Cahit Zarifoğlu, hem okuru hem de şiir eleştirmenlerini şaşırtan, yazdıkları hakkında kesin ifadelerle değerlendirmeler yapmaya imkân tanımayan, içine doğduğu geleneğin olanaklarının ötesinde, kelimenin tam manasıyla, ‘yeni’ bir şiir oluşturmayı başaran istisnai bir şair.
Öyle ki onun şiiri ile ilgili söz alan hemen herkes, kendince bir ‘Cahit Zarifoğlu şiiri’ tanımı yapmak durumunda kalmış.
Zarifoğlu şiirinin poetik görünümünü netleştirmeye çalışacağımız bu yazı için bizim de yeni bir tanımlama yapmamız zaruri gibi görünse de şimdilik bundan uzak durmayı ve var olan tanımlamalardan istifade ederek bir sonuca ulaşmayı tercih ediyoruz.
İdeolojik ve poetik akrabalıkların uzağında
“Cahit Zarifoğlu bir gün keşfedilecek özel bir adadır”[1] şeklinde, oldukça temkinli bir tanımlama yapan Enis Batur, ilk etapta sıradan, hatta basit gibi görünen bu cümleyle aslında Zarifoğlu şiiri için en doğru konumlandırmayı yapıyor. İdeolojik ve poetik akrabalıkların uzağında, özel ama henüz yeterince anlaşılmamış bir şiiri salık veriyor Enis Batur. “O modern bir dervişti.”, “O, hakikati aramak için dilini inceltmiş bir söz büyücüsüydü.” gibi abartılı ve afaki ifadelerle meseleyi daha da girift bir hale getirmek yerine, Zarifoğlu şiirinin en önemli yönünü, özgünlüğünü, öne çıkartarak, bu konuda söz söylemek isteyen herkesi -biz de dahil- sadede davet ediyor.
Zarifoğlu şiiri anlaşılmaz ve kapalı mı?
1960’larda, yani İkinci Yeni’nin Türk şiiri üzerindeki dönüştürücü etkisinin belki de en yoğun hissedildiği yıllarda yazmaya başlayan Cahit Zarifoğlu, dili ustalıkla kullanarak okura derin ve katmanlı anlamlar sunmayı başarmış,
Rasim Özdenören’in “Cahit Zarifoğlu’nun şiiri bunca anlaşılmaz, kapalı ya da zor anlaşılır bulunmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir aklı başında şiir okuyucusu (eleştirmen ya da okuyucu olarak) bu şiirleri reddetmek, yok saymak cesaretini gösterememiştir.”[2] şeklinde ifade ettiği gibi şiirini konvansiyonel olanın dışında, ama asla reddedilemeyecek bir çizgide konumlandırmıştır. Gerek Garip gerekse de İkinci Yeni gibi, Türk şiirini temelden değiştiren iki büyük oluşum ve bu oluşumlardan neşet eden çok sayıda şairin aktif olarak yazıp yayımladığı bir dönemde özgün, ama güçlü bir şiirle var olmak, onca yeniliğin yanı başında “özel bir ada” olabilmek elbette çok önemlidir. İdeolojik olarak Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’tan beslenen, diğer bir ifadeyle, bu iki önemli ismin temsil ettiği dünya görüşüyle vücut bulan Zarifoğlu, nasıl oldu da ‘görkemli söz söyleme’nin geleneğe dönüştüğü o edebi iklimden “Beyaz haberlerim var kardeşlerim” diye söze başlayan bir şair olarak var olmayı başardı?
Saf şiir ve İşaret Çocukları
Bu soruya cevap olabilecek nitelikteki bulgulara yakından baktığımızda, Zarifoğlu’nun şiir toplamının üç ana dönemden oluştuğunu fark ederiz.
İlki; kendisinin de zımnen ‘saf şiir’ olarak nitelediği “İşaret Çocukları kitabım belki saf şiire daha yakındır. … O zamanlar şiirden, şiirin kendisinden başka kaygım yoktu. Sonra politize olduk.”[3], fakat bizim, ‘kendinden yeni’ diye nitelemeyi tercih ettiğimiz İşaret Çocukları (1969) ve Yedi Güzel Adam (1973) kitaplarını içerir. Bu iki kitapta imgelerle inceltilmiş bir dil kullanarak anlamı örtmeye, çocukluğundan sızan ayrıntıları üstü kapalı, ama son derece çarpıcı ifadelerle aktarmayı dener.
“Aşk çocuklar parlayınca görülen ışıklardır
Işık yüreğe varınca yorulur çeşmeler
Aşığın avuç açıp doldurduğu sularla
ki ölenler vardı sularla küçüklüğümün oralarda
Elim yarım ve bilgisiz uzanarak
Her şeyim çocukluğum
En yakın nalbantın ağzından kestiği at
sarsılınca ayağını büküp başlamışlardı
güçlüydü nalbantın çıplak kollu adamı”[4]
Benzer örnekleri çoğaltabileceğimiz ilk iki kitap onun, Enis Batur’un da vurguladığı ‘özel ada’ olarak şiir tarihine geçmesini temin eden şiir toplamına karşılık gelir. Bu tespiti yaparken sonraki şiirlerine önemsizlik atfetmek niyetimde olmadığımızı, onu farklı (yeni) kılan şiirlerin altını çizmeye çalıştığımızı belirtmek isteriz.
Anlam ve İkinci Yeni
Zarifoğlu şiirini anlam kapalılığı yönüyle ele alan değerlendirmelerin de çoğunlukla bu kitaplardaki şiirler çerçevesinde kaleme alınıyor olması böyle bir dönemlendirmenin varlığına işaret eder. Yeri gelmişken belirtmeden geçmeyelim: İlhan Berk’in “anlamla yola çıkılmaz” sözünden hareketle Zarifoğlu şiirini, anlamı öncelememe noktasında, İkinci Yeni’yle ilişkilendirmek isteyenlerin, derinlemesine bir okuma yaptıkları kanaatinde değiliz. Zira dikkatli bakıldığında, Zarifoğlu’nun anlam inceliklerini şiirinin ana meselesi yaptığı görülecektir.
“Aşk gelmiyordu
ve kızgın kokuları coşkunluk bağırması gençliğin
Söyleyelim bir kere daha halk suçsuz
Öfkenin sessizliğe yürümesi kendiliğinden
Mansurun halkı öfkeye kendini çarka tutması
eşyanın bebekler gibi avutulduğu da olmuştur
Sütten kesildiği yürümeye alıştırıldığı
(Ey veli dağları eğit yine
Mağaralardan em yine)
Kedilerin cübbe eteklerinde
İnsanlığın en berrak denizine uzanıp
İstirahat buyurduğu
Söyliyelim bir kez daha
Olmuştur
Aşk olmuştur “[5]
Menziller ve Cemal Süreya
İkinci dönem, Cemal Süreya’nın “Zarifoğlu’nun şiiri başlangıçta benimkiyle Sezai Karakoç’unki arasında kendine yer arar. O ara bana daha da yakın olduğunu söyleyebilirim.” sözlerine karşılık geldiğini düşündüğümüz Menziller (1977) kitabını içerir. Söz konusu kitabın tamamı için aynı saptamayı yapmak güç olsa da bu kitaptaki pek çok şiir, İkinci Yeni’nin algılayış ve anlatış tarzıyla yakınlık gösterir. “Çoğalmak” şiirindeki şu dizeler kastımızı açık hale getirecektir:
“Çocuklarımızla
Atlara biniyorduk
Dönüp bakarken geçmişe – kumandalı
Atlara biniyorduk
Benim çok çocuğum oldu
Kadınım sen onların yüzlerini
Çalılardan kolla
Bütün çıplaksın – omuzların
Birbirine içiçe iki saat rakkası
Gelecekte kumandalı – dönüyor
Güneşi alıyor – alıyor gövden
Karanlık eşyada bulup
Ürkünce parlayıp koşan hayvanda bularak”[6]
On beş yıllık gecikme
Burada, Zarifoğlu’nun İkinci Yeni’ye bilhassa Cemal Süreya’ya bu denli yaklaşmasının neden üçüncü kitabıyla ve yaklaşık on beş yıl gecikmeyle gerçekleştiği bir soru olarak zihnimizde belirecektir. Bu zaman zarfında Zarifoğlu kendini İkinci Yeni etkisinden korumaya mı çalıştı yoksa içine doğduğu İslami gelenek, seküler anlayıştan doğan bu şiir tarzına izin mi vermedi? Ya da ideolojilere ve edebi mahfillere galebe çalan bir şiirsel deha onu kendi şiirini yazmaya mecbur mu etti. Biz, Zarifoğlu şiirinin özellikle ilk dönemi için bu üçüncü seçeneğin geçerli olduğu kanaatindeyiz. Sahip olduğu şiirsel deha, onu, etrafıyla ilgilenmek yerine kendi algısıyla yazmaya zorlamış, böylece ortaya saf değil ‘salt’ verimler çıkmıştır.
Zarifoğlu şiirinin geneli için İkinci Yeni etkisinden söz eden hatta onu, İkinci Yeni şairleri arasında saymayı öneren değerlendirmelere de rastlamak mümkün. Bu etkilenmeyi Harold Bloom’un etkilenme endişesi kuramı üzerinden ele alan Yalçın Armağan, hem dikkat çekici bir yaklaşım sergilemiş hem de bahsettiğimiz gecikmenin gerekçelerinden birini ortaya koymuştur. “Zarifoğlu’nun İkinci Yeni’yle hem şiir dili hem de bu şiir dilinin savunulmasında pek çok ortak noktası varken, böyle bir ilişki yokmuş gibi davranmasının iki nedeninin olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki açıkça görünen, dünya görüşü farklılığıdır. Diğeri ise daha derinde ve verimli bir kuramsal tartışmaya bağlanıyor, Harold Bloom’un etkilenme endişesi kuramına.”[7]
Bloom’un kuramını Zarifoğlu şiirini dönemlere ayırırken aklımıza getirsek de aslında o, ilk iki kitabında endişeye mahal verecek bir etkilenme süreci yaşamamıştır. “Sonra politize olduk.” diyen Zarifoğlu, Menziller kitabıyla birlikte deyim yerindeyse başını kâğıtlardan kaldırmış, dil becerisini ve anlam üretme kabiliyetini daha geniş bir yelpazeye yayarak kendi ifadesiyle, “görev duygusunun hakim olduğu şiirler” yazmayı sürdürmüştür.
“Zamanla angaje oldum”
Üçüncü dönem, 1985’te yayımlanan Korku ve Yakarış kitabıyla karakterize olan ve ideolojik, hatta politik şiirlerin öne çıktığı bir toplama karşılık gelir. 1986’da kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Başlangıçta şiiri sadece kendimden yola çıkarak, şairliğimden yola çıkarak yazıyordum… Zamanla angaje oldum. Aktüalitenin zorlamaları, yönlendirmesi oldu. Hama olayları cereyan ediyor. On binlerce temiz Müslüman katlediliyor… O çocuklar, kadınlar… Derken içerdeki acılarımız.. derken Afganistan.. Kayıtsız kalamıyor ve bir şair olarak, görev duygusunun baskın olduğu şiirler yazıyorsunuz.”[8] diyerek bu ayrımı ilk ağızdan teyit eder Zarifoğlu. Okurdan entelektüel donanım isteyen, ifadenin inceltilip anlamın mümkün olduğunca örtüldüğü şiirler yerine, politik bir dikkatle hemen herkesin ilgisini çekebilecek daha açık şiirlerle karşılaşırız bu dönemde.
“Yanakları saçları gözleri yanmış
Zehirli gaz bombaları
Yılan gibi sokmuş yalamış gövdelerini
Ağızları, küçücük dilleri yanmış
Bütün Beyrut sapsarı kalmış
Sanki ağlamak imkânsız
Başları
Paletlerle ezilmiş babaları
Yahudi doğramış analarını
Binlerce çocuk topların betonların altında”[9]
“Daralan Vakitler” adlı şiirden aldığımız bu dizelerin Zarifoğluı şiiri için yapılan tanımlamaları bir hayli zorladığını, onu özel ve önemli kılan poetik duruşun uzağında farklı bir şair tarafından kaleme alındığı izlenimi verdiğini söylersek abartmış olmayız sanırım.
“Bunları bir gün itiraf edeceğimi biliyordum”
Üçüncü dönem olarak nitelediğimiz Korku ve Yakarış’taki şiirlerle öneki dönemlerde yazılan şiirleri nitelik yönünden bir kıyaslamaya tabi tutmayı bu yazı bağlamı için gerekli bulmuyoruz. Öte yandan, her ne kadar anlam somutlaşıp ideolojik görünüm belirginleşse de son dönem şiirleri için de Zarifoğlu’na has imgesel inceliğin sürdüğünü söylemek durumundayız. “Sultan” adlı şiirindeki “Seçkin bir kimse değilim / İsmimin baş harfleri acz tutuyor / Bağışlamanı dilerim” dizeleri bahsettiğimiz bu ‘zarif’liğin en çarpıcı örneği olarak gösterilebilir.
Bu yazı da dahil bütün değerlendirmeler, imgenin gücünü öne çıkartıp anlamı örten, özgün fakat kendini kolay ele vermeyen bir Zarifoğlu şiirini salık verir. Bu tespitlerin tamamı doğrudur, ancak kendisine sorulan “Şairin bir öğrenci olduğunu düşünürsek siz hangi okula mensupsunuz ve adını unutamadığınız bir ustanız var mı?” sorusuna verdiği, “Bir okula mensup olmadım. Ustam da olmadı. Rilke’nin etkisinde kalmış olabilirim. Ama onu hiç tanımadan zaten ovari yazıyormuşum.. Böyle demişlerdi. Daha çok kendimin etkisinde kaldım. En çok okuduğum şair Cahit Zarifoğlu’dur. Hani etkisinde kalmış olabilirim dediğim Rilke’den okuduğum şiir sayısı onu geçmez. Sistemli bir edebiyat okuyucusu olmadım. Edebiyattan hep sınıfta kalabilirim. Yerli edebiyatı, hele edebiyat tarihini hiç bilmem. Bunları bir gün itiraf edeceğimi biliyordum.”[10] şeklindeki cevaba baktığımızda, onun şiirinin enikonu bir çerçevelendirmeye tabi tutulamayacağını anlar, Enis Batur’un yukarıda andığımız temkinli tanımlamasına tabi oluruz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Cahit Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul 1989, s. 13
[2] Cahit Zarifoğlu, age., s.9
[3] Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yayınları, İstanbul 1982, s.91
[4] Cahit Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul 1989, s.95
[5] Cahit Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul 1989, s.85
[6] Cahit Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul 1989, s.223
[7] Yalçın Armağan, “Cahit Zarifoğlu’nun Poetikası”, Doğu- Batı 106, (Ağustos, Eylül, Ekim 2023), s.203
[8] Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yayınları, İstanbul 1982, s.109
[9] Cahit Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yayınları, İstanbul 1989, s.383
[10] Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yayınları, İstanbul 1982, s.109