Can Yücel – Harlı bir adam

“Bizim evde şiir pişerdi, aşk pişerdi... Harlı bir adamla, şiir ve aşk pişirmek kaç insana nasip olur? Düşünün ne kadar şanslı olduğumu…” diyor Güler Yücel bir söyleşide, yaşasaydı 98’inci yaşını kutlayacak Can Yücel için... İşte o ‘harlı’ adamı Mehmet Atilla yazdı.

Bazı hikâyelere ortasından başlamak iyidir. Hadi gelin, biz de öyle yapalım ve gidelim 1958 yılına. Yer Ankara’dır. Gözlerini dünyaya açan bir bebeğe “Yeni Hasan” adı verilir. Dönemin koşullarına göre oldukça sıra dışı bir ad. Ama arkada güçlü iki destek var; babanın şair ve çevirmen Can Yücel, annenin de ressam ve öğretmen Güler Yücel olduğunu öğrenince bu “yeniliği” pek de yadırgamıyoruz doğrusu. Hadi, tırnak içinde söyleyelim; Hasan’ların “eskiyeni” de dede Hasan Âli Yücel elbette. Bir zamanların efsane Milli Eğitim Bakanı. İzleyen yıllarda Yeni Hasan’ın iki kardeşi daha olur, onlara da Güzel ve Su adları verilir. Yine yeni, yine öncü, yine şiirsel…

“Şiir ve aşk pişirmek…”

Baba Can Yücel’in şiirle ilişkisi on yaşlarında başlamıştır, Varlık’ta ve Peyami Safa’nın Çocuk Haftası dergisinde birkaç şiir de yayımlamıştır, ama sonraki yıllarda şiir biraz geride kalmış, çeviri çalışmaları öne çıkmıştır. Her şeye karşın ilk kitabı Yazma’yı 1950’de, çeviri şiirlerden oluşan Her Boydan’ı 1957’de yayımlamayı da başarmıştır gerçi.

Anne Güler Yücel ise İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisidir. Dolayısıyla şiir tutkusu onun yaşamının da merkezindedir. İşte bu tutku, heykeltıraş İlhan Koman’ın evinde tanıştıklarında özel bir tutkala dönüşür ve 1956 yılında Ankara’da evlenirler.

Nikâhları nerede kıyılır dersiniz?

O tarihte politik yaşamını noktalamış olan Hasan Âli Yücel’in kütüphanesinde; kitaplar, dergiler, belgeler arasında… O gün, orada başlayan bu birlikteliğin 43 yıl boyunca tazeliğini koruması da ayrıca kayda değer. Yıllar sonra anılarını yazan Güler Yücel’in Zeynep Oral’la söyleşinde söylediği şu cümleler çok şeyi özetliyor aslında:

“Bizim evde şiir pişerdi, aşk pişerdi… Harlı bir adamla, şiir ve aşk pişirmek kaç insana nasip olur? Düşünün ne kadar şanslı olduğumu…” (Cumhuriyet, 11.08.2010)

Bir söyleşi ortamının hesaplanıp dizginlenmeyen içtenliğinde Güler Yücel’in dudaklarından dökülen “harlı adam” sözcükleri, Can Yücel için yapılmış en özgün betimlemelerden biri bence. Sözcüğün “yakıcı, kızgın, kuvvetli” gibi anlamları Can Yücel’in kişiliği ile birleşince prizmatik bir anlam genişlemesine uğruyor ve hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak dallanıp budaklanıyor çünkü.

Çocukluğu, okulları, Gazi Yaşargil…

Bu budaklanmanın ilk sürgünleri de Can Yücel’in yaşam öyküsünde aranmalı elbette. Öyleyse dönelim hikâyenin başına: 21 Ağustos 1926’da İstanbul, Kumkapı’da doğuyor Can Yücel. Bir de ikizi var: Canan (Yücel Eronat). Baba Hasan Âli Yücel o dönemde felsefe öğretmenidir, annesi Gülsüm Refika Hanım ise evin koruyucu meleği. Aile bir süre sonra Şişli’ye taşınıyor. Boğaziçi İlkokulu’na birlikte başlayan ikiz kardeşlerin arasındaki çekişmede işin tadı kaçıyor zaman zaman. Hasan Âli Yücel’in bu çekişme karşısında Servet Yesari Bey’in “Bir Hadise Var Can ile Canan Arasında” şarkısında esenlik araması söylenti gibi duruyor, ama Can Yücel’in üçüncü sınıftayken başka bir okula yatılı olarak verilmesi alabildiğine gerçek. “Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli (yatılı) yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. (Ama) benimsedim. Her şeyi benimsediğim gibi,” diyecektir çok sonraları. (Zeynep Oral’la söyleşi, 15.07.1988)

Hasan Âli Yücel milletvekili seçilince aile Ankara’ya yerleşiyor ve iki kardeş ortaokulu birlikte bitiriyor. Ardından Ankara Erkek Lisesi’ne geçen Can Yücel burada yaşamını etkileyen iki kişiyle tanışıyor: Edebiyat öğretmeni Cevdet Kudret ve hem zeki hem kafadar arkadaş Gazi Yaşargil. İlerleyen yıllarda Ankara Atatürk Lisesi adını alan okulun mezunları arasında kimler yok ki! Vehbi Koç, Hıfzı Veldet Velidedoğlu, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hüsamettin Cindoruk, Hikmet Çetin, Rüştü Saraçoğlu, Ziya Selçuk…

Siyasal bilinç, İngiltere, biraz da Fransa…

Liseden sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne geçen Can Yücel, Alman Filolojisi dersleri alırken siyasal yönünü de besliyor yavaş yavaş. Behice Boran’la tanışma, üniversitenin İlerici Gençler Derneği’ne üye olma, toplantılar… Gün geçtikçe babasına da eleştirel gözle bakmaya başlayınca Hasan Âli Yücel başka bir çözüm buluyor hemen. Oğlunun eğitim rotasını Cambridge Üniversitesi’ne çeviriyor apar topar. Can Yücel bu çözümden de hoşlanmıyor, ama İngiltere’deki kültür ortamına kısa sürede alışınca kendisini keyifli bir serüvenin ortasında buluyor.

Dağınık bir üniversite yaşantısı var İngiltere’de, hatta bir ara Paris’te de bulunuyor. Yıllar geçiyor bu arada, askerlik için yurda dönüyor, 1953’te Kore Savaşı’na giden tugayda yer alıyor. Sonrasında kısa süreli çalışma dönemleri, evlenme ve İngiltere’ye dönüş. BBC’de spikerlik, çeviri çalışmaları, Güler Yücel’in öğretmenliği derken 1963’te Türkiye’ye yerleşmeye karar veriyorlar. Can Yücel Marmaris’teki turizm bürosunda çalışıyor, Güler Yücel de bir okulda. Bu yıllarda yaşamının odak noktasında siyaset var daha çok. Dönemin Türkiye İşçi Partisi’nde sorumluluklar yükleniyor, parti organlarında şiirler yazıyor, toplantılara katılıyor. 1965 yılı genel seçimlerinde TİP adına yaptığı radyo konuşmasının omurgasını çocuk sömürüsü ve yoksulluğu üzerine kurması ve kurtuluşu geleceğin seçmenlerinde araması çok önemli bir “hamle” aslında. Canfeda adlı kitabında bu “hamle”yi bir kez daha haykırdığını düşünüyorum açıkçası.

SHAKESPEARE ÜZRE

Türkiye’nin Manimarkası’nda bişeyler kokuyor

Kimine göre tuz, kimine göre et,

Hamlet!

Hamleeeeet!

Her zamanki ezgili tonlamasıyla yaptığı bu konuşmanın sonlarında parti ambleminin içindeki, “Köylüye toprak, herkese iş” sloganını vurgulaması politikaya hayli ısındığını gösteriyor, ama bir süre sonra edebiyat ve şiir ağır basıyor ve epeyce uzak kaldığı bu alana çeviriyor enerjisini.

Ve geliyoruz hikâyenin ikinci yarısına. Can Yücel şiire dönmüştür, ama siyasal ortam da büyük bir hızla kötüleşmektedir. Kanlı Pazar, 15-16 Haziran Olayları, öğrenci eylemleri derken 12 Mart 1971 Muhtırası oturur ülkenin gündemine.  Bu karmaşık ortam, birçok aydın gibi Can Yücel’i de özgürlüğünden eder, Mao’dan ve Che Guevara’dan yaptığı çeviriler yüzünden tutuklanır ve iki buçuk yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974 Affı ile özgürlüğüne kavuşur.  Hapisten çıktığı yıl yayımladığı Sevgi Duvarı, Can Yücel şiirinin yöneldiği ufkun bir göstergesidir, ama hemen ardından çıkan Bir Siyasinin Şiirleri, şairin otoriteye karşı çıkan tavrının sertleştiğini, bunun için de özgün bir dil arayıp bulduğunu kanıtlayan şiirleri yüklenmiş olarak girer edebiyat dünyasına. Sennur Sezer Perşembe Mektupları’nda Can Yücel’e seslenirken bu farklı dilin altını çizer:

“Sevgili Can, sözcükleri nasıl eğip büktüğünü hatırlamak herkes için bir edebiyat dersidir. ‘Madem’ sözü ‘Badem’ olsun ki lezzetlensin. Ve çocukluğumuzun hızlı söylenince edepsizleşen tekerlemeleri, bir anda bir siyasal yoruma dönüşsün.” (Sennur Sezer, Perşembe Mektupları, Yazılı Kâğıt Y. 2015, s.40)

Sennur Sezer haklıdır; Can Yücel siyasi dozu yüksek, hem bireysel hem de toplumsal yaşamın içinden süzülen bir şiirle çıkmıştır artık ortaya. Bu konudaki öncülüğünün de bilincindedir. “Rimbaud’yla başlayan öncü şiirin her şeyden önce politik” olduğunu ileri sürmektedir.

DARWIN ÜZRE

(…)

Hani Gayret Tepe’den

Verilip verilip de

Dal bedenlerimize elektrik,

Tam bedenlerimize elektrik,

Tam tükendiğini sandığımız yerde direncin,

En çelimsiz kızımızda bile baş veren

O silkiniş var ya,

O türkü, o öfke, o erkeklik

Kıvılcımlarla üreyip güçlenecek,

Güçlenecek,

Güççlenecek,

Güçççlenecek,

Ve de birden tepti miydi geriye,

Tepti miydi o yüklü yürek

Gözüne, yuvasına, kaynağına zulmün,

Bir gökgürültüsüdür, bir şimşek,

Bir sevinçtir akıp gidecek

Şebeklerin sigortası atıncaya dek!..

İşte böyle bir şiir bizim yazmak istediğimiz…

Özgün bir dil

Batılı şairlerin şiirlerini “Türkçe söyleme” çabası sırasında edindiği şiir bilgisi ve görgüsüyle hem 1940 Kuşağı’na hem de İkinci Yeni’nin şiir anlayışına uzak durmayı başarırken sokağın ve halkın gündelik diline akraba imgeler yakalayabilmesi, hayran olunacak bir başarıdır aslında. Hem günceli, hem ütopyayı hem de duygusallığı birleştirebilen bu ayrıksı dil, sözcüksel sapmalardan, çarpıtılmış kavramlardan, argo ve küfrün ortaklığından, mizahın şimşeğinden, ironinin vuruculuğundan öylesine yoğun şekilde beslenir ki taklit edilemez bir düzeye taşır Can Yücel’i. Oysaki hem Garip hem de İkinci Yeni şairlerinin kimileriyle kişisel dostluklar kurmuş ve bazılarının şiirine saygı duyduğunu da sık sık söylemiştir, ancak aynı yolun yolcusu olmayı içine sindirememiştir bir türlü. Gerekçesi de ortadadır: “İkinci Yeni’nin bir tür yanlış çeviri hareketi olduğunu, temsilcilerinin modernist şiirin temellerini bilmeden modernist şiirler yazmaya kalktıklarını, aynı şeyin Garip’te de sözkonusu edilebileceğini, sürrealizm esası içinde hareket edeyim derken ortaya bambaşka bir lumpen şiir çıkarıldığını” açıkyüreklilikle söyler her yerde.

Alova diyor ki…

Erdal Alova’ya verelim şimdi sözü: “Can Yücel’i ilk kez 1974 yazında tanıdım Körfez’deki evinde; hapishaneden yeni çıkmıştı. Sakalsızdı, epey zayıftı. Onun insan sevgisi karşısında epey şaşırmıştım. (…) Nice iyi şairin başına gelen onun da başına geldi. Nâzım gibi, Orhan Veli gibi, bir iki popüler şiiriyle anılır oldu daha çok, bir de nükteli manzum yapıtlarıyla. Oysa Can Yücel’in şiirlerine diyakronik yöntemle, derinlemesine bakılırsa, en nitelikli şiirlerinin en az tanınanlar olduğu görülecektir. İlk bakışta Can Yücel şiirinin kökleri, Mevlevi dünya görüşüne, Marksizmin pratiğine, İngiliz şiirine (özellikle O. Wilde, D. Thomas), öte yandan anonim halk edebiyatına, bir yandan da Nef’i Eşref’in keskinliğine kadar uzanır. Yaşamdaki en zor işlerden biri zekânın şimşeğiyle, iyiliğin sevecenliğini bağdaştırabilmektir. Can Yücel şiirinde de, günlük yaşamında da bunu başarabilmiş biridir, büyük bir dirençle. (…) Can Yücel şiiri iki anahtar sözcük bilinç ile bulunç’tur (vicdan). O bilincin öfkesiyle, buluncun pathos’unu kaynaştırdı; sözcükleri ‘köpürterek’ yepyeni bir halk şairi tipi yarattı.” (Alova, Yaşam Kesikleri, İş Kültür Y. 2014, s.25-26)

“Türkçe söyleyen” Can Yücel

Bunları okuyunca “Nokta!” diyesi geliyor insanın. Bir şair ancak bu kadar özlü anlatılabilirdi deyip Can Yücel’in dilimize kazandırdığı bir başka birikime geçebiliriz. Çeviri şiirlere, oyunlara… Bilindiği gibi şiir çevirisi oldukça tartışmalı bir konu. Kaynak dildeki sözcükleri ve bağdaştırmaları olabildiğince koruyarak yapılan çevirilere sıcak bakanların varlığı kadar şiiri bir bütün olarak görüp hedef dilin kültürü içinde ergitmeyi doğru bulanlar da var. Can Yücel ikincisini tercih edenlerden. Dolayısıyla birçok şiiri kendi dünya görüşünü yansıtacak biçimde ve hatta kendi şiirini yazacak özgürlükle “Türkçe söylediğini” biliyoruz.

Dile bunca esnek yaklaşabilen bir şairin toplumun büyük kesimiyle ilişki kurabilmesi doğal elbette. Bu yüzden de birçok şaire nasip olmayan okur kitlesi var Can Yücel’in. Ne var ki son yıllarda bu ilgiyi kötüye kullananların olduğu da ayrı bir sorun. Sosyal medya ve internet paylaşımlarının gittikçe yaygınlaşması hepimizin bildiği gibi kendine özgü bir kirlilik de oluşturuyor. Bu kirlilik içinde Can Yücel’e ait olmayan birçok şiir, aforizma, düzyazı vb. ekrandan ekrana uçuşur oldu. DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Semih Çelenk bu konuda özel bir çaba harcayarak bu tür yanlış ve haksız paylaşımları araştırdı ve sayının 50’ye ulaştığını saptadı. İnanılır gibi değil ama öyle.

Son bir dilek: Can Yücel deyince birçok kişinin zihninde alkolik ya da küfürbaz biri canlanıyor ne yazık ki. Onu bu düzeyde ele almak çok büyük haksızlık. Şiirini, politik duruşunu görmezden gelerek yapılacak her türlü tanımlama karşısında sözü bir kez daha kendisine bırakıp çekilelim huzurdan:

“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.”

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Mehmet Atilla
Mehmet Atilla
MEHMET ATİLLA – Şair ve yazar. Bodrum'un Turgutreis beldesinde, 15 Eylül 1958’de doğdu, ancak nüfus kayıtlarına 25 Ocak 1959 olarak geçirildi. Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nu 1979 yılında bitirdi. İlk görev yeri olan Samsun Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi’nde teknik öğretmen ve müdür yardımcısı olarak 11 yıl görev yaptı. Bu sürecin ortasında bir yıl kadar da Yozgat Akdağmadeni Endüstri Meslek Lisesi’nde (1984-1985) çalıştı ve 1990 yılı sonunda İzmir'e atandı. Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nde sürdürdüğü öğretmenlik yaşamından 2003'te emekli oldu. TARİŞ Edebiyat Ödülleri Öykü ikinciliği (1993), P.E.N. Edip Cansever Şiir Yarışması Özel Ödülü (1996), Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülleri Jüri Özel Ödülü (1999), Ankara Öykü Günleri Leyla Erbil Öykü Ödülü (2000), Bilgi Yayınevi “e-kitap" öykü Ödülü (2002) ve ÇGYD Yılın Kitabı Ödülü (Parktaki Gergedanlar, 2011) gibi pek çok ödül kazandı. Başlıca eserleri: Paramparça (roman), Sancı Yılanı (öykü), Beşinci Tat Şiirleri (şiir)…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Can Yücel – Harlı bir adam

“Bizim evde şiir pişerdi, aşk pişerdi... Harlı bir adamla, şiir ve aşk pişirmek kaç insana nasip olur? Düşünün ne kadar şanslı olduğumu…” diyor Güler Yücel bir söyleşide, yaşasaydı 98’inci yaşını kutlayacak Can Yücel için... İşte o ‘harlı’ adamı Mehmet Atilla yazdı.

Bazı hikâyelere ortasından başlamak iyidir. Hadi gelin, biz de öyle yapalım ve gidelim 1958 yılına. Yer Ankara’dır. Gözlerini dünyaya açan bir bebeğe “Yeni Hasan” adı verilir. Dönemin koşullarına göre oldukça sıra dışı bir ad. Ama arkada güçlü iki destek var; babanın şair ve çevirmen Can Yücel, annenin de ressam ve öğretmen Güler Yücel olduğunu öğrenince bu “yeniliği” pek de yadırgamıyoruz doğrusu. Hadi, tırnak içinde söyleyelim; Hasan’ların “eskiyeni” de dede Hasan Âli Yücel elbette. Bir zamanların efsane Milli Eğitim Bakanı. İzleyen yıllarda Yeni Hasan’ın iki kardeşi daha olur, onlara da Güzel ve Su adları verilir. Yine yeni, yine öncü, yine şiirsel…

“Şiir ve aşk pişirmek…”

Baba Can Yücel’in şiirle ilişkisi on yaşlarında başlamıştır, Varlık’ta ve Peyami Safa’nın Çocuk Haftası dergisinde birkaç şiir de yayımlamıştır, ama sonraki yıllarda şiir biraz geride kalmış, çeviri çalışmaları öne çıkmıştır. Her şeye karşın ilk kitabı Yazma’yı 1950’de, çeviri şiirlerden oluşan Her Boydan’ı 1957’de yayımlamayı da başarmıştır gerçi.

Anne Güler Yücel ise İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisidir. Dolayısıyla şiir tutkusu onun yaşamının da merkezindedir. İşte bu tutku, heykeltıraş İlhan Koman’ın evinde tanıştıklarında özel bir tutkala dönüşür ve 1956 yılında Ankara’da evlenirler.

Nikâhları nerede kıyılır dersiniz?

O tarihte politik yaşamını noktalamış olan Hasan Âli Yücel’in kütüphanesinde; kitaplar, dergiler, belgeler arasında… O gün, orada başlayan bu birlikteliğin 43 yıl boyunca tazeliğini koruması da ayrıca kayda değer. Yıllar sonra anılarını yazan Güler Yücel’in Zeynep Oral’la söyleşinde söylediği şu cümleler çok şeyi özetliyor aslında:

“Bizim evde şiir pişerdi, aşk pişerdi… Harlı bir adamla, şiir ve aşk pişirmek kaç insana nasip olur? Düşünün ne kadar şanslı olduğumu…” (Cumhuriyet, 11.08.2010)

Bir söyleşi ortamının hesaplanıp dizginlenmeyen içtenliğinde Güler Yücel’in dudaklarından dökülen “harlı adam” sözcükleri, Can Yücel için yapılmış en özgün betimlemelerden biri bence. Sözcüğün “yakıcı, kızgın, kuvvetli” gibi anlamları Can Yücel’in kişiliği ile birleşince prizmatik bir anlam genişlemesine uğruyor ve hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak dallanıp budaklanıyor çünkü.

Çocukluğu, okulları, Gazi Yaşargil…

Bu budaklanmanın ilk sürgünleri de Can Yücel’in yaşam öyküsünde aranmalı elbette. Öyleyse dönelim hikâyenin başına: 21 Ağustos 1926’da İstanbul, Kumkapı’da doğuyor Can Yücel. Bir de ikizi var: Canan (Yücel Eronat). Baba Hasan Âli Yücel o dönemde felsefe öğretmenidir, annesi Gülsüm Refika Hanım ise evin koruyucu meleği. Aile bir süre sonra Şişli’ye taşınıyor. Boğaziçi İlkokulu’na birlikte başlayan ikiz kardeşlerin arasındaki çekişmede işin tadı kaçıyor zaman zaman. Hasan Âli Yücel’in bu çekişme karşısında Servet Yesari Bey’in “Bir Hadise Var Can ile Canan Arasında” şarkısında esenlik araması söylenti gibi duruyor, ama Can Yücel’in üçüncü sınıftayken başka bir okula yatılı olarak verilmesi alabildiğine gerçek. “Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli (yatılı) yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. (Ama) benimsedim. Her şeyi benimsediğim gibi,” diyecektir çok sonraları. (Zeynep Oral’la söyleşi, 15.07.1988)

Hasan Âli Yücel milletvekili seçilince aile Ankara’ya yerleşiyor ve iki kardeş ortaokulu birlikte bitiriyor. Ardından Ankara Erkek Lisesi’ne geçen Can Yücel burada yaşamını etkileyen iki kişiyle tanışıyor: Edebiyat öğretmeni Cevdet Kudret ve hem zeki hem kafadar arkadaş Gazi Yaşargil. İlerleyen yıllarda Ankara Atatürk Lisesi adını alan okulun mezunları arasında kimler yok ki! Vehbi Koç, Hıfzı Veldet Velidedoğlu, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hüsamettin Cindoruk, Hikmet Çetin, Rüştü Saraçoğlu, Ziya Selçuk…

Siyasal bilinç, İngiltere, biraz da Fransa…

Liseden sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne geçen Can Yücel, Alman Filolojisi dersleri alırken siyasal yönünü de besliyor yavaş yavaş. Behice Boran’la tanışma, üniversitenin İlerici Gençler Derneği’ne üye olma, toplantılar… Gün geçtikçe babasına da eleştirel gözle bakmaya başlayınca Hasan Âli Yücel başka bir çözüm buluyor hemen. Oğlunun eğitim rotasını Cambridge Üniversitesi’ne çeviriyor apar topar. Can Yücel bu çözümden de hoşlanmıyor, ama İngiltere’deki kültür ortamına kısa sürede alışınca kendisini keyifli bir serüvenin ortasında buluyor.

Dağınık bir üniversite yaşantısı var İngiltere’de, hatta bir ara Paris’te de bulunuyor. Yıllar geçiyor bu arada, askerlik için yurda dönüyor, 1953’te Kore Savaşı’na giden tugayda yer alıyor. Sonrasında kısa süreli çalışma dönemleri, evlenme ve İngiltere’ye dönüş. BBC’de spikerlik, çeviri çalışmaları, Güler Yücel’in öğretmenliği derken 1963’te Türkiye’ye yerleşmeye karar veriyorlar. Can Yücel Marmaris’teki turizm bürosunda çalışıyor, Güler Yücel de bir okulda. Bu yıllarda yaşamının odak noktasında siyaset var daha çok. Dönemin Türkiye İşçi Partisi’nde sorumluluklar yükleniyor, parti organlarında şiirler yazıyor, toplantılara katılıyor. 1965 yılı genel seçimlerinde TİP adına yaptığı radyo konuşmasının omurgasını çocuk sömürüsü ve yoksulluğu üzerine kurması ve kurtuluşu geleceğin seçmenlerinde araması çok önemli bir “hamle” aslında. Canfeda adlı kitabında bu “hamle”yi bir kez daha haykırdığını düşünüyorum açıkçası.

SHAKESPEARE ÜZRE

Türkiye’nin Manimarkası’nda bişeyler kokuyor

Kimine göre tuz, kimine göre et,

Hamlet!

Hamleeeeet!

Her zamanki ezgili tonlamasıyla yaptığı bu konuşmanın sonlarında parti ambleminin içindeki, “Köylüye toprak, herkese iş” sloganını vurgulaması politikaya hayli ısındığını gösteriyor, ama bir süre sonra edebiyat ve şiir ağır basıyor ve epeyce uzak kaldığı bu alana çeviriyor enerjisini.

Ve geliyoruz hikâyenin ikinci yarısına. Can Yücel şiire dönmüştür, ama siyasal ortam da büyük bir hızla kötüleşmektedir. Kanlı Pazar, 15-16 Haziran Olayları, öğrenci eylemleri derken 12 Mart 1971 Muhtırası oturur ülkenin gündemine.  Bu karmaşık ortam, birçok aydın gibi Can Yücel’i de özgürlüğünden eder, Mao’dan ve Che Guevara’dan yaptığı çeviriler yüzünden tutuklanır ve iki buçuk yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974 Affı ile özgürlüğüne kavuşur.  Hapisten çıktığı yıl yayımladığı Sevgi Duvarı, Can Yücel şiirinin yöneldiği ufkun bir göstergesidir, ama hemen ardından çıkan Bir Siyasinin Şiirleri, şairin otoriteye karşı çıkan tavrının sertleştiğini, bunun için de özgün bir dil arayıp bulduğunu kanıtlayan şiirleri yüklenmiş olarak girer edebiyat dünyasına. Sennur Sezer Perşembe Mektupları’nda Can Yücel’e seslenirken bu farklı dilin altını çizer:

“Sevgili Can, sözcükleri nasıl eğip büktüğünü hatırlamak herkes için bir edebiyat dersidir. ‘Madem’ sözü ‘Badem’ olsun ki lezzetlensin. Ve çocukluğumuzun hızlı söylenince edepsizleşen tekerlemeleri, bir anda bir siyasal yoruma dönüşsün.” (Sennur Sezer, Perşembe Mektupları, Yazılı Kâğıt Y. 2015, s.40)

Sennur Sezer haklıdır; Can Yücel siyasi dozu yüksek, hem bireysel hem de toplumsal yaşamın içinden süzülen bir şiirle çıkmıştır artık ortaya. Bu konudaki öncülüğünün de bilincindedir. “Rimbaud’yla başlayan öncü şiirin her şeyden önce politik” olduğunu ileri sürmektedir.

DARWIN ÜZRE

(…)

Hani Gayret Tepe’den

Verilip verilip de

Dal bedenlerimize elektrik,

Tam bedenlerimize elektrik,

Tam tükendiğini sandığımız yerde direncin,

En çelimsiz kızımızda bile baş veren

O silkiniş var ya,

O türkü, o öfke, o erkeklik

Kıvılcımlarla üreyip güçlenecek,

Güçlenecek,

Güççlenecek,

Güçççlenecek,

Ve de birden tepti miydi geriye,

Tepti miydi o yüklü yürek

Gözüne, yuvasına, kaynağına zulmün,

Bir gökgürültüsüdür, bir şimşek,

Bir sevinçtir akıp gidecek

Şebeklerin sigortası atıncaya dek!..

İşte böyle bir şiir bizim yazmak istediğimiz…

Özgün bir dil

Batılı şairlerin şiirlerini “Türkçe söyleme” çabası sırasında edindiği şiir bilgisi ve görgüsüyle hem 1940 Kuşağı’na hem de İkinci Yeni’nin şiir anlayışına uzak durmayı başarırken sokağın ve halkın gündelik diline akraba imgeler yakalayabilmesi, hayran olunacak bir başarıdır aslında. Hem günceli, hem ütopyayı hem de duygusallığı birleştirebilen bu ayrıksı dil, sözcüksel sapmalardan, çarpıtılmış kavramlardan, argo ve küfrün ortaklığından, mizahın şimşeğinden, ironinin vuruculuğundan öylesine yoğun şekilde beslenir ki taklit edilemez bir düzeye taşır Can Yücel’i. Oysaki hem Garip hem de İkinci Yeni şairlerinin kimileriyle kişisel dostluklar kurmuş ve bazılarının şiirine saygı duyduğunu da sık sık söylemiştir, ancak aynı yolun yolcusu olmayı içine sindirememiştir bir türlü. Gerekçesi de ortadadır: “İkinci Yeni’nin bir tür yanlış çeviri hareketi olduğunu, temsilcilerinin modernist şiirin temellerini bilmeden modernist şiirler yazmaya kalktıklarını, aynı şeyin Garip’te de sözkonusu edilebileceğini, sürrealizm esası içinde hareket edeyim derken ortaya bambaşka bir lumpen şiir çıkarıldığını” açıkyüreklilikle söyler her yerde.

Alova diyor ki…

Erdal Alova’ya verelim şimdi sözü: “Can Yücel’i ilk kez 1974 yazında tanıdım Körfez’deki evinde; hapishaneden yeni çıkmıştı. Sakalsızdı, epey zayıftı. Onun insan sevgisi karşısında epey şaşırmıştım. (…) Nice iyi şairin başına gelen onun da başına geldi. Nâzım gibi, Orhan Veli gibi, bir iki popüler şiiriyle anılır oldu daha çok, bir de nükteli manzum yapıtlarıyla. Oysa Can Yücel’in şiirlerine diyakronik yöntemle, derinlemesine bakılırsa, en nitelikli şiirlerinin en az tanınanlar olduğu görülecektir. İlk bakışta Can Yücel şiirinin kökleri, Mevlevi dünya görüşüne, Marksizmin pratiğine, İngiliz şiirine (özellikle O. Wilde, D. Thomas), öte yandan anonim halk edebiyatına, bir yandan da Nef’i Eşref’in keskinliğine kadar uzanır. Yaşamdaki en zor işlerden biri zekânın şimşeğiyle, iyiliğin sevecenliğini bağdaştırabilmektir. Can Yücel şiirinde de, günlük yaşamında da bunu başarabilmiş biridir, büyük bir dirençle. (…) Can Yücel şiiri iki anahtar sözcük bilinç ile bulunç’tur (vicdan). O bilincin öfkesiyle, buluncun pathos’unu kaynaştırdı; sözcükleri ‘köpürterek’ yepyeni bir halk şairi tipi yarattı.” (Alova, Yaşam Kesikleri, İş Kültür Y. 2014, s.25-26)

“Türkçe söyleyen” Can Yücel

Bunları okuyunca “Nokta!” diyesi geliyor insanın. Bir şair ancak bu kadar özlü anlatılabilirdi deyip Can Yücel’in dilimize kazandırdığı bir başka birikime geçebiliriz. Çeviri şiirlere, oyunlara… Bilindiği gibi şiir çevirisi oldukça tartışmalı bir konu. Kaynak dildeki sözcükleri ve bağdaştırmaları olabildiğince koruyarak yapılan çevirilere sıcak bakanların varlığı kadar şiiri bir bütün olarak görüp hedef dilin kültürü içinde ergitmeyi doğru bulanlar da var. Can Yücel ikincisini tercih edenlerden. Dolayısıyla birçok şiiri kendi dünya görüşünü yansıtacak biçimde ve hatta kendi şiirini yazacak özgürlükle “Türkçe söylediğini” biliyoruz.

Dile bunca esnek yaklaşabilen bir şairin toplumun büyük kesimiyle ilişki kurabilmesi doğal elbette. Bu yüzden de birçok şaire nasip olmayan okur kitlesi var Can Yücel’in. Ne var ki son yıllarda bu ilgiyi kötüye kullananların olduğu da ayrı bir sorun. Sosyal medya ve internet paylaşımlarının gittikçe yaygınlaşması hepimizin bildiği gibi kendine özgü bir kirlilik de oluşturuyor. Bu kirlilik içinde Can Yücel’e ait olmayan birçok şiir, aforizma, düzyazı vb. ekrandan ekrana uçuşur oldu. DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Semih Çelenk bu konuda özel bir çaba harcayarak bu tür yanlış ve haksız paylaşımları araştırdı ve sayının 50’ye ulaştığını saptadı. İnanılır gibi değil ama öyle.

Son bir dilek: Can Yücel deyince birçok kişinin zihninde alkolik ya da küfürbaz biri canlanıyor ne yazık ki. Onu bu düzeyde ele almak çok büyük haksızlık. Şiirini, politik duruşunu görmezden gelerek yapılacak her türlü tanımlama karşısında sözü bir kez daha kendisine bırakıp çekilelim huzurdan:

“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.”

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Mehmet Atilla
Mehmet Atilla
MEHMET ATİLLA – Şair ve yazar. Bodrum'un Turgutreis beldesinde, 15 Eylül 1958’de doğdu, ancak nüfus kayıtlarına 25 Ocak 1959 olarak geçirildi. Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nu 1979 yılında bitirdi. İlk görev yeri olan Samsun Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi’nde teknik öğretmen ve müdür yardımcısı olarak 11 yıl görev yaptı. Bu sürecin ortasında bir yıl kadar da Yozgat Akdağmadeni Endüstri Meslek Lisesi’nde (1984-1985) çalıştı ve 1990 yılı sonunda İzmir'e atandı. Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nde sürdürdüğü öğretmenlik yaşamından 2003'te emekli oldu. TARİŞ Edebiyat Ödülleri Öykü ikinciliği (1993), P.E.N. Edip Cansever Şiir Yarışması Özel Ödülü (1996), Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülleri Jüri Özel Ödülü (1999), Ankara Öykü Günleri Leyla Erbil Öykü Ödülü (2000), Bilgi Yayınevi “e-kitap" öykü Ödülü (2002) ve ÇGYD Yılın Kitabı Ödülü (Parktaki Gergedanlar, 2011) gibi pek çok ödül kazandı. Başlıca eserleri: Paramparça (roman), Sancı Yılanı (öykü), Beşinci Tat Şiirleri (şiir)…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x