda’ya övgü şiirleridir. Din dışı birkaç şiir varsa da yeterli sayıda değildir (Aprın Çor Tigin’e ait birkaç aşk şiiri). Hatta Uygurların bir kısmı da Maniheizm’i kabul ettikleri için Mani abecesini kullanmışlardır.
Orta Asya’daki Türk boyları Brahmi yazısını, Doğu Türkistan’da bazı Uygurlar ile Hıristiyanlığı kabul etmiş Türkler Süryani abecesini (bu yazıyla yazılmış metinler bulunmuştur Turfan dolaylarında) kullanmışlardır. Yine İç Moğolistan’da Süryani yazısıyla yazılmış Türkçe Hıristiyan gömüt taşlarına rastlanmıştır, Türkolog Prof. Dr. Talat Tekin bu taşların XIII. ve XIV. yüzyıllarda Yedisu bölgesinde yaşayan Hıristiyan (Nesturi) Türklerle İç Moğolistan’da yaşayan Hıristiyan Öngüt Türklerine ait olduğunu belirtir (Talat Tekin, Tarihi Türk Yazı Dilleri, s.111).
Arap harflerinin kabul edilmesi
Anadolu’ya doğru gelelim; inandıkları dine göre İbrani, Ermeni ve Grek abecelerini de kullanan Türk toplulukları olmuştur. Sözgelimi Karamanlılar (Ortodoks Türkler) yüzyıllar boyunca Grek abecesi kullanmışlardır.
Dinî inanç, Türklerin yazı sisteminde bu kadar etkiliyken İslamiyet’i kabul eden Türklerin abecesinin değişmeyeceğini düşünmek pek de olanaklı görünmüyor. Arap harflerinin kabul edilmesiyle Türkçedeki sesler yeteri kadar biçimlendirilememiştir. Kafalar karışır, okuma yazma oranı salt medreselerdekilerle sınırlı kalır. Okuyan yazamaz, yazabilen okuyamaz. Okuman yazman var mı, kalıp tümcesi buraya dayanır. Çünkü Türkçe eklemeli bir dildir, Arapça ise ses yapısı çok farklı olduğu gibi yapısal olarak da çekimli dillerdendir.
Karahanlılar ile başlayan Arap abecesi süreci yüzyıllar sürer. Selçuklular döneminde hazır abece de uygun iken hayran oldukları Fars dilini devletin resmî dili olarak bile kullanırlar. Türklerin kendilerine ve dillerine olan bağının ‘ne kadar’ olduğunun göstergeleridir bunlar. Türkçenin sağlam yapısı ve şiirsel akışı ile bugünlere ulaşabilmiştir dilimiz. Şurası bir gerçektir ki kendi ses yapısına uygun olmayan bu abece (Arap) ile halk, yazıya bir türlü geçememiştir. Şiirlerini saz ile söylemiş, sözlü geleneğini sürdürmek zorunda kalmıştır. Okuma yazma oranı 28 Ekim 1927 nüfus sayımında kadınlarda yüzde 3,67, erkeklerde ise yüzde 12,99’dur (TÜİK’in kullandığı oranlar). Öncesinde nasıldır bu oran, az çok değerlendirilebilir sanıyorum. Kültürün ve okur yazarlığın yazı diliyle ilgisi vardır demek istiyorum. Yazı diliniz sizin çıkarabildiğiniz seslerin abecesine uygun değilse bu harflerin pek hükmü de olmuyor halk yanında. Yüzlerce yıl geriden geliş bununla ilgili çoğunlukla. Bu nedenle abece çalışmaları önemlidir.
Harf Devrimi ve Bakü Kurultayı
Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkan ve yepyeni bir devletin yapılandırılmasında dil ve tarihe gereken önemin verilmesi için hızlı bir çalışma içine giren Atatürk ve çalışma arkadaşları zaman geçirmeden 1 Kasım 1928’de Harf Devrimi’ni yaptılar. Bu konuyu Mustafa Kemal’in çok önceden beri düşündüğünü çoğu kitaptan öğreniyoruz. Batı’yı bilimsel alanda izlemenin yanı sıra halkın kendi diline uygun bir abeceye kavuşmasına olanak sağlayacak bu atılımın yapılması gerektiği bilinciyle, Bakü Kurultayı’nın ardından bu iş hızlandırıldı. Bu kez din değişikliği yoktu, koşullar değişmişti. Feodal yapılar yerini modernleşmeyle birlikte uluslaşma sürecine bırakmıştı ve bu abece değişikliğiyle Türkiye hızlı bir değişime, dönüşüme geçiyordu artık. Okuma yazma kolaylaştı ve oranları da hızla artmaya başladı.
Latin abecesi Türklere pek de yabancı değildir. Latin abecesini ilk kullanmaya başlayan Türkler, Yakutlardır (Yakutça). 1917-1939 arasında uygulanmıştır. Azerbaycan da bu abeceyi 1922’den sonra kullanmaya başlamıştır. Sovyet devriminin ardından bu coğrafyada yaşayan Türklerden kimi 1922, kimisi de 1928 tarihlerinden başlayarak Latin abecesi kullanmaya geçmişlerdir, ancak 1938 ve 1940’lara kadar sürmüştür bu. Sonrasında yeniden Kiril abecesine dönüş olmuştur: Altayca, Başkırtça, Gagauzca, Hakasça, Karakalpakça, Kazakça, Kırgızca, Kırım Tatarcası, Kumukça, Nogayca, Özbekçe, Tatarca, Tuvaca, Türkmence, Uygurca.
Bu kadar kısa sürede (yirmi yıl kadar) yapılmak zorunda kalınan abece değişikliği kuşku yok ki kuşaklar arası yazı kültürünün aktarımını ve Türk topluluklarının gelişimini ve birbirleriyle iletişimini olumsuz yönde etkiledi. Bu iletişimsizliğin giderilmesi amacıyla başlatılan çalışmalar sürüyor.
Günümüz Rusya’sında Türk dillerinde yeniden Latin abecesine geçişler başladı. 1990’lardan sonra (SSCB dağılınca) bağımsızlıklarına kavuşan beş Türk devletinden üçü yazı dilinde dünyaya uyum sağlayabilmek için Latin abecesine geçti: Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan. Diğer ikisi Kazakistan ve Kırgızistan henüz Kiril abecesini kullanmayı sürdürmektedirler. Bu dillere kısaca bakalım:
Türkmence
Türkmen adı ilk kez Kaşgarlı Mahmut’un sözlüğünde görülür. Oğuz adıyla özdeşleştirir Kaşgarlı. Türkmenler Selçuklu Türkmenleri ya da Oğuzları gibi Batıya göç etmeyip anayurtlarında kalmışlardır. Doğu Oğuzcayı tek başına temsil eder. Yazı dili ile tanınmaya başlanması Türkmen şair Mahdumkulı (XVIII. yüzyıl) iledir.
1928’e kadar Arap, sonra 1939’a kadar Latin abecesi ardından Kiril ve 1993’ten bu yana yine Latin abecesine geçiş.
Azerbaycan Türkçesi
Türkiye Türkçesi gibi Batı Oğuzca kolundandır. Türkiye Türkçesine en yakın Türk dillerindendir. 1929’a kadar Arap, sonra 1939’a kadar Latin, 1991’e kadar Kiril ve 1991’de Latin abecesine geçiş.
Özbekçe
Türk dillerinin Çağatay grubuna girer. Çağataycanın diğer üyesi Yeni Uygurcadır (Çin- Uygur Özerk bölgesi).
Özbekçe Çağataycanın devamıdır ama artık Özbekçenin egemenliğinde bir dildir. 40 milyondan fazla kişi tarafından konuşulmaktadır. Çeşitli lehçe ve ağızları vardır.
1929’a kadar Arap, sonra 1941’e kadar Latin abecesi ardından Kiril ve 1993’ten bu yana yine Latin abecesine geçiş.
Kazakça
Etnik bakımdan Türk-Moğol karışımı bir Türk halkı olan Kazakların büyük çoğunluğu Kazakistan’da yaşar. Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kırgızistan vb. yerlerde büyük Kazak toplulukları bulunur. Kazakça, Sovyet devriminden elli yıl kadar önce kazak yazı dili olarak vardır.
Diğer Türk dillerindeki gibi bir abece değişim süreci izler. 1929’a kadar Arap, 1939’a kadar Latin, sonrasında Kiril ve günümüzde de bu abeceyle devam etmektedir. Henüz Latin abecesine geçiş olmamıştır.
Kırgızca
Kırgızlar çok eski bir Türk halkıdır. Öyle ki Orhun yazıtlarında bile adları geçer.
Pek çok Türk iline dağılmışlardır. Çoğunluğu Kırgızistan Cumhuriyetinde yaşar. Sözlü edebiyat ürünleri fazladır Manas Destanını (1 milyon dizelik) bilmeyen yoktur.
1928’e kadar Arap, 1940’ kadar Latin ve günümüzde de Kiril abecesiyle yazı dillerini sürdürürler.
Ortak abece neden yeniden gündemde?
Bugünlerde yeniden gündeme gelen ortak abece konusu, yapılan toplantının haberlere yansımasındandır. Oysa 1991 Kasım ayında “Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu” Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenmişti. Enstitü Başkanı Prof. Dr. İnci Enginün idi. 34 harften oluşan “Ortak Türk Alfabesi” önerisi üzerinde uzlaşılmıştı.
Daha sonra İkinci Uluslararası Çağdaş Türk Abeceleri Sempozyumu 20-21 Kasım 2018’de yapılmış, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Keneşi) bünyesinde bir Abece Komisyonunun kurulması kararlaştırılmış; eserler yayımlamış olan Türk Dünyası Dil Kurumlarının deneyimlerinden yararlanılması önerilmiş, Latin abecesine geçeceğini duyuran Kazakistan’ın Latin kökenli Türk dünyası ortak abecesiyle uyumlu olması için hazırlanan ortak havuzdaki sesleri (harfleri) kullanması konusundaki dilekler belirtilmişti.
2022’de yeniden kurulan ‘Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu’, 9-11 Eylül 2024 tarihinde, Bakü’de yeniden toplanmış ve konuyu ele almıştır. Toplantı, Uluslararası Türk Akademisi ile Türk Dil Kurumu tarafından düzenlenmiştir.
Türk dilleri arasındaki farklı seslerin çok değişik gösterenlerle (imler, harfler) değil de çoğunluğun kabul edeceği bir harf sisteminin kabul edilmesiyle, var olan sorunların aşılacağı yönünde bir sonuca ulaşılmıştır. Süreç devam etmektedir.
Bazı Türk dillerinde olmayan dil, damak, gırtlak yapısına göre çıkan seslerin harflere yansıtılması konusudur asıl sorun. Büyük ölçüde giderilen ve ortaklık sağlanan 34 harf üzerinde anlaşmaya varılmış, bir çerçeve abece oluşturulmuştur. Bunun nedeni de henüz Latin harflerine geçmeyen Türk dilleridir, sonrasında, yani abece değişikliğinde başvuracakları bu ortak harfler, karışıklığı da önlemiş olacaktır. Çok karmaşık bir “fonetik” konu olduğu için (akademik boyutu var bu konunun) kısaca şöyle özetlenebilir:
Bizdeki 29 harfin dışında diğer Türk dillerinde bulunan birkaç farklı ses vardır: ‘X’ sesi Azerbaycan Türkçesinde, ‘ters e’ ve ‘şapkalı u’ Kazakçada, ‘nazal n’, Kazakça ve Türkmencede, ‘Q’ sesi Kazakça ve Kırgızca’da. Sayısı en aza indirilen bu sesler özellikle çevirilerde kolaylık sağlayacak, iletişimi rahatlatacaktır. 34 harf olarak belirlenen ortak abece konusu budur ve Türkiye’de kullanılan abecenin ses sayısı 29 olarak kalacaktır, çünkü diğer seslere gereksinim yoktur.
Bu kurultayda diğer Türk dilleri de olsa iyi olurdu. Süreç devam edeceği için belki bazı yeni öneriler olabilir, gösteren (harf) değişikliğine gidilebilir diyerek yazıma nokta koyayım.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 8 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.